EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

GENEL OLARAK DELİLLER / a) Delillerle ilgili külli esaslar /

BİRİNCİ MESELE:

 

Şeriat, zaruri, hacı ve tahsini diye derecelenen esasların korunması amacıyla gelmiş olduğuna göre, bu husus şer'iatın her konusunda, bütün delillerinde yaygın olarak bulunacak ve belli bir mahalle, sadece özel bir konuya ya da kaideye münhasır kılınmış olmayacaktır. Çünkü bunlar külli esaslardır ve çerçeveleri altına giren her cüzı üzerinde hakim konumdadırlar. Cüzınin gerçek ya da göreli (izafi) olması arasında fark yoktur. Bu küllilerin ötesinde daha da genel bir başka külli de yoktur. Dahası bunlar şeriatın esasları olmaktadır ve şeriat da tamamlanmıştır. Şeriatın esaslarından bir kısmının kaybolması ve onların ispatı için kıyas ya da başka bir yola ihtiyaç duyulması sahih değildir. Şeriat, genel ve özel olarak bütün insanlığın maslahatlarının teminine kafidir. Çünkü Yüce Allah bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Bugün size dininizi tamamladım"[Maide 3], "Kitap'ta Biz hiçbirşeyi eksik bırakmadık"[En'am 38] Hadiste de: "Sizi dosdoğru geniş cadde üzere bıraktım .... Bundan sonra Allah'a karşı sapandan başka kimse helak olmaz" Dinin tamamlandığını ve yolun ap aydınlık olduğunu gösteren benzeri deliller burada hatırlanabilir.

 

Durum böyle olunca, cüziler -ki bunlar şeriatın esasları ve onların altında bulunanlar oluyor- o külli esaslardan alındığı na göre -aynen varlık aleminde bulunan her türün cüzisi ile küllisi arasındaki ilişkide olduğu gibi-, Kitap, sünnet, icma ya da kıyastan özel delil getirme sırasında aynı zamanda o cüzilerin küllilerine vurulması zaruri olacaktır. Zira cüzilerin külli esaslarına ihtiyaç hissetmemeleri muhaldir. Bu durumda, mesela cüzi bir konuda, o cüzinin küllisini dikkate almadan bir nassa tutunan kimse hata etmiş olacaktır.

 

Külli esası gözardı ederek cüziye yapışan kimse hata ettiği gibi, cüziye aldırmaksızın külli prensipten hareketle hükme ulaşmak isteyen, kimse de hata etmiş olacaktır.

Bunu şöylece açıklayabiliriz: Külliye dair olan bilgi, cüzilerin ele alınması ve onların istikraya tabi tutulması neticesinde elde edilmektedir. Külli -külli olması hasebiyle-, cüzileri bilmeden önce bizce malfım değildir. Çünkü varlık aleminde külli diye birşey yoktur. O sadece -akli konular bahsinde de belirtildiği üzere- cüziler zımnında (aklen) bulunmaktadır. ŞU halde, cüziyi dikkate almadan külli ile yetinmek demek, henüz bilinmeyen birşey ile yetinmek demektir. Çünkü cüzi bilinmeden külliyi bilmek mümkün değildir; külliye dair bilgiyi ortaya çıkaran cüzi olmaktadır. Sonra cüzinin cüzi olarak konulması, küllinin tam ve kıvamında olması içindir. Bu durumda, cüziyi görmemezlikten gelmek, küllinin cüzü olması sebebiyle aslında bizzat külliyi dikkate almamak demektir. Bu ise bir çelişkidir. Çünkü cüziyi dikkate almamak, küllinin sıhhati hakkında kuşku uyandıracak bir unsurdur. Zira onu dikkate almamak, ancak onun külliye gerçekten muhalefeti ya da muhalefet ettiği zannı durumunda olur. Külli cüziye muhalif bulunursa -ki biz külliye dair olan bilgiyi ancak cüziden çıkarıyorduk- bu, o külliye dair bilginin henüz gerçekleşmiş olmadığını gösterir. Çünkü o cüzinin, o küllinin bir parçasını oluşturması imkan dahilindedir ve o zaman külli olduğu iddia edilen şey o cüziden o parçayı almamıştır. (Bu haliyle de o külli olamaz.) Bu imkan dahilinde olduğuna göre, külliye dair tam bilgiye ulaşabilmek için mutlak surette cüziye başvurmamız gerekecektir. Bu da gösterir ki, cüziyi dikkate almaksızın mutlak surette külliye itibar edilip sonuca ulaşılmaz. Bütün bunlar, şer'an istenilen şeyin, Şari'in kasdının gözetilmesi ve korunması olduğunu teyid ediyor. Külli, mahiyet itibanyla bu anlama gelir; cüzi de aynı şekildedir. Bu durumda, her meselede her ikisinin de birden dikkate alınması zorunluluk arzeder.

 

İstikra neticesinde bir kaideye ulaşılır ve sonra cüzi bir mesele hakkında, bu kaideye herhangi bir şekilde ters düşen bir nass gelirse; mutlaka aralarının telif edilmesi yoluna gidilecektir. Çünkü Şari', o cüzi hakkında nass koyarken, mutlaka öbür taraftan o küllinin korunmasını da istemiştir. Zira onun külliliği şer'i maksatları kavradıktan sonra zorunlu olarak bilinmektedir. Bu durumda -hal böyle iken- Şari'in dikkate aldığı birşeyi ihmal ederek kaidelerin ihlal edilmesi mümkün değildir. Bu sabit olunca da, külli dikkate alınırken, cüzinin ilga edilmesi mümkün değildir.

 

İTİRAZ: Küllinin külli olduğunun sabit olabilmesi için, cüzilerin tamamının ya da çoğunun istikraya tabi tutulması gerekir. Durum böyle olunca da, küllinin altına girmeyen bir cüzinin düşünülmesi mümkün olmayacaktır. Zira istikra, tam olarak yapılması durumunda kesinlik arzeder. Bu durumda daha sonra cüzi üzerinde durmak boşuna bir çaba olur. Cüzinin külliye muhalif olacağını farzetmek de doğru değildir. Mesela biz istikra neticesinde insanın canlılığı sonucuna ulaştığımızda, canlı olmayan bir insanın bulunması mümkün olmaz. Ona küllinin hükmü ile hükümde bulunmak, kesin bir hükümdür ve küllinin hükmünün onda bulunmaması mümkün değildir. (O cüzi hakkında özel delil) bulunsun bulunmasın durum farketmez. Bu külli vasıtasıyla ona hükümde bulunulur ve hüküm için cüziye ihtiyaç duyulmaz. Çünkü külli doğrultusunda olmayan hiçbir cüzi olamaz. Bazı cüzilerin, külliye muhalif oldukları farzedilse bile, bu onların gerçek cüzi olmamaları sebebiyledir. İnsana nisbetle heykel vb. örneğinde olduğu gibi. Burada da aynıdır. Biz dinin, nefsin, neslin, malın ve aklın korunması için zaruri olan şeylerin şer'an muteber olduğunu ve bu sonucun da cüzi delillerin istikraya tabi tutulması neticesinde elde edildiğini gördükten sonra, bunların korunmasına ve onlar nerede bulunurIarsa orada dikkate alınacaklarına dair kesin bir bilgi sahibi oluruz. Bu durumda karşılaştığımız ve hakkında bilgi sahibi olmadığımız her cüzi hakkında ulaştığımız bu külli doğrultusunda hükmederiz. Çünkü o cüzi de asla diğerlerinden farklı olmayacaktır ve hiçbir zaman külliye muhalefet etmeyecektir. Zira (cüzi) konuluşunun aksine bulunmaz. Yüce Allah:

 

"Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi; onda çok aykırılıklar bulurlardı" buyurur. Hal böyleyken, külliden hareketle cüzinin hükmüne ulaşıldıktan sonra, ayrıca cüzinin dikkate alınmasının ne anlamı vardır?

 

CEVAP: İtiraz genelolarak yerindedir. Ancak detaylara indiğimizde doğru değildir. Çünkü, zaruri esasların korunmasının muteber olduğu bilinsede, korunmanın belli bir yönden olduğu bilinemez. Çünkü korunmanın çeşitli yolları vardır ve akıl bunları kavrayabilir de kavrayamaz da. Kavrayabilse de, belirli bir zaman ya da mekan veyahut da adete nisbetle kavrayabilir; daha farklı zaman, mekan ya da adete göre kavrayamayabilir. Bu durumda, onun mutlak olarak dikkate alınması, bizzat kaidenin kendisinin ihlali olur. Mesela küt bir aletle (musakkal) öldürme olayında şöyle demişlerdir: Eğer böyle bir aletle gerçekleştirilen öldürme olaylarında kısas uygulanmazsa, o zaman kısas ile cinayetlerin önü alınamamış olur. Çünkü kısas, sadece kesici ve delici aletle (muhadded) öldürme durumlarına hasredilmiş olacak, öldürme cinayetine giden kapı kapatılamamış olacaktır. Tek kişinin birden fazla kimse tarafından birlikte öldürülmesi durumunda (kısasın uygulanmaması) halinde de vaziyet aynıdır.

 

Hasta iken namazda ayakta durmak gibi zaruri olan şeylerde, hacı esaslarla ilgili kaidenin bir gereği olarak azımet olan emir ve yasakların hükmünü ortadan kaldıran diğer ruhsatlar da bunun gibidir. Aslında sahihliğini engelleyici kaidelere rağmen, istisna yoluyla sahih kabul edilen muameleler de bu türdendir: Araya, kıraz (mudarabe), müsakat, selem, karz vb. muameleler gibi. Eğer biz, bütün zaruri olan esasları dikkate alsaydık, o zaman bu, haci esasları veya bizzat zaruri olanları ihlale uğratabilirdi. Ama biz böyle yapmaz da, her mertebede onların cü zile rini de dikkate alırsak, bu o mertebede ve diğer mertebelerde bulunan küllilerin korunması anlamına gelir. Çünkü bu üç mertebe birbirine hizmet eder; bazısı bazısını tahsis eder. Durum böyle olunca da, hepsinin kendi yerinde ve içerisinde bulunduğu hale göre dikkate alınması ve değerlendirilmesi gerekecektir.

 

Yine Şari' Teala bazen, bunlardan hakkında bir nass olmadıkça akılla asla kavranması mümkün olmayan şeyleri dikkate alır. Bunlar, cüziyyat konusunda şeriatın hakkında beyanda bulunduğu şeylerin çoğunluğunu oluşturur. Çünkü akıllı kimseler, fetret devrelerinde kendi akılları doğrultusunda bunları korumakta idiler; ancak bu, insanlar içerisinde adil olmayan, aralarında hak-nasfet ölçülerine sığmayan bir şekilde oluyordu; bu konuda bir kargaşa yaşanıyordu, bir masIahat elde edelim derken başka bir masIahat ortadan kaldırılıyor, bir ya da daha çok kural ihlale uğruyordu. İşte böyle bir ortamda iken, şer'iat maslahat prensibini dikkate alarak her zaman ve mekanda mutlak hak ve nasfet ölçülerini ikame eyledi, masIahatlar içerisinden bidüziyelik arzedenlerle başka bir yönden diğer maslahatlarla çatışanları belirtti. Araya vb. tasarrufların istisnasında olduğu gibi. Eğer Şari', cüzilerden mutlak surette yüz çevirseydi, ortaya mefsedetler çıkardı; maslahatlar ortadan kalkardı. Böyle bir sonuç ise şer'iatın maksadına ters düşerdi. Çünkü, cüzilerin dikkate alınması, külli esasların korunması yollarından olmaktadır. Zira onlar birbirlerine hizmet etmektedirler. Bir cüz'ide, üç kaidenin dikkate alınmamış olması hemen hemen olmayacak bir durumdur. Bunlardan bazılarının diğer bazısıyla çelişir gözüktüğü (tearuz hali) hallerin bulunabileceği ve bu durumda daha önemli olanın -tearuz ve tercih bahsinde açıklandığı şekil üzere- öne alınacağı bilinmektedir. Nasslar ve muteber kıyaslar, bunu en kamil bir şekilde içerirler.

 

Kısaca, cüziler ele alınırken mutlaka küllilerinin; külliler üzerinde durulurken de cüzilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Müctehidlerin bakış açılarının ulaşacağı son nokta mutlak surette bu olmalıdır. Onların ictihaddaki başarıları da bu noktada düğümlenmektedir.

İtiraz sadedinde ileri sürülen husus genelde doğrudur: Çünkü külli esas, herhangi bir cüzi yüzünden ihlale uğramaz. Cüzi, küllinin etki alanı dahilindedir. Ancak bu, bizzat külli ve cüzinin zatına nisbetle böyledir; harici durumlara göre ise böyle değildir. Çünkü insan mesela, bizzat canlılık özelliğine sahiptir; canlılık irade ile hareket etmek demektir. Bu özellik bazen hastalık vb. bir engelden dolayı ortadan kalkabilir. Bu durumda külli, haddizatında sahihtir. Cüzilerinden birinin, harici bir engelden dolayı küllinin ınahiyetini dışa vurınaktan geri kalması başka bir durumdur. Bir doktor, külliye ancak cüzideki cereyan ediş ya da etmeyişi açısından bakar; cüziye de ona götürecek yolla külliye ulaştırması noktasından bakar. Bir doktor olarak o, nasıl ki külliyi incelerken cüziyi ele almadan edemezse; keza cüziyi incelerken külliyi dikkate almadan yapamazsa, şer'iatta da durum aynıdır. Şari' en büyük doktordur. Mesela şer'iatta, balda insanlar için şifa olduğu bildirilmiş ve doktorlar açısından onda pek çok hastalıklar için şifa olduğu ortaya çıkmıştır. Onda bazı yönlerden zarar da bulunmaktadır ve bu, Yüce Allah'.ın bu dünyada yürütmüş olduğu adetlere uygun tecrübeler yoluyla elde edilmiş olmaktadır. Alimler, bu tecrübelere dayanarak onun genelliğini kayıtlamışlardır. Bu, dini kaidelerden olan zarurl külli bir kaideye binaen olmuştur. Bu kaide, şer'iatta haberin, haber konusuna uygun olmaksızın (hilaf-ı hakikat) gelmesinin imkansızlığıdır. Öbür taraftan nass, onun şifa oluşu ötesinde bir tahsis gerektirmemektedir. Bu durumda alimler şer'i külli kaideyi harekete geçirdiler ve onunla genel cüzi hakkında hüküm verdiler. Tecrübi olarak çelişeni bulunmayan yerlerde de aynı şekilde cüziye de itibar ettiler. Çünkü bal, kendisinde safra galip olan kimselere zararlı olmakta; böyle olmayan kimseler için de şifa olmakta ya da onun için şifa içermektedir.

 

İTİRAZ: Bu bir çelişkidir. Çünkü bu aynı anda cüzinin hem dikkate alınması hem de alınmaması sonucuna götürür.

 

CEVAP: Bu iki ayrı cihetten olduğu için İtiraz yerinde değildir.' Sonra her cüzinin her hal ve durumda dikkate alınması da gerekmez. Aksine bundan maksat şudur: Hakkında küllinin hükmüyle hükmetme doğru bir şekilde gereçekleşmiyorsa, cüzi o zaman dikkate alınır. Araya ve diğer istisnai tasarruflarda olduğu gibi. Bu durumda cüzi ile küllinin tahsis ya da takyidi cihetine gidilir ve bu hiçbir zaman cüzi sebebiyle küllinin ihlali neticesini doğuracak şekilde olmaz. Birinin diğeri ile birlikte dikkate alınmasının anlamı da işte budur. Meselenin izahı sırasında örnekler geçmiş bulunmaktadır. Bu nokta (yani cüzi üzerinde dururken külliyi gözardı etmemek ya da tersi) üzerinde ihmalkar davranmak asla doğru değildir. Çünkü bu konuda, meselenin özü (fıkıh) yatmaktadır. Bu noktayı ihmal ettiği içindir ki, bir çok kimse bu gibi yerlerde hatalar yapmışlardır. Bu durumda yapılacak şey şudur: Mutlaka Şari'in maksatları üzerinde mutlak düşünceye ulaşmak ve nassları mutlak ve mukayyed olarak araştırmaya tabi tutmak.  Meselelerin şer'i kaideler doğrultusunca yerlerine oturtulması ve onlara hukuki şekiller verilmesi ancak bu yolla doğru olabilir ve hatalı olmayan sonuçlara ulaşılabilir. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

İKİNCİ MESELE