EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN ŞERİAT'IN KONULMASINDAKİ KASDI / ON ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat konusunda külli bir kaide sabit olduğunda, çerçevesine giren bazı cüzi meselelerin kaideye uymaması onun külliliğini ortadan kaldırmıyordu. Aynı şekilde, bu üç esasla ya da bunlardan biriyle ilgili şeri külli bir kaide sabit olduğunda, bu kaidenin, mutlaka çerçevesine giren cüzi meseleler itibarıyla dikkate alınmış olması ve korunması gerekmektedir. Külli kaideler konulurken ve onların yürürlükleri istenirken dikkate alınan husus, onların çerçevesi içerisine giren cüzi meseleler olmaktadır. Çerçeve içerisine giren cüzi meseleler dikkate alınmadığı zaman, külli kaidenin konulmasından beklenen netice (masIahat) ortadan kalkacaktır.

 

Bu hususa bir kaç nokta delalet etmektedir:

 

(1)   Özürsüz olarak yapılan kısmı terklerden dolayı müeyyideler getirilmiştir. Mesela namazın, cemaatin, cuma namazının, zekatın ve cihadın terki, yine bid'atlere uyarak ehl-i sünnet yolunun terki gibi durumlara karşı müeyyideler getirilmiştir. Bu müeyyideler vaciblerin terki halinde (ahirette) azaba uğratma, dünyada had cezası uygulama şeklinde olabileceği gibi, vacib olmayan diğer taleplerin terkinden dolayı da kişiden adalet vasfının giderilmesi (cerhi) ve benzeri yollarla da olabilmektedir.

 

(2)   Yükümlülüklerin tamamı bu kabildendir; hepsi de bu üç esas etrafında dönmektedir. Emir ve nehiy kesinlik arzetmekte; yasaklanan şeyi yapıp emredilen şeyi terkeden hakkında, kesin cezai müeyyide konulmakta ve herhangi bir tahsis ve istisnaya gidilmemektedir. Ancak geçerli mazeret (özür) bulunması durumunda haramlık ya da vaciblik hükmü düşmektedir. Durum böyle olunca, cüzı meseleler de aynen külli kaideler gibi talep edilmiş olmakta ve onların da korunması istenmektedir.

 

(3)   Eğer, külli esaslar vaz' edilirken, cüzı meseleler dikkate alınıp onların ortaya konulması amaçlanmasaydı, o takdirde külli olan esası emretme durumu temelden ortadan kalkardı. Zira külli bir esas ile, kül halinde yükümlü tutmaya yönelik bir kasdın bulunması doğru olamaz. Çünkü; külli demek, hariçte varlığı ancak çerçevesi içerisine giren cüzı meseleler zımnında tasavvur olunabilen akli bir durum demektir. Dolayısıyla, çerçevesi dahilinde bulunan cüzı meseleleri dikkate almaksızın, bizzat külli olan esasla yükümlü tutmak, teklıfi ma la yutak (takat üstü yükümlülük) haline dönüşür. Böyle bir şeyin vukuu ise mümkün değildir, inşallah bu konu ileride gelecektir. Külli esas, ancak çerçevesi dahilindeki cüzı me selelerin ortaya konmasıyla vücud bulduğuna göre, onun konulu şu sırasında gözetilen şerı kasıd, çerçevesi dahilinde bulunan cüzı meselelere yönelik olacaktır. Hem sonra burada külli esastan gözetilen maksat, varlık aleminin tek bir düzen ve ahenk içerisinde yürümesi, farklılık ve uyumsuzluk göstermemesidir. Cüzı meselelere yönelik kasdın bulunmaması, onların var olmalarıyla mevcudiyet kazanan külli esasın ihmali manasına gelir. Dolayısıyla cüzı meselelere yönelik kasdın ihmal edilmesi, onların çerçevesi durumunda olan külli esasa yönelik kasda ters düşer ve onu ortadan kaldırır. Halbuki biz, külli esasın Şari'ce amaçlanmış olduğunu kabullenmiş bulunuyoruz. Bu durumda bir çelişki doğar. Sonuç itibarıyla, cüzı meselelerin meydana gelmesine yönelik kasdın bulunması gerekmektedir. Bu cüzı meseleler de eşdeğerde olduğuna ve birbirlerine karşı üstünlükleri olmadığına göre, külli esasın teşrıi sırasında, onun çerçevesi dahilinde bulunan bütün cüzıyyatın aynı derecede dikkate alınmış olması zarureti ortaya çıkacaktır. Bizim ulaşmak istediğimiz netice de işte budur.

 

İTİRAZ: Bu onun cu meselede geçen ve "Külli esasların çerçevesine giren bazı cüzı meselelerin, onların hükümlerini almaması, ya da hükümlerini aldığı halde onlardan gözetilen maslahatı gerçekleştirmemesi, bu esasların külli ve geneloluş özelliklerini ortadan kaldırmaz" şeklinde konulan kaideye ters düşmekteddir.

 

CEVAP: Hayır, kaide doğrudur ve buradaki konumuzIa aralarında bir terslik de yoktur. Çünkü şu anda üzerinde durduğumuz husus, külli esasa ters düşen arızı bir durumun olmaması noktasından hareketledir ve böyle bir arızı durumdan (muarızdan) uzak kalan cüzı meseleye yönelik kasdın bulunduğunda da en ufak şüphe yoktur. Daha önce geçen yerde ise, cüzı meselenin külli esasla ters düşmesi noktasından hareket edilmişti. Hatta öyle ki, orada cüzınin küllinin gereklerini yansıtmaması, başka bir cihetten külli esas içerisinde bir başka cüzınin muhafazası için oluyordu. Mesela şöyle diyoruz: İnsan hayatının korunması -ki Şari'in kasdıyla konulmuş külli ve kesin bir prensip olmaktadır- ilke olarak benimsenmiştir. Sonra nefislerin korunması için kısas meşru kılınmıştır. Bu durumda kısas yoluyla insanın öldürülmesi, İlahl kasıtla nefsin korunması demektir. Bunun icrasından, korunması istenilen külli esasın çerçevesi dahilinde bulunan cüzınin geri kalmasılazım gelecektir. Bu cüzı de, (cinayet işleyen) kimsenin, ortaya çıkan arızı bir durumdan dolayı -ki insana karşı işlenilen cinayet olmaktadır- ortadan kaldırılmasıdır. Çerçeve içerisindeki bu cüzınin muhafazasının ihmali, yine çerçeve içerisindeki bir başka cüzınin -ki mağdur, maktül olmaktadır- korunması açısından olmaktadır. Bu durumda, genel çerçeve içerisindeki bir cüzınin dikkate ahnması, yine aynı çerçeve içerisindeki bir başka cüzınin bizzat ihmali haline dönüşmektedir. Genel çerçevenin korunması her iki cüzı açısından da olmakla birlikte, cinayeti sebebiyle bunlardan canı tarafı ihmal edilmiştir. Bu kabilden söz konusu olan diğer hususlarda da durum aynıdır.

 

Buna göre, cüzı meselelerin, külli esasın genel çerçevesi içerisine girmemesi, ortaya çıkan bir engelolmaksızın ise, bu şer'an sahlh olmaz. Eğer ortaya çıkan arızı bir durumdan (engelden) kaynaklanmışsa, bu durumda onun çerçeve dahiline girmemesi, o külli esasın bir başka açıdan korunmasına ya da başka bir külli esasın muhafazasına yönelik olmaktadır. Birinci durumda, cüzınin genel esasın çerçevesi içerisine girmemesi aslı zedeleyici iken, ikincisinde değildir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

İKİNCİ NEV'İ ŞERİATIN ANLAŞILMAK İÇİN KONULMUŞ OLMASI