EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Şu halde zaruri esasların iki tür olduğu anlaşılmaktadır:

 

1. İçerisinde mükellefe ait talep konusu peşin hazlar içeren zarurı esaslar. Mesela insanın, kendisine ve ailesine yönelik beslenme, bir arada yaşama, barınma ve giyinme gibi maslahatlarını gerçekleştirmesi, yine bunlara katılacak olan alış-veriş, kira ve nikah akitleri ve insanca yaşamanın gereklerinden olan benzeri diğer yollar bu türe örnek teşkil ederler.

 

2. İçerisinde mükellefe ait talep konusu (maksud) peşin hazlar içermeyen zaru.ri esaslar. Bunlar ya ayni farzlar olabilirler. Mesela, taharet, namaz, oruç, zekat, hac vb. bedeni ve mali ibadetler gibi. Ya da kifai farzlar olabilirler. Mesela, halifelik, vezirlik, nakiblik, kethudalık, kaza (yargı), imamlık, cihad, öğretmenlik vb. gibi kamu masIahatları için genelolarak teşri kılınmış velayetler gibi. Eğer bunlar teşri kılınmamış olsaydı ya da insanlar tarafından ihmal edilselerdi, mutlaka dünyanın düzeni bozulurdu.

 

Birinci türden olan zaruri esaslar, insan için peşin hazlar içermekte, insanın doğasında, ihtiyaç duyduğu şeylere kendisini doğalolarak itecek (cibilli) motifler (güdüler) bulunmaktadır. Bu motifler gerçekten çok güçlü olmakta ve kişiyi zoraki olarak ihtiyaç duyduğu şeye doğru itmektedir. İşte bütün bu özelliklerinden dolayı, bu tür zaruri esasların ortaya konulması hakkında sözkonusu edilen talebin pekiştirilmesi yoluna gidilmemiş, (cibilli olan motiflerin varlığı ile yetinilmiştir). Bu noktadan hareketle esnaflığın, kazanç yollarının, nikahın ... genel anlamda ve mendupluk düzeyinde şer'an istenilir (matlup) oldukları belirtilmiş; zorunlu bir talep cihetine gidilmemiştir. Hatta bu gibi zarüri esasların çoğunun hükmü ibaha (tercihe bırakma) şeklinde gelmiştir. Mesela şu ayetlere bakalım: ''Allah alış-verişi helal kıldı''[Bakara 275]; "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın LÜtfundan rızık isteyin''; "Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur''[Bakara 198]; "De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?' ... ''[A'raf 32]; "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyin''[Ta-ha 81] ... Bununla birlikte, bütün insanların bu gibi zaruri esaslara menduba yaklaşır gibi yaklaştıklarını ve hep birden terkettiklerini farzetsek, hepsi birden günahkar olacaklardır. Çünkü dünya hayatı, tedbir olmaksızın, çalışmaksızın yürümez. Şari'in bu konudaki tavrı, işi insanlarda bulunan ve onu çalışmaya iten cibilli (yaratılıştan var olan) motiflere havale etme şeklindedir. İnsan için bir haz içermeyen ya da böyle bir cibilli motifin bulunmadığı zaruri esaslarda ise, kesin talep yoluna gidilmiş ve o şey ayni ya da kifai olarak vacip kılınmıştır. Mesela, eş ve akraba nafakasının temini konusunda böyle bir cibilli motifin bulunmadığını varsayacak olursak, bu konumuza bir örnek olur.

 

Kısaca, bu tür iki kısımdır: (a) MasIahatların ortaya konulması vasıtasız ve doğrudan olur. Kişinin bizzat kendi maslahatlarını doğrudan doğruya ortaya koyması gibi. (b) MasIahatların ortaya konuluşu, başkalarının hazzı dolayısıyla olur. Eşlere ve çocuklara karşı olan vazifelerin yerine getirilmesi; icare, nakliye, ticaret ve diğer sanat ve kazanç yolları gibi başkaları için de dolaylı yönden fayda içeren faaliyetler gibi. Bütün bunları yaparken insan, kendi faydalarını ister; ama bu arada onun bu tür faaliyetlerinden başkaları da faydalanır. Bu insanlar arasında bir iş bölümü demektir. Aynen vücudun organlarında olduğu gibi. Onlar birbirlerine yardım ederler ve sonuçta doğacak fayda hepsine birden döner.

 

Kişinin doğrudan kendi faydası bulunan fiillere nisbetle, başkalarının faydalarını içeren fiiller tekitli bir şekilde talep edilmişlerdir. Tabii bu son derece yerinde bir tavırdır. Bakış açısı böyle olduğu için, kişinin kendi çıkarlarını elde etmesi için doğasına yerleştirilen motif, gereği doğrultusunda salıverilmiş gibi olunca ve yalnız başına bu motifinsanı hangi yoldan ve nasılolursa olsun maslahatlarını temin, mefsedetlerini de defetme çabası içerisine iteceği için, bu motifin çelişeni yani maslahatlarının temin mefsedetlerinin de def edilmesi çabasına girmemesini gerektirecek aksi durum da, insanın tabiatı yönünden destek göremeyince, her konuda onun peşinden gitme ve bu şekilde başkalarına zarar verme durumuna düşülmeme si için onun firenlenmesi yoluna gidilmiş, ilahi hikmet sommsuz ve başkalarına zarar verecek şekilde şahsi masIahatların temini, mefsedetlerin de defi çabalarına karşı dünyada caydırıcı ve ıslah edici önlemler (ceza vs.) alınmasını, ahirette de cehennem azabına çarptırılmasını gerektirmiştir. Mesela, insan öldürme, zina etme, içki içme, riba (faiz) yeme, yetimlerin ve diğer insanların mallarını haksız yollarla yeme, hırsızlık vb. gibi fiillerin yasaklanması bu kabildendir. Çünkü insanın kendi çıkarlarını elde etme, kendisine dokunacak zararları da uzaklaştırma meylinde olan tabiatı, onu bu tür fiillerin işlenmesine itebilir. Bu yüzden de gerekli önlemler alınmıştır.

 

Şer'i siyaset, ikinci türden ya da çoğu nevilerinden olup kirai kısımdan olan hususlarda da aynı prensip doğrultusunda yürümüştür. Çünkü devlet başkanlığının, kamu velayetlerinin ve liderliğin verdiği azamet, yücelik ve şeref, memurların amirlerine karşı duydukları saygı ... bütün bunlar insan doğası tarafından sevilen ve kendisine meyledilen şeylerdir. İşte bu cibilli motife güvenle, bu tür kamu görevlerinin yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde bir taleple istenilmiş, vacip tutulmamıştır. Hatta bu talep de, aksi beklenti halinde bulunan şartlarla kayıtlı olarak gelmiş; insanın bunlara karşı meylini gerektirecek motife dikkat konusu vurgulanmış ve her nasılolursa olsun bu motifin peşine düşülmemesi tekit edilmiş, pek çok ayet ve hadiste nefsin bu hususlarda meylettiği şeyler yasaklanmış-' tır: Mesela Yüce Allah: "Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır"[Sad 26] buyurur. Hadiste de: "Emirlik isteme! Çünkü sen onu nefsinden kaynaklanan bir arzu neticesinde isteyerek elde edersen, yalnız başına bırakılırsın; yok istemediğin halde sana verirlerse, o zaman yardım görürsün" buyrulmuştur. Emirlerin görevlerini suistimal etmeleri, tebalarına karşı nasihatta bulunmamaları yasaklanmıştır. Çünkü bütün bunlar insanın doğasında bulunan motife ters düşen şeylerdir. Bütün bunlar, bu tür kamu velayetlerinin aslında vacip olmadıklarına delilolamaz; aksine bütün şeri veriler, tüm insanları ilgilendiren maslahatlarla ilgili sorumlulukların en önemli vaciplerden olduğununu gösterir.

 

Ayni olan kısma gelince, burada talep konusu peşin bir haz bulunmadığı için, bunların ortaya konulmasına yönelik kasıt, onların vacip kılınması; ortadan kaldırılmasına yönelik kasıt da onların haram kılınması yoluyla pekiştirilmiş; haklarında dünyevi cezalar getirilmiştir. "Talep konusu haz" (el-hazzu'l-maksud) dan, Şari'in sebebi koymadaki maksadını kastediyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki Şari' Teala, namaz ve benzeri ibadetleri farz kılarken, bizim bu ibadetler karşılığında dünyada övülmemizi, onlar sebebiyle bir şeref ve itibar sağlamamızı ya da dünya menfaatlerinden bir şeyler elde etmemizi kastetmemiştir. Çünkü bunlar, ibadetlerin konulu Ş maksadına ters düşen şeylerdir; onlar "Dikkat edin, halis din Allah'ındır"[Zümer 3] buyruğunda da ifadesini bulduğu üzere sırf alemlerin Rabbi olan Allah için olmak durumundadır. Kirai olan ameller de aynı şekilde meşru kılınmıştır; bunlar istenilirken devlet başkanlığının verdiği yücelik, liderlikten doğan azamet, emretme ve yasaklama şerefi elde edilsin diye bir amaç gösterilmemiştir. Bununla birlikte bu saydığımız şeyler tabilik yoluyla (dolaylı olarak) ortaya çıkarlar. Çünkü Allah için dünyaya rağbet etmeyen bir insanın diğer insanlara nisbetle şeref ve yüceliği inkar olunamaz. Aynı şekilde kamu velayetlerinde bir azamet ve saygının ortaya çıkması da mevcut ve bilinen bir husustur ve bu yükümlü kılınan amele tabilik yoluyla ortaya çıktığı için şer'an meşru da bulunmaktadır. Aynı şekilde kamu velayetini üstlenen kimselerin, kendi ihtiyaçlarını -adaletlerini zedelemeyecek şekilde ve Şari'in belirlediği doğrultuda- (rüşvet vb. yollarla değil de beytülmalden) karşılamaları da yasaklanmış ve kötü karşılanmış değildir; aksine pekiştirilerek istenilmiş bir taleptir. Kamu velayetini üstlenen kimsenin (vali), kamu işlerini görmesi nasıl vacipse, toplumun da -eğer ihtiyacı varsa- o kimsenin gereksinimlerini beytülmalden karşılaması da vacip olacaktır. Nitekim Yüce Allah bu konuya işaret olmak üzere şöyle buyurur: "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz"[Ta-ha. 132]; "Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. "[Talak 2] Hadiste de: "Kim ilim tahsilinde bulunursa, Allah onun rızkına kefilolur (ve onu ummadığı yerden rızıklandırır)" buyrulmuştur. Bu ve benzeri nasslar, mükellefin Allah'a ait hakları yerine getirmesinin, Allah'ın katında bulunan rızıktan nasibini alması için bir sebep olduğunu göstermektedir.

 

 

FASIL:

 

Geçen açıklamalardan şu iki husus ortaya çıkmaktadır: (1) Asli kasıt ile mükellef için bir haz içermeyen şeylerde, onun hazzı Şari'in ikinci kasdı ile ortaya çıkar ve gerçekleşir. (2) Asli kasıtla mükellef için haz içeren kısmın gerçekleştirilmesi neticesinde, hazdan soyutlanmış olan kısım da gerçekleşir.

 

Birinci hususun açıklanması: Şeriatta sabit olan ve ilk planda kendi nefsi ve malı ile ilgili elde edilen faydalar yanında; takva, fazilet ve adalet sahibi kimselerin hürmete layık olmaları; velayet, şehadet, dini vecibelerin yerine getirilmesi gibi konularda onların birer dayanak kabul edilmeleri; bütün bunların ötesinde Allah'ın ve gök ehlinin (meleklerin) sevgisine mazhar kılınmaları; yeryüzünde hüsnü kabul görmeleri ve böylece herkes tarafından sevilmeleri, ikram görmeleri, hep öne alınmaları; başkalarına nasip olmayan huzur ve saadete ulaşmaları; kalplerinin aydınlatılması; dualarının kabul görmesi; çeşitli kerametlerle taltif edilmeleri; bunların hepsinden daha büyüğü, izzet ve celal sahibi Yüce Allah'a nisbet edilen:

 

"Kim benim bir veli (dost) kuluma eziyet ederse, o benimle düelloya (mübareze) kalkışmış gibidir" şeklindeki kudsi hadisteki taltife mazhar olmaları bu faydalar arasındadır.

 

Hem bu özellikte birisi, kamu görevlerini üstlenir ve bu yüzden kendi özel işleriyle ilgilenmeye zaman bulamaz ve bu yüzden kendi ihtiyaçlarını gideremez ve hazIarını elde edemezse, bu durumda bütün toplumun onun bu gibi işlerini üstlenmeleri ve onun zihnini kamu işlerine vermesine engelolacak geçim derdini tekeffül etmeleri ve onun gerekli ihtiyaçlarını kamu maslahatlarının gerçekleştirilmesi için hazırlanan beytülmal mallarından karşılamaları gerekir. İşte bu husus, kamu velayetini üstlenen kişilerin kendi nefsi hazIarına ulaşmaları demektir. Görüldüğü gibi onlar, nefsi hazIarından soyutlanmaları gereken bu yolda, dünyevi hazIarından mahrum kalmamaktadırlar. Ahirette ise, onlar için daha büyük mükafatlar olacaktır.

 

İkinci hususa gelince, insanın istifade ettiği mübahlara yönelmesi sırasında zaruri olarak ihtiyaç duyduğu şeyleri de gerçekleştirmiş olacağı hususu açıktır. Çünkü, insanın lezzetli yiyecekler yemesi, güzel elbiseler giymesi, lüks taşıt araçlarına binmesi, güzel kadınlarla evlenmesi ... evet bütün bunlar, bu arada insan hayatının zaruri gereklerinden olan ihtiyaçların giderilmesi gibi bir neticeyi de beraberinde hazırlar. Halbuki, hayatın korunması, -zaruri olması açısından- mükellef için bir haz

içermeyen kısımdandi.

 

Yine, kişinin ticaret ve çeşitli alış-veriş, icare vb. gibi insanlar arasında cereyan etmekte olan muamelelerle uğraşması ve böylece hayatını kazanması durumunda, başkalarının da maslahatlarının gerçekleştirilmesi durumu sözkonusudur. Gerçi, kişi kendi çıkarı için koşturuyarsa da bu netice sonuçta ortaya çıkar. Bununla birlikte kişinin -yaptığı muameleyi kendisine dönük bir fayda için yapmış olması hasebiyle- böyle bir neticeye yönelik bir garazı bulunmamakta; bu sonuç kendi çıkarlarına ulaşmak için tutması gereken yol cihetinden ortaya çıkmaktadır. O muamelenin bir yol ve araç olması, haddi zatında kendisinin maksut olmadığı anlamına gelir. Şer'an temin etmekle yükümlü tutulduğu eş, çocuk ve diğer akraba nafakalarını, hayvanların yiyeceklerini temin için çalışması; kendisi ile, gerçekleştirilmesi istenen faydalara ulaşılan diğer şeylerde de durum aynıdır. Allah en iyisini bilir.

 

 

FASIL:

 

Kirai kısma nisbetle mükellefin hazIarını dikkate alma konusunda, genellik ve özellik noktasından baktığımızda, amellerin üç kısma ayrıldıklarını görürüz:

 

1. Mükellefe ait hazza, asli kasıtla asla itibar edilmeyen ameller. Bunlar kamu masIahatları için sözkonusu olan genel velayetler (devlet başkanlığı ve valilikler) ve makamlardır.

 

2. Mükellefe yönelik hazIara itibar edilen ameller. Bunlar, insanın kendi çıkarları için koşturması sırasında başkalarına da yararlar sağladığı her türlü zenaat ve meslek icrası gibi amellerdir. Bu tür ameller, aslında kişinin sadece kendi menfaat ve hazIarını düşündüğü için yaptığı amellerdir. Bunların icrası sırasında topluma yönelik menfaatlerin ortaya çıkması arızi olmaktadır.

 

3. Geçen iki kısım arasında yer alan kısım: Bu kısımda haz kasdı ile,

haz içermeyen amel mülahazası birbiri ile karşı karşıya gelir ve çekişir. Bu durum, tam olarak genellik arzetmeyen, fakat özel de olmayan işlerde açıktır. Bunların kapsamına, yetim, vakıf ve zekat malları mütevellilikleri, ezan ve benzeri işler girer. Çünkü genellik arzetmesi bakımından bunlarda şahsi hazIardan soyutlanma isteğinin olması mümkündür; özellik arzetmesi ve kazanç elde etme konusunda fertlere has diğer zenaatlar gibi olması açısından da, içine şahsi hazlar girmektedir. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü hazlar dikkate alınmaksızın getirilen emir yönüyle, hazIarın bulunduğu yön farklıdır. Bu gibi görevlerin şahsi faydalar mülahaza edilmeden (fahri olarak) yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde istenilir. Sonra fahri olarak bu görevi üstlenen bir kimsenin bulunmaması durumunda, zarfrret bulunsun ya da bulunmasın, o görevi üstlenen kimseye ücret takdir edilir. Bu konuda dayanak, yetimin malının yönetimini üstlenecek kimse hakkında bulunan şu ayet-i kerimedir: "Zengin olan iftetli olmaya çalışsın, yoksulalan uygun bir şekilde yesin."[Nisa 6]; Alimlerin, vakıflarda ve sadaka-i cariyelerde kassamlarla mütevellilerin; hangi çeşit olursa olsun ilim öğretenlerin ücret almaları konusunda ne dediklerine bakınız. Onların sözleri arasında, konumuza ışık tutacak yeterli bilgiler bulacaksınız.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

DÖRDÜNCÜ MESELE