EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN ŞERİAT'IN KONULMASINDAKİ KASDI / ON İKİNCİ MESELE:

 

Kutlu İslam şeriatı masumdur; hata ve tahriften korunmuştur. Onu tebliğ eden Hz. Peygamber [s.a.v.] de masumdur. Nitekim, icma ettikleri konularda, onun ümmeti de masum bulunmaktadır.

 

Bu hususu iki açıdan delillendirebiliriz:

 

(1)   Bu hususa açıkça ya da dolaylı olarak delalet eden deliller vardır: "Doğrusu Kitab'ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz"[Hicr 9]; "Bu kitab, ... ayetleri kesin kılınmış (sağlama bağlanmış) kitaptır"[Hud 1] ayetlerini örnek olarak alabiliriz. Öbür taraftan da: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder"[Hacc 52] buyurmuştur. Bu ayetlerde Yüce Allah, kendi ayetlerini korumakta ve onları tahkim etmekte, sağlama bağlamakta olduğunu; böylece onların başkalarıyla karışmasını önlediğini, onlara yapılacak herhangi bir müdahaleye meydan vermediğini, neticede onları her türlü tahriften koruduğunu belirtmiştir. Sünnet, her ne kadar bu ayetlerde zikredilmemişse de, o da nihai olarak Kur'an'a çıkınakta, onun açıklayıcısı olmakta ve onun etrafında dönmektedir. Kitap ve sünnetten herbiri, birbirini desteklemekte ve bir bütün görünümü vermektedirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bugün, size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslamiyeti beğendim. "[Maide 3]

 

Ebu Amr ed-Danı, Tabakatu'l-kurra adlı eserinde şöyle bir nakilde bulunur: Ebu'l-Hasen b. el-Müntab anlatır: "Bir gün Kadı Ebu İshak İsmail b. İshak'ın yanındaydım. Ona, 'Tevrat ehline, onu tebdil ve tahrif imkanı niçin verildi? Halbuki böyle bir imkan Kur'an ehline verilmemiştir?' diye bir soru soruldu. Kadı şöyle cevapladı: ''Yüce Allah, Tevrat ehli hakkında ... yani ''Allah'ın kitabını hıfza memur oldukları için"[Maide 44] buyurmakta ve Tevrat'ın korunması işinin onlara havale edildiğini bildirmektedir. Bu itibarla, onların Tevrat'ı değiştirme imkanları doğmuştu. Kur'an hakkında ise: "Doğrusu Kitfib'ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz"[Hicr 9] buyurmaktadır. Dolayısıyla hiç kimsenin Kur'an'da bir değişiklik yapmaları imkanı tanınmamıştır.' Bu olayın ravisi diyor ki: Bu cevabı işittikten sonra Ebü Abdillah el-Muhamilı'ye gittim ve bu cevabı ona naklettim. O: 'Bundan daha güzel bir söz işitmedim' diyerek takdirini belirtti."

 

Hz. Peygamber'in gönderilmesi arefesinde, kulak hırsızlığı yapan şeytanIara yakıcı ateşler gönderilmeye başlandığını ve artık onların ilahi haberlere kulak veremez olduklarını bildiren haberler[Cin 9] vardır. Bu şey tanlar daha önceleri gök haberlerine kulak veriyorlar, bire yüz yalan katarak yayıyorlardı. Kur'an gelmeye başlayınca bu imkan onlardan kaldırılmış ve şeytanların artık gök haberlerine kulak hırsızlığı yapmalarına imkan verilmemiştir. Cinlerin, ilahı vahiy arasına girmeleri gökte mümkün olmadığı gibi, yeryüzünde de hiçbir kimseye böyle bir imkan verilmemiştir. Fevkalade üstün fesahat ve belağata sahip insanlar, (meydan okuma varken) onun bir süresinin benzerini ortaya koymaktan aciz kalmışlardır.

 

Bütün bunlar, ilahı şeriatın korunmasını garanti eden şeylerdendir.

Bu koruma garantisi kıyamete kadar devamlıdır. Bu kısa açıklama, İslam şeriatının her türlü hata, tahrif ve oynamalardan korunmuş olduğunu göstermeye yeterlidir.

 

(2)   Hz. Peygamber [s.a.v.] zamanından bu tarafa kendisini gösteren ve İslam şeriatının her türlü tahrif ve değiştirmelerden korunmasını garanti eden faaliyetler: Yüce Allah, İslam şeriatının -bir bütün olarak ve tüm ayrıntılarıyla- korunması, ona yönelik her türlü saldırıların önlenmesi ve onun müdafaa edilmesi için her türlü vesileyi yerinde ve eksiksiz olarak hazırlamıştır.

 

İlahi temel kaynak olan Kur'an'ın korunması için, onu bütünüyle ezberleyen hafızlar yaratmıştır. Öyle ki, ona tek bir harf eklenecek olsa, bırakın bu işin mütehassısları olan büyük kıraat alimlerini, hafız olan küçücük çocuklar bile, onu derhal bulur ve çıkarırlar.

Bu durum, İslam şeriatının bütün dalları için de geçerlidir. Allah, şeri hiçbir ilim dah için, o ilme gönül vermiş ve inceliklerine vakıf olmuş alimleri eksik etmemiş ve o ilim dalını böylece onlarla yaşatmış ve korumuştur.

 

Bunlar içerisinden bir grup çıkarmış, bunlar Arap dilinin inceliklerine vakıf olmak, kelimelerin sözlük ve örfteki anlamlanm öğrenmek için hayatlarını bu işe vazetmişlerdir. Sonunda bunlar, Kur'an ve sünnette geçen kelimelerin manalarını tesbit etmişlerdir. Tabii bu İslam şeriatının kavranması ve korunması için ilk adım olmaktadır. Zira Yüce Allah, İslam şeriatını peygamberine Arap diliyle indirmiştir.

 

Sonra bir başka grup çıkarmış ve bunlar Arap dilinin kullanılış şeklini incelemişler; ne zaman ve nasıl merfU, mansub, mecrur ve meczum okunduğunu, takdim ve tehirleri, ibdal ve kalbleri, vasıl ve fasılları, müfred ve cemi şekillerini ve daha başka benzeri nahiv problemlerini tesbit etmişler ve kaideleştirerek ortaya koymuşlardır. Böylece bunlar Arapça'yı mümkün olduğunca disipline etmişlerdir. Böylece Yüce Allah, hem Kur'an'ın hem de hadislerin manalarını anlamayı kolaylaştırmıştır.

 

Yüce Allah bir başka sahada çalışmak üzere hadisçileri çıkarmıştır.

 

Bunlar Hz. Peygamberin hadisleri içerisinde sahih olanları araştırmışlar; ravileri tenkide tabi tutmuşlar ve onlardan kimin sika, güvenilir ve adil olduğunu; kimin de zayıf, yalancı ve fasık bulunduğunu ortaya çıkarmışlar ve böylece hadisler içerisinde sahlh olanları seçmişler, sahlh olmayanlarını, illetli bulunanlarını göstermişlerdir. Tarihten istifade metodunu geliştirmişler ve böylece hangi ravilerin kimlerle görüştüklerini, kimlere yetişemediklerini ortaya koymuşlardır. Bütün bunların sonucunda, Hz. Peygamber'den [s.a.v.] sabit olan ve delil olarak kullanılan hadisler ortaya çıkmış ve yerleşmiştir.

Öbür taraftan Yüce Allah, sünnet yolun açıklanması ve bid'atlerin teşhir edilmesi için başka bir grup yaratmıştır. Bunlar, kitap ve sünnette gözetilen şeri maksatları araştırmışlar, selef-i salihinin üzerinde bulundukları, sahabe ve tabiinin yaşamış oldukları İslami hayat tarzını tesbit etmişler, ehl-i bidate karşı savaş açmışlardır. Böylece hak yola tabi olanlarla, arzu ve hevesleri peşinde koşanlar ayrılmıştır.

 

Yüce Allah kulları arasından kıraat ilmiyle meşgül olan alimler (kurra) çıkarmıştır. Bunlar Kur'an'ı sahabeden öğrenmişler ve kendilerinden sonra gelen nesillere harfiyyen öğretmişlerdir. Bunlar Kur'an'ın mushaflara yazılması sırasında büyük titizlikler göstermişler, herkesin üzerinde ittifak ettikleri mushafların yazılmasını temin etmişlerdir. Bunun neticesinde, Kur'an üzerinde insanlar arasında en küçük bir ihtilaf söz konusu olmamıştır.

 

Bir diğer yönden Yüce Allah, dinini müdafaa eden, ileri sürülen şüpheleri delillerle ortadan kaldıran başka bir grup daha hazırlamıştır. Bunlar yer ve göklerin sırları üzerinde kafa yormuşlar, tefekkürde bulunmuşlar, gece gündüz kendilerini tefekkür ve düşünceden alıkoyan herşeyi terketmişler, halveti kendileri için ünsiyet edinmişler, sonunda da Allah'la beraber olmuşlardır. Bütün bu derecelerden sonra, yerde ve göklerde Allah'ın yaratmış olduğu esrar perdelerini aralamışlar ve acaiblikleri keşfetmişlerdir. Bunlar, Yüce Allah'a karşı vazifelerini kusursuz yerine getiren vuklif sahibi arif kimselerdir. Eğer birileri çıkar da İslam dinine karşı itirazlar ortaya atarsa, yahut onu yıkmaya yönelik faaliyetlerde bulunursa, bunlar derhal harekete geçerler ve o sapığı kesin delillerle susturur, tesirsiz hale getirirler. Bunlar, İslam'ın hazır kıta bekleyen askerleri, dinin muhafızlarıdır.

Ayrıca Yüce Allah, alimler içerisinden çok seçkin simalar (müctehidler) çıkarmış, bunlar Allah ve Resulünden gelen nassları değerlendirmişler Ye Kitap ve sünnet çerçevesi içerisinde, Şari'in maksatları doğrultusunda hükümler çıkarmışlardır. Sunu yaparken bazen nassların zahirlerinden, bazen manasından yola çıkmışlar, bazen de hükmün illetinden hareket etmişler ve sonuçlara ulaşmışlardır. Böylece hakkında bir nass bulunmayan olayları, hakkında nass bulunan olayların ölçüsüne vurmuşlar ve onları hukliki yerlerine oturtmuşlardır. Bunun sonucunda kendilerinden sonra gelen nesiller için, yolu kolaylaştırmışlardır.

 

Şeriatın anlaşılması, anlatılması ve yaşatılması için gerekli olan bütün ilim dallarında durum böyle olmuş, Allah bu faaliyetler için gerekli insanları her zaman ve her yerde mevcut bulundurmuştur.

 

Nakledilen nasslarda sözü edilen ve Allah tarafından üstlenildiği belirtilen "şeriatın korunması" işte bu yollarla olmuş ve olmaktadır.

Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ON ÜÇÜNCÜ MESELE