EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN
ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN
ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / ON ALTINCI MESELE:
Adetler, meydana
gelişlerine nisbetle iki kısımdır:
(a) Zamana, mekana ve
durumlara göre değişmeyen genel adetler: Yemek, içmek, sevinmek, üzülmek,
uyumak, uyanmak, tabiata uygun olan şeylere meyletmek, uygun düşmeyen şeylerden
de nefret etmek, temiz, güzel ve lezzetli olan şeyleri almak, elem verici, pis
ve iğrenç şeylerden de sakınmak vb. gibi şeyler bu kısımdandır.
(b) Zamana, mekana ve
durumlara göre değişen adetler: Giyinme ve kuşanma şekli, barınma tarzı, şiddet
halinde yumuşaklık, yumuşaklık halinde şiddet gösterme, davranışlarda yavaş ya
da süratli hareket etme; teennili ya da aceleci davranma vb. gibi örnekler de
bu kısımdandır.
Birinci kısımdan' olan
adetler halde, mazide ve istikbalde bidüziyelik arzeder. Dolayısıyla, geçmiş
asırlarda yaşayan milletlerin de aynı adetler üzerinde yaşamış olduklarına
hükmolunur. Çünkü Allah Teala'nın evrende cari bulunan kanunlarının (
sünnetullah) bu şekilde cereyan ettiği ve adet-i ilahi üzere cereyan ettiği
için de onlarda genelolarak bir değişiklik bulunmayacağı kesindir. Dolayısıyla
halihazırda cereyan etmekte bulunan bu türden bir adetin mutlak silrette
geçmişte de bulunduğuna ve gelecekte de bulunacağına hükmedilir. Adetin şer'i
ya da tabii (vücudi) olması arasında bir fark yoktur.
İkinci kısma gelince, bu
tür adetlerin geçmişte bulunan milletlerde de bulunacağına hükmetmek -mevcudiyetine
dair harici bir delil bulunmadıkça- asla mümkün değildir. Delilin bulunması
durumunda, geçmiş için de o adetin varlığı doğrultusunda hükmetmek, adetin
özelliği gereği değil de, o delil sebebiyle olmuş olur. Gelecek için de durum
aynıdır. Bu konuda da şer'i olan adetle tabii (vücudi) olan adet arasında fark
yoktur.
Birinci kısımdan olan
adetlerin geçmişte, halde ve gelecekte aynilik göstermesi, daimi bir külli
esasa dayalı olmalarındandır. Dünya bu esas üzerine kurulmuştur ve kulların
evrendeki masIahatları bu adetlerin mevcudiyeti ile gerçekleşmektedir. Nitekim
yapılan istikra bu neticeyi ortaya koymaktadır. Şeriat da bu adetlere uygun
olarak gelmiştir. Bu külli olan adet kıyamete kadar baki kalacaktır. Bu sözü
edilen külli adet, daha önce belirtilen ve hakkında -zanni değil- kesin bilgi
olduğuna dair delil bulunan adet olmaktadır. İkinci kısma gelince, onlar külli
adet altına giren cüz'i adetlere yönelik olmaktadır. Bunlar hakkında kesin
bilgi değil zan bulunmaktadır. Durum böyle olunca, ikinci türden halihazırda
mevcut bulunan adetlerin hükümlerini geçmişte bulunanlara da teşmil etmek sahih
değildir; çünkü değişmesi ve yerine başkasının geçmesi mümkündür. Birinci
türden olan adetler ise böyle değildir.
Bu, ilk nesillerin
üzerinde bulundukları adetlerin sonra gelen nesillere de teşmil edilmesi ve
onların hükümlerinin sonraki gelenlere verilmesi konusunda kendisine ihtiyaç
duyulan önemli bir kaidedir. Usfıl alimleri hüküm bina etmek, genel durumlarla
ilgili kazai hükümleri kendisine vurmak yoluyla bu kaideyi çokça kullanırlar.
Aslında böyle bir kullanış mutlak olarak ne sahih ne de fasittir. Aksine daha
önce de geçtiği gibi konunun taksime tabi tutulması gerekir. Bu iki kısımdan
netlik kazanmayan ve problem olarak kendisini gösteren bir üçüncü kısım daha
ortaya çıkmaktadır: Acaba bu üçüncü kısım birinci kısma katılacak ve böylece
bir hüccet olabilecek midir? Yoksa birinci kısma katılmayacak ve neticede bir
hüccet olmayacak mıdır?
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: