EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞER’İ DELİLLER
... SÜNNET / ÜÇÜNCÜ MESELE:
Sünnet, mana bakımından
sonuçta Kitab'a çıkar ve ona dayanır. Dolayısıyla sünnet: Kitab'ın, ya
mücmelinin tafsil edilmesi, ya müşkil olanının açıklanması ya da muhtasar olanının
izah edilmesidir. Çünkü sünnet, Kur'an'ın beyanıdır. "İnsanlara indirileni
açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik''[Nahl 44] ayetinin delalet ettiği mana
da bu olmaktadır. Sünnette yer alıp da, Kur'an'da genel ya da detaylı olarak
temas edilmeyen hiçbir şey yoktur.
Keza Kur'an nasslarının,
şeriatın külli esasları ve kaynağı olduğunu gösteren bütün deliller, bu konu
hakkında da delilolur. Yüce Allah, Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında:
"Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlak üzeresin"[Kalem 4] buyurmuş, Hz.
Aişe ise bunu, onun ahlakının Kur'an olduğunu belirterek açıklamış ve onun
ahlakını beyan konusunda bu ifadeyle yetinmiştir. Bu da gösterir ki, Hz.
Peygamber'in [s.a.v.] bütün sözleri, fiilleri ve tasvipleri Kur'an'a dayanır ve
sonuçta ona çıkar. Çünkü ahlak nihayet bu şeylerden ibarettir. Sonra Yüce
Allah, Kur'a'nı herşeyin açıklayıcısı"[Nahl 89] kılmıştır. Bundan da,
sünnetin Kur'an içerisinde genel olarak mündemiç olması lazım gelir. Çünkü emir
ve nehiy, Kitap'ta yer alan şeylerin başında gelir. "Kitap'ta biz hiçbir
şeyi eksik bırakmadık"[En'am 38], "Bugün size dininizi
tamamladım"[Maide 3] ayetleri de aynı manayı verir. Dinin tamamlanmasının,
Kur'an'ın indirilmesi ile olduğu murad olunmaktadır. Şu halde sünnet, sonuç
itibarıyla Kur'an'da olanın açıklanması olmaktadır. Sünnetin, Kur'an'a dayalı
ve sonuç itibarıyla ona çıkmasının manası da işte budur.
Diğer taraftan eksiksiz
yapılan istikra da, bunun böyle olduğunu göstermektedir. Nitekim birazdan
-Allah'ın izniyle- ele alınacaktır. Deliller bölümünün başında da geçtiği
üzere, sünnet sonuç itibarıyla Kitab'a çıkmakta ve ona dayanmakta; aksi
takdirde kabulü konusunda duraksamak gerekmekteydi. Bu, konu ile ilgili yeterli
bir esastır.
İTİRAZ: Bu husus birkaç
noktadan dolayı doğru değildir:
(1) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hayır;
Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip,
sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul
etmedikçe inanmış olmazlar. "[Nisa 65] Bu ayet, Hz. Peygamberin Zübeyir lehine
Ensari'den önce bahçesini sulaması hakkında verdiği hüküm sebebiyle inmiştir.
Hadis Muvatta (ve diğer muteber hadis kitaplarında) yer almaktadır. Oysa ki bu hüküm, Allah'ın kitabında yoktur. Sonra bu ayet,
onun hükmüne razı olmamanın imandan çıkmak olduğunu belirten ağır bir ifade de
içermektedir. Yine Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey inananları Allah'a
itaat edin, peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer
birşeyde çekişirseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız- onun halini Allah'a
ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibarıyla en güzeldir."[Nisa
59] Meselenin çözümünü Allah'a bırakmak, Kitab'a başvurmaktır; Rasülullah'a
[s.a.v.] bırakmak ise, ölümünden sonra onun sünnetine müracaat etmektir.
Allah Teala yine şöyle
buyurmaktadır: "Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin, karşı gelmekten
çekinin."[Maide 92] Daha başka buna benzer, Allah'a itaat ile Rasülullah'a
[s.a.v.] itaati ayrı ayrı zikreden nasslar vardır. Bunlar, Allah'a itaatin
konusunun, Kitabında emredip yasakladığı şeyler olduğunu, Rasülullah'a [s.a.v.]
itaatin de, Kur'an'da yer almayan ve bizzat kendisinden gelen emir ve nehiylere
tabi olmak suretiyle olacağını gösterir. Çünkü, sünnet
eğer Kur'an'da zaten mündemiç bulunsaydı, o zaman o da Allah'a itaatten
sayılırdı. Yine Allah Teala: "Onun (peygamberin) buyruğuna aykırı hareket
edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan
sakınsınlar"[Nur 63] buyurur. Bu ayetler Hz. Peygamber'e [s.a.v.] ait
ayrıca itaata mahal bir konu olduğunu gösterir ki, bu da Kur'an'da yer almayan
sünnet olur. Yine Allah Teala şöyle buyurur: "Kim peygambere itaat ederse
Allah'a itaat etmiş olur"[Nisa 80]; "Peygamber size neyi getirmişse
onu alın; size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. "[Haşr 17] Kur'an'da yer
alan deliller göstermektedir ki, peygamberin getirdiği, emir ve yasak ettiği
herşey, hüküm itibarıyla Kur'an'ın getirdiklerine ek olarak katılmaktadır; bu
durumda onun ayrı birşey olması, ona ilave birşeyler getirmesi gerekir.
(2) Sünnetin terkedilerek sadece Kur'an'a
uyulmasını yeren hadisler vardır. Eğer sünnetin içeriği, Kitap'ta bulunsaydı, o
takdirde Kitap ile amel halinde sünnet hiçbir şekilde terkedilmiş olmazdı. Bu
konuda gelen hadislerden bazıları şöyledir: "Yakında sizden biri çıkar ve
şöyle der:
'İşte Allah'ın kitabı. Onun içerisinde bulunan helalleri helal kabul ederiz, onda
yer alan haramları da haram sayarız.' Haberiniz olsun! Kime benden bir hadis
ulaşır da onu yalanlarsa, bu haliyle o Allah'ı, Rasulünü ve o hadisi kendisine
ulaştıranı yalanlamış olur. " Hz. Peygamber [s.a.v.] bir başka hadisinde
de şöyle buyurmuştur: "Çok geçmez sizden biri koltuğuna kurulur; kendisine
benden bir hadis rivayet edildiği zaman şöyle
der: 'Aramızda ve aranızda Allah'ın kitabı var. Onda helal
olarak bulduğumuzu he la! kabul eder, onda haram
olarak bulduğumuz şeyi de haram sayarız.' Dikkat edin! Allah'ın Rasulünün
[s.a.v.] haram kıldığı da aynen Allah'ın haram kıldığı gibidir. Başka bir
rivayet de şöyledir: "Sakın ola sizden birinizi koltuğuna kurulmuş (şöyle
bir tavır sergilerken) görmeyeyim: Ona emrettiğim ya da yasakladığım şeylerden
birşey gelir de şöyle der: Bilmiyorum (böyle birşey yok). Biz Allah'ın
kitabında bulduğumuz şeye uyarız. "
Bu hadisler, sünette,
Kur'an'da olmayan bazı şeylerin bulunduğunu gösteren bir delil olmaktadır.
(3) İstikra (kapsamlı araştırma) da göstermektedir
ki, sünnette bizzat Kur'an tarafından temas edilmeyen sayılamayacak kadar çok
şey vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Kadının halası ya da teyzesi ile bir
arada nikahlanmasının, ehli eşeklerin yenilmesinin, köpek dişli yırtıcı
hayvanların yenilmesinin haram kılınması, diyet, esirlerin fidye karşılığı
kurtarılması, müslümanın kafir karşılığında kısas yoluyla öldürülmemesi
... gibi. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadiste işaret
etmek istediği şeyler de bunlar olmaktadır: O şöyle demişti: "Yanımızda
şunlardan başka birşey yoktur: Allah'ın kitabı, müslüman bir kişiye lutfedilen
anlayış, bir de şu sahifede bulunanlar." Başka bir hadiste de şöyle
gelmiştir: Hz. Ali (r.a.) bir hutbe irad etti. Yanında, üzerinde bir sahife
asılı bulunan bir kılıç vardı. Şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, bizim
yanımızda Allah'ın kitabından, bir de şu sahifede bulunandan başka okumakta
olduğumuz başka bir yazılı metin yoktur." Sonra sahifeyi açtı. Onda (zekat ya da diyetle ilgili olarak) develerin yaşları vardı.
Yine onda şöyle deniyordu: "Medine, Ayr'dan filan yere (Sevr'e) kadar
haramdır. Kim orada bir bid'at çıkarırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti onun üzerine olsun! Allah ondan, ne bir tevbe ne bir fidye
kabul etmesin!,, Ayrıca şu ifadeler vardı: "Bütün
müslümanların zimmetleri birdir; bu itibarla en alt mertebede olanları, (eman
vermek gibi) onların tümünübağlayacak sorumluluklar altına girebilir. Kim bir
müslümana hıyanet ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun
üzerine olsun! Allah ondan ne bir tevbe ne bir fidye kabul etmesin!"
Sahifede şunlar da vardı: "Kim müntesip olduğu kimselerin izni olmadan
başka bir kavme intisap ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti
onun üzerine olsun! Allah ondan ne bir tevbe ne bir fidye kabul etmesin!"
Hz. Peygamber [s.a.v.]
ile Yemen' e vali gönderdiği M uaz arasında geçen konuşma da şöyle olmuştu:
- Ne ile hükmedeceksin?
- Allah'ın kitabıyla.
- Ya onda bulamazsan?
- Rasülullah'ın sünnetiyle,
Daha başka önceden
zikredilen bu manada hadisler de vardır. Bütün bunlar açıkça göstermektedir ki,
sünnette Kur'an'da olmayan şeyler de vardır. Bazı alimlerin:
"Kitap, sünnet için; sünnet de Kitap için bir alan bırakmıştır"
şeklindeki sözleri de bu manayı ifade etmektedir.
(4) Sadece Kitap ile yetinme düşüncesi, ehli sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü
bunlar, bu aşırı düşüncelerini "Kitab'ın herşeyi beyan etmiş olduğu"
esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa
atmaktadırlar. Bu da onların, ehl-i sünnet yolundan ayrılmaları ve Kur'an'ı,
iniş amacına uymayacak şekilde tevil etmeleri gibi bir tutuma girme sonucunu
doğurmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber'den [s.a.v.] şöyle bir rivayet
gelmektedir: "Ümmetim hakkında en çok korktuğum iki şey vardır: Kur'an ve
süt. Kur'an'dan korkum mü'minlerle tartışmak için onu münafıkların öğrenmiş
olmasıdır. Sütten korkuma gelince, (onu üretmek için) kırsal kesimlere giderler
(cami ve cemaati bırakırlar) şehvetlerine uyarlar ve sonunda namazı
terkederler. "
Bazı haberlerde ise
şöyle gelmiştir: Hz. Ömer şöyle demiştir: "Bir kavim gelecek ve Kur'an'ın
müteşabihatı ile sizinle tartışmaya gireceklerdir. Siz, onlara hadislerle
mukabele edin. Çünkü hadislere vakıf olanlar, Allah'ın kitabını daha iyi
bilenlerdir."
Ebü'd-Derda ise:
"Sizin hakkınız da endişe ettiklerimden biri de alimin
sürçme si ve münafıkın Kur'an ile tartışmaya girmesidir" demiştir.
Yine Hz. Ömer'den şöyle
söylediği nakledilmiştir: "Üç şey vardır ki dini yıkar: alimin
sürçmesi, münafıkın Kur'an ile tartışmaya girmesi ve saptıncı imamlar."
İbn Mesüd ise:
"Öyle kavimler göreceksiniz ki, kendileri arkalarına atmış oldukları halde
sizi Allah'ın kitabına çağıracaklardır.
Ü zamanda siz ilme
sanlın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrata düşmekten kaçının, köklü ve
güzelolana yapışın" demiştir.
Hz. ümer: "Sizin
hakkınızda iki tip insandan korkuyorum: Biri, uygun olmayacak şekilde Kur'an'ı
tevile kalkışan kimsedir. Diğeri de kardeşiyle mülk yanşına girendir"
demiştir. Bu manada daha başka sözler de vardır ki alimler
onlan sünneti bir tarafa iterek Kur'an'ı tevil etme ve reye başvurma konusuna
yormuşlardır. Alimlerden birçoğu, Hz. Peygamber'in [s.a.v.]
şu buyruğunu ve benzeri hadisleri bu manaya anlamışlardır:
"Yüce Allah ilmi,
insanların arasından bir çırpıda çekip çıkararak almaz; aksine ilmi, alimleri alarak alır. Sonunda hiçbir alim
bırakmayınca insanlar kendilerine cahil başlar edinirler, onlara sorular
yöneltilir, onlar da bilgisizce fetva verirler; böylece hem kendileri sapar,
hem de başkalarını saptırırlar." Hakikaten bid'at sahiplerinin pek çoğu bu
şekilde davranmışlar, hadisleri bir tarafa atmışlar ve Kur'an'ı yersiz bir
şekilde tevile yeltenmişler ve sonunda da hem kendileri sapmış, hem de
başkalarını saptırmışlardır.
Burada, hadise ancak
Allah'ın kitabına uygun düşmesi halinde itibar edileceğini ifade eden bir hadis
de zikretmiş olabilirler. Buna göre (güya) Hz. Peygamber [s.a.v.] şöyle
buyurmuştur: "Benden size ulaşan hadisleri Allah'ın kitabına vurunuz; eğer
Allah'ın kitabına uygun düşerse; onu ben söylemişimdir, eğer Allah'ın kitabına
uygun düşmezse, onu asla ben söylememişimdir. Allah beni Kitap'la hidayete
ulaştırmış iken, ben nasıl olur da ona (Kitab'a) muhalefet edebilirim."
Abdurrahman b. el-Mehdi, bu hadisi zındıkların ve Haricilerin uydurmuş olduğunu
söylemiştir. Bazıları şöyle demişlerdir: Nakledilegelen haberlerin sağlamlarını
sakatlarından ayırmada mahir olan ilim erbabınca bu sözlerin Hz. Peygamberden
[s.a.v.] sadır olması mümkün olamaz. Bazıları bu hadisi, yine kendi yöntemiyle
reddederek şöyle demişlerdir: Biz herşeyden önce bu hadisi Allah'ın kitabına
arzederiz ve ona itim at ederiz. Biz bu hadisi vakıa Kitab'a arz ettiğimizde,
onun Allah'ın kitabına muhalif olduğunu görmekteyiz. Çünkü biz Kitap'ta,
Rasulullah'ın [s.a.v.] hadisleri içerisinde sadece Kitab'a uygun olanların
alınmasını gerekli kılan bir esas görmemekteyiz; aksine Allah'ın kitabı bize
mutlak surette ona uymamızı istemekte ve ona itaat etmemizi emretmekte, her hal
ve durumda ona muhalefet etmekten kesin olarak sakındırmaktadır. Bu, sünnetin,
sonuç itibarıyla Kur'an'a çıktığı ve ona dayandığı görüşünde olanları ilzam
edecek delillerdendir. Bu noktada hem önceki nesillerden hem de sonraki
gelenlerden bazı gruplar doğru yoldan ayrılmışlardır. Dolayısıyla böylesi bir
görüşe sahip olmak ve ona meyletmek, dosdoğru yoldan ayrılmak anlamına
gelmektedir. Allah Teala, lütfu ile bizi böyle bir sonuçtan korusun!
CEVAP: İtiraz sadedinde
zikredilen şeylerde, bizim meselede ortaya koymuş olduğumuz esasın aksine
delalet edecek bir durum yoktur. Şöyle ki:
(1) Biz sünnetin Kitab'ın beyanı olduğu esası
üzerinden yürüdüğümüz zaman, bundan mutlaka onun, Kitab'ın içinde bulunan ve
buna ya da şuna ihtimali bulunan şeylerin beyanı olması lazım gelir. Bu durumda
sünnet, bu ihtimallerden birini belirler. Şimdi mükellef bu beyan doğrultusunda
amel ettiği zaman hem kelamıyla emretmiş olduğu konuda Allah'a, hem de beyanın
gereği olarak Rasulullah'a [s.a.v.] itaat etmiş olur. Eğer yapılan beyanın
aksine hareket edecek olursa, o takdirde, beyana muhalif olan bu amelinde
Allah'a isyan etmiş olur. Zira onun bu ameli, Allah Teala'nın kelamından
muradının aksine işlenmiş olur. Bu haliyle o, aynı zamanda yapılan beyanın
aksine hareket etmiş olacağından Rasulullah'a [s.a.v.] da isyan etmiş olur. Bu
iki itaatin ayrı ayrı zikredilmiş olmasından, itaat konusu olan şeyin ayrı ayrı
olmaları gibi bir sonuç lazım gelmez. Bu lazım gelmeyince de, itiraz sadedinde
zikredilen ayetler, sünnette zikredilen şeylerin Kitap'ta bulunmadığını
gösterecek bir delilolmaz. Aksine her ikisi de bir manada birleşebilirler ve bu
durumda (biri Allah'a diğeri de Rasıllullah'a [s.a.v.] yönelik olmak üzere) iki
ayrı cihetten iki isyan ya da
iki ayrı itaat vuku bulur. Bunda olmayacak birşey de yoktur.
Geriye Hz. Peygamber'in [s.a.v.] verdiği hükmün Kur'an'da bulunup bulunmaması
kalmaktadır. Bu da Allah'ın izniyle birazdan ele alınacaktır. İtiraz sırasında
"Kur'an'da yer alan deliller göstermektedir ki, peygamberin getirdiği,
emir ve yasak ettiği herşey, hüküm itibarıyla Kur'an'ın getirdiklerine
katılmaktadır; bu durumda onun ayrı birşeyolması, ona ilave birşeyler getirmesi
gerekir" sözü doğrudur. Ancak bu ziyadelik, acaba bir şerhin getirdiği
ilave mahiyetinde midir? Zira elbette şerhte, şerhedilende olmayan bazı
unsurlar bulunacaktır; aksi takdirde ona şerh denmez. Yoksa gerçekten Kitap'ta
bulunmayan ilave bir mananın getirilmesi kabilinden midir?
İşte asıl tartışma noktası
burasıdır.
İkinci itiraz sadedinde
ileri sürülen hususlar da işte bu nokta göz önüne alınarak değerlendirilir (ve şöyle denilir: "Eğer sünnetin içeriği, Kitap'ta
bulunsaydı, o takdirde Kitap ile amel halinde sünnet hiçbir şekilde terkedilmiş
olmazdı" sözünüz kabul edilemez; aksine böyle bir durumda sünnet
terkedilmiş olur. Çünkü bu durumda, Kitab'ın içerdiği manaya sünnet tarafından
getirilen beyana iltifat edilmemiş olmaktadır.)
Sonra hüküm Kur'an'da
icmali olur, sünnette ona detaylar getirilirse, bunlar hüküm itibarıyla
birbirinin aynı olmaz. Mesela "Namazı kılınız" emri namaz
yükümlülüğünü mücmel olarak getirmiştir. Sünnet ise ona açıklık getirmiştir.
Böylece, beyanda, beyan edilen şeyde bulunmayan manalar ortaya çıkmıştır. Nihai
olarak beyanın manası ile beyan edilenin manası aynı olsa bile bunlar hükümde
farklıdırlar. Dikkat edilirse görülecektir ki, beyandan önce mücmelin hükmü
durup beklemek (tevakkuD iken; beyanın hükmü, gereği
ile amel etmektir. Bu ikisi madem ki hüküm itibarıyla
birbirinden farklıdırlar, öyle ise mana itibarı ile de farklı gibi kabul
edilirler. Dolayısıyla bu açıdan sünnet, Kitap'tan ayrı (müstakil) gibi mütalaa
edilir. (Hadislerde, sünnet hakkında "Kitabın benzeri" şeklinde geçen
ifadeler, işte bu noktadan hareketle kullanılmıştır.)
Üçüncü itiraz noktası
ise, bundan sonra gelecek olan Dördüncü Mesele'de -inşallah- ele alınacaktır.
Dördüncü itiraz
noktasına gelince, sözü edilen kimselerin sünnet yolundan uzaklaşmış
olmalarının sebebi, tamamen reye tabi olup sünneti bir tarafa atmaları
yüzündendir; başka bir sebepten dolayı değildir. Şöyle ki: Bilindiği gibi
sünnet Kur'an'ın mücmelini açıklamakta, mutlakını kayıtlamakta, umumunu tahsis
etmekte ve pek çok Kur'anı ifadeyi ilk bakışta anlaşılan zahiri sözlük
manasından çıkarmaktadır. Böylece sünnetin açıklık getirmiş olduğu şeyin,
bizzat o ifadeden murad-ı ilahi olduğu da anlaşılmaktadır. Hal böyle iken
sünnet bir tarafa atılır, arzu ve heveslerin peşine uyularak Kur'anı ifadelerin
mücerred zahirlerine tabi olunursa, bu yaklaşımın sahibi değerlendirmesinde
sapıtmış, Kitap hakkında cehaletini ortaya koymuş olur ve körü körüne hareket
etmekte öldüğü için hiçbir zaman doğruya ulaşamaz. Zira aklın dünyevi işlerle
ilgili olarak çıkar ve zararları isabetli bir şekilde kavrayabilmesi çoğu kez
nadirattan olmaktadır . .Ahiret konularıyla ilgili
konularda ise hem genel esaslarda hem de detaylarda asla söz söyleyebilecek bir
salahiyeti yoktur.
Hadisten delil olarak
kullandıkları şeylere gelince, eğer nakil açısından sahih değilse, onu her iki
grubun da delilolarak kullanması mümkün olmaz. Eğer sahihliği sabitse veya
kabul edilebilecek bir yol ile gelmişse, o takdirde onun üzerinde durmak
gerekecektir. Çünkü hadis; ya katkısız Allah'tan gelen bir vahiydir ya da Hz.
Peygamber [s.a.v.] tarafından yapılmış bir ictihaddır; ancak bu durumda o Kitap
ya da sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir.
Her iki takdire göre de hadisin Allah'ın kitabı ile çelişki halinde olması
mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber [s.a.v.] kendi heva ve heveslerinden
esinlenerek konuşmaz; onun konuşması ancak kendisine ilka edilen bir vahiydir.
Hz. Peygamber'in
[s.a.v.] hata etmesini caiz gören görüş üzerinden yürünse bile, o asla hatası
üzerinde devamlı bırakılmaz, derhal tashih edilir ve sonunda o mutlaka doğruya
döner. (Dolayısıyla ondan sadır olan hadisler içerisinden hiçbirinde hata
ihtimali bulunmamaktadır.) Hiç hata etmeyeceği görüşünden hareket edildiği
zaman ise, onun ictihad ederek Allah'ın kitabıyla çelişen ve ona ters düşen bir
hükümde bulunması öncelikli olarak düşünülemez. Evet, sünnetin Kur'an'a ters de
düşmeyen, uygun da düşmeyen, aksine Kur'an'da sükut
geçilen hükümler getirmesi caizdir. Ancak bu caizliğin aksine delil bulunacak
olursa -ki bu meselede tartışılan nokta burasıdır- o zaman her hadis hakkında
mutlaka Allah'ın kitabına uygun düşme şartı aranır. Nitekim zikredilen hadis de
bu hususu ortaya koymuştur. İtiraz sadedinde tenkit edilen hadisin manasısenedi
sahih olsun olmasın- doğrudur. Tahavi, kitabında hadisin
müşkil yönünün beyanı hakkında bu manada bir hadis tahric etmiştir: Abdülmelik
b. Said b. Süveyd el-Ensari -Ebu Humeyd ve Ebu Esid senediyle Rasulullah
[s.a.v.] şöyle buyurmuştur: "Benden, bir hadis duyduğunuz zaman, onu
kalpleriniz tanır, tüyleriniz ve tenleriniz ona yatışır ve onu kendinize yakın
görürsünüz. İşte ben o hadise hepinizden yakınım. Yine benden bir hadis
duyduğunuz zaman, kalpleriniz onu yadırgar, tüyleriniz ve tenleriniz ondan
ürperir, onun bir münker olduğunu görürsünüz, İşte o hadise ben hepinizden daha
uzağım. '' Yine sözü edilen Abdülmelik'ten, o da Abbas b. Sehl'den olmak üzere
şu rivayeti yapmıştır: Übeyy b. Ka'b bir mecliste bulunuyordu. Oradakiler,
kimisi zorlaştırıcı, kimisi kolaylaştırıcı olmak üzere Rasulullah'tan [s.a.v.]
çeşitli rivayetlerde bulunuyorlardı. Übeyy b. Ka'b ise susmaktaydı. Onlar
rivayetlerini bitirince şöyle dedi: "Bre adamlar! Rasulullah'tan size
ulaşan hadis karşısında, kalp onu tanır, ten ona yatışır ve onu duyduğunuz da
ümitvar olursanız, (bilin ki o Rasulullah'tandır [s.a.v.)
Rasulullah'ın [s.a.v.] sözü olmak üzere onu tasdik edin. Çünkü Rasulullah
[s.a.v.'] hayırdan başka birşey söylemez." Tahavl, bunun
böyle olduğuna şu ayetleri delil getirmiştir: "İnananlar ancak o
kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer"; "Rablerinden
korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri hem de kalpleri
Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır"[Zümer 23]; "Peygambere indirilen
Kur'an'ı işittiklerinde gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün."[Maide
83] Bu ayetler, Allah'ın kelamını dinleyen ehl-i imanın tepkisini
göstermektedir. Rasulullah'tan [s.a.v.] rivayet edilen sözler de (vahye
dayanması sebebiyle) onun cinsindendir. Çünkü hepsi de Allah katından
olmaktadır. Hadis dinlerken, aynen Kur'an dinlerkenki ruh haletine girmeleri, o
hadisin doğruluğuna bir delilolur. Eğer hadisi dinlerken böyle bir ruh haletine
girmiyorlarsa, o zaman o hadis karşısında durmak ve araştırmak gerekir; çünkü
diğer hadislere benzememektedir. Onun söylediğinden, hadisin mana bakımından
muhalif değil, muvafık olması lazım gelir. Çünkü eğer hadis Kur'an'a muhalif
olsaydı, o zaman dinlenirken deriler ürperınez, kalpler yatışmazdı. Çünkü
zıddın zıdda yatkınlığı ve ona uygun düşmesi mümkün değildir. Yine et-Tahavl,
Ebu Hureyre'den şu rivayeti yapmıştır: Rasulullah [s.a.v.] şöyle buyurmuştur:
"Size benden tanıdığınız ve yadırgamadığınız bir hadis rivayet edildiği
zaman, ben onu desem de demesem de siz onu tasdik edin. Çünkü ben iyi olup kötü
olmayanı emrederim. Eğer size benden yadırgadığınız ve tanımadığınız bir
rivayette bulunulursa, onu yalanlayınız; çünkü yadırganan ve tanınmayan birşeyi
ben söylemem. " Bunun izahı şöyle: Rivayet, eğer Allah'ın kitabına ve
Rasulünün sünnetine -içerdiği mananın onlarda bulunması sliretiyle- uygun düşerse,
kabul edilir. Çünkü Rasulullah [s.a.v.] onu o lafızla söylememişse bile,
manasını başka bir lafızla söylemiş olmaktadır; Kaldı ki Arap olmayan kimseler
için Rasulullah'ın [s.a.v.] sözlerini, onların kendi dilleriyle açıklamak
caizdir. (Bu da mananın başka lafızlarla ifade edilmesinin caizliğini
gösterir.) Eğer rivayet muhalif düşüyor, Kur'an ve sünnet tarafından tekzip
ediliyorsa, o zaman onun atılması gerekir ve o rivayetin Rasulullah [s.a.v.]
tarafından söylenmemiş olduğu anlaşılır. Bu da aynen öncekisi gibidir. Bütün
bunlardan, hadis değerlendirilirken Kur'an'a uygun düşüp, ona ters düşmemesi
noktasının göz önünde bulundurulmasının doğru olacağı sonucu ortaya çıkar.
Yapılan rivayetlerin sahihliği esas alındığı zaman onlardan maksat işte bu
olur. Eğer sahih değillerse aleyhimize yine bir şey gerekmez; çünkü kastedilen
mana doğrudur. Deliller Kitabı'nın Birinci Tarafının İkinci Mesele'sinde
verilen izahat da bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır. O bahiste uygunluk
ve ters düşme konularında yeteri kadar örnek verilmiştir. Tevfik ancak
Allah'tandır.
Bu nokta anlaşıldıktan
sonra şimdi şu noktanın ele alınmasına geçebiliriz: Kitabın sünnete delalet
yönü nasıldır? Sünnet, detaylar getirmek sliretiyle Kitab'ın bir
açıklayıcısıdır. Hal böyle iken Kitap, sünneti kül halinde nasıl kapsar? İşte
bu sorunun cevabı dördüncü meselenin konusunu teşkil edecektir:
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: