EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞER’İ DELİLLER ... SÜNNET / ONUNCU MESELE:

 

Rasulullah'ın [s.a.v.] haber vermiş olduğu her haber, aynen haber verdiği gibidir; o hakdır, doğrudur, haber verdiği şey ve kendisinden haberde bulunduğu (melek) hakkında ona tam itimat vardır. O haberin üzerine yükümlülükle ilgili bir hüküm bina edilip edilmemesi arasında bir fark yoktur. Nitekim bir hüküm teşri kılması ya da emir veya nehiyde bulunması arasında da fark yoktur. O şey aynen Rasülullah'ın [s.a.v.] haber verdiği gibidir. Bu konuda vahiy meleğinin kendisine Allah'tan haber vermiş olduğu şeyler ile, kalbine üflediği veya içine attığı (nefsine ilka eylediği) şeyler arasında fark yoktur. Keza keşif veya mucizevi şekilde gayba muttali olma yoluyla görmesi veyahut da her nasılolursa olsun diğer yollarla vakıf olması arasında hiçbir fark yoktur. Bütün bunlar muteberdir ve hakkımızda delilolur, üzerine hem itikat hem de amel konusunda hüküm bina edilir. Çünkü Rasülullah [s.a.v.] masumdur; ismet sıfatı vardır ve o hiçbir zaman heva ve heveslerine uyarak bir şey söylemez. (Ne söylerse vahiy söyler.)

 

Bu konu, Kelam ilminde açıklanmaktadır. Bu yüzden biz burada konunun delillendirilmesine girerek sözü uzatacak değiliz. Sadece konuyu örneklendirip, arkasından -Allah'ın izniyle- asıl söylemek istediğimizi söyleyeceğiz.

 

Bunun örneği Rasulullah'ın [s.a.v.] şu sözüdür: "Şüphesiz Ruhu'l-kuds kalbime üfledi ki, hiçbir canlı rızkını tamamlamadıkça ölmeyecektir. Şu halde Allah'tan sakının ve rızkınızı güzel yollardan arayın. 

 

Yine Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurmuştur: "Bana Kadir gecesi gösterilmişti. O sırada beni ailemden biri uyandırdı; ben de unuttum. Siz onu son on (gece) içerisinde arayın." Başka bir hadiste Cashabtan bazı kimselerin rüyalarında Kadir gecesinin Ramazanın son yedi gecesinde olduğunu gördüklerini haber vermeleri üzerine): "Görüyorum ki rüyalarınız Ramazanın son yedi gecesi hakkında birbirini tutuyor. Artık kim Kadir gecesini arayacaksa onu Ramazanın son yedisinde arasın" buyurmuştur. Bu da, Rasulullah'ın [s.a.v.] uykuda görülen rüya üzerine haber vermesine örnektir.

 

Benzeri bir olay da, ezanın başlangıcı hakkında söz konusu olmuştur ve bu, konu hakkında daha açıktır. Olayın kahramanı Abdullah b. Zeyd şöyle anlatır: Sabahladığımız zaman Rasulullah'a [s.a.v.] geldik ve ben ona rüyamı anlattım. Bunun üzerine o: "Şüphesiz bu, gerçek bir rüyadır" buyurdu ... Hadis devam etmektedir. Sonunda Ömer b. el-Hattab: "Seni hak ile gönderene yemin ed,erim ki, ben de onun gördüğünün benzerini gördüm" dedi. Bunun üzerine Rasulullah [s.a.v.]: "Allah'a hamd olsun! O da işin doğruluğunu daha da pekiştiriyor" buyurdu. Görüldüğü üzere bu hadiste Rasülullah [s.a.v.], rüyanın hak olduğuna hükmetmiş ve onun üzerine ezanın lafızları hakkında hüküm binasında bulunmuştur.

 

Sahih'te şu rivayet bulunmaktadır: Rasulullah [s.a.v.] bir gün namaz kıI(dır)dı. Sonra döndü ve: "Ey falan! Namazını güzel kılamaz mısın? Namaz kılan kimse, namaz kılarken nasıl kıldığına bakamaz mı? Çünkü kişi, namazı ancak kendisi için kılar. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdan da öyle görmekteyim" buyurdu. Bu, keşf üzerine bina edilen emrı bir hükümdür. Hadisleri araştıranlar bu kabilden daha çok şey bulabilirler.

 

İTİRAZ: Bu nokta açıklık kazanınca birilerinin şöyle bir itiraz ileri sürmesi beklenebilir: Bu kitapta daha önce "Makasıd" bölümünde bir kaide geçmişti. Buna göre Rasülullah [s.a.v.] hakkında özelolan bizim için de özel, onun hakkında genelolan bizim için de geneloluyordu. Eğer biz o kaide üzerinden yürüyecek olursak, o zaman her keşif ve gayba muttali olan kimselerin, kendi vukufve keşifleri üzere hükmetme hakları bulunacaktır. Dikkat edilirse Hz. Ebü Bekir ile kızı Hz. Aişe arasında geçen hibe olayı buna bir örnek olmaktadır. O hastalanmadan önce kızı Aişe'ye (20 vesklik hurma hasadı) bağışında bulunmuştu. Fakat o henüz onları devşirmeden önce, Hz. Ebü Bekir ölüm hastalığına yakalandı. Bunun üzerine o, Hz. Aişe'ye, arkasından onu muhtaç bir halde bırakmanın kendisini fevkalade üzeceğini, ihtiyaçsız bir halde bırakmasının ise kendisini o derecede sevindireceğini bildirmekle birlikte şöyle demiştir: "Ben sana yirmi vesklik bir hasat bağışında bulunmuştum. Eğer onları sen devşirmiş olsaydın, onlar senin olurdu. O bugün artık verese malı olmuştur. Onlar da ancak senin iki erkek iki de kızkardeşlerin olmaktadır. Onu, Allah'ın kitabı üzere aranızda taksim edin" Bunun üzerine Hz. Aişe: "Babacığım! Vallahi eğer o şöyle şöyle (çok bir şey) olsaydı, onu bile elbet terkederdim. (Kız kardeşim olarak) sadece Esma var. Öteki kim ki?" dedi. O: "Harice'nin kızının karnındaki. Onun kız olacağını sanıyorum" diye cevap verdi.

 

Hz. Ömer ise cuma günü minber üzerinde hutbe okurken Irak bölgesinde bulunan müslüman askerlerinin komutanı Sariye'ye: ''Ya Sariye! Dağa! Dağa!" diye nidada bulunmuştu. Her ikisi de, görüldüğü gibi keşf ve gaybi vuküf üzere binada bulunmuşlardır. Bu davranış, evliyaullah arasında mutat bir şeydir. Ulemaya ait kitaplar bu türden menkıbelerle doludur. O zaman bu, hükmün Rasülullah'tan [s.a.v.] veraset yoluyla onlara intikal etmekte olduğu sonucunu gerektirir.

 

CEVAP: Bu soru, bu meseleden amaçlanan fayda olmaktadır. Sırf bu soru için bu girişi hazırlamış bulunuyoruz. Her ne kadar Makasıd bahsinde geçen söz bu konuda yeterli ise de, meselenin nüktesi buradadır. Şöyle ki:

 

Şu iyice bilinmelidir ki, Rasulullah [s.a.v.] bir peygamber olarak sahip olduğu ismet sıfatı ile her türlü hata ve yanılgıya düşmekten korunmuştur. Gösterdiği mucizeler de, onun her söylediğinin doğruluğuna ve açıkladığı şeylerin sahihliğine delalet etmek sliretiyle onu teyid eder. Görüleceği üzere ondan sadır olacak ictihadlar, ihtilafsız hatadan masumdur.

Bu da ya onun asla hata etmeyeceği esasına ya da hata etmesi muhtemel olsa bile, hatası üzerinde bırakılmayacağı esası üzerine göre böyledir. İctihadları hakkındaki durum böyle olunca, diğer davranışları hakkındaki hüküm nasılolur? Onun uykuda görülen rüyaya da keşif yoluyla hüküm ve haber verdiği her şey, aynen kendisine Allah Teala tarafından melek aracılığı ile ilka edilen (vahiy) hükmündedir. Ümmeti hakkındaki hükme gelince, onlardan hiç biri maslim yani hataya düşmekten korunur kimseler değillerdir. Aksine onlardan her birinin yanılması, hata etmesi ve unutması caizdir. Onların göreceği rüyaların (şeytandan olan) düş olması pekala mümkündür. Keşifleri de gerçeği yansıtmayabilir. Her ne kadar vakıada doğruluğu ortaya çıksa ve bu, birçok kez tekrarlanmak suretiyle biteviyelik (ıttırad) kazansa bile, vahyin kontrolünde olmadığı için hata imkanı her zaman için var olmakta devam edecektir. Böyle bir özellik arzeden şey (yani keşif ve gayba vukufıyet) üzerine ise hüküm bina etme sahih olamaz.

 

Sonra bu gibi keşifler her ne kadar gayba vuklifıyet kabilinden sayılmakta ise de, gaybı ancak ve ancak Allah'ın bileceğine delalet eden ayet ve hadisler bulunmaktadır. Nitekim şu hadis bunlardandır: "Beş şey vardır ki, onları Allah'tan başka kimse bilmez" Rasulullah [s.a.v.] sonra şu ayeti okudu: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Allah, şüphesiz bilendir; her şeyden haberdardır. ''[Lokman 34] Başka bir ayette: "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Onları, O'ndan başka kimse bilmez''[En'am 59] buyurulur. Diğer bir ayette ise peygamberler bu genellemeden istisna edilerek şöyle buyurulmuştur: "Gaybı bilen Allah, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. ''[Cinn 26] Peygamberler dışında kalanlar ise asli men yani gaybı kimsenin bilemeyeceği hükmü üzere kalmışlardır. Yine Allah Teala: "Allah, sizi gayba muttali kılacak değildir''[Al-i İmran 179]; "De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur''[Neml 65] buyurur. Hz. Aişe hadisinde ise Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurmaktadır: "Kim 'Muhammed, yarın ne olacağını bilir' sanıyorsa, şüphesiz o, Allah'a büyük bir iftirada bulunmuş olur. " Gaybı ancak Allah'ın bileceği, O'ndan başka kimsenin bilemeyeceği konusunda ayetler ve haberler çokça ve tekrarlanarak bulunmakta ve bunlar birbirlerini teyid etmekte ve böylece -bu kitabın "Umum" bahsinde geçtiği şekilde- bunların zahirlerinden genel bir esasın çıkarılması sahih olacak bir özellik arzetmektedir. Durum böyle olunca, peygamberlerin dışında kalan kimseler, gayba muttali olma konusunda peygamberlerle aynı alamayacaklardır.

 

Az önce sahabeden zikredilen ve sahih senedle onlardan nakledilen haberlere gelince, onlar, üzerine bir hüküm bina edilmeyecek şeyler kabilindendir. Zira onlar hakkında bizzat Rasulullah'ın [s.a.v.] yapmış olduğu bir tanıklık  (tasvip) bulunmamaktadır. O şeyin, onların haber verdikleri gibi vuku bulması ise, onlar hakkında zannedilen şeylerdendir. Ancak onlar, kendileri hakkında ancak bütün ümmet için müşterek olan -ki bu kendileri için hata etme imkanının bulunmasıdır- özellikle muamele etmişlerdir. Bu yüzdendir ki Hz. Ebu Bekir: "Onun kız olacağını sanıyorum" demiş, bir hüküm ifade etmeyen zan ifadesi kullanmıştır. ''Ya Sariye! Dağa! Dağa!" ifadesi ise, -ki sahih olsa bile bir hüküm ifade etmeyecek  kabilden bir sözdür- diğer keşiflerin de aynı şekilde olacağını göstermez. Kabul edilse bile, bu Hz. Ömer'in sahip olduğu kendisine ait bir özellik sebebiyledir. Bu özellik, şeytı;ının onu görünce kaçması ve Allah'ın kendisine özel bir lütfu olarak onun etrafına dahi yaklaşamaması, onun haleti ruhiyesine herhangi bir etkide bulunamamasıdır. Başkalarının durumu ise böyle değildir. Bu durumda evliyaullahtan biri için, başka birinin bir haline keşf yolu ile vakıf olsa, o şey hakkında hiçbir kuşku olmaksızın kesin bilgi üzerinde olamaz. Aksine "görüyorum", "zannediyorum" diyebileceği bir hal üzere bulunabilir. Eğer keşif yoluyla vakıf olunan şey, varlık alemine de o şekilde yansırsa ve tahakkuku önce keşfe mutabakat yönünden, ikinci olarak da biteviyelik yönünden farzedilecek olursa, ondan sonra onunla ilgili verilen haberin bir anlamı ve hükmü kalmayacaktır. Çünkü o zaman mesele vaki üzere hükmetme kabilinden olmuş ve harikulade ile harikulade olmayan arasında bir fark kalmamış olacaktır. Evet  kerametler ve harikuladelikler, sahipleri için Allah hakkında yakin ve kesin bilgilerinin artmasını sağlamakta, üzerinde bulundukları hal hakkında kendilerine kuvvet vermektedir. Ancak bu nokta, konumuzun dışında kalmaktadır.

 

İTİRAZ: Şer'i hükümlerde zan da aynı şekilde muteberdir. Mesela, vahid haberlerden ve kıyastan çıkarılan sonuçlar bu kabildendir ve bunlar ,kesin bilgi ifade etmezler. Burada sözünü ettiğimiz keşf ve gayba vukufiyet hali de, bi düz iye lik ve mutabakat halinde her ne kadar kesin bilgi ifade etmedikleri kabullenilse bile, bir zan ifade ederler. Öyleyse bunun da şer'an dikkate alınması gerekir.

 

CEVAP: İtiraz yerinde değildir. Çünkü bazı zanların şer'an muteber olmaları, şer'i bir asla dayanmaları sebebiyledir. Nitekim bu konu, bu kitabın ilgili yerinde geçmişti. Burada söz konusu edilen mesele ise, ne kat'i ne de zanni hiçbir esasa dayanmamaktadır. Bu her ne kadar Rasulullah'a [s.a.v.] nisbetle sabit olsa bile, bizim hakkımızda sabit değildir.

 

Çünkü şart yani hataya düşmekten korunmuş olma (ismet) özelliği bizim hakkımızda bulunmamaktadır. Şart bulunmayınca da, -bütün sağduyu sahiplerinin ittifakı ile- varlığı onun varlığına bağlı olan meşrut bulunmayacaktır ..

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

İCTİHAD