EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN
ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN
ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / ONUNCU MESELE:
Hz. Peygamberin bizzat
kendisine has olan fiilleri hariç, getirdiği diğer hükümler ve yükümlülükler
nasıl ki bütün mükellefler için genellik arzediyorsa, meziyet ve menkıbelerinde
de durum aynıdır. Kendisine has olanlar hariç, Hz. Peygamber' e verilmiş
bulunan her meziyetten, mutlaka ümmetine de örnekler verilmiş bulunmaktadır.
Bunlar da, aynen teklifin umumiliği gibi genellik arzetmektedirler. Hatta
İbnu'l-Arabi'nin iddiasına göre, adeti İlahinin tecellisi, Yüce Allah bir
peygambere birşey vermişse, mutlaka o şeyden ümmetine de vermiş olması ve
onları da ona ortak kılması şeklindedir. İbnu'l-Arabi daha sonra bu doğrultuda
örnekler zikreder.
Onun söyledikleri, bu
ümmet hakkında da istikra neticesinde doğru çıkmaktadır. Şöyle ki: Evvela,
istinbat edilebilecek hükümler açısından onun yerini alma hususunda genel bir
veraset bulunmaktadır. Ümmetten, konulmuş sınırlar yanında durarak, hüküm
istinbatına gitmeksizin kulluk icrasında bulunmaları istenebilirdi ve
usulcülerin dediği gibi bu iş için nassların umumi ve mutlak olmaları yeterli
idi. Ancak Yüce Allah, kullarına Peygamberine has kıldığı bir meziyetle onları
ayrıcalıklı kılarak ihsanda bulundu. Şöyle ki: Peygamberi hakkında
"Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin ...
''[Nisa 105] buyururken, ümmeti hakkında da " ... Onlardan hüküm çıkarmaya
kfıdir olanlar onu bilirdi''[Nisa 83] buyurmuştur. Bu nokta açıktır; o yüzden
sözü uzatmıyoruz.
İkinci olarak: Bu tezin
doğruluğu pek çok yerde ortaya çıkmaktadır.
Bunlardan otuz tanesine
işaretle yetineceğiz:
1. Allah'ın sahıtına
mazhar olma: Yüce Allah Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Şüphesiz Allah ve
melekler peygambere salM ederler (onu överler) ... ''[Alızab 56] buyururken,
ümmet hakkında da "Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salM
(rahmet ve istiğfar) eden Allah ve melekleridir"[Alızab 43];
"Rablerinin salatı (mağfireti) ve rahmeti onlaradır"[Bakara 157]
buyurur.
2. Rıza: Yüce Allah Hz.
Peygamber hakkında "Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de razı
olacaksın''[Duha 5]; ümmeti hakkında da "And olsun ki onları razı
olacakları bir yere koyar"[Hac 59]; "Allah onlardan razı olmuştur,
onlar da Allah'tan razı olmuşlardır''[Maide 119] buyurmaktadır.
3. ve 4. Geçmiş ve
gelecek günahların affı: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Allah böylece,
senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar ... "[Fetih 2] buyrulurken
ümmeti hakkında da şöyle rivayet edilmiştir: Bu ayet indiği zaman ashab Hz.
Peygamber'e [s.a.v.] gözaydınlığı dilemişler ve "Bize ne var? Ya
Rasulallah!" demişlerdi. Bunun üzerine "İnanan erkek ve kadınları,
içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; onların
kötülüklerini örter'"[Fetih 5] ayeti inmişti. Ayette geçen günahların
affı, geçmiş ve gelecek hepsini kapsamaktadır. Birinci ayette Allah'ın nimeti
tamamlamasından bahsedilmekte ve "Sana olan nimetini tamamlar ... "
buyrulmaktadır. Ümmet hakkında da "Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi
arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz"[Maide 6]
buyrulmaktadır ki, bu da dördüncü benzerliği teşkil etmektedir.
5. Vahiy yani nübüvvet:
Yüce Allah Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında olmak üzere "Ey Muhammed!
Şüphesiz sana da vahyettik ... "[Nisa 163] ve benzeri anlamda ayetlerle
Hz. Peygamber'e [s.a.v.] verdiği nübüvvetten bahsetmiştir. Bu son derece
açıktır ve şahide ihtiyacı yoktur. Ümmet hakkında ise hadiste "Salih rü'ya
nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür" buyrulmuştur.
6. Kur'an'ın murada
uygun olarak inmesi: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Yüzünü göğe çevirip
durduğunu görüyoruz. Hoşnud alacağın kıbleye, ey Muhammed, elbette seni
çevireceğiz''[Bakara 144] buyrulmaktadır. Hz. Peygamber [s.a.v.] daha önce
kıblenin Kabe'ye çevrilmesini arzuluyar ve bu doğrultuda vahiy bekleyip
duruyordu. "Ey Muha,mmed! Bunlardan (zevcelerinden) istediğini bırakır,
istediğini yanına alabilirsin ....''[Ahzab 51] ayeti bir başka örneği teşkil
eder. Hz. Peygamber'e kadınlar sevimli kılındığı için, onun hakkında diğer
müslüman erkeklere getirilen dört sınırı korunmamış, (daha önce nikahı altında
kalan kadınları tutabileceği bildirilmiştir). Ümmet hakkında Kur'an'ın onların
arzularına uygun düşmesine gelince; Hz. Ömer şöyle anlatır: "'Rabbime üç
konuda muvafık düştüm:
Birinde: ''Ya
Rasulallah! Keşke Makam-ı İbrahim'i namaz yeri edinsen" dedim, hemen
"MakfLm-ı İbrahim'i namaz yeri edinin"[Bakara 125] ayeti indi. Bir
başka seferinde: ''YaRasulallah! Senin huzuruna iyi kimseler de kötü kimseler
de giriyor. Keşke müminlerin annelerine perde arkasında bulunmalarını
emretsen" dedim, bunun üzerine de "hicab ayeti"[Ahzab 53] indi.
Bir başka seferinde, Hz. Peygamber'in bazı kadınlarını (gereksiz bazı talepleri
üzerine) azarladığını duydum. Onların yanına vardım ve kendilerine ''Ya bu
halinizden vazgeçersiniz, ya da Allah peygamberine sizden daha hayırlı eşler
verir" dedim. Bunun üzerine de "Ey Peygamber eşleri! Eğer o sizi
boşarsa, Rabbi ona, sizden daha iyi olan ... eşler verebilir"[Tahrim 5]
ayeti indi.'" Başka bir örnek: Bir kadına, kocası zıhar yapmıştı. Kadın
Hz. Peygamber'e gelerek, uzun süre kocasıyla aynı yastığa baş koyduklarını,
ondan çocukları bulunduğunu ... şimdi ise onun kendisine zıhar yaptığını söyleyerek
şikayette bulundu. Hz. Peygamber [s.a.v.] "Sen ona haram olmuşsun,
yapabileceğim birşey yok" buyurdu. (Kadın Hz. Peygamber [s.a.v.] ile
tartışmaya girdikten sonra) başını göğe kaldırdı ve "Ben çaresizliğimi
Allah'a arzederim" dedi. Sonra Hz. Peygamber' e [s.a.v.] tekrar başvurdu.
Aynı cevabı aldı. "Sonra üçüncü defa sormak için tekrar gitti. Bunun
üzerine Allah şu ayetleri indirdi: "Ey Muhammed! Kocası hakkında seninle
tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir ...
" Bu konuda araştırma yapanlar, bu türden pek çok ayet olduğunu
göreceklerdir. Mesela, ifk (iftira) olayında Hz. Aişe'nin atılan iftiralardan
uzak olduğunu, kendi arzusu doğrultusunda gelen ayetler [Nur 11] ortaya
koymuştu. O duygularını şöyle anlatıyor: "Ben o zaman günahsız olduğum
için mutlaka Allah'ın beni temize çıkaracağına inanıyordum. Ancak, Allah'a
yemin ederim ki, Allah'ın benim hakkımda okunacak bir vahiy indireceğini hiç
zannetmiyordum; bence benim durumum Allah'ın Kur'an'ında okunacak vahiy
indirecek kadar önemli değildi. Şu kadar ki ben, Yüce Allah'ın beni
temizleyecek bir rüyayı Hz. Peygamber'e göstereceğini ve beni böyle
paklayacağını düşünüyordum. Fakat O, vahiy indirdi." Hilal b. Ümeyye de:
"Seni hak ile
gönderene yemin ederim ki, ben elbette doğruyum ve Yüce Allah mutlaka sırtımı
had cezasından kurtaracak bir vahiy indirecektir" demişti de bunun üzerine
"Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahitleri
bulunmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört
defa şahit tutmasıyla olur ... "[Nur 6-9] ayetleri inmişti.
Bu husus, sadece Hz.
Peygamber devrine hastır, çünkü onun vefatıyla vahiy kesilmiştir.
7. Şefiiat: Hz.
Peygamber [s.a.v.] hakkında "Belki de Rabbin seni övülecek bir makama
yükseltir"[İsra 79] buyrulmuştur. Bu ümmet hakkında da şefaatin bulunacağı
sabittir. Mesela Üveys hakkında Hz. Peygamber [s.a.v.] "Rebia ve Mudar
mensupları kadar kişiye şefaat eder"; "İmamlarınız,
şefaatçilerinizdir" vb.
8. Şerh-ı sadr (gönlü açmak):
Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Ey Muhammed! Senin gönlünü açmadık
mı?"[İnşirah 1]; ümmet hakkında da "Allah kimin gönlünü İslam'a
açmışsa o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı?''[Zümer 22] buyrulmuştur.
9. Sevgiye mazhariyet:
Hz. Peygamber [s.a.v.], Allah'ın sevgilisidir.
Bu husus hadisle
sabittir. Hadis şöyle: Bir grup sahabi kendi aralarında müzakere ediyorlardı.
Biri: "Şaşılacak şey! Allah, yaratıklarından kendisi için dost (halil)
edinmiştir" dedi. Bir diğeri: "Musa'nın kelamından daha şaşılacak ne
olabilir? Zira onunla Allah konuşmuştur" dedi. Bir üçüncüsü: 'eya İsa! O
Allah'ın kelimesi ve ruhudur" dedi. Bir dördüncüsü: "Adem'e ne
demeli! O Allah'ın seçtiğidir" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.v.]
onların yanlarına çıktı, selam verdi ve sonra: "Konuşmalarının işittim ve
hayretlerinizi gördüm. Evet, Allah İbrahim'i dost edinmiştir. Doğrudur. Musa
Allah'ın sırdaşıdır; onunla konuşmuştur. Doğrudur. İsa Allah'ın ruhudur.
Doğrudur. A.dem, Allah tarafından seçilmiştir (safiyy). Bunlar hep doğrudur.
Ancak dikkat edin, ben ise Allah'ın sevgilisiyim. Bunu öğünmek için
söylemiyorum. Kıyamet gününde hamd sancağını ben taşıyacağım. Bunu öğünmek için
söylemiyorum. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilecek olan benim. Bunu
öğünmek için söylemiyorum. Cennetin kapısını ilk çalacak olan benim ve Allah
onu benim için açacak ve yanımda fakir müminler olduğu halde beni oraya
koyacak. Bunu öğünmek için söylemiyorum. Ben şimdiye kadar geçenlerin de,
bundan sonra geleceklerin de en şereflisiyim. Bunu öğünmek için söylemiyorum.
"
Ümmeti hakkında ise
" ... Allah, sevdiği ve onların da O'nu sevdiği ... bir millet
getirecektir"[Maide 54] buyrulmuştur.
10. Yukarıdaki hadiste
Hz. Peygamber'in [s.a.v.] cennete girecek ilk kişi olduğu, ümmetinin de aynı
şekilde oraya girecek ilk ümmet olduğu belirtilmiştir.
11. Yine aynı hadiste
Hz. Peygamber'in [s.a.v.] şimdiye kadar geçenlerin de, bundan sonra
geleceklerin de en şerefli si olduğu belirtilmiştir. Ümmeti hakkında da
"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan ... en hayırlı bir
ümmetsiniz"[Al-i İmran 110] buyrulmuştur.
12. Hz. Peygamber
[s.a.v.] ümmeti üzerine şahit kılınmıştır. Böylece, diğer peygamberlere nasip
olmayan bir ayrıcalık kazanmıştır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
"Böylece sizi insanlara şahit ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir
ümmet kıldık. Peygamber de size şahit ve örnektir. "[Bakara 143]
13. Harikulade olayların
bulunması: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında mucize ve kerametler bulunmaktadır.
Ümmetine ise, kerametler verilmiştir. Bu konuda, bir velinin, kendi veliliğini
ispat için keramet ile meydan okuması caiz midir, değil midir? konusunda
ihtilaf edilmiştir. İşlemekte olduğumuz esas, bunun caiz olacağına bir
tanıktır. İnşallah bu konu ileride gelecektir.
14. Daha önceki
kitaplarda Allah'a karşı övgücü olma ve benzeri güzel meziyetlerle anılmış
olma: Kur'an'da Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Ben (İsa), benden sonra
gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen; Allah'ın size
gönderilmiş bir peygamberiyim ... "[Saff 6] buyrulmuş, ümmetine de
"hammadin" (= çok övgüde bulunanlar) ismi verilmiştir.
15. Ümmi olmakla
birlikte ilim sahibi olma: "Ümmiler arasından, kendilerine ayetlerini
okuyan, onları arıtan, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen
O'dur"[Cum'a 2]; "De ki; Ey insanlar! Doğrusu ben Allah'ın hepiniz
için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren
peygamberine inanın ... ''[A'raf 158] buyrulur. Hadiste de: "Biz ümmı bir
ümmetiz; hesap kitap bilmeyiz ...'' buyrulmuştur.
16. Meleklerle konuşma:
Bu durum Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında gayet açıktır. Ashaptan bazısı
hakkında da, meleklerle konuşur oldukları nakledilmiştir. Mesela İmran b.
Husayn gibi. Aynı şey Allah'ın veli kullarından da nakledilmektedir.
17. Sorguya çekmeden
önce affa mazhar olma: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında Yüce Allah "Allah
seni affetti; onlara niçin izin verdin?"[Tevbe 43] buyururken, ümmeti
hakkında da "And olsun ki, Allah size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle
kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten
sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz ... Andolsun ki O sizi
bağışladı"[AI-i İmran 152] buyurmaktadır.
18. Şam yüceltme: Yüce
Allah Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Senin şanını yüceltmedik
mi?"[İnşirah 4] buyurur. Bundan maksat, kelime-i tevhide ve ezana Hz.
Peygamber'in ismini kendi ismiyle birlikte koymuş olmasıdır, denilmiştir.
Böylece Hz. Peygamber'in ismi, yüceltilmiş ve saygı görmüş oldu. Ümmet hakkında
da gerek Kur'an'da ve gerekse daha önceki kitaplarda pek çok yerde övgü ile
bahiste bulunulmuştur. Bir hadiste Hz. Musa'nın, Hz. Muhammed'in ümmetine ait
övgüler ve onları yücelten ifadeler görünce: "Allah'ım! Beni Muhammed
ümmetinden kıl" diye dua ettiği bildirilmiştir.
19. Onlara düşmanlık
Allah'a düşmanlık, onlara dostluk Allah'a dostluk kabul edilmiştir: Yüce Allah
"Allah'ı ve Peygamberini incitenlere, Allah, dünyada da, ahirette de lanet
eder"[Ahzab 57] buyurur. Hadislerde de "Kim bana eziyet ederse,
Allah'a eziyet etmiş olur"; "Kim benim bir veli kuluma eziyet ederse,
o bana açıktan harp açmış olur"; buyrulur. Başka bir ayette "Kim
peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur"[Nisa 80] buyrulur.
Bunun muhalifmefhumu, kim peygambere itaat etmezse Allah'a itaat etmemiş olur, şeklindedir.
20. Seçme: Yüce Allah
peygamberler hakkında "Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir
kısmını seçtik ve onları doğru yola eriştirdik ... ''[En'am 87] buyurmakta,
ümmet hakkında da "O sizi seçmiş, atanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için
bir zorluk kılmamıştır"[Hacc 78] buyurmuştur. Hadiste de Hz. Peygamber'in
bütün insanlar içerisinde "Mustafa" yani seçilmiş olduğu
bildirilmiştir. Ümmet hakkında da "Sonra bu Kitab'ı kullarımızdan
seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır ... "[Fatır 32] buyrulur.
21. Allah'tan selama
nail olma: Birçok hadiste, Allah'tan Peygamberine selam geldiği belirtilmiştir.
Yüce Allah "Ey Muhammed de ki: Hamd Allah'a mahsustur, seçtiği kullarına
selam olsun"[Neml 59]; "Ey Muhammed! Ayetlerimize inananlar sana gelince:
'Size selam olsun.' de"[En'am 54] şeklinde buyurur. Cibril [a.s.] Hz.
Peygamber'e [s.a.v.], Hz. Hatice hakkında: "Ona Rabbinden ve benden selam
söyle" demiştir.
22. İnsanın
yaratılışında bulunan zaaflar sebebiyle kayma ve sapma beklentilerine karşı
koruyucu olma, onlara sebat verme: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Sana
sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin'' [İsra
74]; ümmet hakkında da "Allah inananlara, dünya hayatında da ahirette de,
o sabit sözlerinde, daima sebat ihsan eder"[İbrahim 27] buyrulur.
23. Minnetsiz ihsanda
bulunmak: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Doğrusu sana minnetsiz bir ecir
vardır"[Kalem 3]; ümmet hakkında da "Onlara minnetsiz ecir
vardır''[Tin 6] buyrulmuştur.
24. Kur'an'ın
kolaylaştırılması: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında "Ey Muhammed! Cebrail
sana Kur'an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız
dinle. Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize
düşer. Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman onun okumasını dinle. Sonra onu
açıklamak bize düşer"[Kıyame 17-19] İbn Abbas bu ayetleri me ale yan sı
tıldığı gibi; "Sonra onu açıklamak bize düşer" kısmını da "Onu
senin dilinden açıklamak bize düşer" şeklinde açıklamıştır. Ümmet hakkında
da ''And olsun ki, Kur'an'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok
mudur?''[Kamer 17] buyrulur.
25. Namaz içerisinde,
onlara selam vermenin meşruluğu: Namazda tahiyyat (teşehhüd) okurken "Ey
Peygamber! Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selam,
bize ve Allah'ın tüm salih kulları üzerine olsun ... " denilmektedir.
26. Yüce Allah,
Peygamberini, rauf, rahim gibi kendi isimleriyle isimlendirdiği gibi, ümmeti de
mü'min, habir, alim, hakim gibi isimleriyle isimlendirmiştir.
27. Allah onlara da
itaat edilmesini emretmiştir: "Ey inananlar! Allah'a itaat edin,
Peygambere ve sizden olan buyruk sahiplerine de (ulu'lemr) itaat edin.
"[Nisa 59] Ayette geçen "ulu'l-emr"den maksat yöneticiler ve
alimlerdir. Hadiste de "Kim benim emırime itaat ederse, bana itaat etmiş
olur" buyrulur. Ayette de: "Kim peygambere itaat ederse, o Allah'a
itaat etmiş olur"[Nisa 80] buyrulmaktadır.
28. Şefkat ve merhamet
ifade eden bir hitaba mazhariyet: Hz. Peygamber [s.a.v.] hakkında: "Ta Ha.
Ey Muhammed! Kur'an'ı sana, sıkıntıya düşesin diye indirmedik ... "[Ta Ha
1-2]; "Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir
darlık gelmesin"[A'raf' 2] "Ey Muhammed! Rabbinin hükmü yerine
gelinceye kadar sabret; doğrusu sen Bizim nezaretimiz altındasın"[Tur 48]
buyrulur. Ümmet hakkında da: ''Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp
üzerinize olan nimetini tamamlamak ister"[Maide 6]; ''Allah size kolaylık
ister, zorluk istemez"[Bakara 185]; ''Allah sizden yükü hafifletmek ister;
insan zayıfyaratılmıştır"[Nisa 28]; " ... Haram ile nefsinizi
mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder"[Nisa 29] buyrulur.
29. Hidaşete erdikten
sonra sapıklığa düşmekten korunmuş olma ve benzeri ilahi koruma altına alınma:
Yüce Allah, Peygamberini her türlü hatalardan korumuştur. Ümmet hakkında ise
hadiste "Ümmetim hata üzerine birleşmez"; "Allah'ı gözet; Allah
da seni gözetsin" buyrulmuştur. Ayette de "İblis: 'Senin kudretine
and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini
azdıracağım', dedi''[Sad 83] buyrulur. Bu ayeti "Ümmetim hata üzerine
birleşmezler" hadisi ile "Vallahi, ben sizin hakkınızda arkamdan
şirke tekrar döneceğinizden asla endişe etmiyorum; ancak bütün endişem
kendinizi dünyalık yarışına kaptırmanızda ... '' hadisleri açıklamaktadır.
30. Peygamberlere
imamlık yapma şerefi: İsra (Mi'rac) hadisinde Hz. Peygamber'in [s.a.v.] diğer
peygamberlere imamlık yaptığı belirtilir ve şöyle buyrulur: "Kendimi
peygamberlerden bir topluluk içerisinde gördüm. Namaz vakti geldi ve ben onlara
imamlık yaptım." Hz. İsa'nın kıyamet öncesinde yeryüzüne iniş iyI e ilgili
hadiste ise: "Bu ümmetin imamı kendisindendir. O (İsa), ümmetin imamına
uymuş olarak namaz kılacaktır" buyrulur.
Şeriatı inceleyen
kimseler, ümmetin Peygamberinden pek çok hayır ve bereket aldığına, Allah'tan
hibe edilmiş ya da kendince kazanmış olduğu hal ve vasıfları ondan tevarüs
ettiğine delalet edecek bu türden pek çok şey bulur. Bu şereften dolayı Allah'a
sonsuz övgüler olsun.
FASIL:
Bu esas üzerine bazı
kaideler kurulur:
1) Bu ümmete verilmiş
olan her türlü meziyetler, kerametler, keşifler, teyidler vb. sadece Hz.
Peygamber'in nübüvvet nurundan alınmış olmaktadır ve bunlar ona uymanın
ölçüsündedir. Hiçbir kimse, onun peygamberliği vasıta olmadan bir hayır elde
etmiş olduğunu zannetmesin. Bu mümkün değildir; o herkesin aydınlandığı, etrafa
ışık saçan bir nur kaynağıdır; herkesin kendisiyle yolunu doğrulttuğu en yüce
alemdir.
İTİRAZ: Birileri çıkarak
şöyle diyebilir: Bazı fevkaladelikler vardır ki, ümmet elinde ortaya çıkmış
iken, Hz. Peygamber'in elinde zuhur etmemiştir. Özellikle de bazılarına has
bulunan meziyetler gibi. Mesela, şeytan, Hz. Peygamber' e namazında sataşmış,
onunla çekişmiştir. Buna rağmen o Hz. Ömer'i görünce kaçardı. Nitekim Hz. Ömer
hakkında Hz. Peygamber "Sen bir yola girsen, mutlaka şeytan (yön
değiştirir ve seninle karşılaşmamak için) başka bir yola girer"
buyurmuştur. Hz. Osman hakkında da "gökteki meleklerin ondan kaya
edeceğini" bildirmiştir. Bu gibi özellikler bizzat kendisi hakkında ise
gelmemiştir. Üseyd b. Hudayr ile Abbad b. Bişr hakkında şöyle nakledilmiştir:
"Bu ikisi Hz. Peygamber'in yanından karanlık bir gecede çıkmışlar; bir de
bakmışlar ki önlerinde bir ışık var. Bu ayrılıncaya kadar devam etmiş;
ayrılınca ışık da beraberlerinde ayrılmış ve her birinin önünde bir ışık
olmuş." Mesela böyle bir olay Hz. Peygamber hakkında anlatılmamıştır.
Sahabeden ve onlardan sonra gelen nesillerden nakledilen buna benzer daha başka
menkıbeler vardır ki, onlara benzer birşeyin' Hz. Peygamber'den [s.a.v.] sadır
olduğu nakledilmemiştir.
CEVAP: Velilerden,
alimlerden şimdiye dek nakledilmiş ve bundan sonra kıyamete kadar nakledilecek
olan ne kadar haller, harikuladelikler, ilimler ve mazhariyetler vb. varsa,
bunların hepsi Hz. Peygamber'den nakledilmiş bulunan külliyyatın altına giren
cüzı ve fertlerdir. Şu kadar var ki, bazen cinsin fertleri ve küllinin
cüzileri; külli, külli olması açısından onlarla nitelenmese bile, cüzı olmaları
açısından cüzıye uygun niteliklerle nitelenirler. Bu durum, cüzınin, külliden
daha üstün olduğunu göstermediği gibi, cüzıde bulunan şeyin külli ile bir
alakası olmadığını da göstermez. Nasılolabilir ki, cüzi ancak cüzi ile külli
olabilir. Zira cüzı, küllinin hakikatindendir ve onun mahiyetinde dahil
bulunmaktadır. Ümmette zahir olan sıfatlar da aynı şekilde mutlaka Hz.
Peygamber cihetinden ortaya çıkmaktadır ve bunlar onun sıfat ve kerametlerinden
birer örnek mahiyetindedir.
Bunun doğruluğuna delil
şudur: Bu tür vasıflardan hiçbiri, ancak Hz. Peygamber'e tabilik ve ona uyma
ölçüsünde ortaya çıkmaktadır. Eğer bu vasıflar, ümmete has ve Hz. Peygamber'den
bağımsız olarak düşünülebilseydi, o zaman tabiliğin şart olmaması gerekirdi. Bu
husus, az önce Hz. Ömer hakkında geçen misalden açıkça anlaşılır: Şöyle ki: Bu misalde zikredilen özellik, şeytanın
kendisinden kaçmasıdır ve bu, şeytanın tuzağına düşmekten ve onun kendisini
günahlara sevketmesinden korunmuş olmak demektir. Siz de bilirsiniz ki, mutlak,
kapsamlı ve tam olan korunma, bizzat Hz. Peygamber'in özelliği olmaktadır.
Çünkü o, büyük küçük her türlü günahlardan mutlak surette ve kapsamlı olarak
korunmuş bulunuyor. Bu hususun burada uzun uzadıya açıklanmasına gerek
duymuyoruz. Bu özellik karşısında Hz. Ömer'in sahip olduğu meziyet ancak denizden
bir damla mesabesinde kalmaktadır.
Yine, şeytanın insandan
kaçması ya da ondan uzak olması, ondan korunmak manasına gelir ve başka bir
meziyet içermez. Aynı konuda Hz. Peygamber'in sahip olduğu meziyeti ise artıran
özellikler vardır:
(1) Yüce Allah, Hz.
Peygamber'i şeytan üzerinde egemen kılmış; bunun neticesinde Hz. Peygamber,
şeytanı mescidin direğine bağlamaya teşebbüs etmiş, fakat sonra Süleyman'ın
[s.a.v.] "Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı
bir hükümranlık ver''[Sad 35] şeklindeki duasını hatırlayınca bu düşüncesinden
vazgeçmiştir. Hz. Ömer'in böyle birşeye ka dir olması mümkün değildir.
(2) Hz. Peygamber
[s.a.v.], gerek kendisi ve gerekse Hz. Ömer'le ilgili durumun farkındadır. Hz.
Ömer ise işin farkında değildir.
(3) Hz. Peygamber
[s.a.v.], şeytan kendisine yakın da olsa, onun vesveselerinden emindir; Hz.
Ömer ise, şeytan uzak da olsa onun vesveselerinden emin değildir.
Hz. Osman ile ilgili
menkıbeye (yani meleklerin kendisinden haya etmesine) gelince; Hz. Peygamber'den
bu habere ters düşecek bir şey rivayet edilmiş değildir. Aksine biz diyoruz ki,
Hz. Peygamber, [s.a.v.] haya konusunda -kendi durumunu bildirmemiş olsa bile-
Hz. Osman'dan daha ileri bir noktadadır. Birşeyi zikretmemek, onun yokluğunu
gerektirmez. Hem sonra, Hz. Osman, bu özelliği kendisinde bulunan aşırı utanma
duygusu neticesinde elde etmişti. Haya konusunda Hz. Peygamber [s.a.v.]
herkesten daha önce idi; hatta o, duvağı açılmamış bakire bir kızdan daha çok
haya sahibi idi. Sözkonusu meziyetin çıkış yeri haya olduğuna göre, [s.a.v.]
onu en üst düzeyde kendisinde bulunduran kimse olarak Hz. Peygamber'in [s.a.v.]
o meziyete de en üst düzeyde sahip olması tabiidir.
Benzer bir izah, Ü seyd
ve arkadaşı için de geçerlidir:
Onların önünde bir ışık peyda
olmasından maksat, geceleyin karanlıkta kolaylıkla yürüyebilmek için yolu
aydınlatmaktır. Hz. Peygamber'e [s.a.v.] gelince, karanlık onun görmesini
engellemiyorumdu; aksine o, karanlıkta da aynen aydınlıkta gördüğü gibi
görüyordu. Dahası, gece karanlığından daha kesif bulunan engeller dahi onun
görmesini engellemiyor, dolayısıyla önündekini gördüğü gibi arkasındakini de
görüyordu.
Bu daha da büyük birşey;
çünkü burada fevkaladelik görünen şeyde değil, bizzat görmenin kendisindedir.
Kaldı ki, bütün bunlar Hz. Peygamber'in [s.a.v.] ümmeti içerisinde kendi
hayatında yahut da daha sonra ortaya çıkmış mucize ve kerametlerinden
olmaktadır.
Bu konuda asılolarak
alınması gereken şey işte bu anlattıklarımızdır ve bu gibi harikuladeliklerin
O'nun cihetinden geldiğini kabullenmektir. Belki, konu üzerinde duran kimse
için, ilk planda durum problem arzeder gibi görünebilir; ama Allah'ın izniyle
bu hususta herhangi bir problBm yoktur. Bu konuda yani meziyetin en üstünlüğü
gerektirmeyeceği hususunda Karafi'nin sözlerine bakılabilir.
FASIL:
Bu esastan çıkarılacak
kaidelerden bir diğeri de şudur: Bir kimsenin göstermiş olduğu harikuladeliğe
bakılır. Eğer onun, Hz. Peygamber'in mucize ve kerametlerinden bir dayanağı
varsa tamam, o gerçek bir keramettir; onlardan bir dayanağı yoksa, ilk bakışta
keramet gibi gözükse bile o, gerçek bir keramet değildir. Zira insan elinde
gerçekleşen her harikuladelik her zaman için keramet olmayabilir; onlardan
keramet olanlar olabileceği gibi, öyle olmayanlar da bulunabilir.
Bunu bir misalle
açıklayabiliriz: Bütün himmet ve gayretlerini astroloji ve yıldız falIarına
vermiş kimselerden, normalin üstünde diye nitelenebilecek fiiller sadır
olabilmektedir. Oysa ki bütün bunlar, hak ile ilgisi olmayan katmerli
çirkeflerdir ve onların doğruluğuna delalet edecek bir şer'i dayanak
bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'in kerametleri arasında bunlara asılolabilecek
birşey mevcut değildir. Zira bunların yaptıkları eğer, özel bir dua ile
oluyorsa, Hz. Peygamber'in duası onların yaptığı nisbet ve şekilde olmamıştır.
O, hiçbir zaman yıldızlara itimat etmemiş, onların uğur getirmesi ya da
bahtsızlığı defetmesi gibi bir talepte bulunmamış; aksine devamlı herşeyin
kendisine döneceği ve yalnız kendisine sığınılacak olan Allah'a itimat etme
yollarını araştırmış; yıldızlara istinat etmeyi yasaklayarak onlara iltifat
etmemiştir. Bir kudsi hadiste şöyle buyrulur: "Allah: Kullarımdan kimi
mü'min, kimi de kafir olarak sabahladı. ... Kim falan ve falan yıldızın doğması
veya batmasıyla yağmura kavuştuk dediyse, o da beni inkar, yıldıza iman
etmiştir, buyurdu. " Gerçi Hz. Peygamber'in (eşreD dua için vakit
kolladığı veya kollanması için çağrıda bulunduğu sabitse de, bunlar astrolojik
düşüncelerden tamamen uzak gerekçelere bağlıdır. "TenezzÜı" hadisi,
günün iki ucunda meleklerin (devir teslim için) bir araya geldiklerini bildiren
hadis ile benzerlerinde olduğu gibi. Dua da aynı şekilde bir ibadettir ve onda
da ziyadelik ve noksanlık yapılamaz. Yani astroloji ile uğraşanların yaptıkları
şekiller ve tekellüf altına girdikleri tavırlar daha önceden şeriatta benzeri
görülmemiş şeylerdir. Yapılan dualar da aynı şekilde, ne önce ne sonra; ne Hz.
Peygamber'in ne de selef-i salih'in dualarında bir dayanağı olmayan şeylerdir.
Onların dikkate aldıkları şeyler sadece felsefecilerle aynı paralelde düşünceye
sahip kimselerin iddia ettikleri hurlifilik olmaktadır. Eğer onların yaptıkları
şeyler duadan başka birşey ile yapılıyorsa, mesela bütün himmet ve gayretin bir
noktaya teksif edilerek (terkiz-i zihin, konsantrasyon) neticeye varılmaya
çalışılıyorsa; böyle birşey naklen sabit değildir ve şer'i bir dayanaktan
yoksundur. Onların bütün dayanakları şer'i değil, felsefidir ve hükmi bir
haldir. Bu durumda, harikulade bir durum meydana gelmiş olsa bile, onun
sıhhatine dair bir delil bulunmamaktadır. Hem sonra bunlar, zahiren öldürme ve
yaralama suretiyle tesirlerini bir başkasına sirayet de ettirebilirler; hatta
sihir ve nazar ile bunlara ulaşılabilir ve bu onun doğruluğuna bir şahit olmaz.
Aksine o tamamen batıl ve sırf bir taşkınlıktır. Bu konu, sıradan (avam)
insanların ve pek çok aydın kimselerin yanıldıkları bir konu olmaktadır; bu
itibarla üzerinde dikkatle durulmalıdır.
FASIL:
Hz. Peygamber'in, gerçek
firaset, doğru ilham, açık keşif, sadık rüya gibi harikuladeliklerin gereği ile
olmak üzere sakındırmada, müjdelemede, korkutmada ve teşvikte bulunduğu
sabittir. Bu durumda, bu özelliklerden birine sahip olan bir kimsenin de aynı
şekilde davranması doğru bir davranış olacak; yaptığı iş meşruiyet dairesi
dışında kalmış olmayacaktır. Ancak, gerekli şarta uymuş olması gerekecektir. Bu
hususa delil olarak, daha önce arzedilenlere ek olarak şu iki durumu
verebiliriz:
(1) Hz. Peygamber
[s.a.v.], bunun gereği ile olmak üzere emir, yasak, sakındırma, müjdeleme ve
irşad yoluyla amelde bulunmuştur. Bunu yaparken de, bu hususun kendisine ait
bir özellik olduğunu, ümmetinin böyle bir hususiyeti bulunmadığını
bildirmemiştir. Bu da, bu konuda ümmetin de aynı hükümde olduğunu gösterir.
Aynen, kendisinden sadır olan ve sadece kendisine has olduğuna dair bir delil
bulunmayan diğer bütün davranışlarında olduğu gibi, bti konuda da durum aynı
olacaktır. Buna delilolarak, ümmetine yönelik olarak vermiş oldukları müjdeleri
yeterlidir. Bunlardan beklenen amaç sadece, hayırlı amellere atılmayı ve kötü
işlerden de geri durmayı temin için müjdeleme ve korkutma olmaktadır.
Örnek olmak üzere
şunları arzedebiliriz: Abdullah b. Ömer rüyasında iki. melek görmüş ve onlar
"Namazı da çok kılsan, ne iyi adamsın, sen!" demişler. (Bunu
Abdullah, Hafsa'ya anlatmış, Hafsa da Peygamberimize anlatmış ve) o "Eğer
çokça gece namazı kılsa, Abdullah gerçekten salih bir kuldur" buyurmuş.
Ravi (Nafi), bundan böyle Abdullah'ın çokça gece namazı kılmaya devam ettiğini
söylemiştir. Hz. Peygamber [s.a.v.] Ebu Zer'e: "Gerçek şu ki, ben seni
zayıf görüyorum ve ben şüphesiz ki kendim için sevdiğimi senin için de severim.
Sakın ola ki, iki kişi (de olsa) onların başına geçme, yetim malı idaresini
üzerine alma" buyurmuştur. Salebe b. Hatıb, kendisine Allah'ın çok mal
vermesi için dua etmesi ricasında bulunduğu zaman, "Şükrünü eda ettiğin az
mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır" buyurmuşlardır.
Enes hakkında ise, "Allah'ım! Onun malını ve evladını çoğalt"
buyurmuşlardır. Hz. Peygamber, çeşitli insanlara, kendilerinde bulunan fırasete
itimatla onlar için en üstün olan amelin ne olduğuna dair rehberlikte
bulunmuştur. (Gayba vakıf olma esası üzerine buyurdukları da olmuştur.) Bu
cümleden olmak üzere: 'ey arın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah fethi
onun elinde müyesser kılacaktır" buyurmuş ve ertesi günü sancağı Hz.
Ali'ye vermiş; Allah da fethi onun elinde nasip etmiştir. Osman b. Mfan
hakkında da:
"Umulur ki, Allah
sana bir gömlek giydirecektir; eğer onu çıkarmanı senden isterlerse, onu
çıkarma" buyurmuştur. Bu örneklerde, faydalı tavsiyelerini gayba
vuküfıyeti üzerine bina etmiştir. Onların saçaklı yaygıları olacağını,
herbirinin sabah bir takım akşam ayrı bir takım elbise giyeceklerini, önlerine
bir tabağın konulup öbürünün kaldırılacağını bildirmiş ve hadisin sonunda da:
"Bu günkü halinizle siz, o gününüzden daha hayırlısınız"
buyurmuşlardır. Muaviye'nin saltanatından bahsetmiş ve kendisine öğütte
bulunmuştur. Ammar'ın asi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bildirmiştir.
Namazı vaktinden geri bırakacak emirlerin geleceğinden bahsetmiş ve sonra bu
gibi durumlar karşısında nasıl yapacaklarını tavsiye etmiştir. Kendisinden
sonra, başkalarının ashaba tercih edileceği bir zamanla karşılaşacaklarını ve
(havuzda kendisiyle karşılaşıncaya kadar) sabırlı olmalarını salık vermiştir.
Bu ve benzeri daha sayılamayacak kadar pek çok gayıptan bildirilmiş haber
vardır ki, bunlar sayesinde imanlar pekişmiş, tasdik artmış, uyarma, müjdeleme
vb. gibi faydalar gerçekleşmiştir.
(2) Ashab da, bu gibi
firaset, keşf, ilham ve uykuda bildirme gibi yollarla amelde buluna gelmiştir.
Hz. Ebu Bekir'in: "Şüphesiz onlar iki erkek iki de kız
kardeşlerindir" sözü, Hz. Ömer'in minberde "Ya Sariye! Dağa!
Dağa!" diye keşfyoluyla nasihatta bulunması; insanlara kıssa anlatmak isteyen
bir kimseye "Korkanm, Süreyya'ya ulaşacak kadar şişersin" diyerek ona
bu işi yasaklaması; rüyasını anlatan ve ay ile güneşin birbiriyle
savaştıklarını gördüğünü söyleyen kimseye: "Sen hangisiyle
beraberdin?" diye sorması onun da "Ay ile" diye cevap verince:
"Sen mahvedilmiş ayetle beraberdin; asla bir iş üstlenemezsin" demesi
gibi.
Selef-i salihten ve
ondan sonra gelen nesillerdeki alimlerden ve velilerden -Allah bizleri onlardan
istifadeye muvaffak kılsın.- bu türden nakledilebilecek pek çok şey vardır.
Ancak burada, bu tür
şeylerin gerekleriyle amel edebilmek için aranan şart üzerinde durmamız
gerekmektedir ve bu konu sözü uzatmamızı gerektirecektir_ O yüzden de ayn bir
mesele olarak ele alacağız:
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: