EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / DÖRDÜNCÜ FASIL: UMUM VE HUSUS /

DÖRDÜNCÜ MESELE: 

 

Umum azimetler, her ne kadar ilk bakışta ruhsatlar tarafından tahsis edilmiş intibaını veriyorsa da, aslında onlar tahsis edilmiş değillerdir. Aksine azimetler eski umum halleri üzere bulunmaktadırlar. Bir terim olarak, ruhsatların onları tahsis etmiş olduğu söylense inle, bu hakiki manada olmayıp mecazi manada bir kullanış şeklidir.

 

Bunun delili şudur: Ruhsat, ya takat yetmeyen şeye nisbetledir ya da öyle değildir. Eğer tak at üstü, birşeye nisbetle ise, o aslında bir ruhsat sayılmaz.

 

Çünkü takati yetmeyen kimse hitapla muhatap değildir. Bu durumda onun hakkında şöyle denilir: Azimet hükmü getiren hitap, tak at üstü yükümlülüğü kaldıran delil ile esastan kalkmıştır ve burada azimet daha öncesine muhalif bir başka şekle ve keyfiyete intikal etmiştir. Mesela, kıyama güç yetiremeyen bir kimsenin namaz kılmasını ele alalım. Bu kimse artık kıyamla muhatap değildir ve onun farzı bundan böyle oturarak veya yan üstü ya da sırt üstü yatarak kılmaya dönüşmüştür. Bundan böyle onun hakkında azimet hükmü işte bu sonuncusu olmuştur.

 

Eğer ikinci kısımdan ise, o zaman ruhsatın manası, eğer daha hafif olana intikal ederse kendisine bir günah gerekmez demektir; yoksa ondan kıyam farzı düşmüştür manasına gelmez. Buna şu husus delalet eder: Bu adam tekellüfe girse ve namazmı ayakta kılsa; şimdi bu kimse hakkında; ya farzını azimet üzere tam olarak eda etmiştir denilecek, ya da öyle denilemeyecektir. Onun, namazını tam olarak eda etmediğini söylemek sahih olamaz. Çünkü o, kıyamın edası konusunda sağlam ve ka dir olan kimse ile hiçbir fark olmaksızın aynı olmuştur. Böyle bir durumda bu ikisini ayırmak, delilsiz keyfilik (tahakküm) olur. Şu halde mutlaka onun kemal üzere kıyamını eda etmiş olması gerekecektir. Bu da onun, kıyam hükmünü getiren hitabın umumu altına girmesi demektir.

 

İTİRAZ: Ruhsatla beraber azımet, kendisine nisbetle keffaret özellikleri gösteren şeylerdendir. Kişi, bu iki hasletten hangisini eda etse, o vücup hükmü üzere işlenmiş olur. Durum böyle olunca, kendisinden kesinlik hükmü kalkmış olduğu halde onun azimetle amel etmesi, kemal üzere amel etmek olur. Azımetin umumunun ruhsatla tahsis edilmesinin manası da işte budur. Bu izaha göre, azımetlerin umumIarı ruhsatlarla tahsis edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla onların umumluklarının devamından söz etmek doğru olamaz.

 

Sonra, azimet hükmünün devamı ile ruhsatın meşruiyetini bir arada toplamak, birbiri ile bağdaşmayacak olan iki şeyi bir arada bulundurmak demektir. Çünkü azimet hükmünün bekası demek, namazda kıyamın o kişi üzerine kesin biçimde farz olması demektir. Ruhsat ise, kıyamın o kimse üzerine kesin olarak farz olmaması anlamına gelir. Bu ikisi, birbiri ile bağdaşmayan iki ayrı durumdur ve aynı yerde bir arada bulunmaları mümkün değildir. Dolayısıyla kendisine ağır gelen kimseye nisbetle, kıyam azimet hükmünün umumun devam etmekte olduğunu söylemek sahih olamaz.

 

Bir üçüncü husus, ruhsatla azimet arasında tercih hakkı bulunmaktadr. Eğer azimet kesin aslı vücup hali üzere kalmakta devam etseydi, o zaman bundan vacip olan ile olmayan arasında bir tercih türünden bir sonuç lazım gelirdi. Kaide olarak böyle bir sonuç ise muhaldir. Muhal bir sonucu doğuracak şey de muhaldir.

 

CEVAP: azimet ve ruhsat keffaret özellikleri gösteren şeylerden değildir. Zira gerçek bir tercih bulunduğuna delalet eden sabit bir delil bulunmamaktadır. Ruhsatın hakikati ile gelen deliller, onu işleyen kimsenin günahkar olmayacağını göstermektedir o kadar. Bunun ötesinde mükellefin azimet ile ruhsat arasında muhayyer (seçimli) olduğunu gösteren delil yoktur. Bu ikisi arasındaki fark, Hükümler bölümünde azimet ve Ruhsat bahsinde geçmişti. Bu husus sabit olunca, azımetin kemali ve aslı hitap üzere bulunmakta devam ettiği ortaya çıkmış olur; muhalefetin ise başka bir hükmü vardır (ki o da işleyenden günahın kaldırılmış olmasıdır).

 

Sonra, azimet hükmünü getiren hitap, Allah hakları yönünden olmaktadır; ruhsat hükmünü getiren hitap ise, kul hakları cihetindendir ve her iki hitap kul üzerine aynı cihetten gelmiş değildir; aksine iki ayrı yönden gelmiştir. Cihetler farklı olunca, onları bir arada toplama (cem) mümkündür ve bir arada bulunma halinde doğacağı sanılan çelişki hali ortadan kalkar. azimet hükmünün meşakkatten dolayı yerine getirilmiş olmamasının benzeri (nazırİ), hata, unutma ve ikrah (zor kullanma) ... gibi mazeretler sebebiyle asıl hükmün bulunmamasıdır. Bu mazeretlerin bulunması halinde asli hitap düşmemekte ve var olmaya devam etmektedir. Buna rağmen, asli hitabın gereğinin bulunmayışı günahı gerektirmemekte ve mazeret sahibini haram olan bir durum içerisine düşürmemektedir. İşte bu nokta üzerine bir husus daha bina edilir ki hem bu meseleyi hem de başkalarını kapsar: O da şudur: azimet olan umum hükümlerde, muhaliften makbul bir özür sebebiyle günahın kalktığı durumlarda, söz konusu azimet hükümleri tahsis olmaksızın umumu üzere bulunmaktadır. Her ne kadar onlar hakkında, "özürler tahsis etmiştir" gibi ifadeler kullanılırsa da, bu hakikat anlamda olmayıp mecaz anlamdadır. Bu konu için müstakil bir mesele açalım:

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

BEŞİNCİ MESELE