BİR İYİLİK YAPMAYI VE
AZİZ VE CELİL ALLAH'IN EvİNE YÜRÜMEYİ ADAMAK
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Bir kimse, Allah için iyi bir amel işlemek için Allanın Beyt-i
Haramına yürümeyi adarsa, yürüyecek gücü varsa, yürümelidir. Gücü yetmezse,
biner ve ihtiyaten bir kurban keser. Çünkü yaptığı, adağı adadığı gibi, yerine
getirememiş olur. Kıyasa göre ise, bir işe gücü yetmeyecek olursa, o işin
yükümlülüğü ondan düşmesi itibariyle kurban kesme yükümlülüğü olmamalıdır.
Tıpkı namazda ayakta duracak gücü olmayandan kıyamın düşmesi ve oturarak namaz
kılması, oturarak gücü yetmediği takdirde yatarak namaz kılması gibi.
Bizim hac, umre ve namaz
arasında fark gözetmemizin sebebi ise, insanların hacdaki bir durumu oruç ve
sadaka ile kurban ile düzeltebilmeleri, fakat namazdaki bir durumu ancak namaz
ile (kazasını yaparak) düzeltebilecek durumda olmalarıdır.
Şafii dedi ki: Bir
kimse, Allanın evine ancak hac etmek ya da umre etmek için kendisi (Allah için)
zilletini göstermek için yürür.
Er-Rebi' dedi ki:
Şafii'nin (Allah'ın rahmeti ona) başka bir görüşü de vardır: Bir kimse Allah'ın
haram Evine yürüyeceğine dair yemin ederse, yeminini bozarsa, eğer bu sözüyle
yemin etmeyi kast etmişse, buna karşılık bir yemin kefareti onun için yeterli
olur.
Er-Rebi' dedi ki: Şafii
(Allah ondan razı olsun)'yi bu şekilde bir adama fetva verdiğini ve adamın ona:
Ey Ebu Abdullah, bu senin görüşün müdür? Sorması üzerine: Bu benden hayırlı
olan birisinin görüşüdür, dediğini, o kimdir diye sorunca o, Ata b. Ebu
Rebah'tır dediğini işittim.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Allah'ın evine yürüyeceğine yemin eden bir kimsenin, bu yemini
hakkında iki görüş vardır: Birisi mana itibariyle akli olan Atanın şu sözüdür:
Oruç, hac yahut um re gibi herhangi bir ibadeti yapacağına dair yemin eden
herkes için, kefaret yeminini yerine getirmediği takdirde bir yemin
kefaretidir. Ona ne hac, ne umre, ne de oruç düşer. Böyle diyenlerin mezhebi
şudur: Allah için yapılan iyi işler, ancak kişinin eda edeceği aziz ve celil
Allanın ona farz kılmış olduğu şeylerle yahut da Allah'ın rızasını isteyerek
iyilik yapmakla olur. Şiddetli öfke ile yapılan yeminler ise, iyi bir amel
yapmak için yapılmaz. Çünkü iyi amel, şiddetli öfke dışında bir maksatla
yapılır. Atadan başkaları da şöyle demiştir: Tıpkı Allah için iyilik yapmak
üzere adaması halinde olduğu gibi yürümekle yükümlüdür.
Şafii dedi ki: İyilik yapmak
kastı (teberrür) kişinin şöyle demesidir: Allah fılan kişiye şifa verirse,
Allah için borcum olsun yahut yolculuğundan dönerse yahut borcunu ödeyebilirse
ya da şu iş olursa, adak olarak onun için hac edeceğim derse, işte bu teberrür
(iyilik yapmak kastı ile söylenen bir söz) olur. Fakat:
Senin hakkını ödemezsem,
Allah'ın evine yürüyerek gitmek borcum olsun derse, bu yemin manasını ihtiva
eder, adak manasını değiL. Ata'nın adağın manası ile ilgili olarak makul / akli
bakımdan kabul ettiği esas da buradan gelmektedir. Çünkü o Allah'a masiyet
uğrunda bir adakta bulunan kimseye, kaza da kefaret de gerekmediği kanaatindir.
Bu da sünnete uygundur. Mesela şöyle demesi buna örnektir: Eğer bana şifa
verirse yahut fılana şifa verirse, oğlumu kesmek Allah için borcum olsun. Yahut
yapması helalolmayan bir işin için şunu yapacağım gibi bir söz söyleyen bir
kimseye bu hususta herhangi bir şey düşmez ve bu saibe arasındadır.
Aziz ve celil Allanın bahire
ve saibe uğrunda yapılan adağı masiyet olduğu için geçersiz kılmıştır. Bu
hususta da herhangi bir kefareti söz konusu etmemiştir. Aynı zamanda bunda:
Aziz ve celil Allah'a masiyette bulunacağını adayan bir kimseye düşen görevin
bu adağını yerine getirmemesi olduğuna, bundan dolayı da ona kefaret
düşmediğine, delalet de vardır. Sünnet de böylece gelmiştir.
[1425] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Bize Malik, Talha b.
Abdulmelik el-Eyli'den o, el-Kasım b. Muhammed'den o, Aişe (ranha)'tan rivayet
ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Allah'a itaat edeceğini adayan
bir kimse O'na itaat etsin ama Allah'a isyan etmeyi adayan bir kimse O'na isyan
etmesin."
[1426] Bize Süfyan,
Eyyüb'den haber verdi o, Ebu Kilabe'den o, Ebu Muhalleb'den o, İmran b.
Husayn'dan şöyle dediğin rivayet etti: Ukayloğulları cahiliye döneminde
Sakiflilerle müttefik (ortak) idi. Sakifliler Müslümanlardan iki kişiyi esir
almışlardı. Sonra Müslümanlar Ukayloğullarından beraberinde bir devesi bulunduğu
halde bir adamı esir aldılar.
Bu adamın dişi devesi de
cahiliye döneminde hacıları şu kadar defa geride bırakmıştı. Bir dişi deve
cahiliye döneminde hacda öne geçti mi otlamak istediği hiçbir ottan
alıkonulmaz. Su içmek üzere gittiği hiçbir havuzdan su içmesine engel
olunmazdı. Dedi ki: Bu esir Nebi (s.a.v.)'e getirildi. Adam: Ey Muhammed! Beni
ne diye tuttun ve hacıları öne geçmiş olan bu deveyi alıkoydun?! Nebi (s.a.v):
"Senin
anlaşmalıların olan Sakiflilerin yaptıkları cürümden dolayı" buyurdu.
Arkasından bu kişi Nebi (s.a.v.fin yolunun gidip geldiği bir yerde hapsedildi.
Bundan sonra Nebi (s.a.v.), yanından geçtiğinde bu adam ona: Ey Muhammed! Ben
gerçekten bir Müslümanım dedi. Nebi (s.a.v.): "Sen kendi işinin maliki
iken (bu hale düşmeden) söylemiş olsaydın tam anlamıyla felaha / kurtuluşa
ererdin" buyurdu. Arkasından Nebi (s.a.v.) bir defa daha yanından geçti. O
adam: Ey Muhammed! Ben açım bana yiyecek bir şeyler ver, susadım bana içecek su
ver dedi. Nebi (s.a.v.): "Bu senin ihtiyaç duyduğu n bir şeydir"
buyurdu. Sonra Nebi (s.a.v.) bu adamı Sakiflilerin esir aldıkları iki kişiye
karşılık fidye vermeyi uygun gördü, ama deveyi de alıkoydu. Daha sonra
Medine'ye bazı düşmanlar bir baskın düzenledi. Nebi (s.a.v.)'in meralarda
yayılan develerini aldılar. O adamın devesini de aralarında buldular (ravi
devamla) dedi ki: Yanlarında da esir almış oldukları Müslüman bir kadın vardı.
Akşam vakti develeri dinlendiriderdi. Bir gece o kadın develerin yanına geldi,
ama hangi devenin yanına geldiyse mutlaka böğürüyordu. Sonunda o devenin yanına
vardığında böğürmedi. O da o dişi deveye binip kurtulup gitti. Medine'ye
geldiğinde insanlar el-Adba, el-Adba geldi, dediler. Kadın da: Ben de şunu
adamıştım: 'Bu devenin sırtında kaçarak Allah beni kurtarırsa, onu kesmeyi
adamıştım' dedi. Bu sefer Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Senin buna
mükafatın ne kadar da kötü oldu! Allah'a masiyet uğrunda da Ademoğlunun
mülkiyetinde olmayan şeyler hakkında da yapılmış bir adağa bağlılık söz konusu
değildir"
[1427] Bize Abdulvehhab,
Eyyüb'dan haber verdi o, Ebu Kılabe'den o, Ebu Muhelleb'den o, İmran b.
Husayn'dan diye rivayet etti.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Nebi (s.a.v.) böylelikle devesini aldı ve kadına onun gibi bir
deve kesmesini de yahut aynı deveyi kesmesini de emretmedi. Kefarette
bulunmasını da emretmedi.
Dedi ki: İşte biz de
böyle diyoruz: Bir kimse, başkasına ait bir malı, iyi bir amelde bulunmak üzere
(teberrür) kesmeyi adarsa, yaptığı bu adak mülkiyetinde olmayan bir şey
hakkındaki bir adaktır. Bu durumda adak ondan düşer. Biz de şuna kıyasen böyle
deriz: Hiçbir durumda yapamayacağı bir şeyi adayan bir kimseden, o adak düşer.
Çünkü onu yapabilme imkanına sahip değildir. Tıpkı onun dışında başka hiçbir
şeye malik olmayan gibidir.
[1428] Bize Süfyan,
Eyyüb'dan haber verdi o; Ebu Kılabe'den o; Ebu Muhalleb'den o; İmran b.
Husayn'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Allah'a
masiyet hususunda da ademoğlunun malik olmadığı şeyler hakkında da adak
yoktur."
[1429] Abdulvehhab es-Sakafı'nin
bu isnat ile rivayet ettiği hadiste, şu ifadelerde vardı: Ensar'dan bir kadın
Rasulullah (s.a.v.)'in devesine binerek kaçtı ve: Allah, kendisini kurtarırsa,
bu deveyi keseceğini adadı. Nebi (s.a.v.)'de bunun üzenine bu sözü söyledi,
devesini aldı, kadına da onun gibi bir deve kesmesini de kefarette bulunmasını
da emretmedi.
İşte biz de böyle
diyoruz. Bir kimse, Allah için iyilik yapmak üzere başkasına ait bir malı
(deveyi) kesmeyi adarsa, bu onun mülkiyetinde olmayan bir şeyi adamasıdır. Bu durumda
yapılan adak da geçersizdir. İşte biz, aynı şekilde hiçbir durumda yapacak gücü
olmayan bir şeyi adamış kimseye kıyasen adağını yerine getirmek sorumluluğu
düşmüştür, deriz. Çünkü böyle bir işi yapabilme imkanı yoktur. O halde bu,
tıpkı ondan başkasına malik olmaması gibidir.
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Bir kimse yürüyerek hac edeceğini adasa, kadınlar kendisine
helal oluncaya kadar haccını yürüyerek eda eder. Artık bundan sonra binebilir.
Böyle bir kimsenin haccının kemali budur. Yine bir kimse, yürüyerek um re
yapmayı adasa Beyfi tavaf edip Safa ile Merve arasında sayedip saçlarını tıraş
edip yahut kısaltıncaya kadar yürümeye devam eder. İşte böyle birisinin
umresinin kemali budur.
Şafii dedi ki: Yürüyerek
hac edeceğini adayan bir kimse, yürür de haccı kaçırırsa, Beyfi tavaf edip Safa
ile Merve arasında say yaparsa ve bunları yürüyerek bitirirse, ihramdan çıkar
ve ertesi sene yürüyerek hac etmekle yükümlü olur. Tıpkı böyle bir haccı
kaçırması halinde ertesi sene hac etmekle yükümlü olması gibi. Nitekim biz
böyle birisinin hükmünün şu olduğunu görüyoruz: Bir kimse tetavvu / nafile
olarak yahut adamış olduğu için ya da farz hac ve umre yapmakla yükümlü olduğu
için, bu şekildeki bir haccının, haccın ve umrenin yerini tutmayacağını görmüyor
muyuz? Bunun hükmü geçersiz olması ve yükümlü olduğu hac ve umre yerini
tutmaması olduğuna göre, hac ve umrede sadece bir durumdan ibaret olan o
yürüyüşü nasıl geçerli olabilecektir?
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Bir kimse, hac etmemiş um re de yapmamış olduğu halde hac etmeyi
ve um re de yapmayı adamışsa, eğer yürüyerek adamış ise yürümez. Çünkü bunların
her ikisi birlikte, İslamın emrettiği hac ve umre olur. Eğer yürürse bile ancak
farz olan hac ve umreyi yaparken yürümüş olur. Hala yürüyerek hac ve umre
yapmak borcu kalır. Çünkü kişinin, eğer umreyi ve haccı yapmamış ise, ilk
olarak yapacağı hac ve umre ancak İslamın emri olan (farz) hacdır. İslamın farz
haccını niyet etmemekle birlikte, bunu adak olarak yahut da başkası adına ya da
nafile olarak hac etmek diye adarsa, bütün bu hallerde yaptığı İslamın farz
kıldığı hac ve umre olur. Sonra dönüp adağını adadığı şekilde yürüyerek ya da
yürümeyerek gereğini yerine getirir.
Er-Rebi' dedi ki: Bu
yürümenin yürüyene zarar vermemesi şartına bağlıdır.
Eğer yürümek ona zarar
veriyorsa, biner ve bundan dolayı ona bir şey düşmez. Şu rivayette olduğu gibi:
[1430] Nebi (s.a.v.) Ebu
İsrail'e orucunu tamamlamasını ve güneşten gölgeleye çekilmesini emir
buyurmuştur.
Böylelikle Nebi (s.a.v.)
ona birr / iyilik olan ve ona zarar vermeyeni yapmasını emir buyurmuş,
kendisine işkence etmesini yasaklamıştır. Çünkü kendisine işkence yapmasına,
Allah'ın bir ihtiyacı yoktur. Yürümesi kendisi için bir işkence olup zarar
verecek olan yürümek isteyen kimsenin durumu da böyledir. Yürümeyi bırakır ve
ona bir şey düşmez.
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Bir adam: Allah filan kişiye şifa verse yürümek Allah'a borcum
olsun dese, o benzeri bir birr olacak bir yürümeyi niyet etmemiş olduğu sürece,
yürümek yükümlülüğü yoktur. Eğer hiçbir şey niyet etmemişse, ona bir şey
düşmez. Çünkü birrliyilik sayılan yerlerin dışındaki yerlere yürümenin bir iyi
tarafı olmaz.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Şöyle diyerek adak yapsa: Afrika'ya, Irak'a yahut da başka bir
ülkeye yürümek borcum olsun. Böyle diyene bir şey düşmez. Çünkü herhangi bir
ülkeye yürüyerek gitmenin Allah'a itaat ile bir alakası yoktur. Yürümek ancak
birrliyi işler yapmanın umulduğu yerlere yapılır. Bu da Mescid-i Haramdır.
Eğer Medine mescidine ve
Beytü'l-Makdis mescidine yürüyerek gitmeyi adamışsa yürümesini müstehab
görürüm. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
[1431] "Yükler
ancak şu üç mescide gitmek için bağlanır: Mescid-i Haram'a, benim bu mescidime
ve Beytü'l-Makdis mescidine."
Allah'ın Beyt-i
Haram'ına yürümeyi vacip kılmamın bana açık seçik görüldüğü gibi, Nebi
(s.a.v.)'in mescidine ve Beytü'l-Makdis mescidine yürümeyi vacip kılmak açık
seçik bir şekilde görülmemektedir. Buna sebep ise, Allah'ın evine gitmek
suretiyle yeminin gereğini yerine getirmek bir farzdır. Bu iki yere yeminin
gereğini yerine getirmek nafiledir.
Allanın evine herhangi
bir niyeti olmaksızın yürümeyi adasa, tercih olunan Allanın Beyt-i Haramına
yürümesidir. Ama bu ona oraya yürüyerek gitmeyi niyet etmediği sürece vacip değildir.
Çünkü bütün mescitler Allah'ın evleridir. Kişi de Mısır mescidine yürümeyi
adasa o mescide yürüyerek gitmek yükümlülüğü olmaz.
İyi olan bir iş yapmayı
adasa, biz ona adağını yerine getirmesini emrederiz, ama onu yapmaya mecbur
edilmez. Çünkü bu insanlardan yine insanlar için alınanlar gibi değildir. Bu
kişinin kendisi ile yüce Allah arasındaki bir ameldir. Onun bunu muayyen olarak
kendisine vacip kılmasından başka bir suretle yapması gerekmez.
Bir kimse, Mekke'de
kurban kesmeyi adasa, Mekke'de kurban kesmekten başka bir iş ona yetmez. Çünkü
Mekke'de kurban kesmek bir iyiliktir. Eğer Mekke'den başka bir yerde tasadduk
etmek maksadıyla kurban kesmeyi adarsa, tasadduk etmeyi adadığı yerden
başkasında kurban kesmesi yeterli olmaz. Oradan (Mekke'den) başka bir yerde
kurban kesmekte bir birrliyilik bulunmamakla birlikte, bunu vacip kabul etmemin
sebebi, bu kimsenin o şehrin yoksullarına tasaddukta bulunmayı adamış
olmasıdır. Çünkü bir şehirdeki yoksullara tasaddukta bulunmayı adayacak olursa,
onlara tasaddukta bulunmakla yükümlü olur.
Sonraki için tıkla:
ADAK HEDİYELİK
KURBANLIK İLE ALAKALI MESELELER