EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
AVARİZU’L-EDİLLE /
BEŞİNCİ FASIL: MÜCMEL VE MÜBEYYEN /
DOKUZUNCU MESELE:
Vaciplerin, gerçek
anlamda vacip olarak yerleşebilmeleri için, mutlaka onlarla diğer hükümlerin
eşit tututlamaması ve aralarının ayrılması gereklidir.
Onlar hiçbir zaman terkedilmez ve terkine asla izin
verilmez. Aynı şekilde haramların da gerçek anlamda haram olarak yer
edebilmeleri için, diğer hükümlerden ayrılması ve onlarla eş tutulmaması
gereklidir. Onlar da hiçbir şekilde işlenemez ve işlenlerine
asla izin verilemez. Bu husus açıktır. Ancak biz bu noktadan başka bir manaya
intikal etmek istiyoruz. Şöyle ki:
Vaciplerden bir kısmı
vardır ki, terkleri durumunda üzerlerine dünyevi herhangi bir ceza terettüp
etmez. Aynı şekilde haramlardan bir kısmı vardır ki, irtikap
edilmeleri durumunda üzerlerine herhangi bir dünyevi ceza gerekmez. Bunlar
üzerine ahirette terettüp edecek şeylerin bulunacağı
hakkında söz yoktur. Çünkü bu husus, kulların tahakküm alanlarının dışındadır.
Bazı vacipler de vardır
ki, yapılmadıkları zaman; bazı haramlar da vardır ki işlendikleri zaman
üzerlerine ceza ya da benzeri dünyevi bir hüküm terettüp eder.
Üzerine hüküm terettüp
eden, etmeyenden farklıdır. Bu iki kısımdan her birinin gerçek anlamda
yerleşebilmesi için, birbiri ile eş değerde tutulmaması gerekmektedir. Çünkü
bunların hükümlerinin değiştirilmesi, bizzat kendi mahiyetlerinin
değiştirilmesi demektir. Geçen bahislerde beyana zarar veren herşey, burada da zarar verir; aralarında bu açıdan bir
fark yoktur. Orada geçen deliller aynen burada da geçerlidir.
Bu mevzu şöyle bir
izahla da açıklık kazanır: Mesela Şari' TeMa, yasak bir fiile bir had cezası koysa ve bu had, o
fiili işleyen kimseye uygulansa, şer'i hüküm aynen benimsenmiş ve konulduğu
şekil üzere beyan edilmiş olur. Had uygulanmadığı takdirde ise, o hüküm Şari'in koyduğu şeklin dışında başka bir şekil üzere
benimsenmiş ve o hüküm, işlenmesi halinde üzerine herhangi birşey
terettüp etmeyen kısımdan bir hükme dönüştürülmüş olur ve yapılan beyan, asıl
hükme muhalif düşer. Bunun sonucunda hükümlerin yerleştirilmesi için tayin
edilmiş kimseler; fiili, sözünü yalanlayan kimseler halini alır ve hakkında
daha önce anlatılanlar cari olur. Cahil birisi, olanları gördüğü zaman, şer'i
hükmün aslında olduğu şeklin hilafına gördüğü şekil üzere olduğunu düşünür.
Beyan ile görevli kimse, hükmü belli bir şekil üzere açıklar, sonra da onu bir
başka şekil üzere uygularsa, bundan şüphe doğar ve fiil, sözü yalanlar. Nitekim
bu hususun izahı geçmişti. Bütün bunlar ise fesaddır.
Bu örnekle Hz. Peygamber'in [s.a.v.] varisi olan alimlerin, hükümleri konulmuş
oldukları şekil üzere uygulamakla yükümlü oldukları ortaya çıkar. Onlar, hükmün
hem kendisinde, hem mukaddimelerinde, hem ona bitişik durumlarda, hem de
sonuçlarında ve diğer ilgili bulunduğu konularda bunu dikkate almak
zorundadırlar. Böylece Allah'ın, dini hem aydınlar hem de halk arasında tam
anlamıyla açıklık kazanmış olsun. Aksi takdirde alimler Allah Teala'nın şu buyruğunun kapsamına girerler:
"'Gerçekten, Allah'ın indirdiği Kitap'tan birşeyi
gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına
tıkındıkları ancak ateştir"[Bakara 174]
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: