EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

ŞARİ'İN ŞERİAT'IN KONULMASINDAKİ KASDI / DOKUZUNCU MESELE:

 

Şari Teala'nın, üç esasın yani zaruriyyat, haciyyat ve tahsıniyyatın korunmasını amaçladığı fikrinin mutlaka bir delile dayandırılması gerekmektedir. Bu konuda dayanılacak delil ya zannı ya da kati olacaktır. Zannı olamaz; çünkü bu husus şeriatın esaslarından biridir, hatta şeriatın esaslarının temeli durumundadır. Şeriatın esasları ise, daha önce de belirtildiği gibi, katıdir. Dolayısıyla esasların temeli durumunda olan bir hususun öncelikli olarak kati olması gerekecektir. Eğer böylesi bir esasın zan ifade edecek delillerle isbatı caiz görülecek olursa, o durumda esaslarıyla ayrıntılarıyla bütün şeriatın kesinlikten uzak, zan üzerine kurulu olması gibi bir netice karşımıza çıkacaktır. Böyle bir sonuç batıldır. Şeriatın esasları katıdir; dolayısıyla onların dayandıkları delillerin de katı olması gerekecektir.

Bu esasın katı delile dayandırılması gereği ortaya çıktıktan sonra, karşımıza iki ihtimal çıkacaktır: Bu deliller ya aklı ya da naklı olacaklardır.

 

Aldi delillerin burada yeri yoktur. Çünkü böyle bir konuda akli delillerin kullanılması, aklın şeriate hakim kılınması noktasına götürür. Bu ise doğru değildir. Şu halde delillerin mutlaka nakli olması gerekmektedir.

 

Nakli deliler de, ya mütevatir bir senedle bize ulaşmış, metni yoruma kapalı bir nass olacaktır ya da böyle olmayacaktır. Eğer kullanılacak deliller nass değiller veya nass olmakla birlikte mütevatir senetle nakledilmemişlerse, böyle bir konuda onları delil olarak kullanmak ve onlara dayanmak doğru olamaz. Çünkü bu tür deliller kesinlik ifade etmezler. Halbuki, konu için kesinlik ifade eden deliller aranmaktadır. Eğer nasslar yoruma kapalı bulunuyorlar ve tevatürle de nakledilmişlerse, işte o zaman kesin bilgi ifade ederler; ancak böyle kesin bilgi ifade eden nassların bulunup bulunmadığı alimler arasında tartışma konusudur.

 

Böyle kesin bilgi ifade eden nassların bulunduğu görüşünde olanlar, şeriatta varsayılan her meselede, hatta her konuda böylesi nassların bulunmadığını itiraf etmektedirler. Üzerinde durduğumuz konunun, hakkında kesin nass bulunan konulardan olduğu da katiyetle belli değildir.

 

Şeriatta kesin bilgi ifade eden nassların bulunmadığı görüşünde olanlar ise şöyle diyorlar: Nakli delillerle amel etmek -eğer mütevatirlersehepsi de zanni olan on tane ön şartın bulunmasına bağlıdır. Zanni üzerine kurulu olan da zanm olmak zorundadır. Çünkü mütevatir haberin kesinlik ifade etmesi, dil ve nahiv ilmine ait görüşlerin doğru nakledilmesi; müşterekliğin, mecazın, şeYi ya da örfi naklin, ızmarın bulunmaması, keza umfrmun tahsis, mutlakın takyid edilmiş olmaması, neshedici bir delilin, takdim ve tehirin, akli çelişkinin bulunmaması gerekmektedir. Bütün bu ön şartlar ise zanni olmaktadır.

Kesin bilgi ifade eden nassların bulunduğUnu itiraf edenlerden bir kısmı da vardır ki, bizzat deliller kesinlik ifade etmezler; ancak bunlara hissi ya da nakli bazı karineler eklenince güç kazanırlar ve o vakit kesinlik ifade ederler, demektedirler. Bütün bunlar, bizim konumuza açıklık getirecek delilin, bu türden olmadığım göstermektedir. Çünkü kesin bilgi ifadeye yardımcı olacak karineler, her delil için zorunlu olarak mevcut değildir. Eğer öyle olsaydı, bütün şeri delillerin kesin olması gerekirdi. Halbuki, durum ittifakla böyle değildir. Karineler her zaman zorunlu olarak bulunmayacağına, şeri delillerin büyük çoğunluğunun ya delalet ya da hem sübut hem de delalet açısından zanni olduğuna göre, özellikle de delillerin, önşartlarının varlığına ihtiyaçları göz önünde tutulduğunda, kesin bilgi ifade edecek delil ve karinelerin bir araya gelmesi, buna imkan verenlere göre çok nadir, diğer gruba göre de imkansızdır ve mevcut değildir.

 

Bu durumda meselenin delili kesin belirmiş değildir.

 

Bu konuda, kesin bir delilolan icma'ın bulunması yeterlidir denilemez. Çünkü, evvela bu üç esasın şer'an muteber olduğuna dair olan icma'ın, bütün nesiller boyu tevatür yoluyla nakledilmiş olması gerekir. Böyle bir şeyin isbatı ise zordur; belki de imkansızdır. İkinci olarak, böyle bir icma naklinin mevcudiyetini kabul etsek bile, bu durumda, mutlaka icma'a dayanak olan kesin bir delilin bulunması ve o dayanağın kesin olduğunda da görüş birliği edilmiş olması gerekmektedir. Belki de zanni bir delil üzerinde birleşilmiş olabilir ve bu durumda neticede mesele kati değil, zanni olacak; kesin bilgi (yakin) ifade etmeyecektir. Çünkü icma'ın kati olması için, icma'a ehi! alimlerin, dayanağı (mesnedi) kati olan bir mesele üzerinde icma etmiş olmaları şarttır. Eğer zanni bir dayanak üzerinde icma meydana gelmişse, bazı alimler böyle bir icma'ın hüccet (delil) olmayacağını belirtmişlerdir. 

 

Bu durumda meselenin icma ile isbatı su götürebilecektir. Hal böyleyken sözü edilen üç esasın şer'an muteber olduğunun, kesin şerı bir delille isbatı zor olacaktır.

Vakıa, bu konunun isbatı meselenin ruhunu teşkil eden başka bir yolla olmaktadır: İctihad mertebesine ulaşmış hiçbir kimsenin, bu üç esasın şer'an muteber olduğunda, onları dikkate almanın Şari'ce maksud bulunduğunda şüphe etmesi mümkün değildir.

Bunun isbatı, şeriatın istikraya tabi tutulması; külli-cüz'i bütün delillerin incelenmesi, bu genel esasların kapsamlarına giren hususların etüd edilmesi ile olmaktadır. Manevi mütevatir de diyebileceğimiz bu netice, belli bir delille sabit olmamakta, aksine birbirini destekleyen pek çok sayıda ve amaçları farklı olan delillerin tümünden çıkmakta ve hepsinin üzerinde birleştiği ortak nokta olmaktadır. Mesela Hatem'in cömertliğinin, Hz. Ali'nin şecaatinin bu yolla herkesçe bilinmesi gibi. (Bunlar haberlerin teker teker delaletleri neticesinde olmamakta, onlar hakkında anlatılan bütün menkıbelerin ortak noktası olarak ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmaktadır.) Alimler, bu esaslarda gözetilen Şari'in kasdını isbat için, ne belli bir delile ne de özel bir yola baş vurmamışlardır. Aksine; bu netice onlarda, fıkhın her bölümünde ve dalında, ayrıntı konularında, pek çok çeşitli olaylar ve farklı durumlar hakkında varid olan zahir, umum, mutlak, mukayyed ... gibi verilerin tümünden hasıl olmaktadır. İslam alimleri bütün konularda, tüm şerı delillerin söz konusu üç esasın korunması mihveri etrafında dönüp dolaştığını görmüşlerdir. Ayrıca bunun yanında, bu üç esasın Şari'in kasdı olduğuna delalet eden, nakli olan olmayan, daha nice hal karınelerinin bulunduğu da bir gerçektir.

 

Mütevatir haberin kesin bilgi (ilim) ifade etmesi de işte bu yaklaşımın bir neticesi olmaktadır. Çünkü tevatürü oluşturan fertler teker teker ele alınacak olsaydı, hadis rivayeti için aranan şartların tam bulunması durumunda, nihayet bunlar (sahıh olacaklar ve) zan ifade edeceklerdi. Zan ifade eden bu haberlerin teker teker bir araya getirilmesi durumunda da bu, zan bildirme özelliği üzerine bir ilave getirmeyecekti. Ancak birlik ve toplulukta, dağınıklıkta olmayan bir güç ve kuvvet vardır. Mesela tek bir haber zan ifade eder. Bu habere bir başka haberin destek vermesi durumunda ise, zan derecesi biraz güçlenir. Destek veren daha başka başka haberlerin bulunması durumunda, zan mertebesi giderek güç kazanır ve sonunda bütün bu birbirini destekleyen haberlerin tümünden aksi ihtimale yer bırakmayan kesin bir bilgi (ilim) ortaya çıkar. Burada da durum aynıdır. Çünkü zanni haberlerin zımnen içermiş oldukları mana ile kesin ilim ifade etmeleriyle, şeriatın istikrası sonucunda, söz konusu üç esasın Şari'ce itibara alınmış olduğunun kesin bilgi derecesinde ortaya çıkması arasında bir fark yoktur.

 

Bu husus, bu kitabın "Mukaddimeler" kısmında açıklanmıştı.

 

Bu arzettiklerimiz iyice yer ettikten sonra, şeriatın gerekleri üzerinde düşünen din alimleri ve onun manalan üzerinde kafa yoran düşünürler için, zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat esaslarının gerçekleştirilmesi konusunda Şari'in maksatlarının bulunduğunu tasdik artık hiç de zor olmayacaktır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ONUNCU MESELE