EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

İKİNCİ NEvİ YÜKÜMLÜLÜKLERDE MÜKELLEFİN MAKSADI (NİYETİ) /

ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Şeri yükümlülüklerde, kendisi için meşru kılınandan başkasını arayan kimse, şeriata ters düşmüş olur. Kim de şeriata ters düşerse, onun ameli batıldır. Kendisi için meşru kılınmayan bir hakkı aramaya kalkan kimsenin ameli batıldır.

 

Şeriata ters düşen amelin batıllığı açıktır. Çünkü meşru kılınan hükümler, sadece masIahatların temini, mefsedetlerin de uzaklaştırılması için konulmuştur. Şeriata muhalefet edildiği zaman, muhalif bulunan amellerde masIahatın temininden ya da mefsedetin uzaklaştırılmasından söz etmek mümkün olmayacaktır.

 

Kendisi için meşru kılınmayan bir hakkı aramaya kalkan kimsenin şeriata ters düşeceği konusuna gelince, bunun doğruluğuna aşağıdaki hususlar delalet etmektedir:

 

(1) Fiiller ve terkler haddizatında kendilerinden kastedilen şeye nisbetle aklen birbirlerine eşittirler. Zira aklın güzel/hayır ya da çirkinilşer (hasen ve kabihi) belirleyici güç ve yetkisi bulunmamaktadır. Şeriat, birbirine eşit olan iki şeyden birisinin masIahat için, diğerinin de mefsedet için belirlendiğini bildirince, maslahatı gerçekleştirecek yön ortayaçıkmış oldu ve o şey ya emredildi ya da tercihe bırakıldı. Keza işlendiği zaman mefsedetin de ortaya çıkacağı yön belirlenmiş oldu ve kullara olan merhametin bir sonucu olarak da o yasaklandı. Buna göre, eğer mükellef, Şari'in kastettiği şeyin aynını kastederse, en kamil manada maslahata yönelik bir kasıt bulundurmuş olur. Bu haliyle o, maslahatı elde etmeye layıktır. Eğer Şari'in kasdı dışında başka birşey kastetmişse -ki bu çoğu kez maslahatın kastedilen şeyde olduğu şeklindeki yanlış anlayıştan kaynaklanır; zira akıl sahibi bir kimse durup dururken mefsedet yönünü kastetmez-, bu durumda Şari'in kastettiği şeyi ihmal ve dikkatten düşürmüş; Şari'in ihmal ettiği şeyi de, muteber bir maksat kabul etmiş olur. Bu ise şeriatla açık bir çelişkidir.

 

(2) Bu kasıt sonuç itibarıyla şu noktaya çıkar: Şari'in güzel gördüğü birşey, bu kasıt sahibine göre güzel değildir; Şari'in güzel görmediği de o kimseye göre güzeldir. Bu da şeriatla ters düşmektir.

 

(3) Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. ''[Nisa 115] Ömer b. Abdulaziz şöyle der: "Rasulullah ve ondan sonra gelen yöneticiler bir sünnet ortaya koymuşlardır. Onların doğrultusunda hareket etmek, Allah'ın kitabını tasdik etmek, Allah'a olan tiiati tamamlamak, Allah'ın dini üzere güçlü olmak demektir. Onlarla amel eden doğru yolu bulmuştur; onlarla yardım talebinde bulunan yardım görmüş olur. Kim de onlara muhalefet ederse, mü'minlerin yolu dışında başka bir yola girmiş olur, Allah da onu döndüğü yöne döndürür ve cehenneme sokar. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." Şari'in masIahatın temini, mefsedetin de uzaklaştırılması açısından gözetmiş olduğu amaca zıt düşen başka bir amaç bulundurmak, apaçık bir muhalefettir.

 

(4) Meşru olan birşeyi, Şari'in o tasarrufla kasdetmediği bir amaçla işleyen kimse, aslında o şeyi gayrı meşru olarak işlemiş olur. Çünkü Şari', o şeyi bilfarz belli bir durum için meşru kılmıştır. Şimdi o tasarruf, kendisiyle kastedilmeyen başka bir amaca ve sil e kılınırsa, bu haliyle meşru kılınan o tasarruf gerçekleştirilmiş olmaz. Meşru olan işlenmediği zaman da, o konuda Şari'e muhalefet edilmiş olur ve şeriatla ters düşülür. Çünkü bu haliyle o, kendisine emredilmeyen birşeyi yapan, emredilen şeyi de terkeden kimse durumuna düşmüştür.

 

(5) Mükellefin amellerle yükümlü tutulması, sadece Şari'in o amelleri emretme ya da yasaklamada gözettiği maksatlar yönünden olmaktadır. Mükellefin o fiillerle başka birşeyi kastetmesi durumunda, onlar kasıt sahibi kişinin takdiri ile amaçlar değil, kastedilen şeyler için araçlar haline gelirler. Zira, o fiilleri işlerken Şari'in maksadını kastetmemiştir ki, amaç olsun; aksine o, başka bir kasıtta bulunmuş ve fiil ya da terki o amacına araç kılmıştır. Bu durumda Şari' katında amaç olan bir fiil, ona göre araç halini almış olur. Böyle birşey ise, Şari'in koyduğunu bozmak, O'nun bina ettiğini yıkmak demektir.

 

(6) Bu kasdın sahibi Allah'ın ayetleriyle alayetmektedir. Çünkü Allah'ın ayetlerinden bazıları da, teşri kıldığı hükümleridir. Yüce Allah, koymuş olduğu bazı hükümleri zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: "Allah'ın ayetlerini alaya almayın."[Bakara 231] Ayetteki alaydan maksat, hükümleri konulmuş olduğu amaçlarından saptırmaktır. Müslüman olduklarını dışa vururken, Allah'ın müslümanlıktan gözettiği amacı kendilerinde bulundurmayan münafıklar hakkında ''Allah'la, ayetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz?"[Tevbe 65] buyrulmuştur. Ciddiyet üzere konulmuş olan şeylerle alayetmek, o şeyin hikmetine açık zıdlık teşkil eder. Bu manayı destekleyecek deliller pek çoktur.

 

Meselenin pek çok örnekleri vardır: Hak Teala'nın birliğini ve Rabliğini tasdik için değil de, kanını ve malını korumak için kelime-i tevhid getirmek, iyi kimse desinler diye namaz kılmak, Allah'tan başkası adına hayvan boğazlamak, dünya menfaati ya da evlenmek istediği bir kadına ulaşabilmek amacıyla hicret etmek, kavmiyet (asabiyet) uğruna ya da ne kahraman insan desinler diye savaşmak, bir çıkar elde etmek için ödünç para vermek, varislere zarar vermek amacıyla vasiyyette bulunmak, üç talakla boşanmış kadını, eski kocasına helal kılmak için nikah etmek (hulle nikahı) vb. gibi.

 

(Meselenin başında arzedilen bu külli ve) mutlak kaideye aşağıdaki hususlar ileri sürülerek itiraz edilebilir:

 

(1) Birinci meselede geçen, gayr-ı ciddi bir kimsenin (hazil) yaptığı nikah akdi, verdiği talak gibi hususlar. Şakaya (hezl) benzer diğer durumlarda da hal aynıdır. Çünkü bu kimse, nikah, talak vb. sözleriyle Şari'in kastetmiş olduğu şeyin dışında başka birşey kastetmektedir. Bunun cevabı daha önce geçti. Batıl yolla zorlanan kimsenin (mükreh) durumu da aynı çerçevede değerlendirilir. Çünkü Hanefilere göre, zor altında bulunan kimsenin tasarrufları, eğer ikale yoluyla feshe ihtimali bulunmayan türden ise, hür irade ile yapılmış gibi geçerli kabul edilmektedir. Nikah, talak, azad, yemin, adak bu tür tasarruflardandır. İkale yoluyla fesh imkanı bulunan tasarruflar da aynı şekilde sahih olarak gerçekleşirler; ancak zor altında bulunan (mükreh) kimsenin rıza ve iznine bağlı (mevkuf) olurlar.

 

(2) Zekatın vacibliğini düşürmek ve üç talakla boşanmış kadının eski kocasına helal olması için başvurulan hiyel yollarında, Şari'in kasdı dışında başka amaçlar gözetilmektedir. Buna rağmen, bu gibi hiyel yolları bazılarına göre sahih olmaktadır. Şeri hükümler üzerinde araştırma yapan kimseler, bu şekilde sayısız hüküm bulurlar. Hepsi de, aslında meşru olan bir amelin, işlenmesi sırasında Şari'in amacının dışına çıkılması durumunda, batıl olması gibi bir neticenin lazım gelineyeceğini göstermektedir.

 

CEVAP: Zor altında yapılan fiillerin şer'an sahih olarak gerçekleşeceği görüşü, o fiillerin Şari'ce maksud oldukları esası üzerine kurulmuştur.

 

Nitekim bunun delilleri Hanefiler tarafından ortaya konulmuştur. Bir kimsenin, bir fiili n Şari'ce amaçlanmış olmadığını kabullendikten sonra, o fiilin vuku bulması halinde sahih olacağı görüşünde bulunması mümkün değildir. Çünkü böyle düşünen kimselerin o fiili sahih kabul etmeleri ancak şer'i delil ile olmaktadır. Şeri deliller, bir şeyin Şari'in maksadı olduğunu ortaya çıkarmanın en uygun yoludur. Bir amelin meşru olmadığını söyledikten sonra, onun sahih olabileceğine hükmetmek nasıl mümkün olabilir? Bu muhalin ta kendisi değil midir? Mutlak olarak hiyel yollarının caizliği görüşünü benimseyenler için de söylenecek söz aynıdır. Onlar bu görüşlerine şöyle bir mütalaadan dolayı ulaşmışlardır: Şari'in masIahatların temini, mefsedetlerin de uzaklaştırılması hususunda bir amacı bulunmaktadır. Hatta şeriat sırf bu maksat için konulmuştur. Bu görüşte olan bir kimse, mesela hulle nikahını sahih kabul ettiği zaman, zann-ı galibine göre her iki eşin maslahatlarının temini açısından, böyle bir nikaha dair Şari' tarafından izin vardır düşüncesiyle bu görüşe ulaşmış olmaktadır. Diğer meselelerde de durum aynıdır. Bu konuda, ölüm ya da işkence korkusu olduğu zaman küfür kelimesini söylemenin sahih olması da delilolarak kullanılmaktadır. Genel ve özel maslahatlarla ilgili diğer konularda uygulanan hiyel yollarında da durum aynıdır. Çünkü her hilenin batıl olduğuna dair şer'i bir delil getirme imkanı yoktur. Nitekim her türlü hile yollarının sahih olduğuna dair delil ikamesi de mümkün değildir. Bunlardan, ancak özel bir surette Şari'in kasdına muhalif olanlar batıl olur ki, bunlar da bütün İslam ümmetinin üzerinde ittifak ettikleri şeylerdir. Delillerin çeliştiği (tearuz) ettiği durumlarda ise ihtilafbulunur. Hiyel bahsine bu kısım içerisinde -inşallah- tekrar dönülecektir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

DÖRDÜNCÜ MESELE