İNSANLARIN MÜLK
EDİNDİKLERİ AV HAYVANLARI
Şafii dedi ki: Aslı
itibariyle yabani olan her bir hayvandan herhangi birisi insanların ellerinde
ise, onu mülk edinmiş olurlar. Bir kimse eğer onu bulursa, onu geri vermekle
yükümlüdür. Elinde telef olursa, onun kıymetini öder. Geyik, dağ keçileri ve
benzerleri, kumru, güvercin, keklik ve benzerleri buna örnektir. Avlamak,
kendisi için avlanması suretiyle ya da herhangi bir yolla bu kabilden bir
kimsenin eline geçip de eğer sahibi bilinmiyorsa, kişinin bunu almasında bir
sakınca yoktur. Çünkü aslı itibariyle mubahtır. Başkasının onu mülk edindiğini
bilmediği sürece ona haram olmaz. Eğer onu alıp tüketirse yahut da elinde
kaldığı halde birisi kendisine ait olduğunu iddia ederse, vera' gereği onu
tasdik ederek onu ya da değerini o kişiye geri vermelidir. Hakimin vereceği
hükme göre ise, onu ancak buna dair ortaya koyabileceği bir beyyine ile doğru
söylediğini kabul eder. Mekke güvercinleri dışındaki evcil güvercin ve
benzerleri, aslı itibariyle yabani hayvanlardan sayılmayıp insanlar elinde
bulunan bütün diğer canlılar ise - koyun ve deve gibi-herhangi bir şekilde
bunları edinmek maksadı ile alması hakkı yoktur. Çünkü bu gibi hayvanlar ancak
başkasının mülküdür. Aynı şekilde böyle bir hayvanı dağda yahut başka bir yerde
yavrulamış olarak eline geçirecek olsa, o yavruyu alamaz. Çünkü böyle bir
hayvanın yavrusu annesinin malikine aittir. Mesela mubah kabul ederek evcil
eşekleri ele geçirecek olsa, bunları alma hakkı yoktur. Çünkü bunların mutlaka
bir sahibi vardır ve bu bize göre söylediğim gibidir. Eğer kendisi bulunduğu
bir şehirde bu kabilden bazı hayvanların sahipsiz oldukları biliniyor ise, o
takdirde bunlar anlattığım keklik ve güvercin kabilindendirler.
Şafii dedi ki: Bir
adamın iki yüksek yeri bulunsa, birisine ait güvercinlerden biri de ötekinin bu
yüksek yerine gitse, o güvercini sahibine geri vermesi gerekir. Tıpkı kayıp
develerin kendi develeri arasına katılması halinde geri verdiği gibi. Eğer o
bunu ancak sahiplerinin kendilerine ait olduğunu iddia etmeleriyle bilinse,
vera gereği o kişinin iddia ettiği o hayvanın kendisine ait olmadığını
bilmediği hallerde, onu tasdik etmelidir. Hakimin hükmü gereğince, ortaya
koyacağı bir delili olmadıkça onu doğru söylüyor kabul etmeye mecbur edilmez.
Bununla birlikte bir kimsenin şüphe ettiği bir şeyi yanında alıkoymasını
sevmeyiz ve bildiği şeyleri sahibine vermesini uygun görüyoruz. Bilmediklerini
de araştırmasını, bilmeden yaptıkları şeyler hususunda sahibinden helallik
dilemesini müstehap görüyoruz. Güvercinler hakkında verilecek cevabın aynısı
develer, inekler ve köleler hakkında da söz konusudur.
Şafii dedi ki: Bir kimse
av hayvanına kısa bir süreliğine malik olsa, sonra bu hayvan elinden kurtulup
başkası onu yakalasa, onu ilk sahibine geri vermekle yükümlüdür. Bu ister
sahibinin elinden kurtulduğu andan itibaren olsun isterse de 100 sene sonra
olsun, arada hiçbir fark yoktur. Bundan başkası caiz olmaz. Yahut elinden
ayrıldığı zaman onu mülk edinmemiştir. O takdirde o andan itibaren onu alırsa,
onu ötekine geri vermez. Kısa bir süre içerisinde elinden kaçmış ise, onu
öncekine geri verip uzun bir zaman öncesinden ayrılmışsa, geri vermeyeceği
hususuna gelince, bu herhangi bir kimsenin bilmemekten ötürü mazur görüleceği
bir husus değildir.
Kişi av hayvanını
gerdanlıklı yahut yuları kulaklarının arkasına alınmış yahut işaretlendirilmiş
ya da ancak insanların meydana getirebilecekleri bir alamete sahip olarak ele geçirecek
olursa, bununla o avın başkasının mülkü olduğunu öğrenmiş olacağından o kimseye
ancak kaybolan bir koyunun helal olduğu yol hangisi ise, onunla helal olur.
Buna sebep ise, kaybolmuş koyunun kendisini ihtiyaçtan kurtaramayacak halde
oluşudur. Çünkü telef olması sonucunu verecek bir yere gidebilir. O takdirde
sahibi gelince onu almış olan tazminatını öder. Bütün yabani hayvanlar deve ile
aynı özelliktedir.
[1380] Rasulullah
(s.a.v.)'da: "Onun ayakkabısı da su kırbası da beraberindedir.
Kendisi suya varır ve
bitkilerden ağaçlardan yer. Ta ki sahibi gelinceye kadar bu böyle gider.''
Bu sebeple deriz ki:
Bizzat kendisini koruyabilen devenin yaşadığı gibi, çobansız yaşayabilen bir
hayvanı almaya imkan yoktur. Bütün yırtıcı hayvanlarda da bu özellik vardır.
Evcil inek, yabani öküz, ceylanlar ve bütün kuşlar da bu özelliğe sahiptir.
Dedi ki: Kitabın, sonra
sünnetin, sonra ashab ve tabiinden gelen rivayetlerin (asann), sonra kıyasın
delalet ettiği şudur: ihramlı bir kimse, eti yenmeyen hiçbir av hayvanının
cezasını vermez. O eti yenilebilir olan avların cezasını öder. Doğan ve avcı
hayvanların tamamının etleri tıpkı kargaların etleri yenilmediği gibi yenmez.
Bu sebeple ihramlı bir kişi bir kimseye ait eğitilmiş bir doğanı öldürse, onu
öldürmüş olduğu eğitimli halindeki kıymetinin tazminatını öder. Tıpkı o kimseye
ait fınncı, boyacı yahut katip bir köleyi öldürmesi gibi. Onun da kıymetini
öldürdüğü haldeki değeri ile karşılar. Asil deveyi, yola dayanıklı asil aygın
öldürmesi halinde olduğu gibi. Onun da öldürdüğü durumdaki kıymetini sahibine
tazminat olarak öder ve ihramda oluşundan ötürü ona fidye düşmez. Çünkü kimseye
ait olmadığı halde onu öldürürse, bundan dolayı ona fidye düşmesine imkan
yoktur. Eğer başkasına ait bir ceylan öldürse, karşılığında Haremdeki
yoksullara sadaka olarak dağıtacağı bir koyun ile miktarı ne olursa olsun bir
koyundan az ya da çok dahi olsa sahibine kıymetini ödemesi gerekir.
[1381] Şafii dedi ki: Rasulullah
(s.a.v.), köpeğin bedelini almayı yasaklamıştır. Bu sebeple ister saldırgan
olsun ister olmasın, köpeğin satışı helal değildir. Bizim arkadaşlarımızın
kimisi de böyle demiş ve şunu eklemiştir: Eğer köpeği öldürürse, değerini
ödemelidir. Değeri de satış değeridir. Ama bu kabul edilemez. Çünkü bu haram
olan bir şeyin değeridir. Haram kılınmış olan bir şey ise, ancak kabul edilemez
bir şeyolur. Bunu o an ister bilsin ister 100 sene sonra fark etmez. Tıpkı
şarap, domuz ve hiçbir durumda bedeli helal olmayan şeylerin (bedelinin)
reddolunması gibi (bu da reddedilir). Bunun hakkında da bundan başka hüküm söz
konusu olamaz.
Yahut da Maşnklı fukaha
şöyle demişlerdir: Onun bedeli koyunun bedelinin caiz oluşu gibi caizdir. Bu
durumda ya onun aslı haramdır, eğer aradan fazla zaman geçmemişse, onu geri
verir, uzun zaman geçmişse onu geri vermez. iddiasına gelince, bu hiç kimsenin
ileri sürmesi caiz olmayan ve mazur görülemeyecek iddiadır. Eğer bağlayıcı bir
haber olmadan herhangi bir kimsenin böyle bir şeyi söylemesi caiz olsaydı, o
takdirde aradan uzun zaman geçerse bedelini geri vermesi ama zaman yakın ise
geri vermemesi caiz olurdu. (Birisi):
- Ben bu hususta
istihsan yaptım, dese ki ona şöyle de denilir:
- Biz ise senin çirkin
gördüğünü hasen (güzel) görürüz. Güzel gördüğün şeyi de çirkin görürüz. Diğer
taraftan canlı herhangi bir hayvanın ve bir kuşun satılması da haram değildir.
Bu türlerden herhangi birisi de necaset (necis olmaları) da söz konusu
değildir. Tek istisna köpek ve domuzdur. Her ikisi de canlı iken de ölü iken de
necistirler ve hiçbir durumda bunların bedeli helal değildir.
Şafii dedi ki: Tarla
köpeği yahut çoban ya da av köpeğini yahut koruyucu köpeği öldüren, onun
değerini ödemekle yükümlü olmaz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'tan gelen haber onun
değerini canlı iken almayı yasaklamak şeklinde ise, o takdirde onun canlı iken
de ölü iken de bir değerinin olması helal değildir. Ben bu durumda, eğer onu
öldürene bu tür köpeğin değerini tazminat olarak ödettirirsem, o takdirde diri
olarak da ona bir değer biçmiş olurum. Bu ise Rasulullah (s.a.v.)'ın
yasakladığı bir şeydir. Şayet iki durumundan herhangi birisinde onun bir
değerinin olması mümkün olsaydı, o takdirde, canlı iken onun müşteri tarafından
av, davar ve ekin beklemek için onu edineceği esnada satılan bir varlık olarak
değerinin olması artık onda hiçbir menfaatin kalmayacağı bir zamana göre daha
caiz, daha mümkün olur.
Şafii dedi ki: Bir
Hristiyan üzerinde hangi sebeple olursa olsun, bir hakkın bulunsa, sonra senin
o hakkını şarap yahut domuz parası ile ödediğini biliyorsan, onu almak sana
helalolmaz. Onun sana hakkını öderken (ödediği hakkının) helali ile haramı
arasında bir fark yoktur yahut sana bir şeyler bağışlaması ya da sana yemek
yedirmesi de böyledir. Tıpkı bir Müslüman üzerindeki bir hakkını gasp ettiği
bir maldan, bir faizden, haram bir satıştan ödemesi halinde sana helalolmadığı
gibi. Ama Hristiyan'ın da Müslüman'ın da malının bu bakımdan mahiyetini
bilmiyorsan ve sana verdiği, yedirdiği, bağışladığı ya da ödediği bu tür maldan
ise, sana göre helal ve haram da olabiliyorsa, onun haram olduğunu bilinceye
kadar onu helalolması niyetiyle alabilirsin. Ama vera bundan kendini
korumandır.
Hristiyan bir kimsenin
bir hakkına karşılık olarak yahut da kendiliğinden sana bağış olmak üzere bir
şarabın yahut bir domuzun bedelinden olması halinde, iki ihtimalden birisi söz
konusudur: Eğer dininin aslından onu hel al kabul ediyorsa, onun için helal
olduğundan ötürü senin için de helaldir. Yahut da senin onun hakkındaki hükmün
ile onun hükmü farklı olduğundan ötürü sana haramdır ve sana bundan
kendiliğinden verdiği ile ödemek durumunda olduğu bir hakkın sebebiyle verdiği
arasında bir fark yoktur. Bunun helalolduğunu söz konusu edecek olursak, şunu
bilelim ki, yüce Allah'ın bütün kulları için helal kıldığı ile hepsi için haram
kıldıkları aynıdır. İşte şarap ve domuz hakkında da böyledir. Ve bunların
bedelleri tıpkı Müslüman gibi Hristiyan'a da haramdır.
Biri:
- Sen Kitap ehlinin
bunları edinip alışverişlerini yapmaktan alıkoymadığın halde içkinin ve domuzun
bedeli kitap ehli için neden helaldir, demiyorsun, dese ona şöyle denilir:
- Aziz ve celil Allah,
bizlere onların kendisine ahiret gününe iman etmediklerini Allanın ve
Rasulü'nün haram dediklerini haram saymadıklarını bildirmiştir. Böyle diyerek
yüce Allanın buyruğunu:
"Kendilerine kitap
verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Rasulü'nün
haram kıldığını haram saymayan ve hak din İshim'ı din edinmeyen kimselerle,
küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar s.a.v.aşın."
(Tevbe, 29) okudu.
Şafii dedi ki: Aziz ve
celil Allantan gelen buyrukları akleden bir kimsenin, bunların onlara
helalolduğunu ileri sürmesi nasıl caiz olabilir? Halbuki şanı yüce Allah
bizlere onların Allah'ın ve Rasulü'nün haram kıldıklarını haram tanımadıklarını
haber vermiş bulunuyor. Birisi:
- Ama sen onların bu
halleri üzere kalmalarını kabul ediyorsun, dese, derim ki:
- Evet, Allah'a şirk
koşmak halleri üzerine de, çünkü aziz ve celil Allah bizlere onları kendisine
şirk koşmaları, şarabı içmeyi helal görmeleri, hak dini terk etmeleri hallerini
kabul etmemize izin vermiştir. Bu ise kendi dininin mensuplarının güçlenmesi
için onlardan cizye almamıza bir karşılıktır. Yine de yüce Allanın onlara karşı
delili dimdik ayaktadır ve onların bundan kurtulmalarına imkan yoktur. Bu
hususta onların bir mazeretleri de olamaz. Ta ki Allah'a ve Rasulü'ne iman edip
Allanın ve Rasulü'nün haram kıldıklarını kendileri de haram bilinceye kadar.
Kısacası, Harem bölgesi
dışında Mekke'de bulunan güvercin ve başka şeylerden bütün avladıklarında bir
sakınca yoktur. Çünkü bütün av hayvanlarında ve bunların herhangi birisinde
kendilerini avlanmaya karşı koruyacakları bir hürmetleri, sığınakları yoktur.
Onların koruma altına alınmaları, ancak bir şehir yahut ihramlı bir kimsenin
ihramının haramlığı ile avlanmaları önlenebilir. Yahut da başka sebeple bir
hürmeti söz konusu olur. Bir malikin umumi mülk edinmesi gibi. Kendisinin
bizatihi haram kılınmış olması ise, bu da imkansız bir şey değildir.
Sonraki için tıkla: