EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞER’İ DELİLLER
... SÜNNET / YEDİNCİ MESELE:
Sözlü sünnet, eğer fiil
ile de desteklenmiş ise, mükelleflere nisbetle bu tabi olma konusunda en açık
seçik bir yololur. Çünkü Rasulullah'ın [s.a.v.] fiili yükümlülüklerin konulması
konusunda en üst düzeyde bir beyan tarzı olmaktadır. Bunun söz ile de
birleşmesi halinde ise o konudaki Rasulullah'ın [s.a.v.] fiiline uymak, sıhhat
mertebelerinin en üstününü teşkil edecektir.
Sözün fiile uygun
düşmemesi hali ise böyle değildir. Çünkü böyle bir durumda her ne kadar söz,
sıhhati gerektirse de bir üstünlüğe (efdaliyet) ya da onun tersine (mefduliyet)
delalet etmez.
Örnek: Rivayete göre
Resulullah'a [s.a.v.] birisi: "Karıma yalan söyleyebilir miyim?"
demiş, Resulullah [s.a.v.]: ''Yalanda bir hayır yoktur" buyurmuştur. Adam:
"Ona vaadde bulunabilir ve ona (bu konuda yalan) söyleyebilir miyim?"
dediğinde de: "Bunda senin için bir sakınca yoktur" buyurmuştur. Buna
rağmen caiz kıldığı bu şeyi, daha sonra kendisi yapmamış; aksine vaad ettiği zaman
vaad konusu o şeyi hakikaten yapmamaya azmetmişti. Bu şöyle olmuştu: RasuluIlah
[s.a.v.] eşi (Hafsa'nın) yanında bal şerbeti içmiş (ve
bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu yüzden diğer eşlerinin
kıskançlıkları kabarmış ve ona bir oyun kurarak) ağzında hoş olmayan
"meğafir" kokusu olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine Rasulullah
[s.a.v.], bir daha ondan içmeyeceğine dair yemin etmiş veya onu kendisine haram
kılmıştı. Bunun üzerine Allah Teala: "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını
gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun ?''
buyurmuştur. RasuluIlah [s.a.v.] söz vermeye ve böylece onları atlatmaya
kadirdi. Ancak o, kendi üzerine ettiği bir yemin ile ya da onu kendisine haram
kılmak suretiyle o şeyi bir daha içmemeye azmetmişti.
Sonunda Allah Teala, onu
yemininin çözülmesi sonucuna yöneltmişti.
Yine RasuluIlah'ın
sadece bir oğluna bağışta bulunan kimseye: "Benden başkasını şahit
tut!" buyurması, bu tasarrufa icazet vermesi anlamına gelmektedir. Ancak
bizzat kendisinin şahitlikten kaçınması, sözün gereğinin tercihe şayan
olmadığını (mercuhiyet) göstermektedir. RasuluIlah [s.a.v.], şair Hassan ve
diğerlerine şiir inşadında bulunmalarını emretmiş ve bu konuda onlara izin
vermiştir. Bununla birlikte Rasulullah, şiirden uzak tutulmuş ve kendisine
şiirden bir şey öğretilmemiştir. Bu da şiirin tercihe şayan bir şeyolmadığını
gösterir. Nitekim ayette de: "Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona
yakışmazdı"[Yasin 69] buyurulmuştur. Hassan'a: "Onları hicvet! CibrU seninle
beraberdir" buyurmuştur. Bu hadis, hicve izin verildiğini gösterir.
Bununla birlikte Rasulullah [s.a.v.], hiçbir kimseyi -dini yönden olması
aksine- kendisinde bulunan bir ayıp sebebiyle yermemiştir. O, hiçbir kimseyi
nesir sözle de hicvetmemiştir. Nitekim hiçbir manzlim söz de ondan sadır
olmamıştır. Rasulullah'ın [s.a.v.] özelliklerinden biri de onun ayıplayıcı,
kötü ve müstehcen sözlü olmayışı idi. Bazı kimselere kendi menfaatleri ya da
İslam'ın müdafaası söz konusu olduğu zaman bu gibi şeylere müsaade etmiş, fakat
kendisi bunlardan hiçbirini yapmamıştır. Ondan sadece tevriye kabilinden sözler
sadır olmuştur. Mesela, "Biz sudanız" şeklindeki sözlerinde olduğu
gibi. Gazvelere çıkarken de hiçbir zaman önceden çıkacağı istikameti söylemez,
tersi bir yönde yola çıkardı.
Durum böyle olunca,
mefhumu izin olan sözlü hadise uyma -eğer Rasulullah [s.a.v.] onu kasıtlı
olarak terketmiş ise- hakkında bir sakınca olmayan şeylerden olacaktır. Kudreti
bulunan kimselerin Resulullah'a [s.a.v.] uymuş olmak için o şeyi terketmeleri
ise daha güzelolacaktır. Bu gibi şeylerden kim bir şeyler işlemişse, onun
hakkında sözlü hadise uygun olarak genişlik vardır ve kolaylık kapısı da her
zaman için açıktır. Bu vesile ile Allah'a hamdederiz.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: