EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞER’İ DELİLLER ... KİTAP
(KUR’AN) /
ON DÖRDÜNCÜ MESELE:
Kur'an tefsiri konusunda
re'ye baş vurmak hakkında hem zemmedici hem de onu gerektirici nakiller vardır.
Bu konuda Hz. Ebü Bekir'den nakledilen sözler yeterlidir. O, kendisine Kur'an
hakkında sorulan bir soru üzerine: "Eğer Allah'ın kitabı hakkında
bilmediğim birşeyi söyleyecek olursam, hangi gök beni altında gölgelendirir ve
hangi yer beni üstünde barındırır?" diye cevap vermiştir. Muhtemelen bu
rivayette: "Eğer kendi re'yimle birşey söyleyecek olursam ... "
ifadesi de vardır. Sonra ona Kur'an'da zikri geçen kelale hakkında sorulmuş, o
şöyle cevap vermiştir:
"Onun hakkında
re'yimle cevap veriyorum; eğer doğru ise Allah'tandır; eğer hatalı ise benden
ve şeytandandır. KeZaZe, şöyle şöyledir" Bu iki söz, Kur'an tefsiri
hakkında hem re'ye baş vurulabileceğini, hem de onun terkedilmesi gerektiğini
belirtmektedir. Bu ise bir çelişkidir.
Konuya şöyle açıklık
getirebiliriz: Re'y, iki kısımdır:
1. Arap diline, Kur'an ve Sünnete uygun düşen
re'y: Kur'an ve sünneti bilen alimler için bu kısımdan olan re'yin ihmal
edilmesi, çeşitli sebeplerden dolayı mümkün değildir:
a) Kur'an hakkında,
manasının açıklanması, ondan hüküm çıkarılması, lafzın yorumlanması ve ondan
muradın anlaşılması gibi yollarla mutlaka söz etmek gerekecektir. Bütün
bunlarla ilgili ihtiyaç duyulacak herşey, öncekilerden nakledilmiş değildir. Bu
durumda ya Kur'an karşısında susulacak ve ahkamın tümü ya da büyük çoğunluğu
heba olacaktır. Bu ise mümkün değildir. Dolayısıyla mutlaka Kur'an hakkında ona
uygun şekilde söz etmek gerekecektir.
b) Eğer öyle olsaydı,
Hz. Peygamber [s.a.v.] yaptığı bütün açıklamalan vahye dayandırmak suretiyle
(ictihadi değil) tevkifi olarak yapmış olurdu ve bu durumda da onun hakkında
hiçbir kimsenin değerlendirme yapma ve söz söyleme hakkı olmazdı. Hz.
Peygamber'in [s.a.v.] böyle yapmadığı ise malumdur. Bu da, onun böyle birşeyle
yükümlü olmadığını gösterir. Aksine Hz. Peygamber [s.a.v.] kendi açıklaması
olmadan anlaşılamayacak noktaları açıklamış ve ictihad erbabının ictihad
yoluyla anlayabileceği pek çok konuyu ise açıklamaksızın terketmiştir.
Dolayısıyla Kur'an'ın tefsirinde her zaman için tevkifilik gerekli değildir.
c) Böyle bir konuda
sahabe diğerlerinden daha ihtiyatlı davranırdı.
Buna rağmen, bilindiği
gibi onlar, kendi anlayışlarına göre Kur'an'ı tefsir etmişlerdir ve onlar
vasıtasıyla bu manalar bize kadar ulaşmıştır. Tevkifilik ise böyle bir durumla
bağdaşmaz. Bu durumda, mutlak olarak Kur'an tefsirinin tevkifi olduğunu ve
re'yle tefsirde bulunulamayacağını söylemek sahih değildir.
d) Böyle bir varsayım
mümkün de değildir. Çünkü Kur'an üzerinde durma iki açıdan olur:
I. Şer'i hususlar
açısından. Bu gibi konularda tefsirin tevkifiliğini söylemek, re'y ve ce deli
terketmek kabul görebilir.
II. Arap dili açısından.
Bu konuda tevkifilikten bahsetmek mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı selef-i
salih de öyle yapardı. Bu ise batıldır. Ondan lazım gelen de öyledir. Kısaca,
mesele sözü uzatmaya gerek kalmayacak kadar açıktır.
2. Arap diline ya da şer'i delillere uygun
düşmeyen re'y: Şer'an yerilen re'y işte bu kısım olmaktadır ve bu konuda
herhangi bir tartışma da yoktur. Nitekim bu -Kıyas bahsinde de zikredildiği üzere-
kıyasta da yerilmiş olmaktadır. Çünkü böyle bir re'y, delilsiz olarak Allah'a
karşı yalan uydurmaktır ve bu gibi durumlarda yalan Allah'a dönmektedir. Kur'an
hakkında re'y ile tefsirde bulunmakla ilgili olarak ağır ifadeler içeren sözler
işte bu kısım hakkında gelmiştir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
İbn Mesüd'dan şöyle
rivayet edilir: "Sizi Allah'ın kitabına çağıran kavimler göreceksiniz.
Halbuki onlar, ona arkalarına atmışlardır. Siz ilme sarılın ve bid'at çıkarmaktan
sakının; aşırılığa düşmeyin; eskiye sarılın"
Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Ben sizin hakkınız da iki kişiden endişe ediyorum: Biri Kur'an'a, uygun
olmayan manalar veren kimsedir; diğeri de kardeşini sultana karşı gammazlama
yarışına giren kimsedir"
Yine Hz. Ömer şöyle
demiştir: "Ben bu ümmet hakkında, ne imanı kendisini alıkoyan mü'minden ne
de fıskı açık münafıktan endişe etmiyorum. Benim asıl korkum, Kur'an'ı gayet
iyi okuyan, sonra da çeşitli tevillerle ona uygun olmayan manalar veren kimsedendir"
Hz. Ebü Bekir Sıddik'e:
"Ve fakiheten ve ebben"[Abese 31] ayeti hakkında sorulunca:
"Eğer Allah'ın kitabı hakkında bilmediğim birşeyi söyleyecek olursam,
hangi gök beni altında gölgelendirir ve hangi yer beni üstünde
barındırır?" demiştir.
Bir adam İbn Abbas'a:
"Miktarı ellibin sene olan gün"[Mearic 40] hakkında soru sormuştu.
İbn Abbas ona: "Miktarı ellibin sene olan güne ne olmuş?" diye cevap
verdi Adam: "Bana anlatasın diye sordum" deyince İbn Abbas:
"Onlar, Allah'ın kitabında zikretmiş olduğu iki gündür. Onları Allah
bilir. Biz, Allah'ın kitabı hakkında bilmediğimiz birşeyi söylemekten
hoşlanmayız" demiştir.
Said b. el-Müseyyeb'e
Kur'an'dan birşey sorulduğu zaman: "Ben Kur'an hakkında birşey
söylemem" derdi. Adamın biri, bir ayeti sormuştu da o:
"Bana Kur'an'dan
birşey sorma. -İkrime'yi kestederek- Git, Kur'an'dan hiçbirşey kendisine gizli
kalmadığını sanana sor"demişti. Onun bu sözü, sanki böyle bir iddiada
bulunan kimseye karşı bir tepki oluyordu.
İbn Sirin de şöyle
demiştir "Ubeyde'ye Kur'an'dan birşey sordum. O bana: 'Allah'tan kork ve
doğruluktan ayrılma! Kur'an'ın ne hakkında indiğini bilen insanlar göçüp
gitmiştir.' dedi"
Mesrük ise:
"Tefsirden kaçının; çünkü o Allah'tan rivayette bulunmak anlamına
gelir" demiştir.
İbrahim ise: "Bizim
akranımız, tefsirden kaçınırlar ve bunu gözlerinde büyütürlerdi" derdi.
Hişam b. Urve'den:
"Babamın Allah'ın kitabından bir ayeti tevil ettiğini işitmedim"
dediği nakledilmiştir.
Bütün bunlar, Kur'an
üzerinde duran kimsenin, yerilmiş olan re'ye düşmekten, onun hakkında mesnetsiz
söz etmekten korunma ve sakınmasının gereğini ifade etmektedir.
el-Asmai'nin -ki Arap
dilindeki üstün yeri herkesçe kabul edilir- Allah'ın kitabından hiçbir ayet
tefsir etmediği nakledilir. Bu konuda kendisine bir soru sorulduğu zaman, cevap
vermezdi. Bu rivayet hakkında el-Müberrid'in el-Kamil adlı kitabına bakınız.
FASIL:
Bu konudan çıkarılacak
sonuçlar şunlardır.
1. Kesin bir delilolmadan Allah'ın kitabı hakkında
söz etmekten kaçınmak gerekir. İnsanlar tefsir için gerekli olan ilimler
hakkında üç tabakaya ayrılmaktadırlar:
a) Bu konuda yüksek paye
sahipleri (rusuh mertebesi); Sahabe, tabiin ve onların peşinden gelenler gibi.
Bunlar mesnetsiz Kur'an tefsirinden kaçınmanın ve sakınmanın gereğini
söylemişler, bunun bir cüret işi olduğunu belirterek böylesi bir davranıştan
korkmuş ve kaçmışlardır. Eğer biz, kendimizi ilim ve anlayışta onların ayarında
zannediyorsak-ki heyhat nerede!- bizim de onlar gibi kaçınmamız gerekir.
b) Kendisini onların
ayarında görmeyen, hatta yanlarına bile yaklaşamayacağını düşünen kimseler.
Böyle kimselerin Kur'an üzerinde söz söylemesinin haramlığı konusunda en ufak
bir tereddüt yoktur.
c) Kendisinin
ictihad" mertebesine ulaştığı konusunda kuşkusu olan ya da tümünde değil
de sadece bazı ilimlerde kendisini yeterli gören kimseler. Bu tür insanların da
aynı şekilde Kur'an hakkında söz söylemeleri caiz değildir. Çünkü bu gibilerde
asılolan ilimsizliktir. Kendisinin rüsuh mertebesine ulaştığı konusunda şüphe
ya da tereddüt ettiği sürece, asli men hükmünün kendisi üzerinde hala devam
etmiş olması kuşkusuz söz konusu olacaktır. Şu halde bu konuda herkes kendi
vicdanı ile başbaşadır ve kendi hükmünü kendi verecektir. Belki bu tabakada bulunan
bazı kimseler, kendi sınırlarını aşacaklar ve kendi nefisleri hakkında hüsnü
kuruntuda bulunarak, ilimde yüksek payeye ermiş insanlar gibi Kur'an hakkında
söz etmeye girişeceklerdir. İşte fırkalar buradan doğmuş; mezhepler bu yüzden
ortaya çıkmış ve bunun sonucunda da Kur'an tefsiri konusunda olumsuz gelişmeler
meydana gelmiştir.
2. Kim Kur'an üzerinde bizzat kendisi tefsirde
bulunmaz ve bu konuda kendisinden önce geçmiş alimlere (selefe) itimat ederek,
onların yapmış olduğu açıklamalara atıfta bulanmakla iktifa ederse, bu.
hareketinden dolayı kınanmaz. Bu konuda onun için geniş bir alan vardır; ancak
mutlaka yapması gereken ve zarfrret hükmünce olan bundan istisnadır. Çünkü
Kur'an hakkında değerlendirme, -ilgili yerlerde de açıklandığı gibi- kıyas
hakkındaki değerlendirmeye benzemektedir. Hakkında nass bulunmayan konuda
kıyasta bulunmak hakkında selef, öteden beri sıkıntı duyagelmiştir. Onların bu
tavrını re'y ile Kur'an tefsiri karşısında da aynen görüyoruz. Çünkü mahzur her
ikisinde de aynıdır ve bu, Allah üzerine asılsız söz isnad etmiş olma
korkusudur. Hatta Kur'an hakkındaki söz kıyastan daha da şiddetlidir. Çünkü
kıyas sonuç olarak, kıyası yapan kimsenin görüşü olur. Kur'an hakkında edilen
söz ise, Allah, bu ayetten bunu murad etmiştir, inen bu kelamıyla şunu
kastetmiştir, demeye gelir. Bunun tehlikesi ise daha büyüktür.
3. Kur'an hakkında değerlendirme ve tefsir
yapacak, söz söyleyecek kimsenin devamlı şunu hatırında tutması gerekir: Bu
haliyle o, söylediği sözü Allah'a kastettirmiş olmaktadır. Kur'an, Allah'ın
kelamıdır. O lisanı hal ile şöyle demektedir Bu kelamdan Allah'ın muradı budur.
Şimdi böyle bir kimse, yarın Allah Teala'nın kendisine: "Benim hakkımda
bunu nereden çıkardın?" demesine hazır olsun. Dolayısıyla kişinin, delillere
dayalı açıklamalar olmadıkça, Kur'an hakkında söz etmesi doğru olmaz. Hatta
mücerred bir ihtimalin bulunması bile onun: "Mananın şu şu şekilde olması.
muhtemeldir" demesi için yeterli olmalıdır. Çünkü o zayıf ihtimallerin
dahi, bir esasa dayanması pekala mümkündür. Belli bir esasa dayalı olmayan
ihtimaller ise muteber değildir. Şu halde her ne şekilde olursa olsun, Kur'an
hakkında edilecek her söz için -ister kesin söylensin, ister ihtimalli
bulunsun- mutlaka onun dayandığı esasa tanıklık edecek bir mesnedin bulunması
gerekir. Aksi takdirde o söz batıl olur ve sahibi yeril'miş olan re'yciler
içerisine dahilolur. Allahu a'lem!
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: