EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN
ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN
ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / SEKİZİNCİ MESELE:
Şari'in amellerde gözetmiş olduğu maksatlardan biri de, mükellefin
onlar üzerinde devamlılık göstermesidir. Bu konuyu açıkça ortaya koyan deliller
vardır. Mesela: "Ancak namaz kılıp, namazlarında devamlı olanlar ... "[Mearic 23];
"Namazı ikame ederler" Namazın ikamesi, onun devamlı kılınması
demektir. Namaza nisbet edildiği her yerde
"ikame" kelimesi hep bu şekilde tefsir edilmiştir. Bu ifade hep övgü
sadedinde gelmiştir. Bu da Şari'in devamlılığı
amaçladığının bir delili olur. Pek çok yerde ise "Namazı ikame edin,
zekatı verin ... "[Bakara 43] şeklinde ikame yani
devamlılık açık olarak emredilmiştir. Hadiste de: "Allah katında amellerin
en sevimlisi, az da olsa sahibinin üzerinde devamlı olduğu ameldir";
"Güç yetirebileceğiniz amellerin altına giriniz. Çünkü siz usanmadıkça
Allah (sevap vermekten) usanmayacaktır" "Hz. Peygamber [s.a.v.] bir
amele başladığı zaman onu devamlı yapardı"; "O'nun ameli devamlılık arzederdi" gibi ifadelerle bu husus belirtilmiş
bulunmaktadır. Sonra Şari' Teala,
farz, sünnet ve müstehap olan ibadetleri
anlaşılabilen sebepleri olsun olmasın belirli vakitlere bağlamıştır. O'nun
ibadetleri böyle vakitlere bağlamış olması, amellerin sürekliliğini
amaçladığına kesin olarak delalet etmektedir. Alimler, ruhbanlığa kalkışanlar
hakkındaki "Ona gerçek anlamda riayet etmediler"[Hadid
28] ayetini açıklarken, ona riayet etmemelerinden maksat, başladıktan sonra terkedip, devam etmemektir, demişlerdir.
FASIL
Sufiyyenin kendi kendilerine yüklendikleri belirli vakitlerdeki
virtlerinin (evrad) hükmü işte buradan çıkarılacak ve
onlara, virtlerini mutlak surette devamlı olarak yerine getirmeleri
emredilecektir. Ancak bu halleriyle onlar, başkalarının yerine getirmekle memur
olmadıkları yükleri yerine getirmiş olacaklardır. Mükellefin, kendisine şer'an vacip olmayan bir amel altına gireceği zaman yapması
gereken, sadece o amele girişin kolaylığına bakmaması, onun sonucunu da
düşünmesidir. Ömrü boyunca o ameli yerine getirebilecek mi, yoksa getiremeyecek
mi? Bunları hesaba katması gerekir. Çünkü mükellefin karşı karşıya kalacağı
güçlükler iki yönden kaynaklanır:
(a) Bizzat yükümlülüğün
kendisinin çokluğundan ya da şiddetinden kaynaklanır.
(b) Yükümlülüğün
-kendisi hafif de olsa- devamlılığından kaynaklanır.
Örnek olarak namaz
yeterlidir. Aslında namaz hafiftir; fakat devamlılık vasfı eklenince zor
olmaktadır. Nitekim bizzat Yüce Allah da: "Sabır ve namazla Allah'a
sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacak ve ona döneceklerini umanlar ve
huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir"[Bakara 45] buyurmak
suretiyle namazın gerçekten çok ağır olduğunu belirtmiş ve öyle ki namaz emriyle
sabır emrini bir arada zikretmiştir. Bu hükümden huşu sahiplerini istisna etmiş
ve namazın onlara güç gelmeyeceğini belirtmiştir. Çünkü onlar, itici ve çekici
motif özelliğini arzeden korku ve ümit arasında bir
özelliğe sahiptirler. İşte bu özellik onlara namazı kolaylaştırır. Bu durum
Yüce Allah'ın aynı ayetteki "Rablerine kavuşacak ve ona döneceklerini
umanlar"[Bakara 46] buyruğunda ifadesini bulmaktadır. Çünkü korku ve ümit,
zoru kolaylaştırmaktadır; arslandan korkan kimse için
kaçış zorluğu ve yorgunluğu diye birşey yoktur;
arzuladığına ulaşma ümidi taşıyan kimse için uzak yakındır. Amellere girme,
süreklilik kasdı ile birlikte bulunduğu için,
yükümlülüklerde hep orta hal esas alınmış ve güçlük kaldırılmış; kolaylaştırma
emredilmiş, zorlaştırma yasaklanmıştır. Hz. Peygamber [s.a.v.] şöyle buyurur:
"Bu din metindir; ona rıfk ile gir. Allah'a
ibadeti, nefsine nefrete dönüştürme. Çünkü acele eden ne yol alabilir; ne de
binit bırakır''; "Kim bu dini zorlaştırmaya kalkışırsa, ona yenik düşer.''
Bu deliller, bizzat zor ameller altına girmekle zorlaştırmayı kapsadığı gibi,
devamlılık suretiyle zorlaştırmayı da kapsar. Bu anlamda deliller pek çoktur.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: