AV'IN GÖZÜNDEN
KAYBOLMASI SONRA DA AV'IN ÖLMÜŞ OLARAK BULUNMASI
Şafii dedi ki: Adam ava
atsa yahut ona eğitilmiş hayvanlardan birisini salsa, av gözünden kaybolsa ve
onu öldürülmüş olarak bulsa, İbn Abbas'tan gelen habere ve kıyasa göre onu
yememesi gerekir. Çünkü yerin canlı hayvanları arasından üzerine gönderdiğinden
başkasının onu öldürmüş olması mümkündür.
[1376] İbn Abbas'a
birisi şöyle bir soru sormuştur: Ben okumu atarım ama bazen görürüm bazen
gözümden kaybolur, dedi. İbn Abbas ona: Gördüğünü ye, göremediğini bırak dedi.
Şafii dedi ki:
"Gördüğün': köpeğin öldürmekle birlikte senin gözünle gördüğün av
demektir. "Gözden kaybolan" ise öldürüldüğünü göremediğin demektir.
Eğer öldürme hususunda açıkladığım gibi avının gözü önünde, o hale geldiğini
görse, sonra da yere düşüp kaybolursa onu yer. Ama öldürücü yerlere isabet
ettiği halde bazı öldürücü yerlere isabetinden sonra bile yaşayabilir. Bana
göre bundan başka bir ihtimal yoktur. Ancak Nebi (s.a.v.)'den gelmiş bir
rivayet olması hali müstesnadır. O takdirde ben, onun üzerinde düşünürüm. Çünkü
Nebi (s.a.v.)'in emrine muhalif her şey kabul edilemez. Ona karşı hiçbir görüş
ve kıyas duramaz. Çünkü aziz ve celil Allah, O'nun (s.a.v.) buyruğu ile
başkasına ileri süreceği bir mazeret bırakmamıştır.
Şafii dedi ki: Atılan ok
av hayvanına isabet ettiği halde, atıcı onu görmüyorsa ve bu attığı onu kesmiş
yahut da dilediği kadar herhangi bir yere ulaşmış ise, onu yemez. O avda ister
başkasının etkisini görmüş olsun ister görmemiş olsun. Çünkü onu onda iz
bırakmayan bir şey de öldürmüş olabilir.
Kişi ava yetişmekle
birlikte silahı yahut da eğittiği avcı hayvanı, kesimin onun hayatını sona
erdirecek şekilde ulaştığı noktaya ulaşamamış ise, onu kesme imkanı olmakla
beraber kesmezse onu yemesin. İmkan bulması ise kendisi ile kesim yapabileceği
aletinin yanında bulunması üzerinden onu kesebilme imkanını verecek kadar bir
süre geçtiği halde, onu kesmemesidir. Çünkü şer'i kesim iki türlüdür:
Birincisi: Gücünün
yetebileceği kesim; bu durumda hayvan ancak kesmek yahut boğazlamakla mümkün
olur.
İkincisi: Gücünün
yetmediği şeyin kesimi; o takdirde gücünün yetebileceği yol ile keser. Eğer ona
gücü yetmekle birlikte, şer'i bir şekilde onu kesmeyecek olursa, bunda ancak
kesme ya da boğazlama geçerli olur. Bıçağını ihmal edip kesebilme gücü varken
bıçağını almak üzere döndüğünde ölmüşse, onu yiyemez. Çünkü ancak onu avladığı
andan itibaren onu kesememesi halinde yiyebilir. Şer'i kesim olmadan, sırf
dönmekle ona, o hayvanı yemeyi caiz görürsek o takdirde bir gün süre ile onu
uygun bir şekilde kesme imkanını bulamamakla birlikte, kesecek aleti bulmadan
önce ölmesi halinde de onu yemesini caiz görmeliyiz.
Beraberinde onu
kesebileceğin alet ile birlikte ölmeden ona yetişirsen fakat kesim yerinden onu
kesme imkanın olmamakla birlikte, ölene kadar da bir ihmalkarlığın olmamışsa,
onu yiyebilirsin. Eğer kesim yerinden onu kesme imkanın olmakla birlikte,
ihmalin de bulunmayıp bıçağı ona yaklaştırdığın halde, boğazına kaymadan önce
ölmüşse, onu yiyebilirsin. Bıçağı boğazına koyduğu n halde ölene kadar onu
boğazından geçirmemişsen ve vakit kaybetmemişsen onu yiyebilirsin. Çünkü bütün
bu hallerin birisinde onu uygun bir şekilde kesmeye imkanın olmamıştır.
Bıçağını boğazından geçirdiğin halde, bıçak kesmeyecek olur ve o da ölürse onu
yeme. Çünkü boğulduğundan dolayı ölmüş olabilir.
Kesenin yahut silah atanın
yahut eğitilmiş avcı hayvanın, ulaşabildiği kesim boğazlamak ve kesmenin yerini
tutar. Böyle bir şer'i boğazlama ve kesimde ise daha aşağısı olmamak üzere
boğazın ve yemek borusunun kesilmesi ile olur. Kesimin tamamı da sağ ve soldaki
şah damarların kesilmesiyle tahakkuk eder. Bu iki damarı koparmakla birlikte,
boğaz ve yemek borusu kesilmemişse buna şer'i kesim denilmez. Çünkü iki ana
damar bazen kopmakla birlikte insanı canlı hayatta kalabilir. Hayat taşımamakla
birlikte koparılması halinde şer'i kesimin tahakkuk ettiği organlar ise boğaz
ve yemek borusudur. Çünkü bunlar iki ana damara göre daha açıktır. Bu sebeple
bu iki ana damarın tamamen koparılması ancak boğazın ve yemek borusunun
koparılmasından sonra mümkün olabilir.
Kişi bir avı görüp şanı
yüce ve mübarek Allah'ın adını anarak köpeğini salsa yahut okunu atsa ve başka
bir hayvana isabet ettirse bir av görmüş olup onu niyet etmiş olması itibariyle
başkasına isabet ettirse dahi onu yemesinde bir sakınca yoktur. Bunları av
görmediği halde niyetle birlikte salsa isabet ettirdiklerini yemez. Çünkü
niyeti ancak gördüğü muayyen bir şeyle birlikte etkili olur. Aynı şekilde toplu
haldeki av hayvanlarına atıp eğer isabet ettirirse diye niyet ederse, o sürüden
isabet ettirdiğini yer. Şayet ancak muayyen olarak niyet ettiğini attığı zaman
yemesi caiz olsaydı, o takdirde bizim de kesin bildiğimiz şu olur: Bir kimse
100 kuşun üzerine bir ok yahut 100 ceylanın üzerine bir köpek salsa, onların
hepsini öldüremeyecektir. Şayet onların hepsini niyet edip aralarından birisine
isabet ettirirse, o isabet alan bir av hakkında muayyen olarak niyet edilmemiş
olur. O takdirde böyle diyenin de şunu kabul etmesi gerekirdi: O ancak muayyen
olarak atış yaptığı avı yiyebilir ve bunlardan herhangi bir şeyi yiyemez. Çünkü
kesin olarak bildiğimiz, bunların hepsini öldüremeyeceğidir. Kesin olarak bunu
bildiğimize göre, onun niyet ettiği de o tayin ettiğinden başkasıdır. Allah en
iyi bilendir.
Eğitilmemiş her bir
köpeğin, (av için atılan) taşın yahut da atış için kullanılan küçük taşların
yahut silahtan başka bir şeyin isabet ettiği her bir şey yetişilip kesilmesi
hali dışında yenilmez. Çünkü ancak kesim ile o yenilebilir hale gelir. Tıpkı
başına ağırlıkla vurulmuş, yüksek yerden düşmüş ve toslanarak ölmüş hayvanın
ölümden önce kesilmesi gibi.
Şafii dedi ki: Av
köpekleri, çoğunlukla ellerinde olmasa dahi onların arkasından gider. Kişi
köpeğini kendisine yakın yahut uzak olsun, avın üzerine göndermek istediği
halde verilene itaat etse, onun salıvermesi ile o da gidip avı yakalasa,
öldürmüş olsa dahi o av yenilir ve onu kendi eliyle göndermiş gibi olur.
Şayet köpek, sahibi
tarafından gönderilmeden önce, ava doğru gitmiş olup peşinden yoluna devam etse
ve onu yakalasa onu kesmeyi yetişmedikçe yiyemez. Şu kadar var ki, ona dur dediği
halde o da durur yahut da yolunu çevirdikten sonra onu saldığı takdirde sonraki
salması ile hareket etmesi hali müstesnadır. Bu durumda köpek birinci emri
bırakmış ve yeni bir avın üzerine gitme emri ile gitmiş olur. Bundan dolayı da
baştan itibaren onu kendisi göndermiş ve isteği üzerine durması halinde olduğu
gibi yakaladığını yer. Çünkü bu yeni bir göndermeye başlamak demektir. Fakat
avın üzerinde kendi yolunda giderken onu kendisi göndermek istediği halde
yolundan sapmasa ve durmasa bunun yerine kendi yolunda daha da ileri ve hızlı
giderse, ondan yemesin. Bu hususta onu yeniden salmaya çalışan kişinin sahibi
olması ile kestikleri caiz olan bir başkası tarafından salınması arasında bir
fark yoktur.
Şafii dedi ki: Çocuğun
avlanması ise onun hayvan kesiminden daha kolaydır. Bu sebeple avlanmasında bir
sakınca yoktur. Çünkü bu hususta onun yapacağı bir söz söylemektir. Kesim işi
de başkası vasıtası ile olmaktadır. Dolayısı ile çocuk hayvanı kesebilecek ve
kesim işini yapabilecekse, kestiği hayvanın yenilmesinde bir sakınca yoktur.
Kadının da Hristiyan ve Yahudi gibi kesimi caiz olan herkesin de durumu
böyledir.
Şafii dedi ki: Kişi ava
atış yapsa, ona keskin bir silah saplasa, vursa yahut köpeğini salsa onu iki
parçaya bölse yahut başını ya da karnını ve omurgasını koparsa, tam ortadan
ayırmamış olsa dahi her iki parçası da yenir. Onun kesimi bu olur. Onun bir
bölümü için kesim olan her bir şey bütün azaları içinde kesim olur. Fakat ön
ayağını koparsa yahut paramparça olsa ya da eğer daha fazlası olmasa önceleri
kendisini koruyabilecekken bir an yahut da daha uzun bir süre yaşayabilecekse,
bunun akabinde bir atış ile onu öldürürse azalarından kalan kısmını yiyebilir.
Fakat sonrasında yaşayabileceği bir canı varken ondan kopmuş olan azasını
yiyemez. Çünkü bu canlı birisinden kopmuş bir organdır. Canlı iken koparılmış
olan kısım hayvanın kesimi yetişilsin yetişilmesin yenilemez. Şayet ölümü ilk
kesimden ötürü olmuşsa her iki bölümünü de beraber yiyebilir.
Bazıları dedi ki: Onu
vursa ve yarıdan ikiye bölse, yiyebilir. Eğer yarıdan daha azını koparsa ve az
kısmı kuyruk tarafında kalmışsa baş kısmında kalanını yiyebilir. Kuyruk
kısmında kalanı yiyemez.
Şafii dedi ki: Ölümü ile
sonuçlanan vuruş, onun bir kısmı için bir kesim ise tamamı için de bir kesim
olur. Ve onlardan birisi yenilirken diğerinin yenilmeme si uygun olmaz.
Şafii dedi ki: Denizde
yaşayan balık ya da daha başka canlıların yakalanması, onların kesimi demektir.
Ayrıca onu kesmek yükümlülüğü yoktur. Keserse de haram olmaz.
Şayet bir şeyden ötürü
hayatı uzayacakken onu çabuk ölmesi için boğazlarsa, bunu mekruh görmem. Onu
yakalanın Mecusi yahut putperest olması arasında bir fark yoktur. Deniz
hayvanının ayrıca kesilmesine gerek yoktur. Çünkü o özü itibariyle temizdir.
Onu kimin tuttuğuna bakılmaz. Sudan çıkar çıkınaz ölenleri ile sudan çıktıktan
sonra da yaşayabilenleri suya nispet ediliyor ve hayatının çoğunluğunu suda
geçiriyorsa fark etmez. Böyle olduğu takdirde denizin kıyıya attığı ile ölüp de
su üstüne çıkanları ve denizden çıkarılanları arasında fark yoktur.
Maşrıklılardan kimisi
bize muhalefet etmiş olup şunu iddia etmiştir: Denizin ölü olarak kıyıya attığı
da su yüzüne çıkınadan önce ölmüş olduğu halde insanın yakaladığında bir
sakınca yoktur. Fakat ölüp su yüzüne çıkacak olursa onda hayır yoktur.
Ancak ben su yüzüne
çıkınış olanı hangi bakımdan mekruh gördüğünü bilemiyorum.
[1377] Halbuki sünnette
denizin kıyıya on küsur geceden beri ölü olarak attığının yenilebileceğine
delidir. O böyle demekle birlikte kıyasın bütün türlerinin eşit olduğunu
göstermektedir.
[1378] Fakat bize
ulaştığına göre Nebi (say)'ın ashabından birisi -Cabir'in ya da başkasının
adını verdi-su yüzene çıkmış olanı mekruh görmüştür. Biz de bu hususta rivayete
tabi olduk.
Şafii dedi ki: Deriz ki:
- Eğer ortak özellikler
taşıyanlar arasında sünnetlere ve rivayetlere tabi olmak suretiyle fark
gözetseydim o zaman bundan dolayı biz seni överdik. Fakat sen onları Nebi
(say)'dan ve ashaptan muhalif bir rivayet yokken sabit oldukları halde terk
ediyorsun ve su üstünde ölmüş olanı mekruh gördüğünü ifade eden Nebi (say)
ashabından birisinden gelmiş bir rivayeti delil aldığını iddia ediyorsun.
Halbuki Ebu Eyyüb ölüp su yüzüne çıkmış bir balık yemiştir. O da Nebi (say)'in
ashabından birisidir. Senin ileri sürdüğün kıyas ve bizim iddiamıza göre
sünnetle onu desteklemektedir. Halbuki sen şu iddiada bulunuyorsun: Eğer sünnet
bulunmayıp Nebi (say)'ın ashabından bir kişi de kıyasın desteklediği bir görüşe
sahipse, buna karşılık onlardan birkaç kişi kıyasa muhalifbir söz söylemişse,
bize de sana da kıyasa uygun olan o söze uymak bir görevdir. Halbuki sen bu
hususta sünnet de kıyas da onu desteklediği halde terk etmiş oluyorsun.
[1379] Eyyüb, Muhammed
b. Sirin'den, Ebu Eyyüb'ün ölüp su üstüne çıkmış balık yediğini zikretmiştir.
Sonraki için tıkla:
İNSANLARIN MÜLK
EDİNDİKLERİ AV HAYVANLARI