EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / ON ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Yükümlülük, mükelleflerin yapageldikleri şeylerin (avaid) bidüziyeliği üzerine kurulmuş olduğuna göre, mükellefin yükümlülük hükmü altına girmesine nisbetle, üzerine bina edilecek şeyler için alışılagelen şeyler (avaid, tabiat olayları) üzerinde durmak gerekecektir.

 

Bunlardan biri de şudur: Vücud aleminde adetlerin cereyan tarzı (mecari'l-adat), zanni değil kesin bilinen bir husustur. Yani bunlar külliyyattan olup, özel cüziyyattan değildir. Delilleri:

 

(1) İstikra ile bilindiği üzere şeriatler bunları bu şekilde getirmişlerdir.

 

Mesela bizim şeriatımızı ele alalım: Yükümlü tutulacak kimselere nisbetle getirilmiş bulunan külli yükümlülükler hep aynı biçimde aynı miktarda ve aynı tertipte konulmuştur. Bunlar, önce gelenlere ya da sona kalanlara yani zamana göre değişecek şeyler değillerdir. Teklif konularının -ki mükelleflerin fiilleri oluyor- böyle olduğu konusunda bu açıktır. Mükelleflerin fiilleri, varlık alemi normal düzeni üzerinde durdukça kendi tertibi içerisinde cereyan edecektir. Eğer varlık aleminde bulunan adetler farklılık gösterecek olsa, bu şeriatların, onların getirdiği düzenin ve ilgili hitabın da değişmesini gerektirecektir. Bu durumda ise, şeriat olduğu hal üzere kalmış olmayacaktır. Böyle bir netice batıldır.

 

(2) Şeriat, bu varlık aleminin hallerinin kıyamete kadar devamlı ve değişmesiz olduğunu bildirmiştir. Mesela gökler ve yerle bunlar arasında ve içerisinde bulunan her türlü menfaat, tasarruf ve hallerin haberleri; sünnet-i ilahide herhangi bir değişiklik olmayacağını; Allah'ın yarattıklarında bir değişme bulunmayacağını bildiren haberleri gibi. Aynen bunun gibi şeriatlerle yükümlü tutmak da bu şekilde gelmiştir. Doğruluğunda kuşku bulunmayan kimsenin (peygamberler) verdiği haberler, asla haber verilenin aksi olamaz; çünkü söylenilenle gerçek arasında tutarsızlık muhaldir.

 

(3) Eğer adetlerin (tabi at hadiselerinin) bidüziyeliği bilinen bir husus olmasaydı, o zaman furu bir tarafa, din esastan bilinmezdi. Çünkü dinin bilinmesi ancak peygamberliğin kabulü ile mümkündür. Peygamberliğin kabulü de ancak mucize yoluyla gerçekleşir. Mucize ise, alışılmışlığın üstüne çıkılmasından (harikuladelik) öte başka birşey değildir. Alışılmışlı-

ğın üstüne çıkmak ise, ancak adetlerin geçmişte olduğu gibi halde ve istikbalde de bi düz iye liğin mevcudiyeti ile meydana gelebilir. Alışılmışlığın anlamı şudur: Farzedilen bir fiil, meydan okumaksızın vuku bulması varsayıldığında, mutlak suretle benzerlerinin meydana geleceği üzere vuku bulacaktır. Davetle birlikte alışılmışın dışında vuku bulursa, bidüziyeliğe muhalif olarak bu şekilde meydana gelmesi davetçinin doğruluğuna dela-

let edecektir. Eğer adetin bidüziyeliği bilinmeseydi davetçinin doğruluğuna dair bilgi zorunlu olarak ortaya çıkmazdı. Çünkü böyle bir harikuladeliğin meydana gelmesi davet ve meydan okuma olmaksızın iddia konusu olmaz. Ancak (bidüziyeliğe dair) bilgi mevcuttur; bu da bu bilginin üzerinde kurulu olduğu şeyin de bilinir olduğunu gösterir. Ulaşılmak istenen netice de bu dur.

 

İTİRAZ: Bu, adetlerin (tabi at olaylarının) bidüziyeliğinin bilinir olmadığını, aksine olsa olsa zan dahilinde olduğunu gösteren şeylerle çelişki arzeder. Konuya dair iki delil vardır:

 

(1) Alemde birşeyin devamlılığı o şeyin varlığının başlangıcı ile (imkan açısından) eşittir. Çünkü süreklilik devamlı bir müdahil güç (imdat) iledir. Bu müdahale ise bulunmayabilir. Nitekim başlangıçta birşeyin yokluğunun sürekliliği mümkün idi. Varlık kazanınca, mümkün olan iki alternatiften biri ortaya çıkmış oldu. Ortaya çıkarken de o şeyin asıl yokluk üzere kalması caizdi. İkinci zamana nisbetle de, varlığı mümkün olduğu gibi yokluğu da mümkündür. Durum böyle olunca da, mevcudiyetinin sürekli olmayışı imkan dahilinde iken nasılolur da varlığının sürekliliğine dair bilgi doğru olabilir. Bu bizzat muhalin ta kendisi değil midir?

 

(2) Varlık aleminde harikuladelikler az değil bilakis çoktur. Özellikle de peygamberler ile bu ümmetten ve daha önceki geçmiş ümmetlerden olan veli kullar ellerinde ortaya çıkan harikuladelikler pek çoktur. Vukü sırfimkandan öte daha güçlü birşeydir ve delalet gücü daha yüksektir. Şu halde cereyan etmekte olan adetlerin (tabiat olaylarının) (bidüziyeliği) kesin olarak belli değildir.

 

CEVAP: Birinci itiraza şu şekilde cevap verebiliriz. Aklen birşeyin caiz olması, o şeyin akıl bakımından imkansız olmaması demektir. Burada söz konusu imkansızlık kesin nakil ile olmaktadır. Birşeyin imkansızlığı nakil ile -ki geçen bütün deliller oluyor- sabit ise, artık o konunun aklen caiz olmasının bir anlamı kalmamaktadır.

 

İTİRAZ: Bu, kesin esaslar (katiyyat) konusunda bir çelişkidir; dolayısıyla da muhaldir.

 

CEVAP: Muhallik, ancak aynı cihetten çelişme durumunda söz konusu olur. Burada ise durum öyle değildir. Aksine burada aklen caizlik, asıl imkan konusunda hükmü üzere devam etmektedir. Naklen imkansızlık ise vukü bulmaya yöneliktir. Nice olması caiz olan şey vardır ki, vukü bulmamıştır. Burada da aynı şekilde söyleriz: Alemin, var olmadan önce, asıl yokluk üzere kalması da, varlık alemine çıkması da mümkün idi. Onun üzerinde yokluğun hüküm sürmesi ya da onun varlık alemine çıkarılması bizzat kendi açısından eşitti. Allah Teala'nın ilmi cihetinden ise var olması zorunluydu ve vücudu vacibdi; her ne kadar haddizatında asıl yokluk üzere kalması mümkün idiyse de, ilahi ilme nisbetle yokluğunun sürmesi de muhaldi. İşte bunun içindir ki şöyle derler: Küfür üzere ölen bir kimsenin nimetlendirilmesi; İslam üzere ölen bir kimsenin de azaplandırılması mümkündür. Ancak bu caiz (mümkün) olan şeyin vukuu muhaldir. Çünkü Yüce Allah azab göreceklerin kafirler, nimetlendirilecek olanların da mü'minler olduğunu haber vermiştir. Burada caizlik, mümtenilik ve vaciblik aynı nokta üzerinde değildir. Konumuz bakımından da aynı şey söz konusudur. Caizlik, bizzat caizlik açısından; vaciblik ya da mümtenilik de harici bir unsurdan dolayıdır, haliyle aralarında bir çelişki (tearuz) bulunmamaktadır.

 

İkiNCİ İTİRAZA CEVAP: .Adetler üzere hükme esas olan bilgimiz, varlık alemi hakkındaki külliyyatla ilgilidir; cüziyyatla ilgili değildir. İtiraz edilen nokta ise cüz'i konularla ilgilidir ve onlar külli esasları zedeleyecek ölçüde değildir. Bu yüzden de bunlar, dünya işlerinde adetlerin gerekleri doğrultusunda amel konusunda asla bir şüphe ya da duraksama doğurmamaktadır. Eğer adetlerin istikrar göstermekte olduğuna dair bilgi olmasaydı, -daha önce de geçtiği gibi- o takdirde harikuladelikler ortaya çıkmaz, bunlar diğer normalolaylardan ayırt edilemezdi. Bu, cari olan adetlerin bidüziyeliğini gösteren en güçlü delildir. Bu delili ortaya koyan Fahreddin er-Razi [radiyallahu anh] olmaktadır. Şimdi biz, buna rağmen alışılmışlığı yırtan bir Cüz'i (harikuladelik) gördüğümüzde, bu bize ortada eğer bir meydan okuma varsa bir peygamber mucizesiyle, meydan okuma yoksa -veya caiz gören görüşe göre meydan okuma ile de olabilir- bir velinin kerameti ile karşı karşıya bulunduğumuz u gösterir. Bu tür harikuladelikler bizim külli adetlerin sürekliliğine dair olan bilgimizi zedelemez. Nitekim biz geçmişte ya da içerisinde bulunduğumuz zamanda alemde cüz'i olarak cereyan etmekte olan bir adet gördüğümüzde, o adetin istikbalde de süreklilik göstereceğine dair bir kanaate (zanna) sahip oluruz. Keza geçmişte alışılmışlığı yırtan olay delilinden hareketle o konuda yine alışılmışlığın üzerine çıkılabileceğini kabul ederiz. Bütün bunlar, bizim külli adetlerin sürekli olduklarına dair olan bilgimizi ortadan kaldırmaz. Diğer usul meseleleriyle ilgili hüküm de böyledir. Mesela kıyasla, vahid haberle amel etmek, iki zanni delilin tearuzu durumunda tercih yoluna başvurmak vb. kesin esaslardan olmaktadır. Bununla birlikte iş uygulamaya gelince, belli bir kıyas ile ya da belli bir vahid haber ile ulaşılan netice ile amel etmek kati değil zanni olmaktadır. Diğer meselelerde de durum aynıdır ve bu cüz'i uygulamada sözkonusu olan zannilik, külli olan meselenin esasını zedelememektedir. Bütün bunlar açıktır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ON DÖRDÜNCÜ MESELE