EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞER’İ DELİLLER ... KİTAP (KUR’AN) /

DÖRDÜNCÜ MESELE:

 

Eğer Kur'an'da müjde içeren bir ayet gelmişse, mutlaka beraberinde veya sonunda ya da öncesinde uyarı içeren ayet de gelmiştir. Aksi de aynı şekilde varittir. Keza umut verici ayetler korkutucu ayetlerle denge le nmiştir. Bu manaya çıkan şeyler de aynıdır, mesela cennet ehli zikredilmişse, buna mukabil cehennemlikler de zikredilmiştir. Aksi de böyledir. Amelleri sebebiyle cennete hak kazananların zikredilmesi umutlandırma; amelleri yüzünden cehenneme gideceklerin zikredilmesi de korkutma anlamına gelir. Dolayısıyla bu gibi şeylerin zikri sonuç itibarıyla müjdeleme ve korkutma esasına çıkar.

 

Bunun doğruluğuna, ayetlerin değerlendirilmeye arz edilmesi delalet' eder. Dikkat edilirse görülecektir ki Allah Teala hamdi (övgü) kitabı için fatiha (açılış cümlesi) yapmıştır. Bu sürede "İhdina's-sırata'l-müstekim ... vela'd-dallın" buyurulmuş ve cennetlik-cehennemlik her iki zümreden de söz edilmiştir. Ondan sonra gelen Bakara süresine yine her iki grubun zikri ile başlanmış ve "Müttekıler için bir hidayettir" buyurduktan sonra" hemen arkasından: "Şüphe yok ki, inkar edenleri başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir; inanmazlar ... "[Bakara 6] buyurarak kafirlerden söz etmeye başlamış ve arkasından münafıkların durumunu ele almıştır. Onlar da, kafirlerden bir sımf olmaktadır. O bitince hemen takva ile emretmiş, sonra cehennem ile korkutmuş, sonra umut vermiştir: ''Yapamazsanız -ki yapamayacaksınız- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının"[Bakara 24] Bunun hemen arkasından: "İnananlar ve yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele ... " diye müjde içeren ayetler getirmiş, arkasından, '''Allah sivrisineği ve onun üstününü misalolarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise ... "[Bakara 26-27] ayetlerini getirmiştir. Sonra Adem kıssasında da aynı şekilde zikretmiştir. İsrailoğullarına olan Allah'ın nimetleri, sonra haddi tecavüz etmeleri ve küfre düşmeleri hatırlatılmış ve şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz inananlar, yahudi olanlar ... "[Bakara 62] ta " ... Onlar orada temellidir"[Bakara 81] ayetine kadar. Sonra taşkınlıklanm izaha başlamış ve "Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşki bilselerdi"[Bakara 102] ayetine kadar devam etmiştir. Bu korkutma olmaktadır. Sonra: "Onlar inanıp, Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, Allah katından olan sevap daha hayırlı olurdu. Keşki bilselerdi!"[Bakara 103] buyurmuştur ki bu da umut vermedir. Sonra kıblenin değiştirilmesi konusunda muhaliflerin durumunu izaha başlamış, daha sonra: "Hayır, öyle değil. İyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin ecri Rabbinin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecekler"[Bakara 112] buyurmuş, sonra onların durumlan hakkında söz etmiştir. Arkasından: "Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak on(ar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir"[Bakara 121] buyurmuştur. Sonra İbrahim [s.a.v.] ve oğullarının kıssasım zikretmiş ve bu esnada hem korkutucu hem de müjdeleyici unsurlara yer vermiş ve böylece de bitirmiştir. Bu sözünü ettiğimiz birlikte zikrederek dengeleme esası çok sürmeden her yerde karşına çıkar. Bazen maksadı ortaya koyma esnasında araya başka şeyler girebilir ve sonra tekrar dönülür ve bu böyle devam eder gider.

 

Allah Teala, En'am süresinde -ki bu slire, Bakara sliresi Medeni slirelere göre ne ise Mekki slirelere nisbetle odur- şöyle buyurur: "Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a aittir. Öyle iken inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar''[En'am 1] Allah Teala, bundan sonra kesin deliller ikame eder ve ondan sonra onların küfürlerinden bahseder ve bu yüzden onları korkutur. Sonra şöyle buyurur:

"O, rahmet etmeyi kendi üzerine yazmıştır; and olsun ki sizi vukuu şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplayacaktır''[En'am 12] Bu ayetle Allah Teala, rahmeti üzerine yazmasına yeminle, emrine muhalefet edene yönelttiği azap vaidini mutlaka gerçekleştireceğini beyan buyurdu. Bu açık bir korkutma uslubu olurken zımnen de umut verme içermektedir. Sonra: "Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım''[En'am 15] ayeti gelmiştir ki bu da korkutmadır. Peşinden gelen: "O gün kimden azap savulursa, şüphesiz o kimse rahmete erişmiştir" ayeti umut verici mahiyettedir. Keza: "Allah, sana bir sıkıntı verirse ... ''[En'am 17] ayeti de bu dengelemeyi açıkça göstermektedir. Sonra korkutucu üslup, "Ahiret yurdu sakınanlar için daha iyidir''[En'am 32] ayetine kadar devam etmektedir. Sonra: "Ancak kulak verenler daveti kabul ederler .. .''[En'am 36] buyruğu gelir. Bunun naziri: "Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir" [En'am 39] ayetidir. Sonra duruma uygun düşecek şekilde devam eder ve sonunda: "Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur"[En'am 48] buyurur. İşte böyle ... Değerlendirme sırasında bu tertibe dikkat etmelisin. Bunun sonunda dikkat çekilen esasın doğruluğunu göreceksin. Eğer söz uzamayacak olsaydı, bu konuda pek çok örnek getirebilirdik.

 

 

FASIL:

 

Yer ve durum gerektirdiğinde, korkutma ve müjdelemeden biri üzerinde daha ağırlıklı olarak durulabilir.

 

Korkutucu ayetler gelir ve bu tema üzerinde fazlaca durulabilir; ancak böyle bir durumda umut kapısı hiçbir zaman kapatılmaz. En'am süresinde olduğu gibi. Çünkü bu süre hakkı ortaya koymak ve Allah'ı inkar edenlere, delilsiz, mesnetsiz kendiliğinden birşeyler uydurup onlara tapanlara, Allah yolundan sapanlara, inkar edilmeyecek şeyleri inkar edip husümet gösterenlere karşı tavır koymak için gelmiştir. Tabii olarak bu makam korkutucu üslübun dozunun artınImasını, uzun uzadıya onların takbih edilmesini, azarlanmasını gerektirecektir. Bu yüzden baştan sona korkutucu üslüp, sürede hakim gözükmektedir. Buna rağmen hiçbir zaman müjdeleme yönü de ihmal edilmemiş ve umut kapısı hep açık tutulmuştur. Çünkü onlar bu yolla Hakka çağrılmaktadırlar. Öbür taraftan daha önce davet yapılmış bulunuyordu. Burada yapılan sadece hem korkutarak hem de müjdeleyerek yapılan çağrının teyid ve tekidi oluyordu. Kaldı ki aldanma ve yanılma ihtimallerinin çok olduğu yerlerde tabii olarak uyarı yönü müjdeleme yönünden daha ağır basar. Çünkü mefsedetin uzaklaştırılması daha önemlidir ve önce gelir ..

 

Bazen de umut verici ve müjdeleyici ayetler gelir ve ağırlıklı olarak bunun üzerinde durulur. Bu umut kesilen ya da umutsuzluğa düşülebilen konularla ilgili olur. Mesela: "De ki! Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarımı Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar''[Zümer 53] ayeti böyledir. Müşriklerden bazı kimseler, adam öldürmüşler, zina etmişler,.üstelik bunları tekrar tekrar yapmışlardı. Bunlar, Hz. Peygamber'e [s.a.v.] geldiler ve "Anlattıkların ve çağrıda bulundukların gerçekten güzel. Söyler misin, acaba bizim yaptıklarımıza bir keffaret var mıdır?" dediler. Bunun üzerine bu ayet indi. Söz konusu olan, korku mahalliydi ve umutların tamamen kaybolduğu bir durumdu. İşte bu husus göz önüne alınarak ayet, umut verme tarafı ağır basarak gelmiştir. Aynı şey şu ayet için de varittir: "Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıL. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir"[Hud 114] Ayetin nüzül sebebi hakkında Tirmizi veya Nesai'ye vb. bakınız.

 

Kulların emir ve yasakları ihlal tarafı ağır bastığı zaman, korkutma yönü de ağır basmaktadır. Ancak bu her zaman ve her yerde söz konusu olmayıp, bu ihtimalin ağır bastığı yerlerde geçerlidir. Eğer bu ikisinden biri diğerine açık bir şekilde galebe çalma durumu yoksa, o zaman müjdeleyici ve korkutucu nasslar hep dengeyi sağlayacak şekilde gelmiştir. Bu konu ile ilgili olmak üzere geniş açıklamamız Makasıd bölümünde geçmişti. Bu vesileyle Allah'a ham d ederiz.

 

İTİRAZ: Bu söyledikleriniz bidüziye (muttarid) değildir. Bazen olur ki bu ikisinden biri gelir, diğeri ile ilgili hiçbir söz edilmez. Mesela korkutucu ifadeler gelir, umut verici ifadelere ise yer verilmez ya da bunun aksi olur.

 

Mesela: Hümeze süresi sonuna kadar korkutucu ayetleri içerir. Alak süresi "Ama insanoğlu kendisini müstağni sayarak azgınlık eder"[Alak 6] ayetinden sonuna kadar öyledir. Fil süresi böyledir. Ayetlerden "İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları bi şeyden dolayı incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir. günah yüklenmiş olurlar"[Ahzab 58] gibi.

 

Diğer taraftan Duha ve İnşirah süreleri sonuna kadar müjdeleyici türdendir; korkutucu unsur içermezler. Ayetlerden de şunları örnek verebiliriz: "İçinizden lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, görmezlikten gelsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız?"[Nur 22]

 

Ebü Ubeyd nakleder: İbn Abbas ile Abdullah b. Amr bir araya gelirler.

 

İbn Abbas ona: "Allah'ın Kitabında hangi ayet en fazla umut vericidir" diye sorar. O: "De ki! Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarımı Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar"[Zümer 53] ayetidir der. İbn Abbas: "Hayır! "İbrahim: 'Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster' dediğinde, 'İnanmıyar musun?' deyince: '(Bela) Evet inanıyorum, fakat kalbi m itmi'nan bulsun.' demişti''[Bakara 260] ayetidir. Allah, ondan 'bela' cevabıyla razı olmuştur" der. Abdullah: "Bu ayet, kalbe şeytanın ilka ettiği vesveseler hakkındadır" diye karşılık verir.

 

İbn Mesüd da şöyle demiştir: "Kur'an'da öyle iki ayet vardır ki; bir günah sebebiyle müslüman kul onlan okuyacak olursa mutlaka Allah Teala onu affeder" Übeyy b. Ka'b, onun bu sözünü: "Onlar fena birşey yaptıklarında, veya kendilerine zulmettiklerinde Aİlah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler ... ''[Al-i İmran 135]; "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur''[Nisa 110] ayetleriyle açıklamıştır.

 

Yine İbn Mesüd şöyle der: "Nisa süresinde beş ayet vardır ki, dünya ve üzerinde olan herşey benim olsa, onlar için sevindiğim kadar sevinmezdim. Gördüğüm kadanyla alimler onu anlamamaktadırlar. Bunlar şunlardır: "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştirir''[Nisa 31], "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz .. .''[Nisa 40]; "Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar''[Nisa 48]; "Onlar kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi''[Nisa 64]; "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur''[Nisa 110]

 

Bu kabilden olan örnekler çoktur. Eğer araştıracak olursanız, onları kolayca bulabilirsiniz. Bu durumda kaide bidüziyelik göstermemektedir. Bu konuda denilebilecek söz şu olmalıdır: Her konuya uygun düşecek üslüp, her makama münasip söz vardır. Beyan ilminde bidüziyelik gösteren şey de budur. Ancak öne sürdüğünüz anlamda bir tahsis söz konusu edilecekse, cevap hayır olacaktır.

 

CEVAP: İtiraz olarak ileri sürülenler, daha önce ortaya konulan esası zedeleyecek mahiyette değildir, onlara genel ve ayrıntılı olmak üzere iki şekilde cevap verilecektir:

Genelolarak cevabımız şöyle olacaktır: Genel durum ve yaygın olarak geçerli olan kanun, bizim arzettiğimizdir. Cüz'i ve az sayıda istisnaların bulunması, bu kuralı bozacak mahiyette değildir. Çünkü (akli olmayan) vaz'i meselelerde çoğunluk halde bulunan birşeyin külli olması ve hüküm esnasında ona dayanılması ve üzerine hüküm binasında bulunulması sahih olmaktadır. Aynen varlık aleminde cari olan adetlerde olduğu gibi. Hiç şüphe yoktur ki, itiraz sadedinde ileri sürülen şeyler azınlıktadır ve bunu yapılan istikra göstermektedir. Dolayısıyla böyle bir azlık, ekseriyete dayanılarak konulan esası zedeleyici olmaz.

 

Ayrıntılı cevap: Hümeze süresi kafirlerden belli bir kimse hakkında inmiş, şahsa özel mahiyetli bir süredir. O, Hz. Peygamber'i [s.a.v.] çekiştirip, alaya. alması.sebebiyle inmiştir. Dolayısıyla bu sure, onun yaptığı bu çirkin amelin cezasını bildirmektedir; yoksa süre korkutma sadedinde indirilmemiştir. Bu yüzden de konumuzIa ilgisi yoktur. Aynı izah, "Ama insanoğlu kendisini müstağni sayarak azgınlık eder"[Alak 6] ayeti hakkında da geçerlidir. "İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları birşeyden dolayı incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar"[Ahzab 58] ayeti hakkında da söylenecek söz aynıdır. 

 

Duha ve İnşirah sürelerinin muhtevaları da aynı şekilde bizim konumuzla ilgili değildir. Onlarla, Allah Teala'nın kendisine olan lütfundan dolayı Hz. Peygamber'e [s.a.v.] şükredilmesi emredilmektedir.

 

"İçinizden lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, görmezlikten gelsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? [Nur 22] ayeti de özelolarak Hz. Ebü Bekir ile ilgilidir. Kızı Aişe'ye atılan iftiradan dolayı başına gelen sıkıntılardan kurtarılmış ve bu ayet (daha önce yoksul ve muhacir olan akrabasının yapmakta olduğu ve iftiraya karıştığı için artık yapmayacağına dair yemin ettiği yardımı yapmasına) üstün ahlak anlayışının gereklerini tamamlamaya ve eskiden yaptığı gibi onu sürdürmeye teşvik mahiyetinde gelmiştir. Aslında bu yardım ona vacip değildi ve iftiraya karışması sebebiyle yapmak niyeti de yoktu. Ancak Allah Teala, üstün ahlakın bir gereği olarak ona bu yardımı sevdirdi.

 

"De ki! Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarımı Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin"[Zümer 53] ayeti ve beraberinde zikredilenlere gelince, aslında onların ileri sürdükleri zıtlığın bizim konumuzIa ilgisi yoktur. Aksine yapılan işte, ayetleri müstakil olarak ele alıp değerlendirme durumu vardır. Dikkat edilecek olursa ''Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin" ayetinin [Zümer 53] hemen arkasından "Rabbinize yönelin (inabe). Azap size gelmeden önce O'na teslim olun ... "[Zümer 54] ayeti gelmekte ve "inabe" istenmektedir. Bu ise gerçekten korkutucu bir ayettir ve azaba düşmekten kaçınmak için harekete geçirici özelliktedir. Daha önce anlatılan nüzül sebebi de ayetten maksadı anlatmaktadır. "Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin" sözü, daha önce işlemiş oldukları ğünahlarını affedilmeyeceği korkularını kaldırmaktadır.

 

"Hayır! 'İbrahim: Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster' dediğinde, 'İnanmıyar musun?' deyince: '(Bela) Evet inanıyorum, fakat kalbim itmi'nan bulsun.' demişti"[Bakara 260] ayeti hakkında ileri sürülen, onun manası ve ondan çıkarılacak sonuç üzerinde kısmen durulmuş olmasındandır. Aksi takdirde 'İnanmıyor musun?' sözü mü'min olmaması sebebiyle korkutma manasına işaret içeren bir takrir olur. "Bela" deyince, maksüd hasıl olmuştur.

 

"Onlar fena birşey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler ... "[Al-i İmran 135] ayeti hakkında söylenecek söz de aynen ''Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin"[Zümer 53] ayeti gibidir.

 

"Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur"[Nisa 110] ayeti ise bizim esasımız altına dahildir. Çünkü bu: "Hainlerden taraf olma"[Nisa 105]; "Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma ... Kıyamet günü onları Allah'a karşı kim savunacak. Veya onların vekaletini kim üzerine alacaktır"[Nisa 107-109] ayetlerinden sonra gelmiştir.

 

"Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştirir"[Nisa 31] ayeti sürenin ta başından beri yetim malı yemek, vasiyette zulüm yapmak. .. vb. gibi büyük günahlara karşı yapılan korkutucu ifadelerden sonra gelmiştir. Dolayısıyla bu ayet, daha öncesinde korkutucu ayetler bulunan umut verici bir ayet olmaktadır.

 

"Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz ... "[Nisa 40] ayetine gelince, bunun hemen arkasından "O gün, inkar edip peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ... "[Nisa 42] ayeti gelmiştir. Daha öncesinde ise: "Onlar cimrilik ederler ... Kafirlere aşağılık bir azap hazırlamışızdır"[Nisa 37] ayeti geçmiştir. Dahası, "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz ... "[Nisa 40] ayeti haddizatında hem umut hem de korku vericidir.

"Onlar kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi"[Nisa 64] ayetinde de durum aynı şekildedir ve hem öncesinde hem de sonrasında dehşet verici korkutucu ifadeler gelmiştir. Dolayısıyla o da bizim esasımız çerçevesi içerisindedir.

 

"Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar"[Nisa 48] ayeti ise hem korku hem de umut vericidir. Çünkü şirkin dışındaki affı "dilediğine" diye kayıtlamıştır. Sonra İbn Mesüd'un "Nisa süresinde beş ayet vardır ki, dünya ve üzerinde olan herşey benim olsa, onlar için sevindiğim kadar sevinmezdim" şeklindeki sözünden maksadı, bu ayetlerin sadece umut verici oluşları değildir. Aksine onun muradı -Allah daha iyi bilir ya- onların şeriatta muhkem külli esaslar oluşturduğu, onların pek çok ilim içerdiği, dinde pek çok kaideleri kuşatmış olmalarıdır. İşte bunun içindir ki "Gördüğüm kadarıyla alimler onu anlamamaktadırlar" demiştir.

 

Bu sabit olunca şu sonuca ulaşılmış olur: Bütün bu geçenler, konulan esas üzere yürümektedir. Kur'an, her hal ve duruma uygun olarak, korkutucu ya da müjdeleyici şekil üzere inzal olunmuştur. Asıl amacımız bu olmaktadır. Yoksa Kur'an'ın bu iki yünden birini ihmal ederek sırf diğeri için inmiş olduğunu söylemek değildir. Varmak istediğimiz sonuç işte budur. Başarı ancak Allah'tandır.

 

 

FASIL:

 

İşte bu esastan hareketle kulların korku ile umut arasında olmaları gerekir. Çünkü imanın hakikati zaten bundan ibarettir. Buna Kur'an'dan özelolarak delalet eden deliller de vardır: "Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işte yarış ederler ... "[Mü'minun 57-61]; "İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar"[Bakara 218]; "Taptıkları putlar, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar, O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar"[İsra 57]

 

Kısaca diyebiliriz ki, eğer çözülme ve muhalefet tarafı galebe çalıyorsa, onun korku tarafı daha yakın olacaktır. Eğer teşdid ve ihtiyat tarafı ağır basıyorsa, umut tarafı ona daha yakındır. Hz. Peygamber [s.a.v.] ashabını işte bu yolla irşad ediyor ve eğitiyordu. Bazı durumlar hakkında korku ve ümitsizlik tarafı ağır basmışsa onlar hakkında:. "De ki! Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarımı Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin"[Zümer 53] ayeti gelmiş, eğer bazı durumlarda ihmaller görülmüşse, o zaman da korkutulmuş ve azarlanmışlardır: "İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları birşeyden dolayı incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar"[Ahzab 58] ayetinde olduğu gibi.

 

Kur'an'ın tertibinden ve ayetlerinin manalarından bu esas çıktığına göre, mükellefin onun gereği doğrultusunda hareket etmesi ve hep korku ile ümit arasında olması gerekir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

BEŞİNCİ MESELE