EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞER’İ DELİLLER
... SÜNNET / DOKUZUNCU MESELE:
Sahabenin (r.a.) sünneti
(yani uygulaması) da sünnet sayılır ve onunla amel edilmesi ve ona müracaat
edilmesi gerekir. Buna aşağıdaki hususlar delil teşkil eder:
(1) İstisnasız Allah Teala'nın
onlara övgüde bulunması, onları adaletle ve bu manaya çıkacak meziyetlerle medhetmesi. Örnek: "Siz insanlar için ortaya
çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz"[Al-i İmran 110]; "Böylece sizi
insanlara şahit ve örnek olmanız için tam ortada bir ümmet kıldık.
"[Bakara 143] Birinci ayette, ashabın diğer ümmetlere karşı üstünlükleri
olduğa isbat edilmektedir. Bu da ancak onların her
konuda istikamet sahibi olmaları ve durumlarının muhalefet değil, muvafakat
içerisinde olması yoluyla olur. İkincisinde ise onların, mutlak adalet sahibi
oldukları belirtilmektedir. Bu da, birinci ayetin medlülüne
delalet eder.
İTİRAZ: Bu özellik bütün
ümmet için geneldir. Dolayısıyla diğerleri hariç tutularak sadece sahabeye
hasredilemez.
CEVAP: İtiraz yerinde
değildir. Çünkü:
a) Her şeyden önce durum
iddia edildiği gibi değildir. Çünkü sahabe, husus! olarak
hitaba muhatap olan kimselerdir. Dolayısıyla hitabın altına daha sonraki
nesillerin girebilmesi ancak kıyas ya da başka bir delil vasıtasıyla olacaktır.
b) Hitabın daha sonraki
nesilleri de kapsadığını kabul etsek bile, ashab onun
şümulüne giren ilk kimseler olacaklardır. Çünkü onlar, hitabı Rasülullah'tan [s.a.v.] ilk elden alan kimselerdir. Onlar
vahyin doğrudan muhatapları idiler.
c) Üçüncü olarak, onlar
hitabın şümulüne girmeye diğerlerinden daha önceliklidirler. Çünkü bu ayetlerle
belirlenen özellikler tam anlamıyla sadece onlarda gerçekleşmiş, daha sonraki
nesillerde ise bulunmamıştır. Onların sahip oldukları özelliğin, nitelemeye tam
olarak uygun olması, onların medhe diğerlerinden daha
layık olduğunun bir şahididir. Öbür taraftan sahabe neslinden sonra gelen ehl-i sünnet alimleri sahabenin mutlak ve genelolarak adalet sahibi olduklarını söylemişler; onlardan
hem rivayet, hem de dirayet yönünden bir istisna ya da ayırıma gitmeksizin ilim
almışlardır. Diğer nesiller hakkında ise aynı tavrı göstermemişler; onlar
içerisinden ancak imamlıkları sahih; adaletleri de sabit olan kimselerden ilim
almışlardır. Bu da sahabe neslinin diğer nesillerden daha çok övgüye layık
olduklarını gösteren bir delilolur. Dolayısıyla
sahabe hakkında onların mutlak adalet vasfına sahip olduklarını söylemek,
onların mutlak anlamda vasat yani adil kimseler olduklarını kabul etmek
gerekecektir. Durum böyle olunca da, onların sözleri muteber, amelleri de
rehber olacaktır. Onlara övgü sadedinde gelen diğer ayetlerin durumu da
aynıdır. Allah Teala şöyle buyurur: Daha önceden
Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imam yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar
bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş
kimseler, işte onlar saadete erenlerdir. "[Haşr
9] Benzeri onları öven pek çok ayet vardır.
(2) Sünnetten deliller: Sahabeye uyulmasını
emreden, onların sünnetlerinin, uyma konusunda aynen Rasulullah'ın
[s.a.v.] sünneti gibi olduğunu ifade eden hadisler bulunmaktadır: Örnek:
"Sünnetime ve hidayet üzere olan raşid
halifelerin sünnetine yapışın; onlara iyice tutunun, onlara azı dişlerinizle
sarılın"; Rasulullah [s.a.v.]: "Ümmetim
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi de ateştedir; biri müstesna"
buyurdu. "Onlar kimlerdir? Ya Rasulallah!"
dediklerinde: "Benim ve ashabımın üzerinde olduğu fırkadır" buyurdu.
Bir başka hadislerinde de: ''Ashabım tuz gibidir; onsuz yemeğin tadı olmaz''
buyurmuştur. Yine o şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah Teala, ashabımı nebiler ve rasuller
hariç bütün alemlere üstün kılmıştır. Onların içinden de benim için dört kimse
seçmiştir: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali. Onları,
ashabımın en hayırlıları kılmıştır. Ashabımın her birinde hayır vardır. "
Bazı haberlerde de şöyle buyurduğu rivayet edilir: ''Ashabım yıldızlar
gibidirler; hangisine uysanız, hidayet bulursunuz. '' Bu anlamda daha başka
hadisler de bulunmaktadır.
(3) Alimler, görüşlerin karşı karşıya gelmesi
halinde hep ashabın görüşlerini tercih etmişler ve onlara öncelikli bir yer
vermişlerdir. Bazıları Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in
sözlerini hüccet saymışlardır. Bazıları da dört halifenin görüşlerini hüccet
kabul etmişlerdir. Diğer bir grup da herhangi bir kayıt getirmeksizin bütün sahabilerin görüşlerinin hüccet ve delil olduğunu
söylemişlerdir. Bu görüşlerden her birinin sünnetten mesnedleri
vardır. Bu görüşler, -her ne kadar ulemaya göre bunların aksi tercihe şayan
görülüyorsa da- konu hakkında asıl dayanak olan külli bir durumu destekleyici
bir mahiyet arzederler. Sözü edilen külli durum
şudur:
Selefve halefyani tabiin ve onlardan
sonra gelen nesiller, ashaba muhalefetten hep çekinegelmişler
ve onlara uygun düşünüyor ve hareket ediyor olmaktan da büyük bir şeref
duymuşlardır. Bu mananın en açık ve seçik olarak görüldüğü yer, muteber mezhep
imamları arasında geçen görüş ayrıhklarını konu
edinen Hilaf ilmidir. Bu ilme baktığımızda onların, kendi mezheplerini
belirledikten sonra hemen kendileri gibi düşünmekte olan sahabilerin
isimlerini sıralamaya ve böylece mezheplerini kuvvetle ndirmeye
çalıştıklarını görürüz. Bunu yapmalarının sebebi hem kendilerine, hem de
muhaliflerine göre onların şeriatta üstün bir yerlerinin bulunduğunun, onların
yaklaşımlarının önemli olduğunun, -onlarla birlikte onların ele aldıkları konu
üzerinde durma bir tarafa- hatta o konuda kendilerine uyulmasının ve görüşlerinin
taklit edilmesinin gerekliliğinin her iki tarafça da kabullenilmiş olmasıdır.
Nakledildiğine göre İmam Şafii, müctehid bir
kimsenin, ictihad etmeden önce sahabiyi
taklit edebileceğini, başkalarını ise taklit edemeyeceğini söylemiştir. İmam
Şafii, sahabi hakkında: "Eğer aym dönemde yaşasaydım kendisiyle tartışabileceğim bir
kimsenin sözü için hadisi nasıl terkedebilirim?"
diyen kimsedir. Bununla birlikte o, onların yüce değerlerini takdir etmekten
geri durmamıştır.
Sonra selef-i salihin onları övgü ile anan ve onlara tabi olmanın
gereğini işleyen sözleri vardır ki, onlardan bir kısmını burada zikredeceğiz:
Said b. Cübeyr şöyle demiştir: "Ehl-i Bedir'in bilmediği bir şey, din değildir."
el-Hasan (el-Basri), Hz. Muhammed'in [s.a.v.] ashabım anmış ve şöyle
demiştir: "Onlar, bu ümmetin kalbler bakımından
en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en azları idiler.
Onlar, Allah Teala'nın, Rasulünün
sohbeti için seçmiş olduğu seçkin kimselerdir. Dolayısıyla onların ahlakıyla ahlaklanmaya ve gidişatına uymaya çalışın. Çünkü onlar -Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki- dosdoğru yol üzere
idiler."
İbrahim ise:
"Sahabeden gizli kalan hiçbir şey, sizde bulunan bir meziyet sebebiyle
sizin elde etmeniz için saklanmış değildir" demiştir.
Huzeyfe'den şöyle dediği
rivayet olunur: "Ey kurra topluluğu, Allah'tan
sakının ve sizden öncekilerin yoluna girin. Ömrüme yemin ederim ki, eğer siz
onların yoluna uyarsanız, çok iyi yol alırsınız. Eğer sağa ya da sola yalpa
yaparak onların yolunu terkederseniz, apaçık bir
sapıklığa düşersiniz."
İbn Mesud'dan ise şöyle dediği
nakledilmiştir: "Sizden biri eğer uyacaksa, Hz. Muhammed'in [s.a.v.]
ashabına uysun. Çünkü onlar, bu ümmetin kalbler
bakımından en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en
azları, hidayet bakımından en doğruları, hal bakımından en güzelleri idiler.
Onlar, Allah Teala'nın, Rasulünün
sohbeti ve dinini ikamesi için seçmiş olduğu seçkin kimseler idiler.
Dolayısıyla onların faziletlerini takdir ediniz ve izlerinden gidiniz. Çünkü
onlar dosdoğru bir hidayet üzere idiler."
Hz. Ali ise: "Sakın
insanlara uymayın!" demiş sonra da: "Eğer mutlaka birilerine
uyacaksanız, dirilere değil, ölülere uyun" diye sözünü tamamlamıştır. Bu,
halka değil de alimlere yönelik olan bir yasaktır.
Ömer b. Abdulaziz'in sözü de bu kabildendir: "RasuluIlah [s.a.v.] ve arkasından emir sahipleri
(halifeler) sünnetler ortaya koymuşlardır. Onları almak Allah'ın kitabını
tasdik etmek, Allah'a olan taati tamamlamak, Allah'ın
dinine destek vermek demektir. Kim onlarla amel ederse, o hidayet üzeredir. Kim
onunla yardım isterse, yardım görür. Kim de onlara muhalefet ederse mü'minlerin yolu dışına çıkmış, başka bir yola uymuş olur.
Allah da o kimseyi döndüğü yöne çevirir ve cehenneme yaslar. Orası ne kötü bir
dönüş yeridir." Bir başka rivayette ise "n. Allah'ın dinine destek
vermek demektir" ifadesinden sonra: "Hiçbir kimsenin onları
değiştirmek ya da yerine başkasını koymak veya onlara muhalifbir
görüş üzerinde durınak yetkisi yoktur .... "
ifadesi vardır. Onun bu sözü, İmam Malik'in çok hoşuna giderdi (ve sık sık onu ve diğer imamların sözlerini tekrar ederdi).
Huzeyfe'den de şöyle
dediği nakledilmiştir: "Bizim izimize uyun; eğer (yolumuza) isabet
ederseniz gerçekten çok iyi yol almış olursunuz. Eğer hata eder (ve bizim
yolumuzdan saparsanız) şüphesiz apaçık bir sapıklığa düşmüş olursunuz."
İbn Mesud da benzeri bir ifade ile
şöyle demiştir: "Bizim izimize uyun ve bid'at
çıkarmayın. Eğer böyle yaparsanız doğru yolu bulma külfetinden kurtulmuş
olursunuz."
Rivayete göre yine o, mescidde kıssa anlatan birine uğradı. Adam: "On kere tesbih getirin, on kere tehlilde
bulunun ... " diyordu. Abdullah ona:
"Şüphesiz siz
Muhammed'in [s.a.v.] ashabından ya daha çok hidayet üzeresiniz ya da daha
sapıksınız. Bilakis sonuncusu, evet sonuncusu!" dedi ve onların bid'at üzere olduklarını söyledi.
Bu konu ile ilgili
haberler pek çoktur ve burada nakledilmesi konuyu uzatır. Bu konuda müstakil
bir delil olmak üzere aşağıya alacağımız şeyler yeterlidir:
(4) Ashabı sevmenin, onlara buğzedenleri
yermenin vacip olduğunu, onları sevenlerin Allah'ın peygamberini [s.a.v.]
sevmiş olacaklarını; onlara buğzedenlerin de Allah'ın
peygamberine [s.a.v.] buğzetmiş olacaklarını gösteren
hadisler vardır. Tabii ki sahabe için söz konusu olan bu meziyet, sadece
onların Rasulullah'ı [s.a.v.] görmüş, onunla beraber
olmuş, onunla konuşmuş olmaları yüzünden değildir. Çünkü bunlarda mücerred bir meziyet yoktur. Onların sahip oldukları bu
meziyet, sadece aşırı derecede Rasulullah'a [s.a.v.]
olan bağlılıkları ve kendilerini onun sünneti üzere yaşamaya adamış olmaları,
bunun yanında ona tam destek vermeleri ve onu İslam düşmanlarına karşı himaye
etmeleri sebebiyledir. Rasulullah'a [s.a.v.] karşı bu
tavrı gösteren her kimsenin örnek alınması ve gidişatının yol edinilmesi
yerindedir ve bu haliyle o bunu hak edecektir. İmam Malik ashaba ve onların
gidişatı üzere olan kimselere tabi olma konusunda aşırı bir özen gösterdiği ve
onların yollarını kendisine yol edindiği içindir ki, Allah Teala
onu bu konuda diğerleri için uyulacak bir rehber yapmıştır. Bunun sonucunda
İmam Malik'in çağdaşları, onun izini takip etmişler ve onun davranışlarına
uymuşlardır. Tabii ki onun ulaştığı bu mevki, Allah (c.c.) ve Rasulünün [s.a.v.] haklarında övgüde bulunmuş olduğu ve
kendilerini uyulacak birer örnek ilan ettiği aziz sahabe nesline ve onlara en
güzel biçimde uyan tabiine olan saygı ve bağlılığının bir bereketi sonucu
olmuştur. Allah Teala onların hepsinden razı olsun!
Onlar da zaten O'ndan hoşnut idiler. Hiç kuşkusuz onlar Allah'ın seçkin
kullarıdır (hizbullah) ve biliniz ki, Allah'ın seçkin
kulları elbette kurtuluşa ermiş kimselerdir.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: