EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞERİAT, GEREĞİYLE
YÜKÜMLÜ TUTULMAK İÇİN KONULMUŞTUR /
DÖRDÜNCÜ MESELE :
İnsanın, kendi başına
celbetmeye ya da defetmeye güç yetiremeyeceği nitelikler iki türlüdür:
(a) İlim ve sevgi gibi bir
fiil neticesinde meydana gelen nitelikler. "Üzerinize nimetlerini bolca
verdiği için Allah'ı seviniz" hadisinde olduğu gibi.
(b) Bir fiil neticesinde
meydana gelmiş olmayıp, yaratılıştan (fıtri, cibilli) olan nitelikler. Şecaat
(cesaret), korkaklık, -Eşec Abdulkays'da Hz. Peygamber'ce var olduğu söylenen-
hilim, teenni vb. gibi nitelikler.
Birinci türden olanlara
karşılık, ceza ya da mükafatın bulunacağı kısmen de olsa anlaşılmaktadır. Çünkü
ilim ve sevgi gibi nitelikler, kulların kudreti dahilinde olan (müktesep)
fiillerden doğmaktadır. Hükümler bahsinde, bu tür müktesep sebeplere bağlı
müsebbeblere -her ne kadar kulun kudreti ve kasdı altına girmese de- cezanın
(iyi ya da kötü) gerekeceğı belirtilmişti. Sevgi, kin gibi özellikler de aynı
şekilde müktesep olan ,sebeplere bağlıdırlar. Dolayısıyla bunlardan kişi
sorumlu olur.
İkinci kısma yani
yaratılıştan olan niteliklere gelince; bunlara iki açıdan bakmak gerekecektir:
(1) Şari Teala tarafından sevilen ve iyi
karşılanan şeyler olup olmamaları açısından.
(2) Üzerlerine sevap gerekip gerekmeyeceği
açısından.
Birinci açıdan meseleye
baktığımızda, nassların zahirinin bunlara Şari'in sevgi ya da buğzunun
bağlandığını göstermektedir. Örnekler: Hz. Peygamber [s.a.v.] Eşec Abdulkays'a:
"Bende iki özellik vardır ki, Allah onları sever: hilm ve teennı. "
Bazı rivayetlerde de, onun bu özellikler üzerine yaratılmış olduğunu söyledi.
Bir hadiste "şecaat ve korkaklığın insanın bir tabiatı olduğu"
belirtilmiş, başka bir hadiste ise: "Allah, bir yılanı öldürmeye karşı da
olsa şecaati (cesareti) sever" buyrulmuştur.
Bir diğer hadiste de:
"Ruhlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbirleriyle tanışanlar (uyuşanlar)
birbirlerine kaynaşırlar, tanışmayanlar (birbirleriyle uyuşmayanlar) da
ayrılırlar. " Birbirleriyle sevişmenin ve birbirlerine buğz etmenin manası
işte budur ve bu kulun kudreti (kesbi) dahilinde değildir. Hadiste: "Benim
uğrumda sevişenlere, muhabbetim vacip olmuştur"buyrulmuştur. Ebu
Hureyre'nin merm olarak rivayet ettiği: "Güçlü mü'min, zayıf mü'minden
daha hayırlı ve Allah katında daha sevimlidir. (Bununla beraber) her birinde
hayır vardır" hadisi beden yönünden güçlü ve sağlam olan anlamına
yorulmuştur; zaaf anlamına yorulmamıştır. Başka bir hadiste: "Allah, üstÜn
ahlak prensiplerini sever, kötülerinden hoşlanmaz.'' Bir diğerinde
"Hıyanet ve yalan hariç her huy, mü'minin yaratılış özelliği olabilir''
buyrulmuştur. Ayette de yerme ve hoş karşılamama sadedinde olmak üzere:
"İnsan aceleci olarak yaratılmıştır"[Enbiya 37] buyurulur. Bu yüzdendir
ki, aceleciliğin zıddı olan teenni sevilen bir özellik olmaktadır.
İTİRAZ: Sevgi ve nefret
(buğz) yaratılışla ilgili (cibilli, fıtri) olan bu özelliklerin bizzat
kendisine değil de, bunların kendilerinden ortaya çıktığı fiillere taalluk
eder.
CEVAP: Hayır, doğru
değiL. Çünkü böyle bir izah evvela, delilsiz nassların zahirini terketmek olur.
İkinci olarak, sevgi ya da buğzun zatlara taalluk etmesi sahihtir. Zatlar ise,
fiillere sıfatlardan daha uzaktır. Mesela: ''Allah, sevdiği ve onların da O'nu
sevdiği bir millet getirir"[Maide 54] ayetiyle, "Üzerinize
nimetlerini bolca verdiği için Allah'ı seviniz''; ''Allah uğrunda sevmek ve
Allah uğrunda buğz etmek imandandır" hadislerinde sevgi ve buğz, zata
bağlanmıştır. Bu gibi örneklerde geçen, sevgi ve buğzdan maksat, sadece
fiillere karşı duyulan sevgi ve buğzdur demek mümkün değildir. Aynı şekilde
yaratılışla ilgili (cibilli) sıfatlar hakkında da -zahirde sevgi onlara yönelik
olduğu zaman- bunlardan maksat fiillerdir demek doğru olmayacaktır.
FASIL:
Sevgi ve buğzun fiillere
taalluk etmesi de sahihtir: "Allah, zulme uğrayan kimseden başkasının,
kötülüğü sözle bile açıklamasını sevmez"[Nisa 148]; ''ama Allah
davranışlarını beğenmedi ve onları alıkoydu"[Tevbe 46]; ''Allah katında en
çok buğz edilen helal, talaktır"; "Övülmeyi Allah'tan ziyade seven
kimse yoktur. Bundan dolayı O kendini medhetmiştir" ayet ve hadislerinde
sevginin fiillere taalluk ettiği görülmektedir. Bunlara benzer durumlar çoktur.
"Cesuru severim, korkaktan hoşlanmam" dediğimiz zaman, burada
sözkonusu olan sevgi ve hoşlanmama, cesurluk ve korkaklık niteliklerine sahip
bulunan zata o niteliklerden dolayı olarak bağlı olmaktadır. Mesela, ayetlerde:
''Allah iyilik yapanları sever"[Al-i İmran 134]; ''Allah sabredenleri
sever"[Al-i İmran 146], ''Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever,
temizlenenleri de sever"[Bakara 222]; ''Allah, kendini beğenip övünen hiç
kimseyi şüphesiz sevmez"[Lokman 18]; ''Allah, zalimleri sevmez"[Al-i
İmran 140] buyurulur. Hadiste "Allah şişman alime buğzeder"
denilmiştir. Şu halde sevgi ve buğz, hem zat, hem sıfat ve hem de fiiller
hakkında mutlaktır. Sevgi ve buğzun bunlara nisbeti, onların zat, sıfat ya da
fiil oluşları açısından mahiyetleri itibarıyla olmaktadır.
Konunun ikinci açıdan ele
alınması şöyle olacaktır: İnsanın sahip olmakla birlikte kudreti dahilinde
bulunmayan bu niteliklerinden dolayı sevap ve ceza gerekir mi, gerekmez mi?
Bu üç şekilde
düşünülebilir:
(a) Bu niteliklere sevap
ya da ceza bağlanamaz. (b) Her ikisi de birlikte bağlanır.
(e) Bunlardan sadece
biri bağlanır.
Bu sonuncusu, ilk iki
şıkkın bir neticesi durumunda olduğu için, onun incelenmesi ilk ikinin
incelenmesine bağlıdır.
Birinci şıkkı isbat için
iki yola başvurulur:
(1) İnsanın yaratılış
özelliklerinden olan nitelikleri teklif konusu olamaz; ne onların elde
edilmelerine ne de izale edilmelerine yönelik bir yükümlülük gelemez. Çünkü
böyle bir teklif takat üstü yükümlülük olur. Yükümlülük altına girmeyen bir
şeyden dolayı da ne sevap ne de ceza gerekmez. Zira sevap ve azap şer'an
yükümlü olmaya bağlıdır. Dolayısıyla sözü edilen yaratılışla ilgili
niteliklerden dolayı ne sevap vardır ne de azab.
(2) Bu niteliklere
gerekecek sevap ya da azab; bunlar ya birer nitelik olmaları hasebiyle bizzat
kendilerinden ötürü olacaktır; ya da bunların bağlandıkları şeyler (taalluk)
dolayısıyla olacaktır. Eğer bizzat kendilerinden ötürü ise, o takdirde bu tür
bütün niteliklerden dolayı sevap gerekecektir. Bu niteliklerin şer'an iyi
karşılanması ya da hoş bulunmaması neticeyi değiştirmeyecektir. Keza bu
niteliklere aynı anda azap da gerekecektir. Çünkü bir şey için gerekli olan
onun benzeri (misli) için de gerekli olacaktır. Bu durumda aynı nitelik
üzerinde aynı cihetten iki zıddın bir araya gelmesi gibi bir netice doğacaktır
ki bu muhaldir.
Eğer taalluk ettikleri
şeyler dolayısıyla olacaktır denilirse, o zaman sevap ve azap bu niteliklerin
taalluk ettikleri şeylere -ki bunlar fiiller ve terkler olmaktadır- olacak,
bizzat yaratılışla ilgili nitelikler dolayısıyla olmayacaktır. Neticede her iki
takdire göre de, bizzat kendilerinden dolayı yaratılış özelliklerine ne sevap
ne de azap gerekmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Varılmak istenen sonuç da budur.
İkinci şık için de iki
açıdan delil getirilebilir:
(1) Sözü edilen niteliklere sevgi ve buğz
bağlandığinı biliyoruz. Allah'ın bir şeyi sevmesinin ya da ona buğzetmesinin
iki anlamı olabilir:
(a) Bunlardan ya bizzat
nimet ve ihsanda bulunma veya intikam kasdedilmektedir. Bu anlamda sevgi ve
buğz sonuç itibarıyla fiillerin sıfatlarına -bu görüşte olanlara göre- bağlı
(raci) olurlar.
(b) Ya da bunlarla nimet
ve ihsanda bulunma ya da intikam iradesi kastedilmektedir. Bu anlamda da sonuç
itibarıyla zatın sıfatlarına bağlı olurlar. Çünkü Arap dilinde sevgi ve buğzun
anlaşılan hakiki manasıyla Allah'a nisbeti muhaldir. Bu görüş de diğer gruba
ait olmaktadır. Her iki duruma göre de sevgi ve buğz, bizzat nimet ve ihsanda
ya da intikamda bulunma anlamına çıkmaktadır. Bunlar da sevap ve azabın ta
kendileridir. Şu halde sözü edilen niteliklere sevap ve azap gerekir.
(2) Şayet biz sevgi ve buğzun sonuçta sevap ve
azap manasına gelmediklerini kabul etsek o zaman şöyle dememiz gerekecektir:
Onların sıfatlara bağlanması sevap ve azabı ya gerektirecektir ya da
gerektirmeyecektir. Eğer gerektirecekse maksat hasıl olmuş demektir. Eğer
gerektirmeyecekse, bakılır: Sevgi ve buğzun taalluku ya Zat için olacaktır -ki
bu muhaldir- ya da Allah'a yönelik bir başka şey içindir. Bu da muhaldir. Çünkü
Yüce Allah alemlerden müstağnidir; bir başka şeye muhtaç olmaktan ya da bir
şeyle tamamlanmaktan münezzehtir. Bilakis O, mutlak anlamda her şeyden
müstağnidir ve her yönden kemal sahibidir.
Sevgi ve buğzun taalluku
ya da kula yönelik bir durum içindir. Bu da sevap ve azaptır.
(3) Bir üçüncü durum daha var; O da şudur: Şayet
sevgi ve buğzun ilişkin oldukları şeyler -ki fiiller olmaktadır- açısından
sevildikleri ya da hoş karşılanmadıkları kabul edilecek olsa bu durumda: a. Bu
sıfatlarla birlikte olan fiillere verilecek sevap ya da azap ya bu sıfatlarla
birlikte bulunmayan fiillere verilecek olanın aynısı olacaktır. b. Ya da böyle
olmayacaktır. Eğer iki ayrı durumda bulunan fiillere verilecek karşılık farklı
alacaksa, o zaman sıfatların sevap ya da azaptan bir karşılıkları bulunmuş olacaktır
ve varmak istediğimiz netice de budur. Yok, yaratılıştan mevcut bulunan
niteliklerle birlikte işlenmiş fiillerle, böyle bir nitelikte birlikte
bulunmayan fiillere verilecek karşılık eşit alacaksa, o zaman, (Hz. Peygamberin
ifadesinde) hilim ve teenni sahibi (olduğu belirtilen ve övgüye mazhar olan)
Eşec Abulkays'ın fiili ile, onun bu niteliklerine sahip olmayan başka birisinin
fiili eşit olacaktır. Bu ise doğru değildir. Çünkü bunun doğru olması sonucunda
Allah katında sevimli olan bir şeyle, sevimli olmayan bir şeyin eşit olması
gibi bir netice doğacaktır. Şer'i verilerin istikraya tabi tutulması
neticesinde böyle bir neticenin mümkün olmadığı da görülecektir. Sonra bundan
sevimli olan bir şeyin sevimsiz olması, sevimsiz olan bir şeyin de sevimli olması
gibi bir netice de lazım gelecektir. Bu ise aklen mümkün değildir. Dolayısıyla
yaratılışla ilgili niteliklerin, sevap ya da azaptan bir payları olduğu ortaya
çıkmaktadır. Bu niteliklerin sevap ya da azaptan bir payları bulunduğu ortaya
çıktığına göre, bundan yaratılışla ilgili bulunan (cesaret, korkaklık gibi)
niteliklerin sevap ya da azap gibi bir karşılıkları bulunduğu, insanların
bunlardan dolayı iyi ya da kötü bir karşılık görecekleri sabit olmuştur
demektir. Bizim varmak istediğimiz netice de işte bu olmaktadır.
Daha önce arzedilen ve
bu özellikte bulunan niteliklerden dolayı sevap ya da azap bulunmayacağı
doğrultusunda getirilen deliller bazı yönlerden problem arzetmektedir. Şöyle
ki:
Birinci delili ele
alalım: Teklif (yükümlülük) ile birlikte mutlaka sevap ya da azap bulunur diye
bir şey yoktur. Bazen insanın kudreti dahilinde bulunmayan şeylerden dolayı da
sevap ya da azap bulunabilir. Bazen yükümlülük bulunur, ama ortada ne sevap ne
de azap bulunmayabilir. Birinciye, insanın başına gelen ve iradesi dışında
bulunan musibetleri örnek verebiliriz. Bunları bilip bilmemesi de farketmez.
ikincisine ise, içki içen ya da kahine (arraf) giden bir kimsenin durumunu
örnek olarak gösterebiliriz. Çünkü hadiste belirtildiği üzere "bu kişinin
kırk gün namazı kabul olunmaz." Bununla birlikte ehl-i sünet alimlerinden
hiçbir kimsenin böyle bir insanın kılmış olduğu namazın -şartları ve rükünleri
tam olarak yerine getirilmiş se- yeterli olmadığı görüşünde olduğunu
bilmiyorum. Aynı şekilde adil olsun Hisık olsun namazın herkes üzerine vacip
olduğunda da görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Madem ki (bu örnekte olduğu gibi)
yükümlülük bulunduğu halde sevap ya da azap bulunmayabiliyor. Öyle ise birinci
delilin doğruluğu sabit değildir.
İkinci delili ele
alalım: Karşılığın bulunduğuna delalet eden üçüncü delil ikinci delille
çelişmektedir. "Sevap ya da azap fiil ya da terk üzerine
gerekmektedir" sözüyle eğer sadece fiilleri kasdetmişse, onun sakatlığı
ortaya çıkmıştır. Eğer yaratılış la ilgili niteliklerle birlikte demeyi
kastediyorsa, o takdirde sevap ve azapta niteliğin de bir etkisi bulunmuş
olmaktadır. Bu da, yaratılışla ilgili niteliklere iyi ya da kötü bir karşılık
verileceğine dair bir delilolur.
Birinci görüşe sahip
olanlar, ikinci görüş sahiplerinin delillerine şu itirazları ileri
sürebilirler:
Birincisi hakkında şöyle
diyebilirler: Sevgi ve buğzun manası sevap ve azaptır dersek, o durumda sevgi
ya da buğzun kişinin kudreti altında bulunmayan şeylere bağlanması mümkün
olmaz. (Kişinin kudreti altında bulunmayan bu şeyler) onun üzerinde yaratıldığı
nitelikleri ve varlığıdır.
İkincisi hakkında da
şöyle diyebilir: Taksim daha fazla da olabilir.
Çünkü sevgi ve buğzun,
kula yönelik sevap ve azap dışında bir başka durum için bağlanmış olmaları
pekala mümkün olabilir. Bu da gidişatta (mecari'l-adat) güzel ya da çirkin olan
bir şeyle muttasıf olması demektir.
Üçüncüye gelince bunun
için de şöyle denilebilir: Fiiller niteliklerden ortaya çıkınca, kemal ya da
noksanlık konusunda fiiller niteliklere uygun olarak meydana gelir. Biz sanatın
mükemmelliğinden sanatkarın da mükemmelliğini çıkarırız. Bunun aksi de
sözkonusudur. Dolayısıyla burada da durum aynıdır. Bu durumda sevap fiillere
has olacak, farklılık da onların farklılığına yönelik olacaktır; niteliklerle
ilgisi olmayacaktır. Maksat da budur.
Kısaca, bu konunun her
iki tarafı da birbirine denk olmakta, bir taraf diğer tarafa üstün
gelmemektedir. Konunun üzerinde daha geniş olarak durulabilir ama, burada bu
kadarı yeterlidir, fazlasına ihtiyaç yoktur. Başarı ancak Allah'tandır.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: