EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞER’İ DELİLLER ... KİTAP (KUR’AN) /

İKİNCİ MESELE:

 

Kur"an'ı tam olarak anlayabilmek için nüzul sebeplerini bilmek gerekir.

Buna iki husus delalet eder:

 

1. Kur'an'ın i'cazı iki şeyle bilinir:

 

a) Arap dilinin kullanılışında gözetilen maksatları bilmek.

 

b) Meani ve Beyan ilimlerini bilmek. Bu ilimlerin esasını ise, halin iktiza ettiği durumları bilmek teşkil eder: Mesela, bizzat hitap yönünden hitabın halini, hitap edenin (muhatıb) veya muhatabın halini ya da hepsinin halini bilmek gibi. Zira aynı söz, iki ayrı hale, iki ayrı muhataba ve daha başka durumlara göre farklı farklı anlaşılabilir. Mesela, istifhamı (soru) ele alalım: Bunun lafzı aynıdır; fakat gerçek soru yanında takrir (onaylama), tevbih (azarlama) vb. gibi başka manaları da verir. Keza emir sigası, emretme yanında, ibaha, tehdit, ta'ciz ... vb. gibi manalar da içerir. Bu durumda makstid olan manaya delaleti ancak harici unsurlar (hal karıneleri) belirler. Bunların esasını da halin gerekleri oluşturur. Her hal nakledilemez, her karıne de nakledilen sözle birlikte bulunamaz. Maksadı belirlemeye delalet eden bu karınelerden bir kısmı yok olduğu zaman, o sözün anlaşılması tümden imkansız hale gelebilir veya ancak kısmen doğru anlaşılabilir. İşte nüzul sebeplerini bilmek, bu türden olan müşkilleri ortadan kaldırır. Dolayısıyla nüzul sebeplerini bilmek, Kitab'ın anlaşılabilmesi için zartirı olan ilimlerdendir. Sebebin bilinmesi ise, halin gereğini bilmek demektir.

 

2. Nüzul sebeplerini bilmemek, şüphe ve çıkmazlar içerisine düşülmesine yol açar, aslında zahir olan nassları mücmel hale sokar ve bunun sonucunda ihtilaflar doğar. Bu ise, anlaşmazlıklara ve ümmetin bölünmesine sebep olabilir.

 

Bu hususu Ebü Ubeyd'in naklettiği şu olay gayet iyi açıklar: İbrahim et-Teymi anlatır: Birgün Hz. Ömer yalnız başına kaldı ve düşünceye dalarak kendi kendine: "Bu ümmet nasılolur da ihtilafa düşebilir; peygamberi bir, kıblesi bir" dedi. (Onun bu düşüncesini okur gibi) İbn Abbas şöyle dedi: "Ey Mü'minlerin emiri! Bize Kur'an indi ve biz onu okuduk. Okurken, onun kimin hakkında nazil olduğunu biliyorduk. Bizden sonra kavimler gelecek; bunlar Kur'an okuyacaklar fakat kimin hakkında indiğini bilmeyecekler. Bunun sonucunda Kur'an hakkında şahsi görüşler (re'y) ortaya çıkacak. Onun hakkında şahsi görüşler ortaya çıkınca da ihtilafa düşecekler, ihtilafa düşünce de birbirine girecekler" Böyle deyince Hz. Ömer onu susturdu ve azarladı. İbn Abbas da oradan ayrıldı. Hz. Ömer, onun sözleri üzerinde düşündü ve ne kastettiğini anladı. Bunun üzerine onu çağırttı ve: "Sözlerini bana tekrarla!" dedi. O da tekrarla dı. Hz. Ömer, sözünün manasını anladı ve bu yorum hoşuna gitti.

 

İbn Abbas'ın sözü dikkate alınması bakımından sahihtir ve o anlaşıldığında maksat en yakın bir şekilde ortaya çıkacaktır.

 

İbn Vehb, Bükeyr'den rivayet eder: O Nafi'e: "İbn Ömer'in Harüriyye hakkındaki görüşü ne idi?" diye sorar. Nafi' şöyle der: "Onlan insanların en şerlileri görürdü. Çünkü onlar, kafirler hakkında inen ayetlerden hareket etmişler ve onlan mü'minler aleyhinde kullanmışlardır" İbn Abbas'ın üzerine dikkat çektiği re'yin manası işte budur ve Kur'an'ın niçin indiğini bilmemekten kaynaklanmaktadır.

 

Mervan, kapıcısına: ''Ya RM!'! İbn Abbas'a git ve ona de ki: Eğer kendilerine verilen şeyden dolayı sevinen ve yapmadığı şeyden dolayı da övülmeyi seven herkes azap görecekse, o zaman biz hepimiz azap göreceğiz demektir" (Bu soruya) İbn Abbas şöyle cevap verdi: "Bu ayetle sizin ne ilginiz var? Hz. Peygamber [s.a.v.] yahudileri çağırmış ve onlara birşey sormuştu. Yahudiler onu sakladılar ve yanlış bilgi verdiler. Üstelik kendilerine sorulan konuda cevap vermiş olmaktan dolayı övgü beklediklerini ihsas ettiler ve gizleyip yanlış bilgi verdikleri için de sevindiler" İbn Abbas sonra şu ayeti okudu: "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür! Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma; elem verici azap onlaradır''[Al-i İmran 187-188] Bu sebep, ayetten maksadın, Mervan'ın anladığı şekilde olmadığını ortaya koymuştur.

 

"Kunut" kelimesi çeşitli manalara gelir; dolayısıyla "Kumu lillahi kanitin"[Bakara 238] ayetini bu manalardan herhangi birine yormak mümkündür. Ancak ayetin iniş sebebi bilindiği zaman, murad olan mana açıklık kazanmış olur.

 

Hz. Ömer, Kudame b. Maz'un'u Bahreyn'de görevlendirmişti. el-Carud, Hz. Ömer' e geldi ve: "Kudame içki içti ve sarhoş oldu" dedi. Hz. Ömer:

 

"Bu dediğine şahitlik eden var mı?" diye sordu. el-Carud: "Ebu Hureyre, dediklerime şahitlik eder" dedi. (Hz. Ömer, onu çağırttı ve): "Ey Kudame! Çaresiz seni cezalandıracağım" dedi. Kudame: "Vallahi, eğer ben onların dediği gibi içmiş olsam bile, sen beni cezalandıramazsın" dedi. Hz. Ömer:

 

"Niye?" diye sordu. O: "Çünkü Allah Teala: İnananlara ve yararlı iş işleyenlere tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. " buyuruyor" dedi. Hz. Ömer: "Ey Kudame! Hiç şüphe yok ki sen, yanlış tevilde bulunuyorsun. Eğer sen Allah'tan sakınmış olsaydın, O'nun haram kıldığı şeyden uzak dururdun" dedi.

 

Başka bir rivayette şöyledir: Kudame: "Beni niçin cezalandıracakmışsın? Benimle senin aranda Allah'ın kitabı var" dedi. Hz. Ömer: "Seni cezalandırmamam için hangi Allah'ın kitabından bahsediyorsun?" diye sordu. O: "Allah kitabında 'İnananlara ve yararlı iş işleyenlere tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur.' buyuruyor; ben inanan ve yararlı iş işleyen, sonra sakınıp inanan, sonra sakınıp iyilikler yapan birisiyim; Hz. Peygamber [s.a.v.] ile birlikte Bedir'de, Vhud'da, Hendek'te ve daha pek çok yerde bulundum" dedi. Hz. Ömer: "Buna cevap vereniniz yok mu?" dedi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Bu ayetler, (içkinin haram kılınması hadisesinden) öncekiler için bir özür, sonrakiler aleyhine de bir hüccettir. Öncekiler, içki haram kılınmadan önce Allah'a kavuşmuş olmaları sebebiyle mazur görülmüşlerdir. Sonrakiler aleyhine ise bir hüccettir. Çünkü ... " dedi ve şu ayetleri okudu: "Ey inananları İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?"[Maide 91]

 

İsmail el-Kadi anlatır: Şam ahalisinden bir grup içki içerler. Başlarında da vali olarak Yezid b. Ebi Süfyan vardır. Bunlar: "İçki bize helaldir" derler ve "İnananlara ve yararlı iş işleyenlere tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur" ayetini kendilerince delil olarak kullanırlar. Yezid, durumu Hz. Ömer'e yazar. Cevabında Hz. Ömer: "Halkı ifsad etmeden, onları bana gönder!" der. Onlar gelince Hz. Ömer konu ile ilgili ashabla istişare eder. Onlar: "Ey mü'minlerin emiri! Bizce onlar, Allah'a iftira ediyorlar ve O'nun izin vermediği şeyi dine sokmak istiyorlar ... " derler.

 

Her iki haberde de, nüzıll sebeplerini bilmemenin, ayetlerden kastedilen mananın dışına çıkılmasına sebep olduğu açıkça görülmektedir.

 

Bir adam İbn Mesıld'a gelir ve şöyle der: "Mescidde arkamda Kur'an'ı re'yi ile tefsir eden birisini bıraktım. 'Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle'[Duhan, 10-11] ayetini şöyle tefsir ediyor:

 

Kıyamet gününde insanları bir duman sarar. Onların nefeslerini keser de sanki nezleye tutulmuş gibi olurlar ... " Bunun üzerine İbn Mesıld cevap verir: "Kim birşey biliyorsa, onu söylesin. Bilmeyen de 'Allahu alem' desin. Çünkü bir kişinin, bilmediği şey hakkında 'Allah'u a'lem' demesi, onun alimliğini gösterir. Böyle diyorum, çünkü (ayetin nüzıll sebebi var): Kureyş, Hz. Peygamber'e [s.a.v.] karşı koydu. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.v.], onlar aleyhinde Yusufun kıtlık seneleri gibi kıtlığa tutulmaları için dua etti. Bunun sonucunda kıtlık ve yokluğa maruz kaldılar da kemikleri bile yediler. Göğe baktıklarında, halsizlikten gökte duman gibi birşey görür hale geldiler. İşte bunun üzerine: "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle" ayeti indi.

 

İşte Kur'an ayetlerinin anlaşılması konusunda nüzıll sebeplerini bilmenin önemi böyle. Örneklerde de görüldüğü gibi, şayet sebep zikredilmeyecek olursa, inen ayetin manasını ihtimalsiz ve problem doğurmayacak bir şekilde tam olarak anlamak mümkün olmamaktadır. Hz. Peygamber [s.a.v.]: "Kur'an'ı dört kişiden alın" buyurmuştur. Bunlardan biri de Abdullah b. Mesıld'dur. O, irad ettiği bir hutbede şöyle demiştir: "Allah'a yeminle söylüyorum ki, Rasıllullah'ın [s.a.v.] ashabı, benim onların Allah'ın kitabını en iyi bilenlerinden biri olduğumu bilir" Bir başka seferinde de şöyle demiştir: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Kur'an'dan inen her bir sürenin nerede indiğini mutlaka bilirim. İnen her ayetin ne hakkında indiğini mutlaka bilirim. Eğer Allah'ın kitabını benden daha iyi bilen birinin bulunduğunu bilsem ve o da uzaklarda olsa, mutlaka deveme bin er ve ona giderim" O bu sözleriyle, nüzül sebeplerini bilmenin, bir kimsenin Kur'an alimi olabilmesi için mutlaka bulunması gereken ilimlerden olduğuna işaret etmektedir.

 

Hasen (el-Basri) şöyle demiştir: "Allah, indirdiği her bir ayetin ne hakkında indirildiğinin ve ondan ne kastedildiğinin öğrenilmesini sever" Bu, konu hakkında bir delil ve nüzül sebeplerini öğrenmeye yönelik bir teşviktir.

 

İbn Sirin ise şöyle anlatır: Ubeyde'ye Kur'an'dan birşey sordum. Bana: "Allah'tan kork, doğru yolu tut! Kur'an'ın ne hakkında indiğini bilen kimseler göçtüler" dedi.

Kısaca, nüzül sebeplerini bilme, tefsir ilmiyle uğraşmak için zorunludur.

 

 

FASIL:

 

Kur'an'ı anlamak için gerekli ilimlerden biri de, Kur'an'ın indiği sırada mevcut bulunan söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzül sebebi yoksa, Kur'an ilmine dalmak isteyen kimse için bu bilginin olması zarüridir. Aksi takdirde, başka türlü içinden çıkılması imkansız olan problem ve çıkmazlar içerisine düşer. Bu konuda daha önce geçen Makasıd bölümünün İkinci Nev'inde verilen izahlar yeterlidir. Çünkü orada bu konu ile ilgili sadra şifa verici ve doyurucu açıklamalar yapılmıştır. Maksat her ne kadar anlaşılmış ise de konunun daha iyi kavranması için burada örnekler vermemiz gerekecektir:

 

1. örnek: "Allah için hac ve umreyi tamamlayın"[Bakara 196] ayetidir. Bu ayet, "hac yapın' şeklinde değil de, tamamlayın şeklinde gelmiştir. Çünkü onlar, İslam öncesi dönemde hac yapıyorlardı; ancak bazı vecibelerini değiştirmişler, bir kısmını eksiltmişlerdi; Arafat'ta vakfe yapmak vb. gibi. İşte bu yüzden emir, tamamlanması şeklinde gelmiştir. Haccın vacip oluşunu ortaya koyan nass ise: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kube'yi hacc etmesi gereklidir"[Al-i İmran 97] ayetidir. Durumun öyle olduğu bilinince (Bakara, 196) ayetinde haccın ya da umrenin vacip olup olmadığına dair bir delalet bulunup bulunmadığı açıklık kazanmış olacaktır.

 

2. örnek: "Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorgulama!''[Bakara 286] ayetidir. Ebu Yusuftan bu ayetin şirk hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Onlar küfürden henüz yeni çıkmış idiler. Tevhidde bulunmak istiyorlar, fakat eski alışkanlıkları sebebiyle yanılıp küfrü gerektirecek söz söylüyorlardı. Allah, zor kullanma (ikrah) karşısında kalan kimsenin küfür kelimesini söylemesini mazur gördüğü gibi onların bu hallerini de mazur gördü ve affetti. Ebu Yusuf şöyle demiştir: "Bu şirk hakkındadır; talak, köle azadı, alış veriş üzerine yapılan yeminler hakkında değildir. Çünkü talak ve köle azadı üzerine yapılan yeminler onların zamanlarında yoktu."

 

3. örnek: 'Yukarılarında (fevk) olan Rablerinden korkarlar''[Nahl 50]; "Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz?''[Mülk 16] gibi ayetlerdir. Bu tür ayetler, onların mevcut telakkileri doğrultusunda inmiştir. Onlar her ne kadar bir ve hak olan Allah'ın uluhiyetini kabul ediyorlarsa da ayrıca yeryüzünde bulunan tanrılar da edinmekteydiler. İşte ayetler yukarıda olmanın Allah'a tayin ve tahsisi doğrultusunda inmiş, böylece onların tanrıların yeryüzünde olduğu şeklindeki telakkilerini reddetmiştir. Dolayısıyla bu gibi ayetlerde Allah'a bir cihet isbat etme gibi bir delalet asla mevcut değildir. Bu yüzdendir ki Allah TeaM: "Tavanları yukarılarından üzerlerine çöktü''[Nahl 26] buyurmuştur. Düşün ve diğer ayet ve hadisler için de aynı durumu göz önünde bulundur.

 

4. örnek: "Şi'ra yıldızının Rabbi O'dur''[Necm 49] Bu gezegenin diğerleri içerisinden ayrıca zikredilmesi, Arapların ona tapınmış olmaları sebebiyledir.

 

Bunlar Huzaa kabilesi idi ve bunu ilk kez Ebu Kebşe başlatmıştı. Araplar, bu yıldızdan başkasına tapmamışlardır.

 

 

FASIL:

 

Nüzlil sebeplerini bilmenin gerekliliği konusunda, bazen Sünnet de Kur'an ile müştereklik gösterir. Zira pek çok hadis, sebepler üzerine varid olmuştur. Dolayısıyla onların anlaşılabilmesi için mutlaka bunların yani vürlid sebeplerinin bilinmesi gerekir. Birkaç örnek: Hz. Peygamber [s.a.v.] , kurban etlerinin üç günden fazla tutulmasını yasaklamıştı. Daha sonraları Hz. Peygamber'e [s.a.v.] insanların kurbanlarından istifade ettikleri, kavurma yaptıkları, derisinden kırba edindikleri söylendi. Hz. Peygamber [s.a.v.]: "Bunun nesi var?" diye sordu. Onlar: "Kurban etlerinin üç günden fazla tutulmasını yasaklamıştın" dediklerinde: "Ben onu size sadece (Medine'ye sökün eden) yoksul insanların doyurulması için yasaklamıştım. Dolayısıyla, yiyin, tasadduk edin ve (kavurma yapıp) saklayın" buyurdu. Cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yıkma tehdidini içeren hadis de böyledir. Çünkü "Öyle gördüm ki, bizden hiçbir kimse cemaatten geri kalmazdı. Nifakları malum olan münafıklar hariç" şeklindeki İbn Meslid hadisi, bunun münafıklar hakkında olduğunu açıklamaktadır. "Ameller niyetlere göredir .. :" hadisi(nin son tarafı) da böyledir ve bir sebebe müsteniden söylenmiştir. Şöyle ki: Müslümanların hicret etmeleri emrolununca, emri yerine getirmek üzere hicret ettiler. İçlerinde Ümmü Kays adında kendisiyle evlenmek istediği bir kadın sebebiyle hicrete katılan bir adam da vardı. Bu sırf hicret emri sebebiyle yola çıkmamıştı. Maksadı kadınla evlenmekti. Daha sonraları bu adama "Ümmü Kays Muhaciri" adını vermişlerdir. Bu kabilden örnekler çoktur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ MESELE