EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN, MÜKELLEFİN ŞER'İ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI) / İKİNCİ MESELE:

 

Şer'i maksatlar iki kısımdır: Asli maksatlar, tali maksatlar:

 

1. ASLİ (DOGRUDAN) MAKSATLAR: Mükellefe ait bir haz bulunmayan maksatlardır. Bunlar her şeriatte dikkate alınmış bulunan zaruri esaslardır. Bunlarda mükellefe ait hazzın bulunmaması, sadece zaruri olmaları açısından olmaktadır. Çünkü zaruri esaslar mutlak silrette genel masIahatların gerçekleştirilmesi demektir ve bunlar ne bir hale, ne belli bir şekle, ne de belli bir zamana mahsus değillerdir.

 

Zaruri esaslar da iki kısma ayrılırlar:

 

a) Ayni (herkesi bağlayan) zaruri esaslar.

b) Kifai (sayısı belli bir zümreyi bağlayan) zaruri esaslar.

 

Zaruri esasların ayni oluşları, her mükellefin bizzat kendisi üzerine olması açısındandır. Teker teker her mükellef, hem inanç hem de amel açısından dinini korumakla, hayatı için gerekli şeyleri yapmak suretiyle nefsini korumakla, Rabbinden kendisine ulaşacak olan hitabı anlayabilmesi için aklını korumakla, hayatın devamı ve dünyanın imarı için kendi yerini dolduracak neslin yetiştirilmesi ve aralarında rahmet ve şefkat bağları oluşması gereken nesep bağlarının karışıklığa uğramaması için neslini korumakla, bu geçen dört zaruri esasın korunmasında yardımcı olacak olan malını korumakla memurdur. Mükellefin bunların aksi istikamette davranışta bulunmayı tercih etmesi takdirinde kısıtlılık altına alınması ve yapmayı istediği davranışı ile kendisi arasına girilmesi, bunların zaruri olarak korunmasıyla yükümlü olduğunun açık bir delili olmaktadır. İşte bu noktadan hareketle mükellefhazzından soyutlanmış olmakta ve kendi nefsi hakkında dahi tahakküm altına alınmış bulunmaktadır. Bununla birlikte bir başka yönden mükellef için bir hazzın ortaya çıkması durumunda, bu haz asli maksada tabi durumunda olacaktır.

 

Kifai oluşuna gelince; bunlar genelolarak bütün mükellefler tarafından (her mükellefin teker teker değil) ortaya konulması istenilen ve böylece kişisel zaruri hallerin gerçekleşebilmesi için mutlaka gerekli olan genel zaruri esasların düzene girmesi açısından yapılan taleplerle ilgili olmaktadır. Ancak bunlar, birinci kısımdan olan zaruri esasların tamamlayıcı unsurları mahiyetindedir ve bunlar zarurl olma bakımından onlara katılırlar. Zira ayni zaruri esasların gerçekleşebilmesi için mutlaka kifal olan zarurl esasların bulunması gereklidir. Şöyle ki, kirai zaruri esaslar; kamu maslahatlarının bütün insanlık için gerçekleştirilmesi demektir. Kirai yönden yapılması emredilen şey belli kimse ya da kimselere tahsis edilemez; çünkü bunlar bizzat o kimse ya da kimseler için emredilmiş değillerdir; aksi takdirde ayni olurlardı. Burada önemli olan emredilen şeyin ortaya konulmasıdır (ortaya koyanların kim olduğu önemli değildir). Bunu şu şekilde izah etmek mümkündür: Her insan, yeryüzünde kendi kudreti dahilinde ve kabiliyeti ölçüsünde olmak üzere Allah'ın halife si durumundadır. Çünkü tek bir insan, değil bütün yeryüzünde bulunan insanların ihtiyaçlarını gidermek, değil bir kabilenin işlerini üstlenmek, kendi nefsinin ve ailesinin bütün ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan acizdir. Bu yüzden Yüce Allah, bütün insanları genel zaruri esasların ortaya konulması konusunda müşterek olarak yeryüzünün halifeleri kılmıştır ve bunun sonucunda yeryüzünde hükümranlık doğmuştur.

 

Yapılması istenilen kirai zaruri esasların, şer'an kişiye yönelik hazIardan soyutlanmış olduğuna delilimiz, bu işleri üstlenen kimselerin zahirde kendileri için, gerçekleştirmiş oldukları bu görevler karşılığında bir çıkar elde etmekten yasaklanmış olmalarıdır. Mesela, bir valinin velayetini üstlendiği insanlardan ücret alması, bir kadı ya da hakimin baktığı dava ya da verdiği hüküm karşılığında lehinde ya da aleyhinde hükümde bulunduğu kimseden ücret alması, müftünin fetva karşılığında, iyilikte bulunanın iyiliği karşısında, borç verenin borç vermesi karşılığında ve benzeri herkesi ilgilendiren konularda kirai bir yükümlülüğü yerine getirmesi karşılığında ücret alması caiz değildir. Bu yüzden rüşvet ve bir makam elde etmek için verilen hediyeler haram kılınmıştır. Çünkü bu gibi yerlerden çıkar elde edilmesi amacı, bu tür kamu velayetlerinin ihdasında gözetilen Şer'i hikmete ters düşen genel bir mefsedete yol açar. Bütün insanlık içerisinde adaletin hüküm sürmesi ve düzenin sağlanması ancak bu yolla mümkün olur. Bu hususlara dikkat edilmediği zaman da, hükümlerde zulüm kendisini gösterir ve İslam'ın temelleri birer birer yıkılır. Konu üzerinde düşünüldüğü zaman, ayni ibadetlerde ücretle başkalarının tutulmasının caiz olmayacağı, bunlar karşılığında bir bedel alma ve onları vasıta kılarak dünyevi bir çıkar elde etme yoluna gidilemeyeceği; onları terketme neticesinde azap ve ıslah (tedib) müeyyidelerinin bulunduğu ortaya çıkar. Kamu masIahatları ile ilgili konularda da durum aynı olup, onları terketmek cezayı gerektirir; çünkü onların terkedilmesi durumunda alemde benzeri görülmedik mefsedetler ortaya çıkar.

 

2. TALİ (DOLAYLI) MAKSATLAR: Mükellefe ait hazIarın dikkate alındığı maksatlardır. Şehvetlerin giderilmesi, mübahlarla faydalanılması, ihtiyaçların giderilme sı gibi insanın yaratılışıyla ilgili gereksinimlerinin karşılanması işte bunlar yönünden olur. Şöyle ki: Her şeyi yerli yerinde yaratan ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah'ın hikmeti, din ve dünyanın ahenk ve devamının ancak insanın doğasına konulan ve onu hem kendisinin hem de başkalarının ihtiyaç duyduğu şeyleri kazanmaya sevkecek güdülerle mümkün olabileceğine hükmetmiş ve bunun neticesinde insanda yemek ve içmek şehveti yaratmıştır. Kendisine açlık ya da susuzluk dokunduğunda, bu duygular onu mümkün olan bir yolla duyduğu bu ihtiyaçların giderilmesi için harekete geçirecektir. Aynı şekilde kadınlara karşı şehvet duygusunu da ona yerleştirmiştir ve bunun neticesinde o, arzuladığı kadına ulaşabilmek için gerekli sebepleri ortaya koymaya çalışacaktır. Aynı şekilde soğuktan ve sıcaktan ve diğer arızi olaylardan zarar görme duygusunu onda yaratmış ve bu onun barınak ve giysi ihtiyacını karşılamak üzere harekete geçmesi için bir motif olmuştur. Sonra cennet ve cehennemi yaratmış ve peygamberler göndermiş; ebedi hayatın bu dünyada değil, orada olduğunu, bu dünyanın sadece ahiret için bir ekenek olduğunu, ebedi saadet ve bahtsızlığın orada olduğunu, ancak cennet ve cehennemin yolunun buradan geçtiğini ve bunun da şeriatın koyduğu sınırları korumakla ya da onları tanımamakla olduğunu bildirmiştir. Bunun sonucu olarak mükellef, kendisini bu amaçlara ulaştıracak sebeplere yapışmaya koyulmuştur. Allah, onu bu konuda yalnız başına kendi kendine yeterli olabilecek kudretle donatmamıştır; çünkü o bütün bu zorlukları göğüsleyecek kadar güçlü değildi. Bunun bilincinde olan kul başkalarıyla yardımlaşma içerisine girdi (ve iş bölümü yaptı). Böylece o, başkalarına yararlı olmak suretiyle kendi menfaatleri ve durumunun düzene konulması peşinde koşturmuş oldu. Herkes sadece kendi çıkarı için koştursa da, sonunda bütün insanlar birbirinden yararlandı.

 

İşte bu noktadan hareketle, tabi maksatlar asli maksatların hizmetinde ve onların tamamlayıcı unsurları oldu. Eğer Yüce Allah dileseydi insanları, nefsi hazIarının terkini isteyerek ya da doğalarında bulunan ve onları sebepleri kollamaya iten motiflerden uzak bir şekilde yaratarak bu yükümlülükleri yerine getirmekle mükelleftutardı. Ancak O, böyle yapmadı kullarına iyilikte bulundu ve dünya hayatının ahiret için imar edilmesi şeklindeki amacının gerçekleştirilmesine yönelik vesileler koydu, bu yolda hazIarını elde etmeleri için çalışmalarını haram değil mübah kıldı; ancak bunların şer'i kanunlar çerçevesinde olması kaydını getirdi ki, bu masIahatın elde edilmesinde ve onun sürekliliğinin sürdürülmesinde kulun kendi masIahat anlayışından daha emin ve uygun bir yoldu: "Allah bilir, siz bilmezsiniz"[Nur 19] buyurdu. Eğer dileseydi, bizden ahiretle ilgili amellerimizde nefsimize yönelik hazIarın bulundurulmamasını isterdi; çünkü her şeyi elinde tutan O'dur; üstün belgeler O'nundur; hiçbir kimseye hesap verecek de değildir. Bununla birlikte O, üzerimizde bulunan haklarını ödememiz için bizi, bizzat bize yönelik hazIara ulaştıracağı va'diyle teşvik etmiş, bizi, yükümlü tuttuğu amellerin ifası sırasında acilen faydalanacağımız pek çok hazlarla taltif etmiştir. İşte bu haz dolayısıyla bu maksatların tabi, öbürlerinin ise asıl maksatlar olduğu söylenmiştir. Birinci kısım sırfkulluğun, ikinci kısım ise, Malik'in kullarına olan lütfunun bir gereği olmaktadır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ MESELE