EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
ŞARİ'İN ŞERİAT'IN
KONULMASINDAKİ KASDI / ALTINCI MESELE:
Bir önceki meselede
masIahat ve mefsedetleri dünyevi ve uhrevi (ahiretle ilgili) olmak üzere ikiye ayırmış
ve dünyevi maslahatlardan söz etmiştik. Burada ise uhrevi masIahat ve
mefsedetlerden söz edeceğiz:
Uhrevi masIahat ya da
mefsedetler iki kısımdır:
a) Katkısız olup, biri
diğeriyle karışık bulunmayan uhrevi masIahat ya da mefsedetler: Cennet ehlinin'nimetleri,
ebedi cehennemliklerin azabı gibi. Allah bizleri cehennem azabından korusun ve
cennetine koysun!
b) Birbiri ile karışık
halde bulunan uhrevi masIahat ya da mefsedetler: Bu tür masIahat ya da
mefsedetler, sadece tevhid ehlinden olup da cehenneme girenler hakkında ve sırf
cehennemdeki durumları ile ilgili olarak söz konusu olur. Sonunda Allah'ın
rahmeti neticesinde cennete konulunca, bunlar da birinci kısma döner. Bütün
bunlar şeriattan alınan veriler neticesinde ortaya konulmaktadır. Zira ahiret
işlerinde aklın bir yeri bulunmamaktadır; bu konuyla ilgili bütün bilgiler
nakil (sema) yoluyla elde edilebilir.
İkinci kısımda masIahat
ve mefsedetlerin birbirleriyle karışık halde içiçe bulunduklarının izahı zor
değildir. Çünkü cehennem ateşi, tevhid ehlinden olup da oraya giren kimselerin
secde mahallerini, imanın bulunduğu yeri (kalb) yakmaz. Bu ise apaçık bir
masIahattır. Keza cehennem ateşi onları amelleri ölçüsünde yakar. Amelleri ise
(daha önce de belirtildiği gibi) katkısız şerden oluşmamaktadır. Dolayısıyla
cehennemin bu tür günahkar mü'minleri yakalamasıyla, amellerinde asla bir hayır
bulunmayan kafirleri yakalaması aynı olmayacaktır. İman ve salih amellerden
kaynaklanan masIahatın bulunması için bu kadarı yeterlidir. Sonra müminin kalbinde,
oradan çıkacağına dair bir ümit ve beklenti vardır ve bu ümit ona bir nevi
rahatlık ve huzur verir; cehennem azabının verdiği sıkıntıları kısmen de olsa
hafifletir. Konuya delalet edecek daha pek çok cüzi mesele vardır. Araştıranlar
onları bulacaklardır.
Birinci kısımda olan
uhrevi masIahat ve mefsedetlerin katkısız olduğu konusunda ise, pek çok delil
vardır: Mesela bazı ayetlerde şöyle buyrulur:
"Azaba hiç ara
verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar"[Zuhruf 75]; "O'nu inkar
edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür ve
bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir
.... "[Hac 19]; "Rabbine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun
içindir. Orada ne ölür, ne yaşar."[TaHa 74] Daha bunlara benzer, ilahi
rahmetten uzaklaştırıldıklarını belirten pek çok deliller bulunmaktadır. Cennet
hakkında ise, orada hiçbir azabın, meşakkat ve sıkıntının, herhangi bir
mefsedetin bulunmadığını, ayet ve hadisler açıkça ortaya koymaktadır:
"Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. 'Oraya güvenlik
içinde, esenlikle girin' denilir ... Onlar orada bir' yorgunluk hissetmezler.
Oradan çıkarılacak da değillerdir"[Hicr 48]; "Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları
açıldığında, bekçileri ona: 'Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya
giriniz' derler"[Zümer 73] Daha benzeri pek çok ayet bu hususu
belirtmektedir. Bu hususu Rabbbimizin cennet hakkındaki "Sen benim rahmetimsin";
cehennem hakkındaki "Sen de benim azabımsın" buyruğu da ortaya
koymaktadır. Bu kudsi hadiste Yüce Allah mübalağa ifade etmesi için cenneti
"rahmet," cehennemi de "azab" diye isimlendirmiştir.
İTİRAZ: Bu nasıl doğru
olabilir? Kesin olarak bilindiğine göre, nasıl ki cennette birbirlerinden
farklı ve üstün dereceler varsa, aynı şekilde cehennemde de birbirlerinden
şiddetçe daha farklı olan katmanlar (derekeler) bulunmaktadır. Bazı ebedi
cehennemhkler hakkında, "Dahdah" katmanında olacakları bildirilmiştir.
Keza, cennette olduğu halde onun bazı nimetlerinden mahrum kalacak kimselerden
bahsedilmektedir. Mesela devamlı içki içen ve tevbe etmeden de ölen kimselerin
böyle olacakları bildirilmiştir. Cehennem katmanları -Allah bizleri onlara
düşmekten korusun- birbirlerinden şiddetçe farklı olduklarına göre, daha
şiddetli olanın altında bulunan katman, ona nisbetle daha hafif olacaktır.
Hafiflik de, bir nevi masIahat kabul edilebilecek bir rahmet eseridir. Keza
cehennemde kişiye ulaşacak azab, korkulan daha fazla miktardaki azaba göre daha
hafif kalacaktır. Nitekim daha hafifine göre de şiddetli olmaktadır. Madem ki,
nisbi de olsa bir hafiflik düşünülebilmektedir; o halde bu azab mefsedeti
içerisinde bir masIahat olacaktır. Diğer taraftan ele alındığında cennetin
derecelerinde de durum aynı olacaktır. Çünkü mükafat amel ölçüsündedir.
İtaatsizliğin çokluğu sebebiyle taat ameli az idiyse, karşılık da o nisbette az
olacaktır. Cennete en son giren kimsenin derecesi ile, Allah'a asla isyan
etmemiş ve ömrü boyunca taat üzere yaşamış bir kimsenin cennetteki
mertebelerinin aynı olmayacağı aşikardır. Tabii ki bunun sebebi, bu neticeyi
doğuracak amellerin farklı oluşudur. Kişinin ahirette taat ölçüsünde
mükafatlandırılması ve bu yüzden de farklı derecelerin ortaya çıkması,
nimetlerden istifade sırasında onun bir burukluğa düşmesine neden olacaktır.
Mefsedet ve masIahatın birbirleri ile karışık halde bulunmalarının anlamı da
işte bu olmaktadır. Durum böyle olunca, her iki kısım da birleşmekte ve tek bir
kısım halini almaktadırlar.
CEVAP: Nakli deliller
içerisinde, cennet nimetlerinin azapla katkılı ve içiçe bulunduğunu; keza
onlarda herhangi bir şekilde bir mefsedetin bulunabileceğini ifade eden bir
haberin bulunması asla mümkün değildir. Şeriatın verilerinden çıkan sonuç
budur. Evet, belki akıl bu neticeyi imkansız görmeyebilir.
Ancakşubilinmelidirki, ahiret işlerinde aklın herhangi bir yeriyoktur. Aynı
şekilde, temelli cehennemde kalacaklar hakkında, bir nevi masIahat
sayılabilecek bir rahmet eseri bulunabileceğini söylemek imkanı da
bulunmamaktadır. Bu yüzdendir ki Yüce Allah: "Azaba hiç ara verilmez,
onlar orada tamamen umutsuzdurlar"[Zuhruf 75] buyurmaktadır. Bu durumda az
da olsa, onların azaptan istirahat etmeleri durumu söz konusu değildir. Bizzat
azab yurdu olan bir yerde bu nasıl mümkün olabilir ki? Allah korusun! İçki
içenlerin orada cennet şarabından mahrum kalacakları hadisi, mertebeleri ifade
anlamına yöneliktir. Ondan mahrum olan kimseler, bu mahrumiyetlerinden dolayı
bir elem duymayacaklardır.
Nitekim cennetteki
herkes, çocuk sahibi olma arzusundan mahrum olacaklardır, fakat hiçbir kimse
bundan bir sıkıntı duymayacaktır. Dahdah'a çıkarılan şahıs (Ebu Talib) meselesi
ise, özel bir uygulamadır. Nitekim Huzeyme'nin şehadetinin (tanıklığının)
yalnız başına yeterli bulunması, Ebu Bürde'nin oğlağının kurbanlık için kafi
görülmesi de bu tür "şahsa özel" (kadıyyetu ayn) uygulamalardandır.
Bu tür özel uygulamalarla, istikra neticesinde elde edilmiş olan genel esasları
ortadan kaldırmaya çalışmak mümkün değildir.
Ancak burada cennet
dereceleriyle cehennem katmanlarının farklılık arzetmeleri konusunda, başka
değil de üzerine fıkhi faydalar doğması açısından durmak gerekmektedir:
Mertebeler her ne kadar
farklılık gösterseler de, bu farklılıklarından aralarında bir zıdlık ve çelişki
meydana gelmez. Şöyle ki mesela: "Falanca alimdir" dediğimiz zaman,
mutlak surette belirttiğimiz bu ifadeden o kişinin ilim sıfatına sahip olduğunu
bir şüpheye meydan vermeyecek şekilde belirtmiş oluruz. "Falanca, ilimde
ondan üstündür" dediğimiz zaman ise, bu ifadeyle ilim alanında ikincinin
birinciden daha üstün bir seviyede olduğunu ortaya koymuş oluruz. Bu ifadeden
birincinin asla cehalet sıfatıyla nitelendiği anlamı çıkarılamaz. Keza
"Cennette peygamberlerin mertebeleri, alimlerin mertebelerinden
üstündür" sözünden de, orada alimler için nimetlerden istifadede bir
noksanlık olacağı, onların mertebelerinin aşağılandığı anlamı çıkmaz. Aksine.
alimler cennet nimetlerinden eksiksiz olarak istifade ederler. Peygamberler
ise, nimetlerin eksiksiz olarak bulunduğu bu mertebenin daha da üzerinde
olurlar. Münafıklar ve diğer günahkarlar hakkında söylenmiş sözleri de aynı
şekilde anlamak gerekir. Bunların her biri azab içerisindedir ve azabları
sırasında bir rahat gördükleri yoktur. Şu kadar var ki, katmanlarına göre bir
kısmı diğerinden daha fazla azab çekmektedirler.
Bu hususu şu hadis de
ifade eder: Hz. Peygamber'e [s.a.v.] Ensar hanelerinden hangisinin daha hayırlı
olduğu sorulmuştu. Onları hayırlılıklarına göre sıraya koydu ve şöyle cevap verdi:
"Ensarhanelerinin en hayırlısı Neccaroğulları hanesidir. Sonra
Abdu'l-Eşheloğulları hanesi, sonra Haris b. el-Hazrecoğulları hanesi, sonra da
Saideoğulları hanesidir." Bu sözünün hemen arkasından Hz. Peygamber,
bunların arasında bir zıtlık olduğu anlaşılmasın diye "Ensarın her
hanesinde hayır vardır" sözünü ilave etmişlerdir. Zira ismi tafdil kipi
aynı zamanda zıtlık anlamı belirtmek için kullanılabilmektedir. Mesela:
"Hayır! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret daha hayırlı
ve daha bak'idir"[A'la 17] ayetinde ismi tafdil olan ... kelimeleri bu
anlamda kullanılmışlardır. Hz. Peyga;ınber'in sözü sonrasına ilave ettiği
kısımdan da anlıyoruz ki, Ensar hanelerinden bazılarını diğerlerine üstün
kılmasından, daha alt mertebede tutulan hanelerin üstün olmadığı ve onların
meziyetlerinin düşürüldüğü anlamı çıkmaz. Eğer öyle olsaydı, bu söz onlar için
bir övgüden çok yergi olurdu. Hadisin sonunda bizim arzettiğimiz bu anlam
vurgulanmaktadır. Çünkü hadis şöyle devam ediyor: "Biz Sa'd b. Ubade'ye yetiştik
ve: Görmedin mi? Rasulullah Ensar hanelerinin hayırlılarını söyledi de bizi en
sona bıraktı, dedik. Bunun üzerine Sa'd Rasulullah'a [s.a.v.] yetişerek:
- 'Ya Rasulallah! Ensar
hanelerinin hayırlılarını söylemiş, bizi en sona bırakmışsın!' dedi. O da:
- Size hayırlılardan
olmanız yetişmiyor mu?' buyurdu."
Dolayısıyla bu hadiste
belirtilen öncelikler, geri planda zikredilenlerin az ya da çok hayırlı
olmadıklarını belirtmek için değil, öncekilerin fazladan daha başka meziyetlere
de sahip olduklarını bildirmek için olmaktadır.
Şahıslar, türler ve
sıfatlar arasında yapılan takdimleri de aynı şekilde anlamak gerekir. Yüce
Allah: "İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün
kıldık"[Bakara 253]; "And olsun ki, peygamberleri birbirinden üstün
kılmışızdır .... "[İsra 55] buyurmakta, hadiste de "Güçlü mümin,
Allah katında zayıfmüminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Hepsinde de hayır
vardır" buyrulmaktadır.
Kısaca şöyle dememiz
mümkündür: Aynı türe ait fertlerin, o türün hakikatine nisbetle sıralamaya
(tertibe) sokulması mümkün değildir. Aksine böyle bir sıralama, ancak o
fertlerin, o türün hakikati dışında sahip oldukları özellikler ve harici
nitelikleri dikkate alınmak suretiyle yapılabilir. Bu gerçekten üzerinde
durulması gereken bir tesbittir. Kim bu tesbitimizi iyi anlarsa şeriatı anlama
sırasında karşılaşabileceği birçok güçlük ve problemler çözülmüş olacaktır.
Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlükleri, imanın artması ya da eksilmesi
ve benzeri fe ri fıkıh meselelerini, bu tesbitten habersiz oldukları içın
birçoklarının yanıldığı şeri manaları bu arada bu tür problemlere örnek olarak
hatırlatabiliriz. Tevfik ancak Allah'tandır.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: