EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / ÜÇÜNCÜ FASIL: EMİR VE NEHİY /

ON ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Talebin, asıl ya da tabiye yönelik olması arasında derece farkı vardır: Bütüne yönelik talep, dikkate alma açısından tafsil veya nitelik ya da cüziyyata yönelik olan talepten daha güçlüdür.

 

Bunun delili daha önce geçtiği üzere, tabiin ikinci kasıtla amaçlanmış olmasıdır. Bu yüzdendir ki tabi yönü, asıl (metbü) yanında yerine göre ilga edilmektedir. Tabi, dikkate alınması halinde aslın ihlali neticesini doğuruyorsa, itibara alınmamaktadır. Bu durum tabiin asla nisbetle bir cüz ya da sıfat veyahut da tamamlayıcı unsur gibi olmadığı müddetçe böyledir. Kısaca bu husus daha önce açıklanmıştı. Bütün bunlar, dikkate alma konusunda aslın güçlülüğünü, tabiin de zayıflığını göstermektedir. Şu halde itibar açısından asla taalluk eden emir, tabie yönelik olan emirden daha güçlüdür.

 

Bu tertip sayesinde, şeriatta mevcut bulunan bütün emirlerin tekit açısından hep aynı düzeyde olmadıkları, onların hep aynı bir kasıt altına girmedikleri öğrenilmiş olur. Çünkü zaruriyyatla ilgili bulunan emirler, haci ve tahsini olan hususlarla ilgili emirler gibi değildir. Keza zaruriyyatın tamamlayıcı unsurları ile ilgili olan emirler, bizzat zaruriyyatın kendisi ile ilgili emirler gibi değildir. Bilakis bunlar arasında bilinen farklar vardır. Dahası zaruriyyattan olan hususular hakkındaki emirler de hep aynı düzeyde değildir. Mesela dinin aslına yönelik talepler, tekit bakımından nefsin korunmasına yönelik taleplerden daha güçlüdür; nefsin korunmasını isteyen emirler de, aklın korunmasını isteyen taleplerden ... daha güçlüdür. Haciyyat konusunda da durum aynıdır; aslında bir manii olmayan mübahlara yönelik taleple, böyle bir manii bulunan mübahlardan istifadeye yönelik talep arasında kuvvet farkı vardır. Mesela mübah olan lezzetlerden yararlanma ile, karz, selem ve müsakat vb. akitlerden yararlanma talepleri arasında fark vardır. Bunların talebi ile, terki durumunda kısmen güçlükle karşılaşılacak olan ruhsatların işlenmesine yönelik talep arasında da fark vardır. Bunlarla terki durumunda takat üstü yükümlülüğün doğacağı durumlar arasında da fark vardır. Aynı durum, harfiyyen tahsiniyyat için de geçerlidir.

 

Bu durumda, mesele hakkında görüş ayrılıkları sırasında mutlak bir ifade ile "emir, vücub veya mendupluk ya da mübahlık içindir ... veya müşterektir" şeklinde söz etmek ya da "bunların dışında başka bir mana içindir" demek, işte emrin bu özelliğine varıp çıkmaktadır. Çünkü onlar, "Emir, aksine bir delilolmadıkça vücub içindir" demektedirler. Bu, her emrin hükmü konusunda delile tabi olma manasına gelir. Hal böyle olunca sonuçta zikredilen noktaya çıkılır. Ancak, delili zahir olmayan konuda mutlak bir ifadeyle emir şöyledir demek zordur. Konu ile ilgili görüşler arasında doğruya en yakın -olanı, tevakkuf görüşüdür. Arap dilinde, ileri sürülen görüşlerden sadece birini. destekleyecek ve diğerlerini itibardan düşürecek deliller bulmak mümkün değildir.

 

Bu konuda şöyle bir kural koyabiliriz: Her emre bakılır: Acaba birinci (asIl) kasıtla mı istenilmektedir? Yoksa ikinci kasıtla mı? Eğer birinci kasıtla istenilmişse, o emir, kendisine talep yönelen türün en üst mertebesindedir. Eğer ikinci kasıtla talep edilmişse bakılır: Asılolan zaruri, varlık bakımından onsuz mevcudiyetini sürdürebiliyor mu? Yoksa sürdüremiyor mu? Ki bunun sonucunda ona zaruri adı verilebilsin. Eğer onsuz varlığını sürdüremiyorsa, o zaman talep konusu olan şey, ikame edilen zaruri aslın rüknü ve cüzü durumunda olacaktır. Eğer onsuz, zaruri olan asıl varlığını sürdürebiliyorsa, talep edilen o şey rükün değildir; fakat tamamlayıcı ve bütünleyici bir unsurdur. Bu haliyle de o, ya haciyyattan ya da tahsiniyyattan olacaktır. Sonuç itibarıyla emrin, zikredildiği şekil üzere mertebesine bakılacak ve her bir cüz konusunda şeriatta yapılacak olan istikranın sonuçları doğrultusunda güçlülük durumu tespit edilecektir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ON DÖRDÜNCÜ MESELE