EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
İCTİHAD / İCTİHAD /
BEŞİNCİ MESELE:
İctihad, eğer nasslardan
istinbat işine bağlı ise, o zaman mutlaka Arap dilinin (ictihad düzeyinde)
bilinmesi şart koşulacaktır. Eğer nasslarla ilgisi bulunmuyor veya nasslar hakkında
ictihad sahibi birinin verileri üzerinden yürünüyor ve masIahat ve
mefsedetlerle ilgili manalara taalluk ediyorsa, o zaman Arap dilini bilme şartı
yoktur. Bu durumda ictihad için gerekli olan, şeriattan gözetilen şer'i
maksadIarı hem genelolarak hem de özepı8 olarak bilme ilmidir.
Arap dili ilminin şart
koşulması veya şart koşulmamaşı hakkındaki delil şudur; Arap dili ilmi,
lafızların gereklerini, şer'i lafızlardan nasıl anlaşılması gerekiyorsa o şekil
üzere ortaya koyar. Gereklerini içeren Şari' Teala'nın lafızları Arapça'dır. Bu
itibarla Arabi olmayanın Arap dilini anlaması mümkün
değildir; nitekim Arabi ile Berberi, Rum ya da İbrani arasında biri diğerinin
dilini öğreninceye kadar anlaşma imkanı bulunmamaktadır. Mücerred manalara
gelince, sağduyu sahibi insanlar,
bunların anlaşılması konusunda müşterektirler. Bu konuda belli bir
dilin hususiyeti yoktur. Şu halde hükümlerin konulu şu sırasında gözetilen şeri
maksatları kavrayan ve bu konuda ilim mertebesine ulaşan kimse, makasıd konusu
ile ilgili alanlarda ictihad mertebesine ulaşmış olur. Bu mertebeyi yabancı bir
dille yapılan tercüme yoluyla da elde edebilir ve tercüme yoluyla elde etmesi
ile Arap dili vasıtasıyla elde etmesi arasında bir fark yoktur. Bu yüzdendir
ki, müctehidler Arap dili ile olmayan sözlü olaylar hakkında şer'i hükümler
koymaktadırlar ve pek çok olaylarda lafızlar (da gözetilen manalara) itibar
etmektedirler.
Sonra, kıyasi ictihadda,
lafızların gereklerini bilmeye ihtiyaç bulunmamaktadır. Ancak ictihad makisun
aleyh ile -ki kıyasta asıl olmaktadır- ilgili ise o zaman Arap dilini bilmeye
gerek duyulur. Kaldı ki bu da bazen bir başkasından hazır olarak alınabilir. Ya
da aslın illeti nass ile belirlenmiş veya işaret edilmiş olabilir ve böylece
onu hazır olarak bulabilir. Kıyasın bunun dışında kalan diğer işlemleri ise,
akli değerlendirmeye tabidir.
Müctehid imamların tabi
arkadaşlarına nisbet edilen ictihad, işte bu türden olmaktadır. Mesela Maliki
mezhebinde İbnu'l-Kasım ve Eşheb; Hanefi mezhebinde Ebu Yusuf ve Muhammed b.
el-Has en; Şafii mezhebinde el-Müzeni ve el-Buveyti gibi tabi müctehidlerin
durumu böyledir. Bunlar, kendilerinden nakledildiği üzere tabi oldukları
imamlarının usulünü ve şeriatın lafızlarının anlaşılması konusunda
belirledikleri esasları hazır olarak alıyorlar ve bunlar üzerine çeşitli
meselelel'in tefri'i yoluna gidiyorlar ve onların gereği doğrultusunda fetvalar
veriyorlardı. İnsanlar, onların fetva ve görüşlerini -imamlarının görüşlerine
muhalif olsun ya da uygun olsun- kabul ile karşılamışlar ve onların gereği ile
amel etmişlerdir. Onların bu durumda olması şundandı: Onlar hükümleri n
konulması konusundaki şer'i maksatları kavramışlardı. Eğer öyle olmasalardı, o
zaman ictihad ve fetvaya yeltenmeleri kendilerine helal olmazdı, keza ne kendi
zamanlarındaki ne de daha sonraki dönemlerdeki alimlerin
onların bu halini onaylamaları helal olmazdı ve özelolarak onlara karşı tepki
göstermekten geri durmazlardı. Böyle birşeyolmadığına göre, onların girişmiş
oldukları ictihad ve fetva işine ehil oldukları anlaşılmış olur. Onlardan ve
onlar gibi olup, şer'i maksatların kavranması konusunda onların seviyesine
ulaşan kimselerden sadır olan ictihad, hiç problemsiz sahih olmaktadır. Bu
izah, onların Arap dilinde ictihad mertebesine ulaşmış olmadıkları varsayımı
üzerine mebnidir. Ancak onların Arap dilinde ictihad mertebesine ulaşmış
oldukları kabul edilecek olursa, o zaman onların ictihadlarının mutlak anlamda
sahih olacağında bir kuşku bulunmayacaktır.
Allah'u a'lem!
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: