EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞER’İ DELİLLER
... KİTAP (KUR’AN) /
ÜÇÜNCÜ MESELE:
Kur'an'da yer alan her
naklin (hikaye, kıssa, söz) mutlaka ya önünde ya da
sonunda -ki çoğu kez bu şekilde olur- bir red bulunur ya da bulunmaz. Eğer o
nakl e karşı bir red varsa, onun batıl ve yalan olduğu konusunda herhangi bir
problem bulunmayacaktır. Eğer reddine dair bir izah yoksa,
o zaman bu o nakledilen şeyin sıhhat ve doğruluğunu gösteren bir
delilolacaktır.
Birincisi açıktır ve
hakkında delil ikamesine gerek yoktur. Ancak örneklerle konunun açıklık
kazanmasına çalışılacaktır: Allah Teala, Kur'an'da: ''Allah, hiçbir insana
birşey indirmemiştir" sözlerini naklettikten sonra onların bu sözünü,
arkasından: "De ki: Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği
Kitab'ı kim indirdi?"[En'am 91] buyurarak reddetmiştir. Allah'ın yarattığı
hayvanlar ve ekinlerden ayırdıkları pay için "Bu Allah'ındır, bu da
putlarımızındır"[En'am 136] sözlerini "Kendi kuruntularınca" ve
"Ne kötü hüküm veriyorlar!" ifadeleriyle reddetmiştir. Sonra:
"Bu hayvanlar ve
ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır, bir kısım hayvanlar üzerine
yük vurmak da haramdır ... " sözlerini
naklettikten sonra bunu, ''Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları
cezalandıracaktır"[En'am 138] buyruğu ile reddetmiştir. Sonra: "Bu
hayvanların, karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup,
eşlerimize yasaktır. ÖLÜ doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar" sözlerini
naklettikten sonra bunun fesadına "Allah, bu tür sözlerin cezasını verecektir"[En'am
139]. buyruğu ile işaret etmiştir. "İnkar edenler: Bu Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka
bir topluluk yardım etmiştir" diye naklettikten sonra onların bu
iddiasını: "Haksız ve asılsız bir söz uydurdular"[Furkan 4] buyurarak
reddetmiştir. "Kur'an, öncekilerin masallarıdır ...
" sözlerini, arkasından gelen:
"De ki: O'nu
göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir"[Furkan 5] buyruğu ile
reddetmiştir. "Bu zalimler inananlara: 'Siz sadece büyülenmiş bir adama
uyuyorsunuz' dediler" sözlerini: "Sana nasıl misal getirdiklerine
bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar''[Furkan 8-9]
buyruğu ile reddetmiştir. "Kafirler: 'Bu pek yalancı bir sihirbazdır,
tanrıları tek bir tanrı mı yaptı ... Kur'an aramızda
Mukammed'e mi indirilmeliydi?" sözlerini: "Hayır; bunlar
Kur'an'ımızdan şüphededirler''[Sad 4-8] buyurarak
reddetmiştir... "Rahman çocuk edindi" sözlerini pek çok çeşitli yer
ve münasebetlerle reddetmiştir. Mesela: "Haşa;
hayır,' melekler şerefli kılınmış kullardır"[Enbiya 26]; ''Allah oğul
edindi, dediler. Haşa, oysa göklerde ve yerde olanlar
O'nundur''[Bakara 116]; ''Allah oğul edindi, dediler. Haşa,
O müstağnidir, göklerde ve yerde olanlara sahiptir"[Yunus 68];
"Rahman'a çocuk isnad etmelerinden dolayı, neredeyse gökler paralanacak,
yer yarılacak, dağlar göçecekti"[Meryem 90] Ve buna benzer daha pek çok
örnek. Kur'an'ı okuyan ve bu konuyu hatırında tutan kimse; bu söylediklerimizi
rahatlıkla anlayacaktır.
İkincisine gelince, bu
da açıktır. Ancak o nakledilen şeyin sıhhat ve doğruluğuna delil, bizzat o
olayın anlatılmış olmasından çıkarılmaktadır. Çünkü Kur'an, hak ile batılı
ayıran, her şeyi açıklayan, doğruyu gösteren anlamında furkan, hidayet, burhan,
beyan ve tibyan gibi adlarla anılmaktadır. O, genel anlamda ve tafsilat üzere,
mutlak ve umum olarak bütün yaratıklara karşı Allah'ın hüccetidir. Onun bu
özelliği, içerisinde hak olmayan birşeyin nakli karşısında susmuş olması ve
onun ba.tıllığı.na dikkat çekmemesi ile bağdaşamaz.
Sonra, eski ümmetlerin
şeriatlerinden ve hükümlerinden naklolunanların tümü, eğer fesatları ve Allah'a
karşı düzülmüş iftira oldukları belirtilmemişse hak olmakta ve bir grup ulemaya
göre bizim şeriatımızda da şer'i bir delil kılınmaktadır. Diğer bir grup ise
onun delilliğini reddetmektedirler. Ancak bu, onların doğru olmadıktan
açısından olmamakta, bir başka sebepten olmaktadır. Dolayısıyla İslam uleması,
Kur'an'da anlatılan bu gibi hükümlerin bizim şeriatımız gibi hak ve doğru
olduğunda ittifak etmişlerdir. Buna göre ikisi arasındaki ayırım sadece nesh
yoluyla olmaktadır. Eğeronda bulunan bir başka hususa dikkat çekilmişse, o
zaman onun hükmü birinci türden olacaktır: Mesela Allah Teala'nın şu
ayetlerinde olduğu gibi: "Oysa onlardan birtakımı Allah'ın sözünü
işitiyor, ona akılları yattıktan sonra bile bile onu tahrif ediyorlardı"[Bakara
75], "Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de 'Böyle bir fetva size
verilirse alın, verilmezse kaçının' derler ...
"[Maide 41], 'Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: 'işittik ve
karşı geldik, kulak vermeyerek dinle' ve dillerini eğip bükerek ve dini
yererek: 'Bizi de dinle' diyenler vardır"[Nisa 46] Bu tarzda olanlar,
batıllığı. açık olan birinci kısım içerisine girerler.
İkinci kısmın örnekleri
içerisine, Kuran'ın önceki ümmetler hakkında anlattıkları şeylerin tümü girer;
peygamberlerden ve velilerden bahsetmesi gibi ki, Zülkarneyn kıssası, Hızır ile
Musa kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası vb. bunlardandır.
FASIL:
Bu aslın
bidüziyeliğinden dolayıdır ki, mantıkçılar buna itimat etmiş ve usulcülerden
bir grup, kafirlerin furu ile muhatap olduğuna bununla
istidlalde bulunmuşlardır. çünkü ayette şöyle
buyurulmaktadır: "Suçlulara: 'Sizi bu yakıcı ateşe sokan nedir?' diye
sorarlar. Onlar derler ki: "Namaz kılanlardan değildik, düşkün kimseyi doyurmazdık ... "[Müddessir 43] Eğer onların bu sözü
batıl olsaydı, Allah Teala mutlaka onu naklettikten sonra reddeder, yanlış
olduğunu açıklardı.
Ashab-ı Kehfin yedi
kişi, sekizincilerinin de köpekleri olduğuna yine bu esastan hareketle
istidlalde bulunulmuştur. Şöyle ki Allah Teala: ''Ashab-ı Kehf üçtür,
dördüncüleri köpekleridir" ve "Beştir, altıncıları köpekleridir"
diye nakilde bulunduktan sonra "Karanlığa taş atar gibi" tabirini
kullanarak onların bu sözlerini reddetmiştir. Yani onların bu konuda tabi
oldukları bir delilleri yoktur, sadece zanna tabi olmaktadırlar. Zan ise hakkı
ortaya koymaz. Ancak: "Onlar yedidir, sekizincileri köpekleridir"
diye nakilde bulunduktan sonra bunun da batıl olduğunu belirtmemiştir. Aksine
"De ki: Onların sayılarını en iyi bilen Rabbimdir. Onları pek az kimseden
başkası bilmez"[Kehf 22] buyurmuştur. Ayetin bu şekilde sevki, ilk iki
görüşün değil de bu sonuncusunun sahih olduğunu gösteren bir delil olmaktadır.
Rivayete göre İbn Abbas:
"Ben, onların sayısını bilen o pek az kişiden biriyim" derdi.
Sehl b. Abdillah'tan
nakledilmiş gördüm: Ona Hz. İbrahim'in ayette geçen: "Rabbim, ölüleri
nasıl dirilttiğini bana göster"[Bakara 260] sözünün bir şüphe den mi
kaynaklandığını sorarlar. O şöyle cevap verir: "Hayır, bu sadece bulunduğu
iman mertebesinin üzerinde bir ımana yükselmesini talep olmaktadır. Dikkat
edilecek olursa: Allah TeMa, "İnanmıyor musun?" sorusuna verdiği:
"Evet inanıyorum" şeklindeki cevabını yalanlamamıştır. Eğer onda şek
ve şüphe bulunsaydı, onun bu sözünde yalancı olduğunu mutlaka ortaya koyardı.
Buradan da anlaşılıyor ki, itmi'nan hali, imanda ziyadelik üzerine kurulan bir
mertebedir. Ama bedevılerle ilgili ayetlerde böyle olmamıştır: "Bedeviler:
'İnandık.' dediler" şeklinde onların sözünü naklettikten sonra Allah Teala
hemen onların sözlerinde doğru olmadıklarını: "De ki: İnamadınız ama İslam
olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi"[Hucurat 14] buyurarak
red cihetine gitmiştir.
Kur'an'da nakledilen
kıssalar ve onların anlatılış tarzları üzerinde duranlar, onlar içerisinden
hangisinin hak, hangisinin batıl olduğunu böylece anlayabilir.
Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Ey Muhammed! Münafıklar sana gelince: 'Senin şüphesiz
Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz' derler" Münafıkların bu sözünde
hakkın batıl ile karıştırılması vardır; dış görünüşüyle doğru, fakat içi yalan.
Onlar bu sözleriyle inançlarını haber veriyorlar. Bu gerçeğe uygun değildir.
Allah Teala, "Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir"
buyurmak suretiyle onların sözlerinin zahirini doğruluyor, öbür taraftan:
"Bunun yanında Allah, münafıkların yalancı olduklarını da bilir"
buyurmak süretiyle de onların kasıtlarının batıl olduğunu göstermek istiyor.
Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün
yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle dürülmüş
olacaktır"[Zümer 67] Bu ayetin nüzül sebebi Tirmizi'nin rivayet edip sahih
olduğunu söylediği şu olaydır: Bir yahudi Hz. Peygamber'e [s.a.v.] uğradı. Hz.
Peygamber [s.a.v.] ona: "Ey yahudi bize anlat" dedi. O:
"Ey Ebu'l-Kasım!. Allah gökleri şunun, yeryüzünü şunun, suları şunun,
dağları şunun ve diğer yaratıkları da şunun üzerine koyduğu zaman nasıl
söylersin?" dedi ve ravi önce serçe parmağına ve sonra sırasıyla baş parmağa kadar parmaklarına işaret etti (yahudi böyle
yapmıştı). Bunun üzerine Allah Teala'nın: "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler ... " ayeti indi.
Bir başka rivayet de
şöyledir: Bir yahudi, Hz. Peygamber'e geldi ve: "Ya Muhammed! Allah,
gökleri bir parmak, yeryüzünü bir parmak, dağları bir parmak ve diğer
yaratıkları da bir parmak üzerinde tutar ve sonra: 'Ben Melik'im' der"
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.v.] azı dişleri gözükecek kadar güldü
ve: "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler ...
" ayetini okudu.
Bir başka rivayette ise:
Hz. Peygamber [s.a.v.] hem taaccübünden hem de onu tasdik makamında güldü.
Birinci hadis sanki bunun tefsiri mahiyetindedir. Onunla "Onlar Allah'ı
gereği gibi değerlendiremediler ... " ayetinin manası
da açıklık kazanmaktadır. Çünkü ayet, yahudinin sözünün genel anlamda doğru
olduğunu, "Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır; gökler O'nun
kudretiyle dürülmüş olacaktır"[Zümer 67] ifadesiyle tasdik etmektedir.
Ancak onun Allah'a ait bir özelliği anlatırken saygılı olmadığını ve Rabliğin
ne demek olduğundan gafıl bulunduğunu açıklamıştır. Çünkü o parmaklardan
kastedilen manayı açıklarken kendi parmağına işaret etmişti. Bu ise, Allah
Teala'yı her türlü noksanlıklardan tenzih etme ilkesine ters düşer. O yüzden:
"Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler ...
" buyurulmuştur.
Münafıklar için de: 'O
kulaktır' (yani hakka da batıla da kulak kesiliyor) diyerek peygamberi
incitenler vardır" buyurur. Allah TeMa, onların bu sözünü batıl olan
konuda reddetmiş, hak karşısında ise isbat etmiş ve:
"O kulak, sizin
için hayır kulağıdır" buyurmuştur. Bu sözle Hz. Peygamber'i [s.a.v.]
incitmek kastettikleri için de: "Allah'ın peygamberini incitenlere can
yakıcı azap vardır"[Tevbe 61] buyurmuştur.
Bir ayet de şöyledir:
"Onlara: 'Allah'ın size verdiği rızıktan harcayın' denince inkar edenler inananlara: 'Allah dileseydi doyurabileceği
bir kimseyi biz mi doyuralım?'derler"[Yasin 47] Burada, bir delil ileri
sürüp infaktan kaçınma söz konusudur. Ancak delil ikamesinden amaç, gerçek
anlamda bir delil getirme olmayıp alaya almadır. Allah onların bu sözlerini:
"Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız" buyurarak reddetmiştir.
Çünkü onların yaptığı bu şey, emre uymadan yan çizmekti. Kendilerine yönelen "harcayın"
emrine verilecek cevap ya evet ya da hayır olacaktı yani ya emre uymuş ya da
isyan etmiş olacaklardı. Ancak onlar böyle yapmayıp hiçbir şekilde karşı
konulamayacak olan Allah'ın meşietini dillerine dolayarak infaktan
kaçınmalarına bir delil bulmaya çalıştılar; fakat bu çabaları ummadıkları
şekilde kendi aleyhlerine döndü. Çünkü onların yaptıkları, Allah'ın meşietine
(dilemesine) yine O'nun meşietini ileri sürerek itiraz etme anlamına geliyordu.
Zira Allah Teala onları infakla yükümlü tutmayı dilemişti. Bu durumda onlar
sanki şöyle demiş oluyorlardı: "Bizden bu talebi nasıl isteyebilir? Eğer
onları doyurmayı dileseydi, doyururdu" Bu, bizzat ileri sürülen delilin
kullanılışı konusunda şaşkınlığın bir ifadesidir.
Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Davud ve Süleyman da milletin boyunlarının yayıldığı bir
ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahit idik. Süleyman'a
bu meselenin,hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve
ilim verdik"[Enbiya 78-79]
"Süleyman'a bu
meselenin hükmünü bildirmiştik" buyruğu onun verdiği hükümde isabet etmiş
olduğunu gösterir; bu ifade Davud'un [a.s.] da hüküm de isabet etmediğini ima
eder. Ancak, müctehid hüküm verme esnasında bütün gayretini ortaya koymuşsa,
isabet etmese bile mazur ve ecir kazanmış olacağı için buna beyan makamında:
"Her birine hüküm ve ilim verdik" buyurmuştur. Bu konumuzIa ilgili
açık olmayan bir beyan şeklidir.
el-Has en (el-Basri) şöyle der: "Eğer Allah, bu iki
peygamber hakkındaki bu hükmünü zikretmemiş olsaydı, bütün kadıların hel ak
olduğunu söyleyebilirdim. Çünkü Allah Teala, birini ilmi ile överken, öbürünü
ise ictihadından dolayı mazur görmüştür" Konu burada uzayıp gider.
Bu zikredilenler maksadı
ifade için yeterlidir. Başarı ancak Allah'tandır.
FASIL:
Sünnet de bu esas
altında mütalaa edilebilir. Çünkü ulaşılan kaide ortaya koymuştur ki, Hz.
Peygamber [s.a.v.] gördüğü, işittiği bir batıl karşısında susmaz, mutlaka onu
açıklar ve değiştirirdi. Ancak o şeyin batıllığı artık sahabe tarafından iyice
anlaşılmış ise, o zaman daha önce yapılmış olan beyanlara itimatla sükut edebilirdi. Bu mesele usul kitaplarında zikredildiği
için bu kadarı ile yetiniyoruz.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: