EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
İCTİHAD / İCTİHAD /
SEKİZİNCİ MESELE:
İctihadda hata:
a) Ya bazı delillerin
kapalı olması ve bu yüzden ne kastedildiğinin anlaşılamaması yüzünden kaynaklamr.
b) Ya da delili hiç
görmemekten kaynaklamr.
Bu kısmın hükmü, eğer cüz'i bir konu hakkında ise, usukülerin
sözlerinden bellidir. Ancak eğer hata bir külli hakkında ise, o .zaman durum daha da kötü olacaktır. Bu gibi durumlar
hakkında alimin zellesinden
sakındırılmıştır. Nitekim bazı hadislerde bu konuda dikkatler çekilmiş ve ümmet
bu gibi hatalar karşısında uyarılmıştır. Rasulullah'tan
[s.a.v.] şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphesiz ben, ümmetim
hakkında, benden sonra üç şeyden gerçekten endişe etmekteyim. " "N edir onlar? Ya Rasıllallah!"
dediklerinde: "Onlar hakkında alimin sürçmesinden (zelle),
zalimin hükümranlığından ve arkasına düşülen arzu ve heveslerden endişe
ediyorum" buyurdu.
Hz. Ömer'den şöyle
söylediği nakledilmiştir: "Üç şey vardır ki dini yıkar: .Alimin sürçmesi, münafıkın Kur'an ile tartışmaya
girmesi ve saptırıcı imamlar."
Ebü'd-Derda ise: "Sizin hakkınızda
endişe ettiklerimden biri de alimin sürçme si veya münafıkın
Kur'an ile tartışmaya girmesidir. Kur'an
haktır, Kur'an'da yol işaretleri gibi işaretler
vardır" demiştir.
Muaz b. Cebel hutbesinde çoğu kez şöyle derdi: "Aman ha, hakimin sapıtmasından sakının. Çünkü şeytan, bazen hakim kimselerin dili ile konuşur ve batıl söz eder. Bazen
de münafık hak söz söyler; dolayısıyla hakkı kimden gelirse gelsin alın. Çünkü hakda (kendisini tanıyacağınız) bir nur vardır." Ona:
"Hakimin sapıtması da nasılolur?"
diye sordular. O şöyle cevap verdi: "O bir kelimedir ki, sizi ürpertir ve
siz onu yadırgarsınız ve bu nedir dersiniz. Onun sapıtmasından sakının ve onun
sapıtmış olması sizi ondan da yüz çevirtmesin, çünkü onun dönmesi ve hakka
yönelmesi uzak değildir."
Selman el-Farisi de
şöyle demiştir: "Üç şey karşısında acaba ne yapacaksınız: .Alimin
sürçmesi, münafıkın Kur'an
ile tartışmaya girmesi ve boyunlarınızı uçuracak olan dünya .
.Alimin sürçme si konusu şöyle:
Eğer o doğruyu bulsa da,
(onu masum yerine koyup) falanın yaptığı gibi yaparız, onun durduğu yerde
dururuz diyerek dininizde onu taklit etmeyin. Eğer hata edecek olursa da ondan
ilişkinizi kesmeyin, yoksa ona karşı şeytana yardımcı olmuş olursunuz."
Hadis böyle.
İbn Abbas: ".Alimin sürçmesi
yüzünden tabilerin durumuna yazık!" dedi. Ona: "Bu nasıloluyor?" dediler. O: ".Alim
reyi ile birşey söyler, sonra Rasülullah'ı
[s.a.v.] (yani sünneti) kendisinden daha iyi bilen birisini bulur ve görüşünü terkeder, fakat tabileri eski reyine uymaya devam
ederler" diye izah etti.
İbnu'l-Mübarek şöyle anlatır: el-Mu'temir
b. Süleyman bana şöyle anlattı: Babam beni şiir inşad
ederken gördü ve bana: "Yavrucuğum, şiir inşad
etme!" dedi. Ben ona: "Babacığım! el-Has en inşad ederdi, İbn Sirin inşad ederdi" dedim.
Babam bana: "Bak yavrum! Eğer sen el-Hasen'de
bulunan özellikler içerisinden kötü olanını, İbn Birin'de bulunan özellikler içerisinden kötü olanını
alırsan, bütün kötülük sende toplanmış olur" dedi.
Mücahid, el-Hakem b. Uyeyne ve İmam Malik
şöyle demişlerdir: "Mahlukat içerisinde hiçbir
kimse yoktur ki, onun sözü kabul de red de edilebilir
olmasın. Bundan sadece Hz. Peygamber [s.a.v.] müstesnadır."
Süleyman et-Teymi ise: "Eğer her alimin
ruhsat görüşünü derleyecek olursan, o zaman kötülüğün tamamı sende toplanmış
olur.
İbn Abdilberr: "Bu bir icmadır ve bu konuda bir görüş ayrılığı olduğunu
bilmiyorum" demiştir.
Bütün bunlar ve
benzerleri, alimin zellesinden
sakınmanın şer'an istendiği konusunda delildir. Bu
tür hataların sebebi çoğu kez, ictihad etmiş olduğu
konu hakkında Şari' Teala'nın
gözetmiş olduğu şer'i maksattan gaflet ve o konuda bulunabilecek nassların araştırılmasında gerekli olan çabanın yeterince
ortaya konmamış olmasıdır. O her ne kadar bunu kasıtsız olarak yapmış da olsa,
kendisi mazur hatta me'cur da olsa, ancak görüşüne
tabi olma üzerine terettüp edecek tehlike büyük olacaktır.
İmam el-Gazzali: "Alimin zellesi, aslında küçük günah olduğu halde büyük bir hal alabilir"
demiş ve buna örnekler zikrettikten sonra şöyle demiştir. "Bunlar,
peşinden başkalarının gittiği günahlardır; alim ölür,
fakat şerri bütün dünyaya yayılır ve o görüşe tabi olundukça bu böyle devam
eder. Öldüğü zaman günahları da kendisiyle birlikte ölen kimseye ne mutlu! Aynı
şekilde bu hüküm fetvada sürçme hakkında da evleviyetle geçerli olur ve
süreklilik arzeder. Çünkü bazen alim
e sünnetten bir kısmı ya da ictihad etmekte olduğu
hususi mesele ile ilgili gözetilen genel maksatlardan bir kısmı kapalı
kalabilir ve onlara muttali olamaz. Buna rağmen, onun görüşü tabi olunacak
şer'i bir hüküm, ihtilaflı meselelerde dikkate alınacak bir görüş durumuna
gelebilir. Belki kendisi daha sonra doğruyu elde eder ve görüşünden dönebilir.
Ancak ülkenin dört bir tarafına yayılmış olan o görüşün düzeltilmesi ve böylece
hatanın telafisi imkanı yoktur. İşte bu noktadan
hareketledir ki, alimin sürçmesinin vehametini belirtmek üzere darb-ı
meselolarak: "Zelletu'l-alimi
madrubun, bihi't-tabi" denmiştir.
FASIL:
Bu nokta sabit olduğuna
göre, şimdi bu esas üzerine bina edilecek konular üzerinde durmak gerekecektir.
Bunlar:
1) AHmin
zellesi, herhangi bir yönden itimada şayan değildir
ve onun taklit edilmek üzere alınması sahih olmaz. Çünkü o, şeriata muhalefet
halindedir ve bu yüzden de "zelle" yani
sürçme diye isimlendirilmiştir. Aksi takdirde muteber olur ve bu mertebeye
konmaz, sahibine de zelle nisbetinde
bulunmazdı. Öbür taraftan zelle sahibi hakkında
teksir gösterdiği söylenmez bu yüzden hakarete maruz kalmaz ve değerini
kaybetmez veya onun hakkında şeriata sırf muhalefet olsun için bunu yaptığı
inancında bulunulmaz. Çünkü bütün bunlar, onun dinde sahip olduğu makamının
gerekleriyle bağdaşmayan şeylerdir. Muaz b_ Cebel ve
diğerlerinin sözlerinde bu manaya işaret eden hususlar geçmişti.
(Alimlerin
zellelerinin muteber olmadığı konusu ile ilgili
olarak) İbnu'l-Mübarek'ten şöyle anlattığı rivayet
edilir: Kufe'de idik ve ihtilaflı olan nebiz hakkında benimle münazaraya girdiler. Ben onlara:
"Gelin, sizden delil getirecek olan, Rasulullah'ın
ashabından dilediği kimseden ruhsat hükmünü benimsediğini ileri sürmek
suretiyle delil getirsin. Eğer o kişiden gelen ruhsat hükmüne mukabilolarak yine onlardan sahih olarak gelen daha
şiddetli bir hükmü n olduğunu ortaya koyamazsak (iddianız
kabuD" dedim. Onlar sahabi
görüşleri ile delil getirmeye başladılar. Onlar bir sahabiden
ruhsat hükmü getirdi iseler, biz onlara daha şiddetlisini getirdik ve böyle böyle ellerinde sadece Abdullah b. Mesıld
kaldı. Ondan nebize ruhsat verildiği hakkında
estirdikleri delil ise, asla ondan sahih olan birşey
ile değildi. Bunun üzerine nebizin helalliği
konusunda delil getirmeye çalışan kimseye dedim ki: "Eyahmak!
Farzet ki İbn Mesıld şurada oturuyor olsa ve: 'O senin için helaldir'
dese, Rasulullah [s.a.v.] ve ashabından
naklettiklerimiz onun yasaklığı hakkındadır. Bu durumda sana yaraşan, ondan sakınman, veya şaşkınlık göstermen veyahut da korkuya
kapılman olmalıdır" Onların bir sözcüsü: "Ey Eba
Abdirrahman! Yani en-Nehai,
eş-Şa'bi -daha başka bazı isimler de saydı- haram mı
içiyorlardı? (demek istiyorsun" dedi. Ben:
"Delil getirme sırasında öyle insanların isimlerini zikretmeyi bırakın.
Nice insan vardır ki İslam hakkında şöyle şöyle
menkıbeleri bulunur; bununla birlikte bazı konularda sürçmüş de olabilir. Şimdi
çok yüksek yerleri var diye onların sürçmeleri ile kim istidlalde bulunabilir?
Eğer buna yanaşmıyorsanız peki, Ata, Tavıls, Cabir b.
Zeyd, Said b. Cübeyr ve İkrime hakkında ne
dersiniz? Söyleyin bakalım?" dedim. Onlar: "Hayırlı kimselerdi"
dediler. Bu kez ben: "Peki, bir dirhemi elden ele iki dirhem karşılığında
satma hakkında ne dersiniz?" dedim. Onlar: "Haramdır" dediler.
Bunun üzerine ben: "Bu saydığım insanlar, onu helal gördüler ve haram
yiyerek öylece öldüler. Öyle mi?" dedim. Cevap veremediler ve delilleri
böylece iptal edilmiş oldu. Onun anlattıkları böyle.
Doğru olan İbnu'l-Mübarek'in söyledikleridir. Çünkü Allah Teala: "Eğer birşey de
çekişirseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız-
onun halini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibarıyla en
güzeldir''[Nisa 59] buyurmaktadır. Eğer müctehidin
görüşünün, Kur'an ve sünnete muhalif olduğu açık ve
iyice beli ise, onun muteber kabul edilmesi ve üzerine hüküm binasında
bulunması sahih değildir. İşte bu yüzden de, nass ve icmaa muhalefeti durumunda kadının hükmü bozulmaktadır;
halbuki kadının hükmü zevahir üzerine kuruludur ve zahirin hilMı
da imkan dahilindedir. İctihadda
hata etmesi durumunda ise -hatası ortaya çıksa bile- hükmü bozulmamaktadır.
Çünkü hakimin tayininde gözetilen maslahat, verdiği
hükmünün bozulması ile bağdaşmaz. Delillere muhalefet durumunda ise bozulur;
çünkü bu durumda Allah'ın indirdiğiyle hükmetmiş olmamaktadır.
FASIL:
2) .Alimin
zellesi şer'! mesailde
dikkate alınacak muhalif bir görüş olarak da kabul edilmez. Çünkü alimin zellesi, aslında ictihaddan sadır olmamıştır, o ictihada
mahal olan mesailden de değildir. Her ne kadar zellenin sahibinden ictihad
vücuda gelmişse de, mahalline isabet etmemiştir. Dolayısıyla zellenin şeriata olan nisbeti, müctehid olmayan kimselerin görüşlerinin nisbeti gibidir. Hilaf konusunda dikkate alınan görüşler,
sadece şeriatta -güçlü olsun zayıf olsun- muteber olan delillerden doğan
görüşlerdir. Ancak mücerred delilin gizli kalmasından
ve tesadüf olunmamasından kaynaklanan görüşler ise ihtilaf alanlarında dikkate
alınmazlar. Doİayısıyla böylesi görüşlerin hilaf
konusunda dikkate alınmayacağı söylenmiştir. Nitekim selef-i salih ribe'l-fadl,
müt'a, kadınlara arkalarından yanaşılması vb. gibi
meselelerde ileri sürülen muhalefetlere itibar etmemişlerdir.
SORU: Görüşler
içerisinden böyle olanlarla, olmayanlar nasıl birbirinden ayrılacaktır?
CEVAP: Bu, müctehidlerin yapacağı bir iştir. Onlar görüşler
içerisinden han.gisinin Kur'an ve sünnete uygun olduğunu, hangisinin uygun
olmadığını bilirler. Diğerleri ise, bu konuda bir ayırım yapamazlar.
Bunu şu da destekler: Şeri delillere muhalefetin de dereceleri vardır:
Görüşlerden bir kısmı
vardır ki, külli bir konuda mütevatir bir nassa veya kat'i bir icmaa muhalif bulunur. Bir kısmı da vardır ki, zanni bir delile muhalif bulunur. Zanni
deliller de derece itibarıyla farklı farklıdır; vahid
haberler, cüzi kıyaslar gibi. Kat'iye muhalif olanın
atılacağı konusunda en ufak bir problem yoktur. Ancak ulema, bunlara da bazen
-dikkate alıp, önem verdiklerinden değilde- görüşü
belirlemek ve içeriğine dikkat çekmek için atıfta bulunurlar. Zanniye muhalif olana gelince, bu konu ictihada
mahaldir. Çünkü zanni olan delil ile,
o görüşün sahibinin dayandığı kıyas ya da başka bir delil arasında denge
bulunabilir; bunlardan biri diğerini tartmayabilir.
SORU: Müctehid olmayan diğer fakihler için bu konuda
dayanılabilecek herhangi bir kıstas yok mudur?
CEVAP: Kesin değil de yaklaşık
sonuç almayı sağlayabilecek bir kıstas vardır ve o da şudur: Görüşler
içerisinde bir delile dayanmayan ve hata ya da zelle
sayılanlar, şeriatta gerçekten çok azdır. Çoğu kez bu tür görüşlerin sahipleri
tek başlarına kalmaktadırlar ve bir başka müctehid
tarafından desteklenmiş olmaları çok enderdir. Bu durumda, bir görüş sahibi
eğer ümmetin tümünden ayrı tek başına kalıyorsa, inanmalısın ki hak, müctehidlerden -mukallidlerden
değil- oluşan büyük topluluk (sevadı a'zam) ile beraberdir.
FASIL:
İbn Seyyid, bu yeri ihtilaf
sebeplerinden biri saymıştır. O rivayet cihetini sayarken sekiz tane illet
bulunabileceğini belirtmiştir. Bunlar:
İsnad bozukluğu, hadisin mana üzerine rivayeti, tashif ile meşhur olan
bir kitaptan nakil, i'rab yönünü
bilmeme, tashif, hadisin bir kısmını
ya da sebebini düşürme, hadisin bir kısmını işitmiş olup, bir
kısmını kaçırmış olma. Bunlar, eğer ihtilaflı konularda gerçekten illet
oldukları sahih olacaK. olursa
sonuç itibarıyla zikredilen manaya çıkar. Çünkü onların hilafmahallinde
mevcut olup olmadıkları konusunda ictihad yüzünden
hilaf meydana gelebilir. Durum bu şekil üzere olunca da, birinci şeklin aksine
bu durumdaki hilaf muteber sayılır.
İkinci kısma gelince:
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: