EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / İKİNCİ FASIL: ŞER'! HÜKÜMLER VE NESH /

İKİNCİ MESELE:

 

Mekke döneminde inen şer'i hükümler genelde külli hükümler ve dinin aslı ile ilgili genel esaslar olduğuna göre, bu durum Mekke döneminde inen hükümler içerisinde neshin çok az meydana gelmiş olmasını gerektirecektir. Çünkü nesh, külli esaslar hakkında her ne kadar aklen mümkün olsa da fiili olarak vuku bulmaz.

 

Bunun böyle olduğuna tam olarak yapılan istikra delilolmaktadır.

 

Öbür taraftan şeriat zaruri, hacı ve tahsini olan esasların korunması ilkesi üzerine kurulmuştur. Bunlardan hiçbir şey neshedilmiş değildir; aksine Medine döneminde Mekke döneminde temeli atılan bu esaslar takviye edilmiş, sağlamlaştırılmış ve koruma altına alınmıştır. Durum böyle olunca, hiçbir külli esasın neshedildiği sabit olmamaktadır. Nasih ve mensuh konularında yazılmış kitaplan inceleyenler, bizim bu tezimizin doğruluğunu göreceklerdir. Mekke döneminde inen hükümler arasında nesh ancak cüz'i konularda olabilir. Mekke döneminde inen cüz'i hükümlerin ise son derece az olduğu bilinmektedir.

Buna ek olarak şuna da işaret edelim: Yapılan istikra göstermektedir ki, kendisinde nasih ve mensuhun vuku bulduğu cüz'i fer'i meseleler, muhkem olarak kalanlara nisbetle çok azdır. Bu nokta, mensuhu müteşabih, nasihi de muhkem olarak kabul eden. kimselerin görüşü ile de güçlenmektedir. Bu görüşte olanlar "Onda kitabın anası olan muhkem ayetler vardır. Diğerleri de müteşabih ayetlerdir''[Al-i İmran 7] ayetini hareket noktası kabul etmişlerdir. Bu durumda Mekke döneminde inen furu içerisinde nesh az olacaktır. Zaten bu dönemde inen furu azdır; haliyle neshin de az olması tabiidir. Sonuç olarak, Mekke döneminde inen hükümlere nisbetle ne sh nadir olmaktadır.

 

Bir nokta daha var: Hükümler mükellefüzerinde sabit olduktan sonra, onlar hakkında nesh iddiasında bulunmak, ancak kesin bir delil ile mümkün olacaktır. Çünkü onların mükellef üzerinde daha önceden sabit olduğu kesin idi. Sabitlikleri bilinip dururken onların kaldırılmış olduğuna hükmetmek ancak kesin bir bilgi yoluyla olacaktır. Bunun içindir ki tahkik erbabı alimler, haber-i vahidin, ne Kur'an'ı ne de mütevatir sünneti neshedemeyeceği konusunda icma etmişlerdir. Çünkü bu zan ifade eden birşey ile kesin olanı ortadan kaldırmak demektir. Buradan şu sonuca ulaşıyoruz: Mekke döneminde inen hükümler hakkında nesh iddiasında bulunan kimse, iddiasını kesin olarak ortaya koyacak delil getirmedikçe kendisinden bu nesh iddiası kabul edilmeyecektir. Hem de bu, iddia ettiği nasih ve mensüh delillerinin aralarını telif etme imkanı ya da her ikisinin de ıp.uhkem olduğu iddiası olmayacak şekilde olacaktır.

 

 

FASIL:

 

Mekki olsun Medeni ölsün diğer hükümler hakkındaki nesh iddiaları karşısında da aynı şekilde davranılacaktır.

 

Buna yukarıda anlattığımız son iki nokta delalet etmektedir. Bir üçüncü nokta daha vardır: Hakkında ne sh iddia edilen delillerin çoğu üzerinde düşünüldüğü zaman, onların aslında tartışmalı ya da muhtemel bulundukları, iki delilin arasının bulunması yoluyla tevile yakın oldukları görülecektir. Çünkü bunlar yani nasih olduğu iddia edilen ikinci delil genelde ya önceki bir mücmelin beyanı, ya bir ammın tahsisi, ya bir mutlakın takyidi vb. durumundadır ve bu şekilde iki delil (nasih ile mensüh olduğu iddia edilen deliller) arasını bulmak ve böylece her iki delilin de muhkem olarak kalmasını sağlamak mümkündür. İbnu'l-Arabi, bu yolla neshedildiği iddia edilen pek çok delilin mensüh olmadığını ortaya koymuştur. Taberi de şöyle demiştir: İlim adamları, fıtır sadakasının önce farz kılındığı üzerinde icma etmişler, sonra onun neshi konusunda da ihtilaf etmişlerdir: İbnu'n-Nahhas: "Fıtır sadakası icma ve Hz. Peygamber'den [s.a.v.] gelen sahih hadislerle sabit olduğuna göre, onun bu sübutiyeti, ancak icma ya da onu ortadan kaldıracak ve neshedildiğini açıklayacak dengi bir hadisle ortadan kalkacaktır. Böyle bir şey de gelmemiştir." demiştir. İlgili kısım sona erdi.

 

Neshin azlığına ve ender bulunduğuna delalet eden bir dördüncü husus da şudur: Usülcülere göre asli ibaha hükmü ile mübah olan bir şeyin daha sonra haram kılınması nesh sayılmamaktadır. Mesela içki ve riba gibi. Çünkü bunların haram kılınmaları, asli ibaha hükmü üzerine gelmiş olmaları itibarıyla asli ibaha hükmünü neshetmiş sayılmamaktadır.

 

Bu yüzden neshin tarifini yaparken şöyle demişlerdir: Nesh: Şer'i hükmün, daha sonra gelen başka bir şer'i hükümle kaldırılmasıdır.

 

Bir delil ile beraet-i zimmetin kaldırılması da bunun benzeri olmaktadır.

Daha önceleri müslümanlar namazda iken birbirleri ile konuşurlardı. 

 

Bu durum: "Gönülden boyun eğerek Allah'a namaz kılın"[Bakara 238] ayeti gelinceye kadar böyle sürdü. "Onlar namazda haşu içindedirler"[Mü'miniln 2] ayeti ininceye kadar da namazda iken sağa sola bakarlardı Bu durumu ifade için şöyle demişlerdir: "Bu, (şer'ı bir hükmü değil) sadece daha önce üzerinde oldukları bir durumu neshetmiştir. Kur'an'ın çoğu da bu şekildedir." Bu sözün manası, onlar bunu aslı ibaha hükmü ile yapıyorlardı, demektir.

 

Bu ise ne sh sayılmamaktadır. Şeriatın cahiliye dönemine ait olup da iptal ettiği herşeyin durumu da aynı şekildedir. Bunları yani nesh iddiasında bulunulan hükümleri bir araya getirir ye bunlarla ilgili kitap ve sünnet delillerine bakarsak, onlar içerisinde mensüh olarak gerçekten çok az bir kısım elimizde kalacaktır. Kaldı ki burada üzerine dikkat çekmemiz gereken bir önemli nokta daha vardır. Böylece selef ulemasının nesh teriminden ne kastettiklerinin daha iyi anlaşılması temin edilmiş olacaktır. O da şudur:

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ MESELE