EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
İCTİHAD / İSTİFTA VE
İKTİDA / ÜÇÜNCÜ MESELE:
Tercihin gerekmesi
halinde bunun iki yolu vardır:
1) Umumi.
2) Hususi.
1) Umumi tercih yolu: Bu
konu usül kitaplarında anlatılmış olmaktadır. Ancak bir nokta vardır ki üzerinde
durulması ve sakınılması gerekmektedir. Şöyle ki: İnsanlardan birçoğu, tercih
esnasında yapılması gereken yolu tutmayıp kendilerince zayıf (mercüh) görülen
mezheplerin karalanması (ta'nedilmesi) yoluna girmektedirler. Kaldı ki bunlar,
karaladıkları o kimselerin mezheplerini kabul etmekte, onları muteber saymakta
ve dikkate almakta, fetva konusunda onlara da dayanmanın sahih olacağını
bildirmektedirler. Buna rağmen karalama yoluna gitmektedirler. Böyle bir durum,
tercih makamında bulunan kimselere yakışmaz. Tercih konusunda meydana gelen bu
kabil şeyler daha çok dört mezhep ile onları takip eden Davud-u Zahiri'nin
mezhebi vb. arasında olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bazı hususları
zikredelim:
(1) İki şeyarasında tercihte bulunmak, aslında
farklı oldukları özellikte belli bir müştereklikten sonra 0labilmektedir. Aksi
takdirde o, ikisinden birinin doğrudan iptali ve devre dışı bırakılması
anlamına gelir. Böyle bir işleme ise "tercih" denemez. Hal böyle
olunca, bazı mezhep muntesiplerinin, diğer bir mezhebe ait görüşü karalamaları
(ta'n) ve aynı (müşterek) özelliğe sahip olan iki şeyden birine yönelik
eleştiride bulunmaları, tercih yolundan çıkmak ve farklı başka bir yola sapmak
olur. Bu ise ulemaya yakışmaz. Böyle bir eleştiri ve karalamayı ancak ictihada
ehil olmayan, bununla birlikte böyle birşeye yeltenen kimseler yapabilir. Sözü
edilen imamlar ise böyle olmaktan münezzehtirler. Böyle bir tarz onlara
yakışmaz.
(2) Tercih esnasında karalamaya kalkmak,
karalanılan mezhep müntesiplerinin inat damarını kabartır ve üzerinde
bulundukları görüş üzerinde ısrar etmelerine sebep olur. Çünkü farklı bir
görüşe inanan kimsenin dikkate alınmaması ve karalanması, üzerinde olduğu
görüşe taassupla sarılması ve görüşünün güzelliklerini ortaya çıkarması için
uğraşması sonucunu doğurur. Dolayısıyla böyle bir mecraya sokulan tercihin,
zayıf da olsa karşı görüşe sarılınmasını kışkırtma yanında hiçbir faydası
olmaz. Çünkü bu durumda gerçek bir tercih yapılmamıştır.
(3) Böyle bir tercih, karşı tarafı kışkırtır ve
onun da benzeri bir tercihte bulunmasına yol açar. Bu durumda biz, iyilikler
peşinde koşacağımız yerde, kötülüklerin peşine düşmüş oluruz. Çünkü nefısler
yaratılış itibarıyla, kendilerini savunma, inandıkları mezhebe sarılma ve onu
aklama eğilimindedir. Eğer bir kimse, karşısındaki tarafından dikkate
alınmazsa, o da onu dikkate almaz. Bu durumda kendi mezhebini bu şekil üzere
tercihte bulunan kimse, sanki kendi mezhebini gözardı ettirmiş olur. Zira buna
sebebiyeti kendisi vermiştir. Nitekim hadiste Rasulullah [s.a.v.] :
"Şüphesiz en büyük günahlardan biri de, kişinin ebeveynine
sövmesidir" der. Sahabe: "Ya Rasulallah! Adam ebeveynine söver
mi?" diye sorarlar. Hz. Peygamber (as.): "Evet, o birinin babasına
söver; o da onun babasına söver; o birinin anasına söver; o da onun anasına
söver" buyurur.
İşte bu da, ondandır.
Allah Teala, aslında caiz olmasına rağmen, yasak olan birşeye götürmesi
sebebiyle bazı şeyleri yasaklamıştır. Mesela:
Yüce Allah, mü'minlerden
Hz. Peygamber' e 'Bizi gözet!' anlamında hitap ederlerken 'çobanımız' anlamına
da çekilebilen "raina" kelimesini kullanmamalarını istemiştir.
(Bakara 104) Bir başka ayette: "Allah'tan başka yalvardıkları na sövmeyin
ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler"(En'am 108)
buyurmuştur. Benzeri daha başka örnekler de vardır.
(4) Böyle bir işlem, mezhebe bağlı kimseler
arasında ilişkilerin kesilmesine ve düşmanlığın doğmasına sebep olur. Çocuklar
bu tür düşmanlık duyguları altında yetişir ve mezhebe bağlı insanların
kalbinde, karşı mezhep taraftarlarına karşı bir kin ve düşmanlık duygusu yer
eder. Sonunda da fırkalara bölünürler. Allah Teala, böyle bir sonucu doğuracak
davranışlara girmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: "Kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın"(Al-i
İmran 105)
"Dinlerini parça
parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin
yoktur"(En'am 159) Bu konu daha
önce de açıklanmıştı. Böyle bir sonuca götürecek herşey yasaktır. Dolayısıyla
sonuçta Islam ümmetinin birliğini bozacak, ümmet arasında kin ve düşmanlığa
sebebiyet verecek türde bir tercihe gitme de aynı şekilde yasak olacaktır.
Taberi, -her ne kadar
senedi sahih olmasa da- şöyle bir rivayet nakletmektedir: Hz. Ömer, ez-Zibirkan
b. Bedr'i hicvetmesi sebebiyle haps etmiş olduğu şair el-Hutay'a'yı serbest
bırakırken ona' şöyle demişti: "Şiirden sakın!" O: "Ey
mü'minlerin emiri! Terkedemem. O benim çoluk-çocuğumun geçim kaynağı, üstelik
de dilimin üzerinde bir karınca; söylemeden edemem!" diye karşılık verdi.
Hz. Ömer: "Aile ni öv, fakat muzır medihlerden sakın!" dedi. Hutay'a:
"O nasıl birşey?" diye sordu. Hz. Ömer: "Falanca oğulları,
filancalardan hayırlıdır ... şeklindeki övgülerdir. Sen öv, fakat hiç kimsenin
diğerlerinden üstün olduğunu söyleme" dedi. Hutay'a: "Sen, -ey
mü'minlerin emiri!- benden daha şairsin" diye karşılık verdi. Bu haber
sene d itibarıyla sahih değilse bile, mana bakımından doğrudur. Zira övgü, eğer
başkalarının yerilmesi esası üzerine kurulursa, zararlı olur. Gözlemlerimiz
bunun böyle olduğuna şahittir.
(5) Red ve tercih esnasında karalama yoluna gitmek
ve karşı tarafı kötülemek, bazen yukarıda zikredilenler yanında mezhepte
aşırılığa kaçmaya ve doğru yoldan sapmaya sebebiyet verebilir. Bu, tercih ve
delillerin tartışılması sırasında muhalif taraflardan sadır olan birbirlerine
yönelik aşırı hücumlar, yaralayıcı ifadelerden kaynaklanan kin ve düşmanlık
duygtılarının kışkırtması ve galeyana getirmesi sonucunda olur. el-Gazzali bir
kitabında şöyle der:
"Cehaletin çoğu, halkın
(avam) kalbine, hak ehli olacak cahil insanların taassupları yüzünden yerleşir.
Bunlar karşı tarafa meydan okuyarak ve onlara ağır sözler ederek hakkı ortaya
çıkardıklarını zannederler, zayıf gördükleri karşı tarafa hakaret edici ve
horlayıcı bir gözle bakarlar. Bunun sonucunda da onların içlerinde inat ve
düşmanlık damarları galeyana gelir ve kalplerine batıl inançlar yerleşir. Ondan
sonra da yumuşaklıkla yaklaşan gerçek ulema, onların kalplerine yekleşmiş olan
bu yanlış duyguları ve düşmanlıktan silmekte başarılı olamaz. Taassup öyle
güçlü bir duygudur ki, buna kapılan fırkalardan biri, hayatı boyunca sükuttan
sonra konuşmaya başladığı harflerin kadim olduğuna inanmıştır. Eğer inat ve
taassup yoluyla şeytanın iğvası ve nefse hakimiyeti söz konusu olmasaydı, böyle
bir inanç, değil aklı başında olan bir kimsenin, cinnet getirmiş birinin dahi
kalbinde yer edemezdi"
Onun dedikleri böyle.
Yaşadığımız sosyal gerçeklerin tanıklık ettiği hak ve hakikat da işte budur.
"Musa'yı bütün
insanlığa üştün kılana yemin ederim ki ... " diyen yahudiyi tokatlayan
Ensarı hakkında gelen hadiste belirtildiği üzere, bu harekete Rasulullah
[s.a.v.] kızmış ve: "Peygamberler arasında üstünlük bakımından bir ayırıma
gitmeyin" veya: "Beni Musa'dan üstün tutmayın" buyurmuştur. Oysa
ki bizzat Rasulullah [s.a.v.] da yeri geldiğinde peygamberler arasında
üstünlükten ve kendisinin diğer peygamberlerden üstünlüğünden söz etmiştir.
el-Maziri bazı
üstadlarından nakille hadisin şöyle yorumlanabileceğini zikretmiştir:
"Allah'ın peygamberleri arasında, onlardan bir kısmını alçaltma sonucuna
varacak bir mukayese yapmayınız" Hadis zaten belli bir sebep üzerine
söylenmiştir. O da Ensar'dan olan sahabinin ("Musa'yı alemlere üstün
tutana yemin ederim ki ... " diyen) yahudiyi tokatlamasıdır. Dolayısıyla
Rasulullah [s.a.v.], bu fiilden Hz. Musa'nın alçaltılmış olduğunun
anlaşılacağından korkmuş olmalıdır ve bu yüzden de böyle bir sonuca
götürebilecek ayırıma gidilmesini yasaklamıştır. Iyaz şöyle demiştir: Belki de
bu sözünü kendinin onlara üstünlüğünü bile bile, ümmetine de bunun böyle
olduğunu bildirmiş olmasına rağmen söylemiştir ki, insanlar böyle konulara
dalmasınlar ve şu üstün bu üstün gibi bir mücadeleye girişmesinler. Zira bu
tutum, bazen tartışma esnasında kendilerinden beklenmeyen sözlerin sadır
olmasına, keza kızgınlık ve tartışma anında kendi makamlarına yakışmayacak
duygulara kapılmalarına sebep olabilir. Bu durumda konu ile ilgili tartışmaya
girmeyi yasaklaması, Kur'an ile de ehl-i kitaba karşı mücadele etmeyi
yasaklaması vb. gibi olur. Onun sözü böyle. Bu izah doğrudur. Dolayısıyla
alimler ve mezhep imamları arasında da aynı şekilde davranmak gerekecektir.
Çünkü onlar peygamberlerin varisleridir.
FASIL:
(Müctehidler arasında
yapılacak) tercihin, herkesin tanıklık ettiği faziletler, özellikler ve açık
meziyetlerin zikri yoluyla olması halinde ise, bunda bir sakınca yoktur. Hatta
bu gibi durumlarda yani buna ihtiyaç duyulması halinde yapılması gerekli olan
da budur. Bunun dayanağı Kur'an'daki şu ayettir: "O peygamberler ki, biz
onlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık ... "(Bakara 253) Bu ayet,
peygamberler arasında üstünlük bakımından ayırımın olduğunu ortaya koymaktadır.
Sonra Allah Teala, bazı seçkin peygamberleri ve onların sahip oldukları
meziyetleri zikretmiştir. Mesela Davud [aleyhissselam] hakkında şöyle
buyurmuştur: "Gerçekten biz, peygamberlerden kimini, kiminden üstün
kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik" (İsra 55)
Hadiste bu kabilden pek
çok örnek vardır: Mesela kendisine insanların en üstünü sorulduğu zaman:
"En müttakileridir" diye cevap vermişti. Onlar: "Biz bunu
sormuyoruz" dediklerinde de: "Yusuf; Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın
peygamberinin oğlu, Allah'ın peygamberinin oğlu, Allah'ın peygamberi"
demiş. "Sana bunu da sormuyoruz" dediklerinde: "Bana Arap ulusundan
mı soruyorsunuz. Onların cahiliye döneminde hayırlı olanları, eğer dinde üstün
anlayışa ulaşmışlarsa İslam döneminin de hayırlılarıdır" buyurdu.
Resulullah [s.a.v.]
şöyle buyurdu: "Musa, İsrailoğullarından bir mecliste iken kendisine bir
adam geldi ve: 'Senden daha bilgili birini tanıyor musun?' diye sordu. Musa:
'Hayır!' dedi. Bunun üzerine Allah Teala kendisine vahyetti ve: 'Evet var,
kulumuz Hızır' buyurdu" Bir başa rivayet de şöyledir: "Musa,
İsrailoğulları arasında hitabede bulunuyordu. Kendisine: 'Kim daha bilgindir?'
diye soruldu. 'Ben!' diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Teala kendisini
uyardı. Zira ilmini Allah Teala'ya nisbet etmemişti. Allah ona: 'Evet, iki
denizin buluştuğu yerde benim bir kulum var, o senden daha bilgindir .. .' buyurdu"
Müslümanlardan biri ile
yahudilerden biri ağız kavgasına tutuştular ve müslüman: "Muhammed'i bütün
alemlere üstün kılana yemin ederim ki" dedi. Yahudi de "Müsa'yı bütün
alemlere üstün kılana yemin ederim ki" dedi. (Bunun üzerine müslüman
yahudinin yüzüne bir tokat vurdu.
Yahudi Rasulullah'a
[s.a.v.] gitti ve durumu ona bildirdi.) Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurdu:
"Beni Musa'ya üstün tutmayınız. Çünkü bütün insanlar bayılıp düşecek ve
ilk ayılan ben olacağım. Bir de bakacağım ki Musa, Arş'ın bir tarafını tutmuş.
Bilmiyorum; o da bayılıp düşüp de ayılanlardan mı, yoksa Allah'ın müstesna
kıldığı insanlardan mı?" Bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler arasında (üstünlük bakımından) bir ayırıma gitmeyiniz. Çünkü
sura üflenir ... " Hadis devam ediyor.
Bu, delile müstenid
ol(may)an bir ayırımı reddetmektedir ve aynı zamanda tercihi gerektiren bir
durumun olması halinde üstün tutmanın doğru olacağına da delilolmaktadır. Yine
Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden çok kişi kemale
ermiştir. Kadınlardan ise sadece Firavun'un karısı Asiye ile İmran'ın kızı
Meryem kemale ulaşmışlardır.
Aişe'nin diğer kadınlara
üstünlüğü ise, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir"
Kendisine "Ya
hayra'l-beriyye! (yani ey yeryüzünün en hayırlısı!)" diye çağıran kimseye:
"O İbrahim'dir" buyurmuştur.
Bir başka hadislerinde
de: "Ben Adem oğullarının efendisiyim buyurmuştur. Kendisinin diğer
insanlardan daha üstün olduğunu belirten benzeri daha başka deliller de vardır.
Burada konumuz iki hadis arasında tearuzun bulunduğundan bahsetmek değildir.
Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, üstünlük bakımından bir ayırıma
gitmenin doğru ve tercihte bulunmanın caiz olabileceği sonucuna ulaşmaktır. Bu
da her iki hadiste de sabittir. Yine Rasulullah şöyle buyurmuştur:
"Nesillerin en hayırlısı, içerisinde bulunduğum nesildir. Sonra onları
takip edenler, sonra onları takip edenler ... ''
Ömer şöyle demiştir:
"Biz Rasulullah [s.a.v.] zamanında ashabı üstünlüklerine göre derecelendirir;
önce Ebu Bekir'i, sonra Ömer'i, sonra da Osman'ı daha üstün görürdük"
Hz. Osman, (Kur'an'ın
yazılması için) Kureyş'ten oluşturduğu üç kişilik heyete -ki bunlar Abdullah b.
ez-Zübeyr, Said b. el-As ve Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam. idi- şöyle
demişti: ''Siz ve Zeyd b. Sabit, Kur'an'dan birşey hakkıl'lda güpüş ayrılığına
düşerseniz, "onu Kureyş dili Ü:3ere yailın; çünkü Kur'an onların diliyle
inmiştir' Onlar da öyle yapmışlardı.
Rasulullah [s.a.v.]
şöyle buyurmuştur: "Ensar yurtlarından (evlerinden) en hayırlısı Neccar
oğulları, sonra Abdu'l-Eşhel oğulları, sonra Haris b. el-Hazrec oğulları, sonra
Saide oğulları yurdudur ve Ensar'ın yurtlarının her birinde hayır vardır"
Bir başka hadislerinde
de şöyle buyurmuştur: "Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en merhametli
olanı, Ebu Bekir'dir; Allah yolunda en şiddetli olanı, Ömer'dir; haya
bakımından onların en doğruları, Osman'dır; helal ve haramı en iyi bitenleri
Muaz b. Cebel'dir; en iyi feraiz bitenleri,
Zeyd b. Sabit'tir; en
iyi okuyanları Ubeyy b. Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini olur; bu ümmetin emini
de Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'tır''
Abdurrahman b. Yezid
anlatır: "Biz, Huzeyfe'ye: 'Hal ve gidişat, hidayet bakımından
Rasulullah'a [s.a.v.] yakın olan kimdir? Öğrenelim de ondan (bu meziyetlerini)
alalım" diye sorduk. O: "Rasulullah'a [s.a.v.] hal ve gidişat,
hidayet ve tavır bakımından İbn Ümm Abd'dan daha yakın birini tanımıyorum"
diye cevap verdi.
Muaz'a ölüm vakti
gelince ona: "Ey Ebu Abdurrahman! Bize vasiyette bulun!" dediler. O:
"Beni oturtun!" dedi ve devam etti: "İlim ve iman yerlerindedir;
kim onları ararsa bulur" Bu sözünü üç defa tekrarladı. "İImi dört
kimse yanında arayın: Üveymir Ebu'd-Derda, Selman el-Farisi, Abdullah b. Mesud
ve Abdullah b. Selam" Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurmuştur: "Benden
sonra iki kişiye: Ebu Bekir ve Ömer'e uyun!''
Dini bir ihtiyaçtan
dolayı tercih ve üstün tutmayı ifade eden deliller pek çoktur. Ancak hepsi de,
överken diğerlerini küçültme gibi bir anlam taşımamaktadır. Durum böyle olunca
bu, geçerli bir kıstas ve uyulması gereken kesin bir hüküm olur ve bunun
ötesine geçilerek, kırıcı, aşağılayıcı mahiyette bir tercih yoluna gidilemez.
Nitekim selef-i salihin yaptığı da bu olmuştur.
FASIL:
Bu konuda gaflet ya da
gaflet görünümü o kadar ileridedir ki, bu, ilim ehlinden önde gelen bazı
kimseleri, tercihi açık ya da imalı bir şekilde karşı tarafı karalama şeklinde
yapmayı adet edinir bir hale sokmuştur. Onlar maalesef divanlarını bu şekilde
oluşturmuşlar, kağıtlarını bu yolla karalamışlardır. Hatta öyle ki bunlar,
Fıkıh Usulü alanında tasnif edilmiş teracim kitaplarından bir tür ya da öyle
birşey bile olmuştur ve bunİarda kısmen temas ettiğimiz şeyler yer almaktadır.
Dahası iş, sahabe ve onları takip eden nesillerden oluşan selef-i salihe kadar
uzanmaktadır. Bazı sahabilerin üstünlüğü hakkında yazılmış birtakım eserler
gördüm. Bunlar diğerlerinin karalanarak yükseltilmesi, karalamak için ileri
sürülen şeylerin yükseltilmeye çalışılan kimsede bulunmadığı iddiası gibi bir
mecraya kaymıştır. Bu gibiler vadiye inmiş ve suyun kaynağını kapatmışlardır.
Bu tutum peygamberler arasında da sergilenir olmuş ve iş, cahil bir topluluğun
bu doğrultuda nazım ve nesir eserler yazmasına kadar gitmiştir. Bunlar
yazdıklarında Hz. Muhammed'i [s.a.v.] övüyoruz, onu yüceltiyoruz derken diğer
peygamberler hakkında aşağılayıcı sözler etmişlerdir. Üstelik bunları da,
yanlış bir şekilde anladıkları nakillere dayandırmışlardır. Doğrusu bu, hak ve
hakikatin dışına çıkmaktır. Rasulullah'ın [s.a.v.]: "Peygamberler arasında
üstünlük bakımından bir ayırıma gitmeyin" buyurmasının sebebini ve
alimlerin bu konudaki yorumlarını daha önce görmüştük. Bu itibarla böyle
netameli konulara girmekten sakınmalı ve bu gibi yerlerden sırat-ı müstakime
çıkmaya bakmalıdır.
2) Hususi tercih yolu:
Bu konu hakkında ayrı bir mesele açalım:
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: