EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
AVARİZU’L-EDİLLE /
İKİNCİ FASIL: ŞER'! HÜKÜMLER VE NESH /
ÜÇÜNCÜ MESELE:
Mütekaddimin (ilk dönem)
ulemasının sözlerine baktığımızda, onların ne sh kelimesini usulcülerin
kullanmış olduğu manadan daha genel bir anlamda kullandıklarını görüyoruz:
Onlar bazen mutlakın takyid edilmesine ne sh ifadesini kullanıyorlar. Bazen
bitişik ya da ayrı bir delil ile yapılan ammın tahsisine de nesh tabir
ediyorlar. Keza mübhem ve mücmelin beyanı için de aynı tabiri kullanıyorlar.
Öbür taraftan şer'i bir hükmün, daha sonra gelen başka bir şer'i hükümle
kaldırılmasına da ne sh demektedirler. Onları böyle bir tutuma iten sebep,
bütün bu sözü edilen şeylerin hep aynı manaya çıkması idi. Şöyle ki: Müteahhir
ulemanın ıstılahında nesh, önce gelen emrin, yükümlülük konusunda murad
olmadığı sonucunu gerektirmektedir. Murad sadece son olarak getirilen olmaktadır.
Bu durumda birinci ile amel edilmemekte, ikinci ise kendisi ile amel edilen
hüküm olmaktadır.
Bu mana mutlakın takyidi
konusunda da mevcut bulunmaktadır. Çünkü mutlak, kendisini kayıtlayan mukayyid
karşısında zahiri terkedilmiş bir nass olmaktadır ve onun bu mutlak ifadesi ile
amel edilmemektedir. Aksine amel, kayıt getiren delil ile olmaktadır. Bu
haliyle sanki mutlak, kendisini kayıtlayan nass (mukayyid) karşısında (mensuh
gibi) hiçbir anlam ifade etmemektedir ve sonuçta nasih mensuh gibi olmaktadır.
Amm ile has s arasındaki ilişki de aynıdır. Zira ammın zahiri, hükmün lafzın
kapsamı altına giren bütün cüzlerine teşmil edilmesini gerektirmektedir. Hass
gelince, ammın zahir hükmünü itibardan düşürmektedir ve bu haliyle amm ve has s
da nasih ve mensuha benzemektedirler. Şu kadar var ki, amm lafzın delalet
ettiği şey (medlulü) tümden ihmal edilmemekte, sadece hassın (ihmal edilmesine)
delalet ettiği kısım o kapsamdan çıkarılmaktadır. Kalan diğer kısım ise,
evvelki hüküm üzere kalmaktadır.
Mübhemle onu açıklayan
mübeyyin nasslar da, mutlak ile mukayyed nasslar gibidir. Durumun böyle olması,
ne sh sözcüğünün bütün bu manalar hakkında kullanılmasını kolaylaştıran bir
gerekçe olmuştur. Çünkü bu manaların hepsi de sonunda aynı noktaya çıkmaktadır.
Maksadı açıklamak için
örnekler vermek gerekmektedir: İbn Abbas'tan, "Dünyayı isteyene
-istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar- hemen veririz''[İsra 18] ayetinin
"Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya kazancını isteyene
de ondan veririz"[Şilra 20] ayetini neshettiği nakledilmiştir. Dikkat
edilirse burada söz konusu olan nesh değil kayıtlamadır. Zira ayette geçen
"ondan veririz" ifadesi mutlaktır; manası ise Allah'ın dilemesi ile
kayıtlıdır. Diğer ayetteki -istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar- ifadesi bunu
gerektirmektedir. Başka türlü anlamak mümkün değildir. Çünkü ayetlerin konusu
inşa olmayıp ihbardır (haber verme); haberlerde ise ne sh cari değildir.
Yine İbn Abbas,
"Şairlere ancak azgın olanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını
ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?" ayetinin hemen sonra
gelen: "Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok ananlar ... bunun
dışındadıt''[Şuara 224-226] ayeti ile mensuh olduğunu söylemiştir. Mekki şöyle
der: "İbn Abbas'tan bunun gibi Kur'an'da yer alan pek çok şey
zikredilmiştir. Onun ne sh tabir ettiği şeyler arasında istisna harfi de
bulunmaktadır. Bu gibi yerler (istisna) hakkında o, "mensuh"
ifadesini kullanmıştır. Oysa ki bu ifade mecaz olup hakikat manada değildir. Çünkü
müstesna ile müstesna minh (kendisinden istisna edilen) birbirine bağlıdır ve
istisna edatı, maksadın birinci lafzın kapsamına giren fertlerden istisna
edilen fertlerin dışında kalanların amaçlanmış olduğunu göstermektedir. Oysa ki
nasih mensuhtan ayrı ve onun hükmünü kaldıran müstakil bir delildir. Harfile
değildir." Onun sözü bu. Bunun manası, nesh iddiasında bulunan bu yerde
söz konusu olan kendisinden önce geçmiş bulunan ammın tahsisidir; ancak bunu
ifade için o, ne sh sözcüğünü kullanmıştır. Zira o, bu kelimeyi kullanırken
onun özel ve dar terim anlamını dikkate almamıştır.
Yine o, "Ey
inananları Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam
vermeden girmeyiniz"[Nur 27] ayetinin "İçinde malınız bulunan boş
evlere girmenizde size bir sorumluluk yoktur ... ''[Nur 29] ayeti ile menslih
olduğunu söylemiştir. Halbuki bunların gerçek anlamda nasih ve menslihla bir
ilgisi yoktur. Şu kadar var ki, ayetteki "size bir sorumluluk yoktur ...
" ifadesi birinci ayette geçen evlerden maksadın içerisinde oturulan evler
olduğunu göstermektedir.
Yine o, "İsteyen,
istemeyen hepiniz savaşa çıkın ... ''[Tevbe 41] ayetinin "İnananlar toptan
savaşa çıkmamalıdır"[Tevbe 122] ayeti ile menslih olduğunu söylemiştir.
Halbuki her iki ayet farklı iki konu ile ilgilidir. Ancak o, bu sözüyle Teblik
seferinden sonra hükmün, seferberliğin herkes üzerine gerekmeyeceği şeklinde
olduğuna dikkat çekmiştir.
Yine o, "De ki:
Ganimetler (enfal) Allah'ın ve Peygamberinindir"[Enfal 1] ayetinin
"Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve
yakınlarının ... dır"[Enfal 41] ayeti ile menslih olduğunu söylemiştir.
Halbuki burada söz konusu olan nesh değil, birinci ayetteki "Allah'ın ve
Peygamberinindir" ifadesindeki müphemliğin beyanıdır.
Yine o, "Sakınan
kimselere, onların hesaplarından bir sorumluluk yoktur"[En'am 69] ayetinin
de, "O size kitapta 'Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya
alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada
oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz' diye indirdi"[Nisa 140]
ayeti ile mensüh bulunduğunu söylemiştir. Halbuki En'am süresindeki ayet bir
haber niteliğindedir." Haberler ise ne neshederler ne de neshedilirler.
"Taksimde,
yakınlar, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa, ondan onlara da
verin."[Nisa 8] ayeti hakkında da miras ayeti[Nisa 11-13] ile mensühtur,
demiştir. Aynı şeyi ed-Dahhak, es-Süddi, İkrime de söylemişlerdir. el-Has en
(el-Basri), zekat ile mensühtur demiştir. İbnu'l-Müseyyeb, miras ve vasiyyet
ile neshedilmiştir, demiştir. Halbuki iki ayet arasını bulmak mümkündür. Çünkü
(Nisa 4/8) ayetinin mendübluğa yorulması kabildir ve orada geçen
"yakınlar"dan maksat varis olmayan yakınlardır" Ayetteki
"hazır bulunursa" ifdesi de bu yorumun delili olur. Dikkat edilecek
olursa ayette onlara verilmesi hazır bulunmaları şartına bağlanmıştır.
Dolayısıyla onlardan maksadın varis olmayan yakınlar olduğu anlaşılmaktadır.
el-Hasen de ayetten muradın mendubluk olduğunu açıklamış ve buna vasiyyet ve
miras ayetlerini delilolarak göstermiştir. Bu durumda konu, mücmel ve müphemin
beyanı kabilinden olmaktadır.
O ve İbn Mesüd,
"İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker
ve dilediğini bağışlar ... "[Bakara 284] ayetinin "Allah kişiye ancak
gücünün yeteceği kadar yükler ... "[Bakara 286] ayeti ile mensüh elduğunu söylemişlerdir.
[Halbuki bu da nesh değildir Çünkü İbn Abbas, ayeti şahitliği gizleme ile
tefsir etmiştir. Zira o, daha önce: "Şahitliği gizlemeyin"[Bakara
283] ifadesini kullanmış ve arkasından da "İçinizdekini açıklasanız da
gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar ...
"[Bakara 284] demiştir. [İbn Abbas'ın görüşü doğrultusunda hareket etmez
ve aşağıdaki dipnota aldığımız rivayeti esas alırsak, o zaman "Allah
kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler ... " ayeti "İçinizdekini
açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini
bağışlar ... " ayetini nesh değil tahsis ve onun mücmelliğini beyan etmiş
olur. Böylece bunun da ammın tahsisi veya mücmelin beyanı kabilinden olduğu
anlaşılmış olur.
Yine İbn Abbas, "Süslerini,
kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar ... "[Nür 31] ayetinin
"Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa
vurmamak şartıyla, dış esvaplarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur ...
"[Nur 60] ayeti ile mensüh olduğunu söylemiştir. Halbuki burada da nesh
yoktur. Burada söz konusu olan sadece daha önce geçen genelliğin (umüm) tahsisi
olmaktadır.
Ebü'd-Derda ve Ubade b.
es-Samit, "Kitap verilenlerin yemegı sıze helM, sizin yemeğiniz de onlara
helaldir"[Maide 5] ayeti hakkında o, "Üzerine Allah'ın adının
anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin ... "[En'am 121] ayeti ile
neshedilmiştir, demişlerdir. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri -üzerine
Allah adı anılmasa da- helaldir demekse, o zaman umümun tahsisi söz konusu
olacaktır. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri Allah'ın adını anmak şartıyla
helaldir demekse, o zaman da tahsis kabilinden olacaktır. Ancak birinci izaha
göre tahsis görmüş umüm bizzat En'am süresindeki ayet (6/121); İkincisine göre
de aksi olacaktır.
Ata ise, "O gün
arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur ... "[Enfal
16] ayeti, "Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener;
çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde
za'f bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi
yener; sizin bin kişiniz, Allah'ınizniyle, iki bin kişiyi yener. Allah
sabredenlerle beraberdir"[Enfal 66] ayeti ile mensühtur demiştir. Oysa ki
burada da söz konusu olan "arkasını düşmana dönen kimse" ifadesinin
beyan ve tahsisi olmaktadır. Bu durumda mana: "Düşman mü'minlerin iki katı
olduğu halde arkasını düşmana dönen kimse ... " şeklinde olmaktadır. Buna
göre iki ayet arasında tearuz ve sonuncu mutlak ifade ile nesh durumu yoktur.
Yine o (Ata),
"Bunlardan başkası size helM kılındı"[Nisa 24] ayetinin de, bir
kadını halası ve teyzesi üzerine nikahlamayı yasaklayan delil ile
neshedildiğini söylemiştir. Halbuki bu da ammın tahsisi kabilinden olmaktadır.
Vehb b. Münebbih ise,
"Melekler ... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma
dilerler"[Şura 5] ayetinin Gafir süresindeki "İman edenler için
istiğfar ederler"[Ğafir 7] ayeti tarafından neshedildiğini söylemiştir.
Halbuki Gafir süresindeki ayet Şüra süresindeki ayetin açıklaması mahiyetindedir.
Zira o mahza bir haberdir ve haberler neshe konu olmaz. İbnu'n-Nahhas:
"Bunlarda nasih ve
mensüh meydana gelmez; çünkü Allah tarafından bildirilen bir haberdir."
demiştir. Ancak Vehb b. Münebbih'in, sözündeki
(.....) kelimesini
[.....) şeklinde söylemesi mümkündür ve o takdirde sözünün anlamı: "Bu
ayet Gafir süresindeki ayetin nüshası (kopyası) gibidir ve aralarında fark
yoktur. İkisi aynı manaya gelir ve biri diğerini beyan eder" şeklinde
olur. O devamla şöyle der: "Alimlerin bu gibi sözleri karşısında aynı
şekilde teviller yapmak gerekir. Onların sözlerinin herhangi bir yolla izahına
imkan varken böyle tevil edilmeyip hatalı şekilde anlaşılması doğru olmaz. Bu
dediğimize delil, Ahmed b. Muhammed'in bize bildirdiği şeydir." Sonra o
Katade'den "Melekler ... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma
dilerler"[Şura 5] ayeti hakkında "Onlardan mü'min olanlar için ...
" dediği isnadında bulunur.
Irak b. Malik
(el-Gıfari), Ömer b. Abdulaziz ve İbn Şihab'dan ise, ''Altın ve gümüşü
biriktirip (kenz) Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı
müjdele"[Tevbe 34] ayetinin, "Mallarının bir kısmını, kendilerini
temizleyip arıtacak sadaka olarak al"[Tevbe 103] ayeti ile mensuh olduğunu
söyledikleri rivayet edilmiştir. Halbuki burada söz konusu olan da birinci
ayette "kenz" olarak sözü edilen şeyin ne olduğunun açıklanmasıdır.
Buna göre bir malın zekatı verildiği zaman o "kenz" sayılmayacaktır.
Zekatı verilmeyen ise, ayette sözü edilen "kenz" kapsamında kalmaktadır.
Dolasıyla burada da nesh durumu yoktur.
Katade de,
"Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının" ayetinin "Gücünüz
ye ttiği kadar Allah'tan sakının"[Teğabun 16] ayeti ile mensüh olduğunu
söylemiştir. Bu er-Rabi' b. Enes, es-Süddi ve İbn Zeyd'den de nakledilmiştir.
Bu da daha öncekiler gibidir. Çünkü her iki ayet de Medine döneminde inmiştir.
Bu dönemde dinde güçlüğün olmadığı prensibi ile tak at üstü yükümlülüğün
kaldırılmış olduğu ilkesi benimsenmiş ve yerleşmişti. Dolayısıyla
"Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının"[Al-i İmran 102]
ayetinin manası "gücünüzün yettiği konularda" demektir ve
"Gücünüz ye ttiği kadar Allah'tan sakının"[Teğabun 16] ayetinin
manası da zaten budur. Onlar burada ne sh sözcüğünü kullanırken, Al-i İmran
süresindeki mutlak ifadenin, Tegabun süresi ile kayıtlı (mukayyed) olduğunu
kastetmiş olmaktadırlar.
Yine Katade,
"Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler ...
"[Bakara 228] ayetinin hükmünden kendisi ile zifafa girilmeyen kadının
durumu, "Mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları temasta bulunmadan
boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur"[Ahzab 49]
ayeti ile; hayızdan kesilen, henüz hayız görmeyen ve hamile olan kadının durumu
ise, "Kadınlarınız içinde ay hali görmekten kesilenler ile henüz ay hali görmemiş
olanların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet
beklemesi üç aydır; gebe olanların iddeti doğurmaları ile
tamamlanır"[Talak 4] ayeti ile neshedilmiştir, demiştir. (Burada da yine
nesh değil beyan durumu vardır.)
Abdulmelik b. Habib,
"Dilediğinizi yapın"[Fussılet 4], ''Artık dileyen iman etsin; dileyen
inkar etsin"[Kehf 29] ve "Kur'an ancak aranızda doğru yola girmeyi
dileyene ... öğüttür"[Tekvir 28] ayetlerinin ''Alemlerin Rabbi olan Allah
dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz''[Tekvir 29], ayeti ile neshedilmiş
olduğunu söylemiştir. Halbuki bu ayetler tehdid ve korkutma sadedinde gelmiş
ayetlerdir ve böyle bir mananın neshe konu olması sahih değildir. Ayetlerde
dileme işinin kullara nisbet edilmesi, zahiri üzere olmayıp, Allah Teala'nın
dilemesi ile kayıtlı olmaktadır. Ayetlerden amaç da işte budur.
Yine o,
"Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir''[Tevbe 97] ayeti
ile "Bedevilerden Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar ...
vardır''[Tevbe 98] ayetinin, Bedevilerden Allah'a ve ahiret gününe inanan,
sarfettiğini Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nailolmaya vesile
sayanlar da vardır''[Tevbe 99] ayeti tarafından neshedilmiş olduğunu
söylemiştir. Halbuki bu ayetlerin içeriği haber olmaktadır ve haberler neshe
konu olmazlar. Bu durumda ayetlerden maksat, bedevilerin genel kapsamı
içerisinden inananların çıkarılmış ve hükme kafir olanların tahsis edilmiş
olmasıdır.
Ebu Said ve diğerleri
ise, "İffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört şahit
getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul
etmeyin; işte onlar yoldan çıkmış kimselerdir''[Nur 4] ayeti, (hemen arkasından
gelen) ''Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun dışındadır"[Nur 5]
ayeti ile neshedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Benzeri bir söz daha önce İbn
Abbas'tan nakledilmişti (ve gerekli açıklama orada yapılmıştı).
"Şüphesiz ki Allah,
bütün günahları affeder''[Zümer 53] ayetinin, ''Allah kendisine şirk
koşulmasını affetmez''[Nisa 48] ayeti ile mensuh olduğu söylenmiştir. Halbuki
bu, nesh kabilinden olmayıp tahsis kabilindendir. "Siz ve Allah'tan başka
taptıklarınız, cehenemin yakıtısınız''[Enbiya 98] ayetinin "Yaptıklarına
karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar
cehennemden uzak tutulanlardır''[Enbiya 101] ayeti ile mensuhtur; aynı şekilde
"Sizden cehenneme uğramayacak yoktur ... "[Meryem 71] ayeti de yine
bu ayetle mensuh bulunmaktadır, denilmiştir. Oysa ki bunlar haber konulu
ayetlerdir ve bilindiği gibi haberlerin neshedilmesi caiz değildir. Mekki şöyle
der: Sonra eğer bu ne sh olsa, o zaman Allah'tan başka kendisine ibadet
edilenlerin tümünün cehenneme girmesi hükmü kalkmış olurdu. Çünkü nesh, birinci
hükmün zevali ve ikinci hükmün onun yerine geçmesi demektir. Halbuki bu konuda
birinci hükmün topyekün ortadan kalkması caiz değildir. Zail olan sadece
bazısıdır. Dolayısıyla söz konusu olan tahsis ve beyandır.
"Sizden, hür mü'min
kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min
cariyelerinizden alsın" ayetinin, yine aynı ayetin devamı olan
"Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu
olanlaradır"[Nisa 25] kısmı ile neshedildiği söylenmiştir. Oysa ki burada
da söz konusu olan nesh değil, mü'min cariyelerle evlenebilmenin şartını beyan
olmaktadır.
Konu ile ilgili pek çok
örnek vardır ve bunlar, mütekaddiminin (ilk devir alimlerinin) ne sh
kelimesini, lafızların zahirlerinden hükümlerin çıkarılması sırasında, Şari'in
maksadı olmayan manaları vehmettiren unsurların açıklanması (yani mutlakın
takyidi, mücmelin beyanı, ammın tahsisi gibi) anlamını kastettiklerini
göstermektedir. Bu durumda onların ıstılahIarında nesh kelimesi, usulcülerin
ıstılahIarı olan nesh kelimesinden çok daha kapsamlı olmaktadır. Bu nokta iyi
anlaşılmalıdır.
Tevfik ancak
Allah'tandır.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: