EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞER’İ DELİLLER ... KİTAP (KUR’AN) /

ON ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Bu mesele bir önceki üzerine kuruludur.

 

İtidal halinin orta yolcu metot olduğu belirmekle birlikte, onu elde etmek meçhul kalabilir. Meçhul birşey üzerine yollamada bulunmak ise bir fayda sağlamaz. Dolayısıyla onu elde edebilmek için mutlaka başvurulacak bir kıstasın bulunması gerekir.

 

Allah'tan yardım isteyerek diyoruz ki: Sözün sevk şekilleri; hal, zaman ve olaylara göre farklılık arzeder. Bu, Meani ve Beyan ilminde bilinen bir husustur. Burada bizim söze kulak veren ya da onu anlamaya çalışan kimseden devamlı olarak hatırında tutmasını istediğimiz şey, hem olayı, hem de halin gereğini dikkate alarak sözün başından sonuna kadar onu bir bütün olarak ele alması ve o şekilde değerlendirmesidir. (Buna külli yaklaşım diyebiliriz.) Sözün sadece başına bakıp sonunu terketmesi, ya da bunun aksine sonuna bakıp başını dikkate almaması gibi bir durum içerisine düşmemelidir. Çünkü konu, her ne kadar birden fazla cümle içerse bile, bunlar birbirlerine bağlıdır. Çünkü hepsi tek olay hakkındadır ve tek birşey için inmiştir. Bu durumda sözü anlamak isteyen kimsenin, mutlaka onun başını sonuna, sonunu da başına vurması ve bir bütün halinde değerlendirmeye tabi tutması gerekecektir. İşte o zaman mükellef, Şari'in maksadını yakalamış olacaktır. Eğer değerlendirme esnasında sözü bir bütün olarak ele almaz ve onun parçalan üzerinde durursa (cüz'i yaklaşım), bu durumda O'nun muradını elde edemez. Değerlendirme sırasında sözün bir kısmı ile yetinilerek diğer bir kısmını ihmal etmek doğru olmaz. Bundan ancak, mütekellimin maksadı açısından değil de, Arap dilinin gereği üzere sözün zahir manasını anlamak sırasında yapılacak iş istisna olur. Değerlendirmeci bu işi yaptıktan sonra yani Arap diline göre zahir manayı tesbit ettikten sonra, tekrar bütün olarak söze döner ve çok sürmez kendisine murad olunan mana gözükür; artık onunla kulluk icrasında bulunması gerekir. Bazen sözden maksadın ne olduğunu anlama konusunda nüzul sebepleri yardımcı olur. Çünkü nuzul sebepleri, değerlendirmeciye karışık gelen yerlerde ayete bakış açısını belirler ve böylece onun, maksadı yakalamasını kolaylaştırır.

Üzerinde değerlendirme yapılacak olan söz, -uzun ya da kısa olması farketmez- tek bir konu hakkında gelmiş olabilir. Mufassal surelerin çoğu bu türdendir. Bazen de çeşitli açılardan değerlendirmeye açıktır; yani birden fazla konu hakkında inmiş olabilir; Bakara, AZ-i İmran, Nisa, İkra' ... sureleri gibi. Surenin aynı anda inmiş olması ile peyderpey inmesi arasında bu açıdan fark yoktur.

 

Ancak bu ikinci kısımdan olanların iki açıdan değerlendirmeye tabi tutulmaları söz konusudur:

 

1.    Birden fazla konu içermiş olması açısından. Bu durumda her konu kendi başına ayrı ayrı ele alınır ve işte bu açıdan, sözden gözetilen maksat ve fıkhi hüküm elde edilmeye çalışılır. Bu nokta açıktır ve hakkında herhangi bir diyecek yoktur. Bu açıdan ele alınması hasebiyle, birinci kısımdan olanlarla da müştereklik arzeder; içerdiği ilim ve fikhi sonuçları elde etme konusunda aralarında bir fark yoktur ..

 

2.    Surenin teşkil ettiği nazım ve bütünlük açısından. Bilindiği gibi surelerin tertibi vahye dayanmakta, bu konuda insanların görüşlerine yer verilmemektedir. Bu açıdan bakıldığında bunlar da birinci kısımdan olanlarla müştereklik arzeder. Çünkü birden fazla konu içerse de vahiyle sıralanmış bir nazımdır. Bu açıdan bakılmasının amacı her ikisinde de zahir bir şekil üzere fikhi sonuçlara ulaşmak değildir. Ondan elde edilmeye çalışılan şey, sadece Kur'an'ın bazı i'caz yönlerinin ve daha önceki meselede açıklanan hususların ortaya çıkmasıdır. Bunlar için de sözün başından sonuna kadar bir bütün halinde ele alınması ve söz konusu bütün bakış açılarının dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekecektir. Süredeki mesela sadece nazım yönünü dikkate alarak yapılan bir değerlendirme fayda vermeyecektir. Bir sonuca ulaşılabilmesi için bütün yönlerin dikkate alınması gerekmektedir; onlardan sadece bazısı ile yetinerek diğer bir kısmını terketmek, maksadı yakalamak için yeterli değildir. Nasıl ki hüküm elde edilirken, konu ile ilgili ayetlerden sadece bir kısmını göz önünde bulundurmak ve bir kısmını ihmal etmek ulaşılan sonucu sağlıklı kılmayacağı gibi, burada durum aynı şekilde olacaktır.

 

Mesela Bakara süresini ele alalım: Nazım açısından bu tek bir kelamdır ve farklı muhtevada çeşitli türden sözler içermektedir. Bunlardan bazıları, ulaşılmak istenen sonuca yapılan bir giriş ve ön hazırlık mahiyetindedir; bazısı bütünleyici ve tamamlayıcıdır; bir kısmı sürenin indirilişinden gözetilen maksat -ki bu bütün konularla ilgili olmak üzere şer'i teklifi hükümleri koymaktır- olmaktadır. Yine bu sürede başta belirtilen konuları tekit ve teyide yönelik sonuç mahiyetinde ifadeler vardır.

 

Burada, bu kısımlarla ilgili olmak üzere emek vermemiz gerekmektedir. Böylece ne demek istediğimiz daha iyi açıklık kazanacaktır. "Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere far.z kılındığı gibi size de farz kılındı .... Allah, insanlara yasaklardan sakınsınlar diye ayetlerini böylece apaçık bildirir"[Bakara 183-187] Bu beş ayet her ne kadar ayrı ayrı vakitlerde inmişse de, tek bir kelamdır ve hepsinin de maksadı oruç ve hükümlerini, nasıl tutulacağını, kazasını ve ilgili diğer önemli ve oruç için temelolacak konuları açıklamaktır. Sonra "Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin ... "[Bakara 188] ayeti gelmektedir. Bu da başka bir sözdür ve ayrı bir konuyu ve ilgili hükümleri açıklamaktadır. Sonra "Sana hilal halindeki ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür"[Bakara 189] buyruğu gelir. Bazılarına göre söz burada bitmektedir. Başkalarına göre ise arkasından devam eden, "Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse ... " kısmı, her ne kadar başka bir konuya da temas ediyorsa da, hilallerle ilgili meselenin tamamlayıcısıdır. Nitekim her iki gruba göre de bu ayet "De ki: Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür" ifadesiyle hac hükümleri için bir hatırlatma ve mukaddime mahiyetindedir.

 

Kevser süresi, tek bir konu (kaziyye) hakkında inmiştir.

 

İkra' süresi, iki konu içermektedir: Birincisi "İnsana bilmediğini öğretti" ayetine kadar; diğeri de oradan sonuna kadardır.

 

Mü'minun süresi, her ne kadar birçok manayı içerse de, tek bir konu için inmiştir. Çünkü bu süre Mekki sürelerdendir. Mekki sürelerin büyük çoğunluğunda şu üç tema işlenir; onların esasını da Allah Teala'ya kulluğa davet teşkil eder:

 

1.    Bir ve gerçek olan Allah Teala'nın vahdaniyetini ortaya koymak. Ancak bu çeşitli yollarla yapılmıştır: Bazen şirkin mutlak olarak reddedilmesiyle yapılmış, bazen kafirlerin iddia ettikleri şeylerle ilgili reddiyeler şeklinde olmuştur. Mesela, putların Allah'a yaklaştırıcı oluşlan, Allah'a çocuk isnadı vb. mesnetsiz sakat iddiaların reddi gibi.

 

2.    Hz. Muhammed'in peygamberliğini isbat etmek; onun bütün insanlara gönderilmiş Allah'ın peygamberi ve Allah katından getirdiği şeylerde doğru olduğunu ortaya koymak. Bu da yine çeşitli yollarla yapılmıştır: Mesela onun gerçek bir peygamber olduğunu isbat, küfür ve inatlan sebebiyle ona yönelttikleri yalancı, sihirbaz, mecnun, Kur'an'ı bir başkasından aldığı ... vb. iftiralan reddetmek gibi.

 

3.    Öldükten sonra dirilme ve ahiret hayatının isbatı. Bu hayatın hiç kuşkusuz bulunduğu açık deliller ile ortaya konulmuştur. Kafirlerin inkara kalkışabilecekleri bütün yönler dikkate alınarak, onlan reddedecek, ahiret hakkındaki şüpheleri izale edecek, inkarcıları susturup, ilzam edecek deliller getirilmiştir.

 

Mekke döneminde inen Kur'ani sürelerin genelde işlemiş olduğu üç temel konu işte bunlardır. Mekki olup da ilk bakışta bunlarla ilgisi yok gibi gözükenler üzerinde düşünüldüğü zaman, onların dahi sonuç itibanyla bu üç şeye yönelik oldukları görülecektir. Bu maksada tabi olarak; özendirici, uyancı ve korkutucu (terğib ve terhib) mahiyetti olan nasslar, darb-ı meseller, kıssalar, cennet ve cehennem ve kıyamet gününün tavsifleri vb.

gelir.

 

Bu anlaşıldıktan sonra mesela Mü'minun süresine dönecek olursak, bu üç temayı orada gayet açık olarak göreceğiz. Ancak bu sürede ağırlıklı olarak göze çarpan şey, kafirlerin peygamberliği inkarları ve onlara verilen cevaplar olmaktadır. Peygamberlik müessesesi, diğer iki temanın girişi mahiyetindedir, o yüzden de önemlidir. Onlar, bu inkarcı tutumlarına peygamberin insan (beşer) oluşunu sebep göstermişlerdir. Kendileri gibi bir kimsenin peygamber olarak gönderilmesini, ya da bu mertebeye kendileri varken başka birisinin gelmesini kabul edememişlerdir. Bu itibarla süre, beşeriyet vasfını ve onların bununla ilgili olarak üzerinde niza ettikleri konuları ve insanın Allah'ın seçmesine ve özel ikramına layık olabilmesi için en ekmel şekilde nasılolmaşı gerektiğini beyan etmiştir. Süre üç cümle ile başlamıştır:

 

Birincisi -ki bu makama en uygun olanıdır-: Kul için olması gereken özellikleri belirtmiş ve bunlar bir kulda bulunduğu zaman Allah Teala'nın o kimseyi yücelteceğini ve ona ikramda bulunacağını ifade etmiştir. Bu, "Mü'minler saadete ermişlerdir" ilk ayetinden "Onlar orada (Firdevs cennetinde) temelli kalacaklardır"a kadar devam eder. (23/1-11 arası).

İkincisi: İnsanın yaratılışını ve geçirdiği evreleri açıklayan cümle. Burada ibret alma gereği vurgulanmış ve yaratılış hali böyle olan bir insanın kendisi gibi birini ta'neylemesine aslında imkanın olmadığı işaret edilmek istenmiştir.

 

Üçüncüsü: İnsanın dış dünyadan desteklendiğini belirten cümle. Bu meyanda insanın hayatının idamesi için gerekli olan şeylerin var edildiği bildirilmiştir. Bu göklerde ve yerde ne varsa hepsinin insanın emrine amade kılınması ile yapılmıştır. İnsanın değerini ve şeretini göstermek     için sadece bu bile yeterlidir.

 

Sonra daha önce geçen kavimlerin peygamberleriyle olan kıssaları anlatılmış, peygamberlerine karşı çeşitli gerekçelerle onları alaya aldıkları ifade edilmiştir. Alaylarına sebep olarak peygamberlerin insan olmalarını gösterdikleri belirtilmiştir: Mesela Nüh [a.s.] ile kavminden bahseden kıssada: "Milletinin inkarcı ileri gelenleri: 'Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi'''[Müminun 24] buyurulmuştur. Süre sonra, başka kavimlere de, meleklerden değil yine kendilerinden yani beşerden peygamberler gönderildiğini anlatmıştır. Ama onlar şöyle demişlerdir: "Bu yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen sizin gibi bir insandan başka birşey değildir"[Müminun 33]; "Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrayacağınızda şüphe yoktur"[Müminun 34]; "Bu, sadece Allah'a karşı yalan uyduran bir adamdır (yani beşerdir). Biz ona inanmayız"[Mümimun 38]; "Sonra birbiri arkasından peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu yalancı saydılar''[Müminun 44] Bu ayette "rasulüha" yani peygamberi şeklinde belirgin gelmesi, "o kavimden olduğunu bildiğin peygamber" anlamını vermek içindir. Sonra Müsa [a.s.] ve Harün [a.s.] peygamberlerin kıssasını anlatmış, Firavun ve erkanının onları: "Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?"[Müminun 47] diye reddettiklerini belirtmiştir. Bütün bunlar, kafirlerin beşerden bir peygamber olamayacağı iddiasıyla peygamberlik mertebesine iltifat etmediklerinin hikayesi olmaktadır ve bunları anlatmanın amacı Hz. Muhammmed'i teselli etmektir. Sonra peygamberlerin insan olmaları va sf ının utanılacak! yeni birşeyolmadığını, bütün peygamberlerin insan olduğunu, dolayısıyla diğer insanlar gibi yediklerini, içtiklerini; onların ayrıcalıklarının bir başka yönden olduğunu açıklamıştır. Müsa'nın [a.s.] peygamberliğini anlattıktan sonra şöyle demiştir: "Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık"[Müminun 50] Ama buna rağmen onlar yiyip içiyorlardı. Sonra şöyle buyurmuştur: "Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin"[Müminun 51] Yahi, bu Allah'ın size olan nimetlerindendir. Salih amel, o nimetler için şükürdür ve sahibini şereflendirir. Peygamberleri ayrıcalıklı kılan işte budur; yoksa kötü ameller değildir. "Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir ... "[Müminun 52] ayeti, aralarında eşitlik olduğuna ve onların tümünün beşerden seçilmiş bulunduğuna işarettir. Sonra bu konu, başlangıç cümlesinin manasına benzer bir ifade ile: "Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inanırlar. Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler"[Müminun 57-61] tamamlanmaktadır.

 

Sürenin başından buraya kadar takip edilen seyir üzerinde düşünüldüğü zaman, zikredilen mananın amaçlanmış olduğu hemen anlaşılır. Bir mana daha var: O da şudur: Kafirlerin, beşer oldukları için peygamberleri yalanlamaları ve onları dikkate almamaları, kendilerini büyük görmeleri ve Allah'a ve Peygamberine karşı baş kaldırmaları yüzündendi. Sürenin ilk başlangıç cümlesi, belirtilen şekillerle Allah'a kullukta bulunmak suretiyle kişinin kendisini büyük görmemesine işaret ediyor. İkinci cümle de bunu teyid ediyor. Şöyle ki: İnsan yoktan varlık alanına çıkarılarak belirli evrelerden geçirilmiştir. Üzerinden geçtiği yedi evrenin her biri zaafın son noktasını gösterir. Üstelik yoktan var edilmiştir. Aslı ve özelliği böyle birisinin, kendisini büyük görmesi yakışık almaz. Üçüncü cümle ise, insanın zikredilen şeylere ihtiyacı bulunduğunu; eğer Allah Teala onları yaratmasaydı geçerli olan tabi at kanunlarının gereğince insanoğlunun hayatını idame ettirmesinin mümkün olmayacağını belirtir. Yaratılışında, gelişme ve hayatını sürdürmesinde böylesi ihtiyaç içerisinde bulunan bir yaratığın, kendisini büyük görmesi ayıptır. Dolasıyla bütün bunlar, onları susturma ve ilzam etme kabilinden getirilmiştir. Allahu alem! Sonra Nüh [a.s.] kavminin kıssasını zikreder ve şöyle der: "Milletinin eşrafı 'Biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz' dediler"[A'raf 66] Ondan sonra gelenler hakkında da aynı şey söz konusu olmuştur: "Onun inkarcı ve ahirete kavuşmayı yalanlayan milletinin eşrafı -ki biz onlara bu dünya hayatında nimet vermiştik- şöyle dediler: "Bu yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir"[Müminun 33] Müsa kıssasında Firavun ve erkanı: "Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?"[Müminun 47] demişlerdi. Bütün bunlar, onların kavimleri içerisinde sahip oldukları şeref ve itibardan dolayı bu sözleri söylediklerini göstermektedir. Sonra: "Ey Muhammed! Onları bir süreye kadar sapıklıklarıyla başbaşa bırak.

 

Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler?"[Müminun 54-56] buyurur. Bu ayetler ise, Kureyş eşrafına yöneliktir. Onlar, şerefin mal ve oğullarla olduğu inancına kapılınca, Allah Teala onların bu düşüncesini reddeder ve asıl şerefin şu vasıflara sahip olanlarda bulunduğunu belirterek şöyle buyurur: "Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inanırlar. Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler''[Müminun 57-61] Sonra ayetler onların bolluk içerisinde yüzdüklerini ve sonuçlarının ne olacağını beyana başlar, onlar üzerine olan Allah'ın nimetlerini sayar, peygamberliğin sıhhatine dair deliller serdeder ve onun Allah'tan getirdiği şeylerin hak olduğunu, bu meyanda Allah'ın birliğini, O'nun her türlü şirkten uzak olduğunu, inanan inanmayan herkes için ahiret hayatının bulunduğunu halin gerektiği şekilde ve her iki gruba uygun düşecek bir üslupla ortaya koyar. Bu genel yaklaşım, bir bütün olarak süreye tatbik edildiği zaman, daha önce belirtilen üç temanın tam olarak işlenmiş olduğu gözükür. Tabii bu Kur'an'ın kendi usül ve tarzına uygun bir şekilde olmaktadır. Bu söylediklerimizi, Kur'an'ın diğer sürelerine tatbik etmek isteyen kimse için deneme kapısı açıktır. Başarı Allah'ın elindedir. Böylece görülmüştür ki, Mü'minun suresi, tek bir konu hakkında tek bir kelamdan ibarettir.

 

Öbür taraftan bu surede çeşitli peygamberlerin kıssaları zikredilmiştir; Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa ve Harun [a.s.] gibi. Bu, Hz. Muhammed'in [s.a.v.], kafirlerin inadı ve kendisini çeşitli iftiralarla yalanlamaları karşısında çektiği sıkıntılardan dolayı teselli ve kalbinin takviye edilmesi içindir. Bundan dolayıdır ki, zikredilen kıssalar kendisinin karşılaştığı şekiller üzere zikredilmiştir. Bu yüzden de aynı kıssanın anlatılış şekli, halin farklılığı sebebiyle değişik şekillerde cereyan etmiştir. Hepsi de haktır ve vakidir; onların sıhhatinde herhangi bir kuşku yoktur. Kısaca, Kur'an'ı anlamak isteyen kimsenin, yukarıda örnekleriyle açıklanan yaklaşım tarzını sergilernesi gerekmektedir. Kendisinden yardım istenilecek yalnız Allah'tır.

 

 

FASIL:

 

Hitabın bizzat kendisi değil de kullara yönelik olması hasebiyle, bütün surelerinin tek bir kelam olarak kabul edilmesi mümkün müdür? Bizzat kendisi açısından Kur'an tek bir kelP.mdır ve bunda herhangi bir şekil ya da itibarla teaddüd (çeşitlilik) bulunmamaktadır. Nitekim, bu konu Kelam ilminde açıklanmıştır. Burada ele alınan konu, Kur'an'ın, kullarca bilinir olan şeylere indirgenerek onlara yönelik bir hitap olması itibarıyladır. Bu konu çeşitli ihtimallere açık ve tafsile muhtaçtır:

 

Değerlendirme sırasında geçen mana itibarıyla Kur'an'ın tek bir kelam halinde ele alınması sahihtir; yani Kur'an'ın bir kısmını anlamak, şu ya da bu şekilde diğer kısımlarını anlamaya bağlıdır. Çünkü Kur'an, kendi kendisini tefsir eder. Hatta Kur'an'da öyle konular vardır ki, eğer bir başka yerinde açıklanmayacak olsa onları gerçek anlamda anlamak imkansızdır. Çünkü Kur'an'da bizzat ele alınan, mesela, zaruriyyattan olan bir konu, (bir başka yerde) haciyyat ile kayıtlıdır. Durum böyle olunca, Kur'an'ın bir kısmını anlayabilmek, diğer kısımlarını anlamaya bağlıdır. Böyle bir durumda olanın, tek bir kelam olduğunda da şüphe yoktur. Şu halde bu açıdan bakıldığı zaman Kur'an tek bir kelam olacaktır.

 

Tek bir kelam olmaması da sahihtir ve bu daha da açıktır. Çünkü o, mana ve başlangıç itibarıyla ayrı ayrı süreler olarak indirilmiştir. Onlar bir sürenin bitip diğerinin başladığını, sözün başında besmeZe'nin inmiş olmasıyla biliyorlardı. Belirli olay ve sebepler üzerine indirilmiş olan ayetlerin çoğu da aynı şekilde, mana baklİnından müstakil olur. Bunda da herhangi bir problem yoktur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ON DÖRDÜNCÜ MESELE