EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞER’İ DELİLLER ... KİTAP (KUR’AN) /

ALTINCI MESELE:

 

Zikredilen bu şekil üzere Kur'an'da her şeyin açıklaması bulunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vakıf olan, şeriatın tamamını ihata etmiş olur ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna aşağıdaki hususlar delalet eder:

 

1.    İlgili Kur'an nassları: "Bugün size dininizi tamamladım ... "; "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik"[Nahl 44]; "Kitapta hiçbirşeyi eksik bırakmadık"[En'am 38], "Doğrusu bu Kur'an, en doğru olan yola götürür"[İsra 9] Eğer Kur'an'ın bütün manaları tamamlanmış olmasaydı, o zaman ona böyle denmesi doğru olmazdı. Daha buna benzer, Kur'an'ın hidayet, kalplerde bulunan her şeye şifa olduğunu belirten ayetler bulunmaktadır. Kalplerde bulunan herşeye şifa olabilmesi için, onun herşeyin açıklamasını, çözümünü içermesi gereklidir.

 

2.    Bunu bildiren hadisler ve selefe ait sözler: Mesela Hz. Peygamber [s.a.v.] şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki bu Kur'an, Allah'ın ipidir. O apaçık nurdur, faydalı şifadır. Kendisine tutunan kimse için o, bir korunaktır. O, kendisine tabi olan için bir kurtuluştur. (Ona uyan) eğrilmez ki, doğrultulsun; sapmaz ki azarlansın. Onun hayret edilecek yönleri bitmez, çokça tekrarlamaktan dolayı eskimez"

 

Kur'an'ın mutlak surette Allah'ın ipi, faydalı şifa ... olması, onun her yönden tam olduğunun delilidir. Benzeri bir hadis Hz. Ali vasıtasıyla da rivayet edilmiştir. İbn Mesud'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Her ziyafet veren, verdiği ziyafete gelinmesini sever. Allah'ın ziyafeti de Kur'an'dır" Hz. Aişe'ye Hz. Peygamber'in [s.a.v.] ahlakının nasılolduğunu sorarlar. Cevabında: "Onun ahlakı Kur'an'dı" der. Onun bu sözünü Kur'an da: "Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin"[Kalem 4] ayeti ile tasdik eder. Katade: "Kur'an ile hemhalolan kimse ondan ya bir ziyadelik ya da bir noksanlık ile ayrılır" demiş ve arkasından: "Kur'an'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır"[İsra 82] ayetini okumuştur. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi: "Rabbimiz! Doğrusu biz 'Rabbinize inanın' diye inanmaya çağıran bir davetçiyi işittik de iman ettik"[Al-i İmran 193] ayeti hakkında "O Kur'an'dır. Çünkü onların hepsi Hz. Peygamber'i [s.a.v.] görmemiştir" demiştir. Hadiste: "Kur'an'ı en iyi okuyanları (yani en iyi bilenleri) onlara imamlık yapar" buyurulmuştur. Onların takdim olunmaları, Allah'ın hükümlerini en iyi bilenler olmaları sebebiyledir. Çünkü Kur'an'ı iyi bilen, şeriatın tamamını bilir, demektir. Hz. Aişe: "Kur'an okuyandan daha üstün kimse yoktur" demiştir. Abdullah ise: "Eğer ilim istiyorsanız, (anlayarak) Kur'an'ı tekrarlayın; çünkü onda öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri vardır" demiştir. Abdullah b. Ömer: "Kim Kur'an'ı toplarsa (yani muhtevasıyla birlikte onu öğrenirse), çok büyük birşey yüklenmiş olur. O, nübüvveti iki böğrü içine dürmüş olur; şu kadar ki kendisine vahiy gelmez" Ondan gelen başka bir rivayette: "Kim Kur'an'ı okursa, nübüvvet onun iki böğrü içerisine dürülmüş dur. Bu, sadece onun nübüvvetin getirdiği manaları kendisinde toplamış olması sebebiyledir" demiştir. Daha başka bunlara benzer konumuza delalet eden sözler vardır.

 

3.    Tarihi uygulama: Tarih süreci içerisinde hiçbir alimin herhangi bir konuda Kur'an'a başvurması sonucunda onda şöyle ya da böyle bir delil bulamadığı görülmemiştir. Yeni yeni ortaya çıkan olaylar karşısında en zor durumda kalabilecek fırka, kıyası delilolarak kabul etmeyen Zahiri mezhebi olmalıdır. Buna rağmen hiçbir meselede delil getirme konusunda onların çaresizlik içerisine düştükleri vaki değildir. Zahiri imamlarından İbn Hazm şöyle demiştir: "Fıkhın bütün konuları istisnasız kitap ya da sünnette bir temele dayanır ve Allah'a hamdolsun ki biz bunu biliriz. Ancak kıraz (mudarabe) bundan hariç; biz ona her ikisinde de bir temel bulamadık" Bilindiği gibi, (İbn Hazm'ın Kur'an ya da sünnetten bir temele dayandıramadık dediği) kıraz, icare türlerinden biridir. İcarenin aslı ise Kur'an'da sabittir ve onu Hz. Peygamber'in [s.a.v.] kendi döneminde sürmekte olan uygulamayı onaylaması ve sahabenin tatbikatı açıklamaktadır.

 

İTİRAZ: Birileri çıkarak şöyle diyebilir: Bu dedikleriniz doğru değildir. Çünkü Kur'an'da hiç yer almayan fakat şeriatta sabit bulunan meseleler ve kaideler bulunmaktadır. Bunlar sünnete dayanmaktadır. Sahihte yer alan şu hadis de bu tezimizi doğrular: Hz. Peygamber [s.a.v.] şöyle buyurur: "Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış bir halde, kendisine benim, sünnetimden bir emir ya da yasak geldiğinde: 'Onu tanımıyorum. Biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız.' der bir halde bulmayayım" Bu bir yergidir ve hadis aynı şekilde sünnete de itim at edilmesini amirdir. Allah Teala'nın şu buyruğu da bunu tasdik etmektedir: "Eğer bir konuda çekişirseniz, onun halini Allah'a ve RasUlüne çevirin"[Nisa 59] Meymun b. Mihran, ayeti "Allah'a çevirmek, Kitab'ına vurmaktır. Rasulüne çevirmekten maksat da eğer hayatta ise bizzat kendisine, öldükten sonra da sünnetine başvurmak demektir" şeklinde açıklar. Benzeri bir ayet de şudur: "Allah ve peygamberi birşeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek eyaraşmaz"[Ahzab 36]

 

Şöyle deni(lemez): Sünnet, Kur'an'ın beyanı olması açısından alınır; çünkü Allah Teala "İnsanlara indirileni kendilerine açıklayasın diye ... "[Nahl 44]  buyurmaktadır. Bu ise deliller arasını birleştirmek olur. Çünkü biz diyoruz ki: Eğer sünnet Kitab'ın beyanı mahiyetinde ise, o zaman o, sünnetin iki kısmından birine dahilolur. Sünnetin bir ikinci kısmı daha, vardır ki, o Kitab'ın hükmüne ziyade getirmektedir. Mesela, kadının, halası ya da teyzesi üzerine nikahlanmasının, ehli eşeklerin ve kesici (köpek) dişi olan yırtıcı hayvanların yenilmesinin haram kılınması gibi ki bunlar, Kitap'ta yer almayan ve sadece sünnet ile haram kılınan şeylerdir. Hz. Ali'ye şöyle denildi: "Sizin yanınızda yazılı birşey (kitap) var mı?" Cevabında: "Hayır, ancak Allah'ın kitabı var veya müslüman bir adama verilen anlayış var, ya da şu sahifede bulunanlar var" dedi. Ravi diyor ki: "Peki, o sahifede ne var?" diye sordum. O: "Diyet hükümleri, esirin salıverilmesi, müslümanın kafir karşılığında öldürülmemesi" diye cevap verdi. Bu hadis, her ne kadar onların yanında Allah'ın kitabından başka bir kitap olmadığını gösterirse de, aynı zamanda Allah'ın kitabında bulunmayan bazı şeylerin de bulunduğuna delalet eder. Bu ise sizin koyduğunuz esasa ters düşer.

 

CEVAP: Bu itirazın cevabı inşallah ikinci delil yani Sünnet'in açıklanması sırasında verilecektir.

 

Kur'an'dan yapılan nadir istidlallerden biri Hz. Ali'den gelen hamilelik süresinin (en az müddetinin) altı ay olduğudur. O bu sonucu: "Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer"[Ahkaf 15] ayeti ile "Onun sütten kesilmesi iki yıldır"[Lokman 14] ayetinden çıkarmıştır. Malik b. Enes, sahabeye söven kimsenin fey'den payı olmayacağına şu ayetle istidlalde bulunmuştur: "Onlardan sonra gelenler: 'Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalblerimizde mü'minlere karşı kin bırakma .. .' derler" Bazıları çocuk mülk edinilemiyeceğini söylemişler ve bunu: "Rahman çocuk edindi dediler. Haşa; hayır; melekler şerefti kılınmış kullardır"[Enbiya 26] ayetinden çıkarmışlardır. İbnu'l-Arabi, ceninin kan pıhtısı (alak) haline dönüşmeden önceki haline "insan" denilemeyeceğine: "İnsanı, kan pıhtısından yarattı"[Alak 2] ayetini delilolarak kullanmıştır. Münzir b. Said, Arabın tabiatında, Araplara ait özelliğin mevcut bulunmadığına: "Allah sizi annelerinizin karnından birşey bilmez halde çıkarmıştır"[NahI 78] ayetiyle istidlalde bulunmuştur. Bu konuda en ilginç olanı, Kurtubalı İbnu'l-Fahhar'ın istidlalidir: O, olumsuz cevap verirken başın yana sallanmasının, olumlu cevap verilirken ise öne eğilmesinin, doğuluların yaptığının aksine daha uygun olduğunu çünkü Allah Teala'nın: "Onlara: 'Gelinde Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin' dendiği zaman başlarını (yana) çevirirler"[Münafikun 5] buyurduğunu söylemesidir. Sufi Ebu Bekir eş-Şibli, birşey giydiği zaman onun bir yerini yırtardı. İbn Mücahid: "Kendisinden yararlanılan birşeyi ifsad etmenin ilimde bir yeri var mı ki?" diye sorduğu zaman: "Süleyman: 'Onları bana getirin' dedi. Bacaklarını ve boyunlarını vurmaya başladı" ayetini okudu. eş-Şibli sonra: "Kur'an'da sevgilinin sevgilisine azap etmeyeceği nerededir?" diye sordu. İbn Mücahid sustu ve ona: "Sen söyle!" dedi.

 

O "Yahudiler ve hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyle ise günahlarınızdan, ötürü size niçin azabediyor? .. "[Maide 18] ayetidir, dedi. Bazıları, kadınları dinlemenin caiz olmadığı görüşlerine: "Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: 'Rabbim, bana kendini göster bakayım' dedi'' ayetini delil olarak kullanmışlardır. Bu istidlal şekillerinden bazıları tartışmaya açıktır.

 

 

FASIL:

 

Buna göre, en kamil şekilde hakkında bilgi sahibi olunması istenen her meselenin mutlaka önce Kur'an'a vurulması gerekecektir. Eğer Kur'an'da bizzat ele alınmışsa ya da nev'ine veya cinsine ait açıklama bulunmuşsa, bunlar esas alınarak o mesele dindeki yerine oturtulacaktır. Eğer orada mesele hakkında birşey bulunamazsa, o zaman çeşitli bakış açıları ve değerlendirme şekilleri ortaya çıkacaktır. Belki onlar -inşallah- yerinde zikredilecektir.

 

Deliller bölümünün birinci kısmında geçtiği üzere; her şer'i delil ya kesindir; ya da sonuç itibarıyla kesin olan bir asla çıkmaktadır. Kat'i olan kaynaklar içerisinde en üst mertebeyi Kur'an nassları teşkil eder. O, ilk başvurulacak kaynaktır.

 

Ancak amaç, meselenin hükmünün tesbiti değil de sadece amel ise, o zaman ahad yolla nakledilen sünnete başvurmakla da yetinilebilir. Nitekim böyle bir durumda müctehidin görüşüne başvurmak da yeterli olmaktadır. En zayıf olanı ise bu sonuncusudur. Meselenin illa da Kur'an'dan bir asla dayandırılması, o meselenin kendisine başvurulabilecek bir esas halini alabilmesi ya da o şeyin dinden sayılabilmesi için buna olan ihtiyaç sebebiyledir. Bunun için, o meselenin sadece vahid haber yoluyla öğrenilmiş olması yeterli değildir. Nitekim bu konu daha önce geçmişti.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

YEDİNCİ MESELE