EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / DÖRDÜNCÜ FASIL: UMUM VE HUSUS /

BEŞİNCİ MESELE:

 

Meselenin sıhhatini gösteren deliller yukarıda geçen delillerdir. Mesele, her ne kadar bir yönden ihtilaflı bir konu ise de, doğrusu, onun da azımetle ruhsat arasındaki ilişki üzerine cereyan etmesidir. Meseleyi iki konu olarak vaz' edelim:

 

1.    Birincisi, mükelleften hatanın vukubulması ve bunun sonucunda haram olan birşeyi işlemesi, sonra o şeyin nass, icma ya da başka bir yolla haram olduğunun ortaya çıkması. Mesela helM zannıyla sarhoşluk verici bir içkiyi içen, kendi malı zannıyla yetim ya da bir başkasına ait malı yiyen, kafir zanniyla bir müslümanı öldüren, kendi helali zannıyla yabancı bir kadınla yatan vb. örneklerinde olduğu gibi. Bu şeylerin haram kılınmasına esas olan mefsedetler ya bilfiil vakidir ya da beklenti halindedir. Çünkü sarhoşluk veren içkiyi içen, aklını yitirir ve içki onu Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyar; yetim malını yemek, o zavallının zarar görmesi ve yoksul düşmesine sebep olur. Müslümanı öldüren (haksız) bir kan akıtmıştır ve onun bu fiili: "Kim onu öldürürse, sanki bütün insanları 6ldürmüş olur"[Maide 32] ayetinin kapsamına girer. Yabancı kadınla ilişki kuran kimse, kendi suyundan yaratılmış olan nesebin karıştırılmasına sebep olur. Bu durumda, acaba bu şeyler hakkında: "Allah Teala, bunlara izin vermiş veya onları emretmiştir" demek caiz olur mu? Hayır! Bu gibi durumlar karşısında denilecek olan şudur: Allah Teala hatalı olan kimseyi mazur görür, ondan güçlüğü ve bu yüzden girmesi gereken günahı kaldırır, ortaya çıkan mefsedeti mümkün mertebe gidermeye yönelik telafi edici hükümler koyar; mesela mali konularda tazmin ettirme, öldürmede diyet ödeme ve keffaret olarak da bir köle azad etme, cinsı ilişki durumunda mehir ödeme ve doğacak çocuğun nesebini indisine katma gibi. Şu ayette de bu görüşe delalet eder: "De ki: Allah, çirkin şeyleri emretmez"[A'raf 28] "Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder"[Nahl 90] Şu kadar var ki, hata mazereti, haramlık üzerine gerekecek günah hükmünü ortadan kaldırır.

 

2.    İkincisi, hakimin hükmünde hata etmesi konusudur. Hakim ya delildeki ya da şahitlerdeki hata yüzünden yanılıp, malı sahibi olmayana teslim etse veya zevceyi kocası olmayana verse veyahut suçluyu bırakıp suçsuzu cezalandırsa ya da masum bir insanı öldürse vb. durum ne olur? Allah Teala: "O halde, aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ... "[Maide 49]; Sizden iki adil kişiyi şahit tutun ... "[Talak 2] buyurmaktadır. Şimdi hakim hata sonucunda Allah'ın indirdiği ile hükmetmemesi halinde, onun hakkında "O bununla memurdur" denilebilir mi? Keza yalancı iki şahit getirilmişse, "Hakim, onları kabul etmek ve şahit göstermekle memurdur'' demek doğru olabilir mi? Böyle birşey, hükümlerde biz ce Allah'ın bir lütfu olarak, Mutezile'ye nazaran da vücuben gözetilen masIahatlar prensibine göre asla caiz olamaz. Şu kadar var ki, bu gibi durumlarda hakim, hükme isabet edemediği için mazurdur. Konu ile ilgili örnekler çoktur.

 

Şayet yukarıda sayılan fiileri işleyen ya da sözü edilen hakimlerin, hata ettiği şeyler hakkında memur ya da mezun (izinli) olsalardı, o zaman hataları ortaya çıktığı zaman o yaptıklarını telafi etmekle emrolunmaları, delillerin gereğinin aksine birşeyolurdu. Zira emirler ya da izinler arasında şöyle ya da böyle bir fark yoktur. Hepsi de aynı şekilde emir ya da izindir, zira hepsi de baştan öyle konulmuştur (ibtidaı). Hal böyle iken, diğerlerinde değil de, sadece bunlarda emrin gereği yapıldıktan sonra dönülüp o şeyi telafi edici başka şeylerin yapılması izah edilemeyecek birşeydir. Bu, maslahatların dikkate alınmış olması ilkesinin gereğine ters düşer.

 

Şimdi bir kimse kalksa, bu görüşü kabul etse, mahza taabbudilik esası üzerinden yürüse ye bunu da şöyle izah etse: Yükümlülük konusunda güçlük (harac) kaldırılmıştır. Mutlak hakikati elde etmek zordur veya güç yetmeyecek birşeyle yükümlü kılmaktır. İnsan ancak kendi görüşüne göre doğru bildiği şey ile sorumlu tutulur. Bu kişi de hakikati öyle sanmaktadır. Dolayısıyla o şey, onun için emrolunmuş, ya da kendisine izin verilmiş birşeyolur. Daha sonra söz konusu olan telafi emri ise, yeni bir hitapla ortaya konan ikinci bir emirdir.

 

Bu görüş, şeriatın ruhunu kavrayamamış, tamamen sathi bir anlayış üzerine kuruludur. Emir ve Nehiy bahsinde buna dair izah yapılmıştı. Eğer bu, birçok örneğin kendisine vurulduğu bir mesele olmasaydı, ona hiç temas etmemek daha uygun olurdu. Çünkü bu, hemen hemen üzerine herhangi bir fıkhi fayda bina edilmeyen bir meseledir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ALTINCI MESELE