EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
AVARİZU’L-EDİLLE /
ÜÇÜNCÜ FASIL: EMİR VE NEHİY /
ONUNCU MESELE:
Biri diğerinin tabisi
durumunda olmayan iki şey hakkında iki emrin bulunması halinde, eğer mükellefkasıt
itibarıyla o iki şeyi bir fiil içerisinde ve tek bir garazla toplamak amacı
taşımaktaysa, bir önceki meselede ortaya konduğu gibi, toplama halinin etkisi
bulunmaktadır. İetima halinde, infirad halinde bulunmayan bir mana (özellik)
vardır. Öbür taraftan münferid halde iken bulunan özellikler de, ictima haliyle
ortadan kalkmamaktadır.
Ancak burada şöyle bir
durum vardır: Acaba bunlardan her biri, hükümleri bakımından diğerinin
hükümleri ile 'bağdaşmaz (münafi) bir durumda mıdır? Yoksa değil midir?
Eğer öyle ise, o zaman
konu, hüküm bakımından kasıt itibarıyla bir. arada bulunan iki şey üzerine emir
ve nehyin gelmesi meselesine dahil olacaktır ve bu bir önceki meselenin bir
gereği olmaktadır. Bunun manası şudur: Birşeyin kendisine ait şer'ı: hükümleri
bulunduğu zaman, bu hükümler o şeye, içermiş olduğu masIahatlar sebebiyle
bağlanmış olmaktadır. Mükelleflerin fiillerinden olan her fiilin hükmü de aynı
şekilde böyledir. Bu fiil ister adet olsun, ister ibadet olsun fark
etmemektedir. İki fiil bir araya gelir ve bunlardan birine ait hükümler,
diğerinin hükümleri ile bağdaşmaz ise bu şöyle olur: Bu iki şey kasıt açısından
tek birşey durumuna gelmiştir ve bunun tabii sonucu olarak masIahatlar için
konulmuş olan fakat birbiri ile bağdaşmaz halde bulunan hükümler bir araya
gelmiştir. Bu durumda masIahat yönleri birbiriyle bağdaşmayacak ve birbiri ile
çekişmiş olacaktır. Birbiri ile bağdaşma durumu olmayınca, infirad halinde
olduğu üzere bir masIahat kalmış olmayacaktır. Bu durumda hal, masIahatların, emredilen
şeyle yasaklanmış olan şeyin birleşmesi hali üzere karar kılmış olacaktır.
Bunlar hükümlerin bağdaşmazlığı konusunda birbirleri ile eşit durumdadırlar.
Çünkü nehiy mefsedetlere, emir de maslahatlara dayanır. Bunların bir arada
toplanmaları ise, daha önce de geçtiği gibi imkansızlığa (mümtenl) götürür.
Dolayısıyla benzeri birşey de imkansız olacaktır.
Bu konunun esasını Hz.
Peygamber'in [s.a.v.] "bey' (satış) ve selefi (karz) yasaklaması"
teşkil etmektedir. Çünkü satış konusu, karşılıklı olarak istifadeyi artırma
esasına dayanırken; selef (karz, ödünç), cömertlik, iyilik ve müsamahayı
gerekli kılar. Bunlar bir arada bulundukları zaman, selef içerisine, satış
akdinde mündemiç bulunan manalar girer ve bunun sonucunda selef aslı: halinden
çıkar. Çünkü selef (karz), gümüşün gümüşle, ya da altının altınla vadeli olarak
satılması yasağından istisna olarak meşru kılınmıştır. Satış ile beraber
akdedilen selef, tekrar istisna edilmiş olduğu eski aslına dönmüş olacaktır.
Aslı sarf olmaktadır. Bunda ise esas, mümkün mertebe karşı tarafa daha fazlaya
satmak, daha çok kar elde etmektir. Karzda ise bu amaçlar yasaklar. Selef,
satış akdi ile bir arada yapılması sebebiyle eski aslına döndüğü zaman (ortaya
çıkan hasıla) iki yönden caiz olmamaktadır:
1. Selefte mevcut
bulunan vade.
2. Kar amacının
güdülmesi. Kişi karz akdini satış akdine eklemekle, bu iki akdin bir arada
toplanması kasdına sözü edilen bu mana dahilalmuş olmaktadır.
Mükellefin vacip, mendup
ya da mübah olmak üzere emrolunduğu ibadetlere diğer amaçları katması durumu da
-eğer biri diğeri için tabi durumunda değil ve hükümleri de birbirleri ile
bağdaşmayacak şekilde ise- aynı doğrultudadır. Mesela namazda, onun hükümleri
ile bağdaşmayacak olan yemek, içmek, boğazlamak, konuşmak vb. fiilleri bir arada
yapmak gibi. Farz ve mendubu bir arada yerine getirmiş olmak için namaz ve
diğer ibadetlerde farz ile nafileye birlikte niyet etmek; bir fiilde iki farzı
birleştirmek, iki öğleyi veya iki ikindiyi, ya da bir öğle ile ikindiyi
birleştirmek, Ramazan orucunu hem eda hem de kaza niyetiyle birleştirmek ve
benzeri örnekler gibi.
İşte bu yüzdençir ki,
İmam Malik akitlerin birbiri ile cem edilmesini caiz görmemiştir_ Bunlardan bir
kısmı hakkında eğer görüş ayrılığı var ise, cevaz görüşü, ictima halinde dahi
infırad haline itibar sonucunda hükümler arasında bağdaşmazlık bulunmadığı
değerlendirmesi üzerine bina edilmiş olmaktadır. İmam Malik bu noktadan
hareketle bir arada yapılan sarf ve satışı; nikah ve satışı, kıraz (mudarabe)
ve satışı, müsakat ve satışı, şirket ve satışı, cul ve satışı yasaklamıştır. Bu
sayılan akitlerle birleşme konusunda icare de, satış akdi gibi olmaktadır. Keza
İmam Malik, götürü ile ölçüm işinin bir arada olmasını yasaklamıştır. Alimler,
icare akdinin satış akdi ile birleşmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bütün
bunlar, tek bir akit içerisinde birbiri ile bağdaşmayan farklı hükümler içeren
akitlerin bir arada bulunması sebebiyle olmaktadır. Şöyle ki: Sarf akdi, alanı
son derece dar tutulan ve ek özel şartları bulunan bir tasarruftur. Bu meyanda
olmak üzere cins ve karşılıklı bedellerin kabzedilmesi -ki bu konuda herhangi
bir tereddüt ya da ertelemeye veya az bir bakiyyenin bırakılması gibi bir
duruma asla müsade edilmemektedir- konularında taraflar arasında tam bir
eşitliğin (mümaselet) tahakkuk etmiş olması aranmaktadır. Satış akdi ise böyle
değildir. Nikah akdi; karşılıklı saygı, müsamaha ve cömertlik esası üzerine
kurulmuştur. Bu yüzden Allah TeMa, kadına verilen mehiri, nıhle diye
isimlendirmiştir. Bu, bir bedel karşılığında olmaksızın verilen bir hediye
demektir. Nikah konusunda tefvize (havale işine) izin verilmiştir. Halbuki
satış akdinde durum farklıdır. Kıraz ve mü sakat akitleri genişlik ve müsamaha
esası üzerine kurulmuştur. Zira her ikisi de şer'an yasak olan belirsiz icare
kapsamından istisna yoluyla meşru kılınmış iki tasarruf olup bir nevi ruhsat
sayılmaktadır. Satış akdi ise, bunun aksine, karşılıklı bedellerde, vadede ve
diğer konularda bilinmezliğin giderilmesi esası üzerine kurulmuştur.
Dolayısıyla satış akdi ile ilgili hükümler, kıraz ve müsakat hükümleri ile
bağdaşmayacak türdendir. Şirket (ortaklık) akdi, her iki taraf için de geçim
temini konusunda yardımlaşma ve dayanışma anlamı içermektedir. Satış akdi ise
bunun zıddınadır. Cu'l, yapılacak işin meçhullüğü esası üzerine kuruludur.
Karşı taraftaki koşturacak insan (amil) ise muhayyerdir. Satış akdi, her iki
hükümle de bağdaşmaz. Ölçülebilen maddelerde ölçünün esas alınması, ölçülecek
olan şeyin miktarının tam olarak bilinmesini amaçlar. Götürü usulü ise
kolaylaştırma ve meblağı bilme konusunda müsamahalı olma esasına dayalıdır ve
bu usulde satılan şeyin miktarı hakkında asla kesin bilgiye ulaştırmayacak olan
tahmine başvurulur. İcare akdi, halihazırda mevcut olmayan menfaatler üzerine
kurulmuş bir akittir. Bu haliyle bilinmezlik taşımaktadır. Ancak duyulan
ihtiyacın çokluğuna binaen ve şirkette olduğu gibi yardımlaşma amacıyla caiz
kabul edilmiştir. Satış akdi ise böyle değildir. Alimler akde konu olan iki
maldan biri hakkında kesinlik, diğeri hakkında ise muhayyerlik koşulması
konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Cevaz vermeyenler görüşlerini, akdin
kesinliği ile muhayyerliğin birbirleri ile bağdaşmayacakları esası üzerine bina
etmektedirler.
İlgili hükümleri n
birbiri ile bağdaşıp bağdaşmayacağı konusundaki değerlendirmelerden doğan
ihtilaf sonucu, adetlerle ilgili iki şeyin bir fiil içerisinde toplanması
konusunda alimlerin ihtilaf ettikleri gibi, bir ibadette bir adetin bir fiil
içerisinde toplanması konusunda da aynı şekilde ihtilaf etmişlerdir. Hac ya da
cihad esnasında ticarette bulunmak gibi.
Abdest alırken
serinlemek kasdı, oruç tutarken aynı zamanda perhizde bulunmak amacı
bulundurmak gibi. Keza iki ibadetin toplanmasında da ihtilaf etmişlerdir:
Cünüplükten arınmak ve cuma namazı için birlikte gusül abdesti almak gibi. Bu
konunun açıklanması, gerek burada ve gerekse Makasıd bölümünde asli maksatlarla
tabi maksatlar arasındaki ilişkiden söz edilirken yapılmıştır. Başarı ancak
Allah'tandır.
Eğer hükümleri birbiri
ile bağdaşmaz türden ise, bu durumda da mutlaka ictima kasdının dikkate
alınması gerekecektir. Bunun delili daha önce geçmişti. Bu durumda ictima hali,
ya nehyi gerektiren bir durum ortaya çıkaracaktır veya çıkarmayacaktır:
Eğer böyle bir durum
ortaya çıkaracak olursa, o zaman o şey bütün olarak yasaklanmış olacak ve talep
yönü birleşmiş olacaktır. Çünkü ictima hali, cüzlere yönelik olan talebi ilga
etmiş ve bunun sonucunda o şeyin bütünü, emrin ya da nehyin kendisine yöneldiği
tek birşey halini almıştır. Tabii bunun sonucunda eğer masIahat varsa emir, yok
mefsedet varsa nehiy taalluk edecektir. Burada tasavvur edilen mefsedeti
gerektiren bir bütün olduğuna göre tabii ki taalluk eden talep, nehiyolacaktır.
Mesela iki kız kardeşin veya bir kadınla hala ya da teyzesinin aynı anda nikah
altında tutulması, Ramazan'ın ilk günü ile Şaban'ın son gününü, Ramazan'ın son
günü ile de Şevval'in ilk gününü birleştirerek oruç tutmak, iki şırayı
birbirine karıştırarak içmek, -İmam Malik'in mezhebinde bazılarının görüşüne
göre- iki adamın mallarını birleştirerek satmaları gibi. Çünkü birleştirme hali
cüzlerin asli kasıt ile dikkate alınmamasını gerektirir. Bu da iki satıcıdan
her birine nisbetle bedelin bilinmezliği sonucunu doğurur. Her ne kadar tümüne
yönelik yoksa da sonuçta kaçınılmaz olan bu bilinmezlik ve sebep olduğu mefsedet
yüzünden böyle bir birleştirme işi caiz olmamaktadır. Böyle bir akde cevaz
veren kimse muhtemelen başka birşeyi dikkate almış olmahdır: Şöyle ki: Mal
sahipleri, mallarını birleştirme doğrultusunda niyetlerini ortaya koyunca bu
haliyle onlar bir nevi şirket (ortaklık) kurmuş olurlar; yani sanki onlar
yaptıkları bu satışla önce ortaklık kurmayı, sonra da onu satıp parasında ortak
olmayı kararlaştırmış gibi olurlar. Bunlar iki ortak hükmünde olunca, artık
herbiri kendi malının bedelini dikkate almış olmamaktadır. Çünkü ortaklık
hükmüyle bu mallar, bir tek olan mebiin (satılan mal) birer parçası mesabesinde
olmakta ve bunlara yönelik kasıt, bütün e yönelik asli kasıda tabi hal
almaktadır. Böyle bir kasdın da etkisi yoktur. Sonra alınan bedel, -aralarında taksim
edilmesi durumunda- (hükmi) ortaklığı oluşturan sermayelerine göre payedilir.
Bunun da imkansız bir tarafı yoktur; zira bilinmezlik içermemektedir. Sonuç
olarak böyle bir birleştirme hali bir fesadın doğmasını gerektirmez.
Birleştirme halinde
nehyi gerektirecek bir durum yoksa, o zaman emir yönelir. Zira üzerine dikkat
çekilen ıstılah üzere ya emir vardır ya da nehiy vardır.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: