EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / ÜÇÜNCÜ FASIL: EMİR VE NEHİY /

ALTINCI MESELE:

 

Bir sınır ve miktar belirlemeksizin mutlak surette gelen emir ya da nehiy konusu olan her haslette, ilgili emir ya da nehiy o hasletin altına giren bütün cüz'ilere nisbetle hep aynı yeknesaklıkta değildir: Mesela:

 

Adalet, ihsan (iyilikte bulunma), ahde vefa, affın güzel ahlaktan oluşu, cahillerden yüz çevirme, sabır, şükür, yakınlara, yoksullara ve fakirlere yardımcİ olma, harcama ve biriktirme konularında orta yolu muhafaza etme (iktisatlı davranma), mücadelede hasmı en iyi yolla savma, korku, reca, dünyadan sıyrılma ve Allah'a yönelme, ölçü ve tartının hakkını verme, doğru yola uyma, Allah'ı zikretme, salih (yararlı / ihlaslı) ameller işleme, istikamet sahibi olma, Allah için icabette bulunma, haşyet, görmemezlikten gelme ve bağışlama, mü'minleri kollama ve onlara karşı merhamet kanatlarını indirme, Allah yoluna davette bulunma, mü 'minI er için dua etme, ihlaslı olma, işleri Allah'a havale etme, boş şeylerden uzak durma, emaneti koruma, geceleri ibadetle geçirme, dua ve niyazda bulunma, tevekkül etme, dünyada zahidane bir hayat sürme, ahiret için çalışma, Allah'a dönme, iyiliği emir, kötülüğü yasaklama, takva sahibi olma, alçak gönüllü olma, Allah'a muhtaç olma, nefsi her türlü kötülüklerden arındırma, hak ile hükmetme, en güzele tabi olma, tevbe, Hakk'ın karşısında irkilme, şahitliği yerine getirme, şeytanın iğvası ve dürtüklemesi sırasında euzü çekip Allah'a sığınma, kendini Allah'a verme, cahil kimselerle sohbetten kaçınma, Allah'ı ululama, düşünme ve Allah'ı anma, tahdis-i nimette bulunma, Kur'an okuma, Hak ve hakikat yolunda dayanışma içerisinde olma, korku ve ümit arasında olma gibi. Aynı şekilde doğru olma, murakabe, iyi söz söyleme, hayırda yarışma, öfkeyi yutma, akrabalık haklarını gözetme, anlaşmazlık halinde meseleyi Allah ve Rasulüne götürme, Allah Teala'nın emrine teslim olma, işlerde sebatkar olma, susma, Allah'a yapışma, ara bulma, huşu, Allah için sevme, kafirlere karşı sert, mü'minlere karşı ise merhametli olma, sadaka verme de böyledir.

 

Bütün bu saydıklarımız emredilenlerle ilgili örneklerdir. Yasaklananlara gelince bunlar: Zulüm, fuhuş (her türlü çirkinlikler), yetim malı yeme, saptırıcı kimselerin yollarına tabi olma, israf, pintilik, günah işleme, gaflet, büyüklenme, ahirete aldırmayıp dünya ile avunma, Allah'ın gazabından emin olma, arzu ve heveslerin peşine düşerek hiziplere ayrılma, bağy, Allah'ın lutfundan ümit kesme, küfran-ı nimette bulunma, dünya ile sevinme, dünya ile öğünme, ona karşı tutku besleme, ölçü ve tartıda hile yapma, yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, körükörüne ataların yoluna uyma, taşkınlık, zalimlere destek verme, Allah'ı anmama, ahdi bozma, her türlü kötülükleri işleme, anne ve babaya isyan etme, savurganlık, asılsız kuruntuların peşine düşme, böbürlenerek yeryüzünde yürüme, arzu ve hevesleri peşinde giden insanlara tabi olma, Allah'a kullukta ortak koşma, şehevi arzulara uyma, Allah yolundan çevirme, cürüm işleme, kalplerin Allah'ı unutarak eğlenceye dalması, tecavüzde bulunma, yalancı şahitlikte bulunma, yalan söyleme, dinde aşırılığa kaçma, Allah'tan ümit kesme, kibirlenme, dünya ile mağrur olma, hevaya uyma, tekellüfe girme, Allah'ın ayetleri ile istihzada bulunma, aceleci davranma, nefsi temize çıkarma, söz taşıma, cimrilik (şuhh), feveran etme, çaresizlik ve şaşkınlık gösterme, başa kakma, bahillik, kaş göz hareketleri ile alayda bulunma, namazdan gaflette bulunma, riya, kazma kürek gibi iğreti alınacak şeyleri esirgeme, dini istismar ve az bir paha karşılığında Allah'ın ayetlerini satma, hakkı batıl ile karıştırma, ilmi saklama, kalp katılığı, şeytanın yoluma uyma, kendi kendini tehlikeye atma, verilen sadakadan sonra başa kakma ve eza verme, müteşabih ayetlere uyma, kafirleri dost edinme, yapmadığı şeye karşı övülmesini isteme, has ed etme, Allah'ın hükmüne boyun eğmeme, TagG.t'un hükmüne razı olma, düşmanlara karşı zafiyet gösterme, hiyanette bulunma, suçsuz kimselere iftirada (bühtan) bulunma, Allah ve Rasulüne muhalefet etme, mü'minlerden başkalarının yoluna uyma, doğru yoldan sapma, aşikare kötü söz söyleme, günah ve taşkınhkta dayanışma, Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeme, hükümlerin iptali için rüşvet alma, kötülüğü emirde bulunma, iyiliği yasaklama, Allah'ı unutma, nifak (münafıklık etme), Allah'a kullukta yan çizme ve dinin sadece bir kısmını benimseme, suizan, tecessüs, gıybet, yalan yemin ... vb. gibi.

 

Bu örneklerde sayılan ve mutlak surette gelen, herhangi bir kayıt içermeyen, belirli bir sınır getirilmeyen emir ve yasaklar Kur'an'da iki türden olmaktadır:

 

a) Herşey hakkında, her hal üzere genelolarak ve mutlak surette gelmiş olabilir. Bu durumda emir ve yasaklar, her makamın durumuna göre ve her yerde mevcut bulunan hal karinelerinin şehadeti üzere hüküm alırlar; ne hep aynı yeknesaklıkta ne de hep aynı hükümde olmazlar. Sonra bu konu bizzat mükellefin kendi değerlendirmesine bırakılır; o meseleyi kendi bakış açısı ile ele alır ve değerlendirmesini yapar ve bunun sonucunda her bir tasarrufla ilgili olmak üzere şer'ı deliller ile adet edinilmiş güzellikler arasında en layık ve uygun olanını bulur: Adalet, ihsanda bulunma, ahde vefa, malın ihtiyaçtan fazlasını infakta bulunma vb. konularda olduğu gibi. Mesela hadiste: "Allah her şeyde ihsanı yazmıştır [yani her şeyin güzel yapılmasını istemektedir.] Dolayısıyla öldürdüğünüz zaman, öldürme işini de güzel yapın. Boğazlayacağınız zaman, güzel boğazlayın. Sizden biriniz (hayvanı keseceği zaman) bıçağını keskinleştirsin ve hayvanı rahatlatsın (ona eza vermesin)" buyurulur. Bu esastan hareketle "Şüphesiz ki Allah, adaleti ve ihsanı (hf;rşeyi iyi ve güzel yapmayı) emreder. "[Nahl 90] ayetinde sözü edilen ihsan, herşey hakkında kesin tarzda yapılmış bir emir ile emredilmiş değildir; keza aynı tarzda kesinlikle emredilmemiş de değildir. Aksine ihsanın hükmü, hükme esas olan şeye (menat) göre değişir. Dikkat edilecek olursa ibadetlerin rükünlerini yerine getirmek suretiyle iyi ve güzel yapılması vacip olmakta, adabına uygun olarak güzel kılınması ise mendub olmaktadır. Hadiste işaret buyrulduğu üzere öldürmenin ve boğazlamanın da güzel yapılması vacip değil sadece mendup olmaktadır. Boğazlama işinin güzel yapılması bazen olur -eğer şart ve rükünleri tamamlamaya yönelik ise- vacip hükmünü alır. Aynı şekilde tek bir papuç ile yürümeme konusunda gerçekleştirilecek adalet ile, kan ve mal konusunda verilecek hükümlerde gerçekleştirilecek adalet aynı olmayacaktır. Şu halde "Şüphesiz ki Allah, adaleti ve ihsanı (herşeyi iyi ve güzel yapmayı) emreder"[Nahl 90] ayeti hakkında (mutlak olarak) bu emir vücub içindir yahut mendupluk içindir demek doğru değildir. Aksine durum tafsilata tabi tutulmalıdır ve bu konuda yapılacak değerlendirme bazen müctehide bazen de her ne kadar mukallid olsa da- bizzat mükellefin kendisine dönük olmalıdır. Bunlar mananın açıklık ya da kapalılığına göre değerlendirmeyi yapacak ve bir sonuca ulaşacaklardır.

 

b) Emir ya da yasaklar (tekidin) en üst mertebesinde gelebilir. Bu yüzdendir ki, çoğu kez yasaklarla birlikte azap tehdidinin de birlikte zikredilmiş olduğu görülür. Keza bu tür emirlerle istenilen şeylerin, Allah Teala'nın övgü ile bahsettiği mü'minlerin özelliklerinden; yasak edilen şeylerin de kafirlere ait yerilen niteliklerden olduğu görülür. Bu konuda istikra yapanlar için vahyin nüzül sebepleri de yardımcı olur. Kur'an, hal ve vaktin gerektirdiği şekilde önemini vurgulayarak gayeleri (iki ucu) belirler, bu iki uç arasında dönen (orta yola) işarette bulunur. Bunun sonucunda akıl iki uç arasında olana şer'ı delilin delalet ettiği şekilde bakar ve bu iki taraftan birine olan yakınlık ya da uzaklığa göre mertebeler arasını ayırır. Böylece yerilmiş uca yakın olduğu için hep korku makamında veya övülmüş uca yakınlığından dolayı hep ümit makamında oturmuş olmaz; ikisi arasında bulunur. İşte hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah Teala'nın terbiye si böyledir.

 

Hz. Ebu Bekir'in ölümü sırasında Hz. Ömer'e yapmış olduğu vasiyyette yer alan bu manada şu sözü rivayet edilmiştir: "Görmez misin, genişlik ayeti şiddet ayeti ile, şiddet ayeti de genişlik ayeti ile birlikte inmiştir. Böylece mü'minin korku ile ümit arasında olması amaçlanmıştır. Bunun sonucunda mü'min Allah hakkında temennilere kapılıp hakkı olmayan şeyi istemeye kalkışmayacak; öbür taraftan da korkuya kapılıp kendi kendini helake atmayacaktır. Görmez misin ey Ömer, Allah Teala cehennem ehlini kötü am,elleri ile zikretmiştir; çünkü O, onlara ait bir iyilik varsa onu kendilerine geri çevirmiştir. Onları hatırladığım zaman 'Kendimin onlardan olmasından korkuyorum' derim. Cennet ehlini de en güzel amelleri ile zikretmiştir. Çünkü onların kötülüklerini Allah görmezlikten gelmiş ve onları affetmiştir. Ben onları hatırladığım zaman kendi kendime: 'Ben günahkarım; benim amelim nerede, onların amelleri nerede?!' derim."

 

Nakledilen böyledir ve bu, az önce ifade edilenin manası olmaktadır. Eğer bu rivayet sahihse elhak doğrudur. Yok rivayet sahih değilse, ifade edilen bu mana yerindedir ve yapılan istikra onun doğruluğuna şehadet etmektedir.

 

Şöyle de rivayet edilmiştir: "Görmez misin ey Ömer, Allah Teala cehennem ehlini kötü amelleri ile zikretmiştir; çünkü O, onlara ait bir iyilik varsa onu kendilerine geri çevirmiştir. Şimdi biri kalkar ve: 'Ben onlardan hayırlıyım' der ve ümitvar olur. Cennet ehlini de en güzel amelleri ile zikretmiştir. Çünkü onların kötülüklerini Allah görmezlikten gelmiş ve onları affetmiştir. Şimdi biri kalkar ve: "Ben onların derecelerine nerede ulaşacağım?' der ve çalışır (ve onlardan alamamaktan korkar)."

 

Mana bu rivayete göre de sahihtir ve zikredilen şekilde anlaşılır. İki uç zikredilmiş olunca korku ve ümit bizzat nassla belirlenmiş olan bu iki uç arasında, lafzen hükmü süklit geçilmiş bulunan bir mahalde döner ve onun hükmüne akli değerlendirme ışığı altında dikkat çekilmiş olur. Böylece herkes kendi ictihadına ve değerlendirmedeki başarısına göre bir sonuca ulaşır; iki uçtan birine olan yakınlığa, diğerine olan uzaklığa göre değerlendirmeyi yapmış olur.

 

Sonra Kur'an, sözün akışı gereği iki gaib uca getirmesi hasebiyle, bunları aza da çoğa da ıtlakı mümkün olacak şekilde mutlak ifadeler içerisinde getirmiştir. Sözün akışı, bu kullanış şeklinde muradın öğülen ya da yerilen uçların en son noktası olduğuna delalet ettiği gibi aynı şekilde lafız, onun muktezasından aza da çoğa da delalet edebilir. Bu durumda mü'min, övgüye değer özelliklerini tartar ve bunun sonucunda korku ve ümit içerisinde olur. Keza kötü özelliklerini tartar ve aynı şekilde korkar ve ümitvar olur. Bir misalle açıklamak gerekirse: Mesela "Şüphesiz ki Allah, adaleti ve ihsanı (herşeyi iyi ve güzel yapmayı) emreder"[Nahl 90] buyruğuna baktığı zaman kendisini adalet terazisinde tartar. Bunu yaparken de adaletin en son noktasının, nimetlerin sahibini tanımak ve onların O'ndan geldiğini itiraf etmek, sonra da onlardan dolayı O'na şükretmek olduğunu bilir. Bu ise imana girmek ve O'nun şeriatı doğrultusunda amel etmek, küfürden çıkmak ve küfrün gereklerinden uzaklaşmakla olur. Eğer muhasebe sonunda kişi kendisini bu özelliklerle nitelenmiş görürse, kendisinin de adalet sahibi kimselerden olmasını um ar ve bu alanda en son gayeye ulaşmış olmamaktan korkar. Çünkü kul ne kadar çalışırsa çalışsın bütün bunlarda Rabb'in hukukunu tam teslimle O'na karşı olan görevlerini eksiksiz yerine getiremez. Meseleye cüz'i planda yaklaştığı zaman da durum aynı olur. Çünkü adalet külli planda istenildiği gibi, cüz'i planda da istenilir. Mesela eğer hakim ise insanlar arasında adaletle hükmetmek gibi, aile efradı arasında adaleti gerçekleştirmek gibi, hatta ayakkabı vb. giyiminde sağdan başlamak suretiyle adaleti gerçekleştirmek gibi ... Öbür taraftan bu bunların zıddı hakkında da geçerlidir ve adaletin zıddı zulüm olmaktadır. Bunun da en üst düzeyde olanı Allah'a şirk koşmaktır: "Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür. "[Lokman 13] Sonra cüz'i olarak ele alındığında pek çek durum vardır ve en alt mertebede olanı da mesela soldan başlamaklar. Diğer nitelikler ve onların zıddı ile ilgili durum da aynen böyledir. Bu durumda mü'min sürekli bu özelliklerle ilgili olmak üzere düşünce, değerlendirme ve ictihad halinde olacak ve onun bu durumu Allah Teala ile karşılaşıncaya kadar devam edecektir.

 

İşte bundan dolayıdır ki, mutlak ifadeli emir ve nehiyler hep aynı yeknesaklıkta, hep aynı düzeyde değildir; aksine emredilmiş olan şeylerden bir kısmı vacip, bir kısmı ise nafile (mendup); yasaklanan şeylerden bir kısım haram, diğer bir kısmı ise mekruh bulunmaktadır. Ancak bunlar mükelleflerin görüş ve değerlendirmesine bırakılmış ve böylece onların bu gibi konularda ictihadda bulunmaları ve kulluğu bu suretle icra etmeleri istenmiştir.

 

Selef-i salih, herhangi bir konuda kesinkes haram demekten sakınırlar ve açıkça: "Bu haramdır, Bu helaldir" demekten sıkıntı duyarlardı. Aksine onlar birşey hakkında kendilerine soru yöneltildiğinde: "Ben bunu sevmiyorum"; "Kerih görüyorum"; "Ben bunu yapmam" vb. gibi ifadeleri kullanmayı yeğliyorlardı. Çünkü bu şeyler medlulleri hakkında mutlak olan, şeriat tarafından belirlenmiş ve öte aşma imkanı bulunmayan sınırları olmayan mutlak şeylerdi. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Diliniz yalana alışmış olduğu için, 'Şu haramdır, bu helfildir' demeyin, zira Allah'a, karşı yalan uydurmuş olursunuz"[Nahl 116] Bu konuda kesin bulunan istikradan başka, bu esası desteklemek üzere şu ayet de gelmiş bulunmaktadır: "İşte güven, onlara, inanıp imanlarına zulüm karıştırmayanlaradır"[En'am 82] Bu ayet indiği zaman sahabe: "Bizden hangimiz zulüm etmez ki?!" dediler ve bunun üzerine: "Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür"[Lokman 13] ayeti indi.

 

Rivayete göre bu ayet inince durum Hz. Peygamber'in [s.a.v.] ashabına çok ağır geldi ve: "Hangimiz imanına zulüm karıştırmamıştır ki?!" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.v.] "Öyle değil. Lokman'ın oğluna olan "Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür"[Lokman 13] sözünü işitmediniz mi?" buyurur.

 

Sahih hadiste şöyle buyurulur: "Münafıkın alfimeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiği zaman vadinde durmaz, kendisine emanet edildiği zaman hiyanet eder" Bu hadis İbn Abbas ve İbn Ömer'i çok düşündürdü ve durumu Hz. Peygamber'e [s.a.v.] açtılar. Hz. Peygamber [s.a.v.] güldü ve: "Bunlarla sizin ilginiz ne? Ben bu üç hasleti sadece münafıklara has söyledim. 'Konuştuğu zaman yalan söyler' sözüm, Allah Teala'nın bana indirmiş olduğu "Ey Muhammed! Münafıklar sana gelince 'Benin şüphesiz Allah'ın Peygamberi olduğuna şehadet ederiz' derler ... "[Münafikun 1] ayeti hakkındadır. Peki siz öyle misiniz?" buyurdu. Biz: "Hayır!" dedik. Hz. Peygamber: [s.a.v.] "Bize birşey yok, siz ondan uzaksınız. 'vadettiği zaman vadinde durmaz' sözüme gelince, bu da Allah Teala'nın bana indirmiş olduğu "Aralarında 'Allah bize bol nimetinden verecek olursa, and olsun ki sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız'[Tevbe 75] şeklinde devam eden üç ayet hakkındadır. Peki siz öyle misiniz?" buyurdu. Biz: "Hayır!" dedik. Hz. Peygamber [s.a.v.]: "Bize birşey yok, siz ondan uzaksınız. "Kendisine emanet edildiği zaman hiyanet eder" sözüme gelince, bu da Allah Teala'nın bana indirmiş olduğu "Doğrusu Biz emaneti göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahilolan insan ise onu yüklenmiştir"[Ahzab 72] Her insanın kendi din ve diyaneti kendisine emanet edilmiştir: Mü'min gizli de olsa aşikare de olsa cünüplükten yıkanır, gizli ve aşikare oruç tutar, namaz kılar. Münafık ise öyle yapmaz. Peki siz böyle misiniz?" buyurdu. Biz: "Hayır!" dedik. Hz. Peygamber [s.a.v.]: "Bize birşey yok, siz ondan uzaksınız" buyurdu. 

 

Şeriat üzerinde düşünen kimseler, bu esasa itimat konusunda kalbe itminan verecek bu kabilden pek çok şey bulur. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

YEDİNCİ MESELE