EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞERİATIN ANLAŞILMAK İÇİN KONULMUŞ OLMASI / İKİNCİ MESELE:

 

Arap dili, manaya delalet açısından iki açıdan ele alınır:

 

1. Mutlak anlamda lafız ve ibare olmaları dolayısıyla mutlak anlamlara delalet etmeleri açısından. Bu, asli delalet şekli olmaktadır.

 

2. Kayıtlı lafız ve ibareler olmaları ve asıl yanında yardımcı (tamamlayıcı) manalara da delalet etmeleri açısından. Bu da asla tabi delalet şekli olmaktadır.

 

Birinci delalet şekli bakımından bütün diller müşterektir. Dili konuşanların ondan amaçları da, lafız ve ifadelerin mutlak delalet ettikleri anlamların anlaşılmasıdır. Bu ifade şekli hiçbir dile has bir özellik değildir. Her dilde bu ifade şekli mevcuttur. Mesela Zeyd ayağa kalksa ve 'sonra her dilden bir kimse onun kalktığını bildirmek istese, bu manayı kendi dilinde külfetsiz bir şekilde ifade etme imkanı bulur. Bu açıdan baktığımızda daha önce yaşamış Arap diliyle konuşmayan kavimlerin sözlerini, hallerini Arap diliyle nakletme mümkün olduğu gibi, Araplara ait söz ve durumları başka dillerle nakletme de mümkündür. Bu konuda bir anlaşmazlık bulunmamaktadır.

 

İkinci delalet şekline gelince, bu sadece Arap diline ait bir özelliktir.

 

Bu açıdan ele alındığında bir haber; haber verene, haber verilene, haberin konusuna, bizzat haber verme işine, hal kadnesine, açık ya da kapalı söyleme, özlü (veciz) ya da uzun uzadıya anlatma (ıtnab) gibi üslüp çeşidine göre farklılık arzedecek ve habere katkıda bulunacak yan unsurların buL unmasını gerektirecektir.

 

Şöyle ki: Zeyd'in ayağa kalktığını bildirmek istediğimizde, eğer verilen haberde önemli olan Zeyd değil de, onun kalkmasıysa yani haberin kendisiyse, .... deriz. Ama önemli olan haber değil de Zeyd ise, o zaman ... deriz. Soruya cevap sadedinde ya da benzeri bir durumda ... derİz. Zeyd'in kalktığını inkar durumunda olan bir kimseye ise ... deriz. Zeyd'in kalkmasıyla ilgili beklentisi olan ya da onun kalkması haberini bekleyen kimseye ise ... deriz. İnkar durumunda olan bir kimseyi susturmak için de .... deriz.

 

Sonra ifade şekli, kendisinden haber verilen kimseye (Zeyd'e) atfedilen değer ölçüsünde, keza kinayeli ya da açık bir üslübun kullanılması, sözün akışından gözetilen maksat, halin gereklerine uygunluk ... gibi sayısız hususlar sebebiyle de çeşitlilik gösterecektir. Bütün bunlar "Zeyd'in kalkması"nı bildirme esası etrafında dönen ifade şekilleridir.

Aynı söze, pek çeşitli anlamlar katan bu yan unsurlar, ifadeden asıl maksat olmamakta, bunlar sözün asli delaletini bütünleyici ve tamamlayıcı özellik arzetmektedir. Konuşmacının bu konudaki hüneri oranında, sözün kullanılışı yerinde olmaktadır. Bu ikinci türden olan unsurlar dikkate alındığı içindir ki, Kur'an'da yer alan bir çok olayın anlatış şekil ve ifadeleri farklılık arzetmiştir. Çünkü bir sürede olay şöyle bir maksat için anlatılırken, bir ikinci ve üçüncü sürede daha farklı amaçlar için sevkedilmiş olmaktadır. Kur'an'da yer eden haberler işte bu şekilde olmaktadır. Bunlar ikinci türden olan unsurlar dikkate alınarak farklılıklar arzetmektedir; sözün zaman ve mahallinin gereklerine göre bazılarında bir takım ayrıntılara yer verilmişken, bazılarında yer verilmemiştir. "Rabbin asla unutkan değildir."[Meryem 64]

 

 

FASIL:

 

Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında şöyle bir netice çıkıyor: Bu ikinci türden olan unsurları da dikkate alan bir kimsenin, bırakın Kur'an'ı tercüme etmesini, normal Arapça bir metni dahi, başka bir dile tam olarak çevirme si asla mümkün değildir. Bunun olabilmesi için tercüme yapılacak dilin de, asli ve tabi bütün delalet yönlerinde Arapça ile aynı olması gerekmektedir. Her yönden böyle bir benzerliğin bulunması ise gerçekten çok güçtür. Belki eski devir mantıkçılarıyla onların doğrultusunda giden son devir mantıkçılarından bazıları bu konuya kısmen işarette bulunmuşlardır. Ancak bu kadarı yeterli değildir ve konuya duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmamaktadır.

 

İbn Kuteybe (H:276 /M:889 da vefat etti.), ikinci türden delalet şekilleri dikkate alındığında, Kur'an'ın bir başka dile tercümesinin imkansız olduğunu söylemiştir. Birinci yani asli delalet açısından ele alındığında ise Kur'an'ın başka dillere tercümesi mümkündür. Bu noktadan hareketledir ki, halk ile onun manalarına ulaşabilecek anlayış gücüne sahip olmayan kimseler için yapılan Kur'an tefsirleri, anlamlarının açıklanması bütün İslam alimlerinin ittifakıyla (icma) caiz olmaktadır. Bu ittifak, Kur'an'ın asli mana üzere tercümesinin caiz ve mümkün olacağına delil olmaktadır.

 

 

FASIL:

 

Asli delalet unsurlarıyla, tabi delalet unsurlarının birbirleriyle ilişkisi sıfat-mevsfı.f ilişkisi gibidir. Yani tabi delalet unsurları asli delalet unsurlarının sıfatı şeklindedir. Çünkü onlar, sözü muhataba anlatmak için konulmuş olması açısından, metin ve mananın tamamlayıcı unsurlarıdır. Acaba onlar, asli delalet unsurlarının zati sıfatlarından mı sayılır; yoksa zati olmayan sıfatlarından mı? Bu konu üzerinde düşünmek ve araştırmak gerekir ve bunların üzerine bazı furu meseleleri de doğar. Ancak bu kısa atıfta yetinmeyi burada uygun görüyoruz. Çünkü bu konu, daha başka incelenmesi gerekecek konular için bir esas mahiyetindedir. Dolayısıyla sükut geçerek sözü uzatmamak daha uygun olacaktır.

Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ MESELE