EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

İCTİHAD / İCTİHAD / DÖRDÜNCÜ MESELE:

 

Şer'an muteber olan ictihad mahalli, Şari' Teala'nın birinde müsbet, diğerinde de menfi olmak üzere kasdının açıkça belli olduğu iki uç arasında kalan, ne isbat tarafının ne de men' tarafının hükmünü açık ve seçik olarak almayan konulardır.

 

Bunu şöyle açıklayabiliriz: Mükelleflerin fiilleri ya da terkleri hakkında ya Şari' Teala'dan gelen bir hitap vardır veya yoktur. Bir başka ihtimalden söz etmek mümkün değildir. Eğer onlar hakkında bir hitap gelmemişse, o ya beraet-i asliyye üzere bulunacak ya da fiili varlığı bulunmayan bir varsayım olacaktır. Beraet-i asliyye aslında "avf" ya da daha başka bir yolla şer'ı: hitap altına girmektedir. Eğer hakkında bir hitap gelmişse, onda Şari' Teala'nın nefy veya isbat hakkındaki kasdı ya açık olacaktır ya da olmayacaktır. Eğer o şeyde Şari' Teala'nın kasdı kesin olarak ortaya çıkmıyorsa, o şey müteşabihat kısmındandır. Eğer ortaya çıkıyorsa, bu bazen kat'ı: şekilde olacak, bazen de kat'ı: olmayan biçimde gerçekleşecektir. Eğer Şari' Teala'nın kasdı kat'ı: biçimde açıksa, nefy ya da isbat hakkında hak apaçık ortada iken değerlendirme yapmaya ihtiyaç yoktur ve bu gibi konular ictihada mahal değildir. Bunlar durumu açık seçik olan kısmı teşkil eder. Çünkü bunların hükmü hakikaten açıktır ve bunların dışına çıkan kesin olarak hatalıdır. Açıklığı kat'ı olmayan kısım ise böyle değildir ve onda mutlaka Şari' Teala'nın zıddını murad edip etmediğine dair bir ihtimal bulunur. Dolayısıyla bunlar mutlak anlamda açık seçik olan kısımdan değildir. Bilakis kendilerinden daha kapalı olanlara nisbetle göreli bir açıklık kazanırlar. Nitekim kendilerinden daha açık olana nisbetle de yine göreli olarak kapalı sayılırlar. Çünkü nefy ve isbat konusunda zan mertebeleri, en güçlüsünden en zayıfına göre değişiklik arzeder ve sonunda ya ilme yani kesin bilgiye ya da şekke yani şüpheye ulaşılır.Ancak bu ihtimal bazen iki taraftan birine yakınlık konusunda güçlü olur, bazen de güçlü olmaz. Eğer güçlü olmazsa, o zaman müteşabihat kısmına katılır. Bu gibi konular üzerine yeltenenler, yasak koruluk etrafında dolaşan gibidir ve oraya düşmesine ramak kalır. Eğer iki yönden biri güç kazanırsa, işte o ictihada mahal olan kısımdan olmaktadır. Bu, kendisi hakkında ve müctehidlerin bakış açılarına nisbetle izafi olarak açık olmaktadır. Bu kısım, onu ele alan kişi eğer ictihada ehil biri ise, nefy ya da isbat konusunda onun hakkında -her müctehidin ictihadında isabetli olduğu görüşünü benimsememiz halinde- açık olacaktır. Bir müctehid hariç diğerlerinin hatalı olduğu görüşüne göre ise, eğer o konuda isabet eden kimse kendisi ise onun hakkında açık, aksi takdirde mazur olacaktır. Bu esastan anlaşılmaktadır ki, müteşabih, nefy ve isbatın tearuzundan mürekkep birşeydir. Zira eğer birşey hakkında bunların tearuzu olmasa, o şey durumu açık olan kısımdan olacaktır. Mutlak anlamda açık olan kısım, kendisinde nefy ve isbatın tearuz halinde bulunmadığı; aksine ya kesin olarak menfi ya da kesin olarak müsbet olan kısımdır. İzafi olan kısımda ise, hükmü açık olan iki taraf arasında gidip geldiği için göreli olarak müteşabihlikten söz edilmektedir. Bu durumda, bazılarına göre bu iki taraftan birine yakın olur, bazılarına göre de öbür tarafa yakın olur. Bazı kimseler de bu kısmı müteşabihattan sayabilir. Dolayısıyla bu kısım haddizatında sabit bir duruma sahip değildir. Bu yüzden de, kuvvet ve zayıflık konusunda zan mertebelerinin farklılığı sebebiyle izafi olmuştur. İki taraftan biri hakkında nefy mecrasında diğerinin zıddının isbatı cari olacaktır. İlmin bulunması ve aynı anda da nefyedilmesi birbirine zıt olan iki şeydir. Yükümlülüğün hem vuku bulması hem de vuku bulmaması gibi. Birşeyin hem vacip olması, hem vacip olmaması. .. gibi. Hem kesin bilginin sabit olması, hem de zan ya da şekkin sübutundan söz edilmesi birbirine zıt iki şeydir; mendupluk ya da ibaha hükmü ile birlikte vaciplik hükmünün de aynı şey hakkında isbat edilmesi ... vb. gibi.

 

Bu esas aslında açıktır ve isbatı için delile ihtiyaç yoktur. Ancak anlaşılmasını kolaylaştırmak, yerine oturtmak ve alıştırma yapmış olmak için birkaç örnek vermek gerekmektedir:

 

Bu cümleden olmak üzere garar satışı yani bilinmezlik içeren akitler yasaklanmıştır. UIema, ana karnındaki ceninin, havadaki kuşun, sudaki balığın satışının yasak olduğu konusunda icma ettiklerini; cübbenin tek başına satılması caiz olmayan ve bakınca gözle de görülmeyen içiyle birlikte satışının caizliğini, ay yirmi dokuz veya otuz gün olması muhtemelolduğu halde aylığına kiraya vermenin caizliğini, kullanılacak suyun miktarının ve içeride kalınacak sürenin belirsizliğine ve bu konudaki adetlerin farklılığına rağmen hamama girmenin caizliğini, kandıracak miktarın kişiden kişiye farklı olmasına rağmen susuzluğu gidermek üzere su kabından ücretle su içmenin caizliğini icma ile kabul etmişlerdir. Bu iki kısımdan birincisi, gararın dikkate alındığı taraf; ikincisi de gararın dikkate alınmadığı taraf olmaktadır. Birincisinde garar çok olduğu için yasaklanmış, ikinci kısımda ise az olduğu ve kaçınmak imkanı da bulunmadığı için itibara alınmamıştır. Garar konusu ile ilgili olarak ihtilafın vuku bulduğu her konu, hükmü belli bu iki uç arasında ortada bulunmakta ve her iki tarafa da benzer bulunduğundan şüphe mahalli olmaktadır. Kim bu gibi ihtilaflı olan meselelere caiz diyorsa, gararın önemsizliği (ve kaçınılmasının imkansızlığı) yönüne meyletmiş; kim de caiz değildir diyorsa, öbür tarafa meyletmiş olmaktadır.

 

Ziynet eşyalarının zekatı meselesi de bu kabildendir. Alimler, kullanılan eşyalara (uruz) zekat gerekmeyeceği, altın ve gümüşe (nakdeyn) ise zekat gerekeceği konusunda icma etmişlerdir. Bu durumda kullanılması mübah olan ziynet eşyalarının hükmü bu iki taraf arasında yer almaktadır. Bu yüzden de hakkında ihtilaf meydana gelmiştir.

 

Adil kimsenin rivayetinin ve şahitliğinin kabulü, fasık birinin ise ne rivayetinin ne de şahitliğinin kabul edilmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Hali meçhulolan kimsenin durumu ise bu iki taraf arasında belirsiz kalır ve bu yüzden de ihtilafa mahal olur.

 

Hür insanın mülkiyet sahibi olacağı, hayvanın ise böyle bir özelliği olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Köle, bu iki taraftan her ikisine de benzerlik arzedince hükmünde ihtilaf edilmiştir: Acaba kölenin mülkiyet hakkı var mıdır? Yoksa yok mudur? İki taraftan hangisinin hükmü galebe çaldırılmışsa onun hükmü verilecek ve bu yüzden de ihtilafa mahal olacaktır.

 

Namaza başlamadan önce su bulan kimsenin abdest alacağı ve teyemmüm ile namaz kılamayacağı konusunda, keza namazını tamamladıktan ve vakit çıktıktan sonra su bulması halinde ise abdest alıp namazı yeniden kılmasının gerekmeyeceği konusunda ittifak bulunmaktadır. Bu ikisi arasında ise yer alan durumlar vardır ve onlar hakkında ihtilaf meydana gelmiştir.

 

Ağacın meyvesi, eğer henüz ortaya çıkmamışsa, aslına tabi olarak satış akdi içine gireceği, toplanması halinde ise akde dahil olmayacağı konusunda ittifak bulunmaktadır. Meyvenin ortaya çıkması halinde ise ihtilaf etmişlerdir.

 

Biri fetva verir ve icma ehli onu anlar ve kabul ile karşılarlarsa, ittifak ile icma meydana gelir. Böyle olmaz da karşı çıkarlarsa, o zaman da ittifak ile icma meydana gelmez. Ancak süküt ederler ve açıktan kabul göstermezler ya da karşı çıkmazlarsa, o zaman bu iki taraf arasında yer alır; onun için de ihtilafa konu olmuştur.

 

Açıkça inkarda bulunmaksızın kafirliği gerektirecek bir bid'at işleyen kimsenin hali, hükmü belli iki taraf arasında yer alır. Çünkü kafirliği gerektirmeyen bir bid'at işleyen kimse, İslam ümmetindendir. Kafirlik içeren ve bunu da açıkça tasrih eden ise, İslam ümmetinden değildir. Ortada kalan durumu belirsiz kısım hakkında ise ihtilaf bulunmaktadır. Acaba böyle biri ümmetten midir? Yoksa değil midir?

 

Bütün din ve mezhep salikleri, Allah Teala'nın mutlak kemal sıfatları ile muttasıf olduğunda, her türlü noksan sıfatlardan mutlak surette münezzeh olduğunda müttefiktirler. Bununla birlikte kemaldir diye bazı özelliklerin O'na izafesinde, keza noksanlıktır diye de bazı şeylerin O'na izafe edilmemesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Keza izafe edilmemesi O'nun için kemaldir diye bazı durumların izafe edilmemesi veya izafe edilmesi O'nun için kemaldir diye izafe edilmesi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Buna benzer daha başka örnekler de vardır.

 

Bütün bu meselelerde ihtilaf meydana gelmiştir; çünkü bunlar kendisinden Şari' TeMa'nın maksadı açıkça belli olan iki uç taraf arasında belirsiz ve mütereddit bulunan, her iki uca da katılması mümkün olduğu için problem ve tereddütler doğuran bir kısımdır. Belki de aklı ya da nakli konularda yer alan, ne zan ne de kesin bilgi üzerine kurulu olmayan sağduyu sahiplerince dikkate alınan hiçbir ihtilafkonusu yoktur ki, üzerinde asla ihtilaf söz konusu olmayan hükmü açık iki uç taraf arasında belirsiz ve mütereddit bir halde bulunmasın.

 

 

FASIL:

 

Bu mana yani hilaf üzerinde iyice tefekkür ve derinleşme suretiyle, ictihad derecesine ulaşılmaya adayolunur. Çünkü bu sayede kişi, ihtilaf mahallerine vakıf olur ve karşılaştığı her olay hakkında hak açıklık kazanmaya namzet hal alır. Bu yüzdendir ki İbn Mesud hadisinde şöyle gelmiştir: RasuluIlah [s.a.v.] bana: "Ey Abdullah İbn Mesud!" dedi. Ben: "Buyur ya Rasulallah!" dedim. O: "İnsanlardan kimin daha alim olduğunu biliyor musun?" dedi. Ben: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dedim. O şöyle buyurdu: "İnsanların en alimi, insanların ihtila! ettikleri bir konuda hakkı en iyi görendir; amel konusunda eksiği olsa da, arkası üstü kaçsa da. " Bu hadis, ulema arasındaki ihtilaf mahallerinin bilinmesinin önemini vurgulamaktadır. 

 

Bu noktadan hareketledir ki alimler, ilmi, ihtilaf bilgisinden ibaret saymışlardır. Bu meyanda olmak üzere Katade şöyle demiştir: "Kim ihtilafi bilmiyorsa, onun burnu fıkhın kokusunu bile almamıştır."

 

Hişam b. Ubeydullah er-Razi de: "Kim kıraat ihtilaflarını bilmezse o kari' değildir; kim de fukaha arasındaki ihtilafları bilmezse, o da fakih değildir" demiştir.

 

Ata ise: "Alimlerin ihtilafları konusunda alim olmayan bir kimsenin insanlara fetva vermeye yeltenmesi uygun değildir. Çünkü eğer öyle olmazsa o zaman, daha sağlam ve güvenilir olan şeyi, elindekine istinaden reddetmiş 0Iabilir."

 

Eyyub es-Sahtiyani ve İbn Uyeyne'den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Fetva verme konusunda insanların en cüretkar olanları, ulemanın ihtilafı konusunda en az bilgiye sahip olanlardır."

 

Eyyub şu ilave de bulundu: "İnsanların fetva vermekten en fazla geri duranları da, ulemanın ihtilafı konusunda en fazla bilgiye sahip olanlarıdır."

 

İmam Malik'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Fetva vermek, ancak insanların üzerinde ihtilaf ettikleri konuları bilen kimseler için caizdir." Kendisine: "Rey ehlinin ihtilafını mı?" diye soruldu. O: "Hayır, Hz. Muhammed'in [s.a.v.] ashabının ihtilafını, Kur'an'da ve Resulullah'ın [s.a.v.] sünnetinde bulunan nasih ve mensuh ilmini ... " diye cevap verdi.

 

Yahya b. Sellam: "Ulema arasındaki ihtilafı bilmeyen bir kimsenin fetva vermesi uygun değildir. Bütün görüşleri bilmeyen bir kimsenin: 'Bu bana daha sevimlidir' demesi caiz değildir" demiştir.

 

Said b. Ebi Arfrbe de: "İhtilafı dinleyip öğrenmemiş kimseyi, alim sayma" demiştir.

 

Kabisa b. Ukbe'den de: "Ulemanın ihtilafını bilmeyen bir kimse (hataya düşmekten) kurtuluşa eremez" dediği nakledilmiştir.

 

Alimlerin bu konudaki sözleri çoktur. Kısaca bunlar, ihtilaf alanlarının sadece ezberlenmesinin değil, aynı zamanda kavranmasının da gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu seviyeye ulaşmak da ancak geçen meselede verilen yaklaşım ile mümkün olur; dolayısıyla hilaf ilmi her müctehid için zaruridir. çoğu kez bu özelliğin, değerlendirme (nazar) konusunda el-Mazeri ve benzerleri gibi tahkik erbabı olan kimselerde mevcut olduğunu görürüz.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

BEŞİNCİ MESELE