HACCIN ORTA MUHTASAR
KİTABI
BİR BAB
iHRAM İÇİN TAHARET
iHRAM İÇİN GİYİNMEK
İHRAM İÇİN HOŞ KOKU SÜRÜNMEK
TELBİYE GETİRMEK
iHRAMA GİRERKEN NAMAZ KILMAK
İHRAMA GİRDİKTEN SORA GUSLETMEK
İHRAMLI KİŞİNİN BEDENİNİ YIKAMASI
İHRAMLININ YAPABİLECEĞi İŞLER
İHRAMLININ YAPAMAYACAĞI ŞEYLER
İHRAMLI KİMSENİN AVLANMASI
UÇAN AV HAYVANLARI
HAREM BÖLGESİNDEKİ AĞAÇLARIN KOPARILMASI
ETİ YENİLMEYEN AV HAYVANLARI
DENİZ AVI
MEKKE'YE GİRİŞ
SAFA'YA ÇıKMAK
BİR KİŞİNİN BAŞKASINI TAŞIYARAK TAVAF
ETMESİ
KİŞİ SAFA VE MERVE'DEN SONRA NE YAPAR?
İFRAD HACCI VE KIRAN HACCI YAPAN KİŞİ NE
YAPAR?
ARAFAT'TAN AYRILAN KİMSE NE YAPAR?
MİNA'YA GİRİŞ
MİNA'DA TAŞ ATMA DIŞINDA NE OLUR?
İFADA TAVAFI YAPMAYANIN VE YAPANIN TAVAF
YAPMASI
HEDİYE KURBANLIK
HEDİYELİK KURBAN İKİ TÜRLÜDÜR:
HACCI İFSAD (BOZAN) EDEN ŞEYLER
İHSAR
HASTALIK VE BAŞKA BİR SEBEPTEN DOLAYI
İHSAR / ALIKONUlMAK
KÜÇÜK MUHTASAR HAC KİTABI BİR BAB
TELBİYE
BİR BAB
Bize er- Rebi' b.
Süleyman haber verip dedi ki: Bize Muhammed b. idris eş-Şafii haber verip dedi
ki: Medinelilerin mikatı Zülhuleyfe'den başlar. Medine'den uzakta olan Şam,
Mağrip, Mısır ve diğerlerinin mikatı Cuhfe'den; Yemen Tuhamesi, ahalisi
Yemlem'den; Yemenin Necid'i ve her Necid ahalisi, Karn'dan; Meşrıklılar Zatu
Irk'tan ihrama girerler. Bununla birlikte el - Akik'dan ihrama girmelerini daha
çok severim.
Mikat yerleri, oranın
ahalisi için ve hac yahut umre yapmak isteyip de oradan geçen herkes içindir.
Meşrıklı, Magripli, Şamlı, Mısırlı ya da daha başka bir kişi Zülhuleyfe'den
yolu geçerse, orası onun mikatı olur. Aynı şekilde Medineli birisi kendisine
ait mikattan başka mikattan yolu geçer ve kendi şehrinden gelmeyecek olursa,
onun mikatı oradan yolu geçen şehir ahalisinin mikatı ile aynıdır.
Hac (temettü, ifrad),
umre ve kıran haccı için mikadar arasında fark yoktur. Dedi ki: Bir kimse, kara
yahut denizden mikadarın dışında bir yol izleyecek olursa, mikadarın hizasına
geldiği takdirde telbiye getirip ihrama girer. İhrama girmek için mikadarın
sınırlarını tespit eder ya da mikadardan erken bir yerde ihrama girer. Herhangi
bir kimse için mikadara varmadan ihrama girmesinde bir sakınca yoktur. Elverir
ki mikadarın üzerinden ihramsız geçmesin. Eğer mikatı aşıncaya kadar ihrama
girmeyecek olursa, mikata geri döner. Eğer dönmezse bir kan akıtır (kurban
keser).
Dedi ki: Eğer mikat yeri
bir kasaba ise, kendi ülkesi tarafından en uzak yerinden ihrama girer. Aynı
şekilde mikat bir vadi ya da yüksekçe bir yer olursa, Haremden daha uzak olan
ve şehrinin tarafına düşen en uzak yerinden ihrama girer. Bu hususta üzerindeki
asgari yükümlülük o kasabanın evlerinden çıkmadan kasabadan yahut vadiden ya da
tepeden telbiye getirerek ihrama girmeden çıkmamasıdır.
Eğer hac ve umre isteği
olmadan mikadardan birisine yolu uğrayacak olursa, ihramsız olarak o mikatı
geçtikten sonra ihrama girmeyi arzu ederse, bu isteğinin doğduğu yerden ihrama
girer ve orası onun mikatı olur.
Aile halkı Harem'in
içinde ve mikat'tan sonra olanın mikatı ailesinin yanından çıktığı yerdir. O
burayı ihramsız geçemez. İhramsız geçtikten sonra ihrama girecek olursa, geri
dönüp ailesinin bulunduğu yerden ihrama girer ve bu dönüşü sırasında da ihramlı
sayılır. Eğer oraya dönmezse, bir kurban keser.
iHRAM İÇİN TAHARET
Şafii dedi ki: Erkeğin
de temiz kadının, ay hali ve loğusa kadının da ihram sebebiyle gusletmesini
müstehab görüyorum. Şayet bunu yapmazlarsa ve bir adam abdestsiz ya da cünüp
olarak ihrama girerse, iade yükümlülüğü de yoktur, ona kefaret düşmez. Çünkü ay
hali kadının yapma imkanına sahip olduğu bir şeyi erkek de cünüp olarak da
abdestsiz olarak da yapabilir.
iHRAM İÇİN GİYİNMEK
Erkek de kadın da ihram
dolayısıyla bir şey giyinmekte ortaktırlar, ama bunun dışında ayrıdırlar. Ortak
oldukları husus şudur: Onlardan herhangi birisi hoş koku ile boyanmış bir
elbise ya da hoş kokusu olan bir elbise giyin em ez. Hoş koku ise zaferan,
alaçehre ve bunun dışında türlü kokulardır. Bir elbiseye bu tür kokulardan bir
şeyler isabet ederse, kokusu gidip ondan koku alınmayacak hale gelinceye kadar
yıkanır. Eğer giyilen elbise (ihram) kuru ya da nemli olursa onu giymekte
-kokunun izi olan renk gitmemiş olsa dahi- bir sakınca yoktur.
Erkek de kadın da kokusu
olmayan her türlü boya ile boyanmış elbise giyinebilirler. Sedir ile toprak ile
siyah ile uspur ile boyanmış elbiseler gibi. Rengi kısmen solmuş olsa dahi.
Bununla beraber bütün bu hallerde kişinin beyaz giyinmesini daha çok severim.
Elbiselerinin (ihramlarının) yeni ya da yıkanmış olmasını da daha çok severim,
yeni olmaz ve yıkınmış olmasa da onlara bir zararı olmaz.
İhramlarını yıkayabilir
ve ihrama girdiklerinde giymemiş oldukları başka elbiseleri de giyinebilirler.
Diğer taraftan erkekler
sarık, şalvar, mest, gömlek ve dikilerek giyilen kabilden dikişli herhangi bir
elbisede giyinemezler. Palto, çuha ve yünden ve benzerlerinden yapılmış
elbiseler gibi elbiseleri giyinemez. Bu kabilden bir elbiseye ihtiyaç duysa
dahi onu giyinemez. Ancak izar (ihramın belden aşağısını örten kısmını)
bulamayacak olursa, şalvar giyer ve onu kesmez. Nalın bulamazsa mest giyer ve
onları topuklarının altından keser.
[1297] Bize Süfyan haber
verip dedi ki: Amr b. Dinar'ı şöyle derken dinledim: Ebu Şa'sayı şöyle derken
dinledim: İbn Abbas'ı şöyle derken dinledim: Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "ihramlı bir kişi, nalın bulamazsa mest giyer, izar
bulamazsa şalvar giyer.''
[1298] Bize Malik,
Nafi'den haber verdi o, İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Nebi (s.a.v.):
"Nalın bulamayan mest giyer ve onları topuklarının altından keser"
buyurdu.
Şafii dedi ki: İhramlı
kişi şayet şalvar ve mestlerinin dışında bir şey giymek zorunda kalırsa, giyer
ve fidye öder.
Fidye ise üç gün oruç
tutmak yahut bir koyun kurban etmek ya da altı yoksula Nebi (s.a.v.)'in müddü
ile ikişer müd sadaka vermektir.
Kadın, başörtüsü takar,
mest giyer ve konçlarını kesmez. Zaruret olmasa dahi şalvar, gömlek ve kaftan
da giyebilir. Onun ihramı ise, yüzünün üzerine bir şey örtmemesidir. Bu sebeple
yüzünü örtmez başını örter. Kasten yüzünü örterse, fidye verir. İhramlı erkek
ise kasten başını örterse, fidye verir ama yüzünü örtebilir. Bununla birlikte
kadın peçeyi yüzünden uzak tutmak suretiyle yüzünü örtebilir. Örtüyü uzak
tuttuktan sonra, yüzüne değmeyecek şekilde onu yukarıdan aşağıya sarkıtır.
Erkek de kadın da
elbiselerinin üstünde de altında da para koymak için kemer kuşanabilir.
Dedi ki: Kadın ve erkek
unutarak giymemeleri gereken bir şeyi giyseler ya da ihramlarını hatırlamayıp
koku sürünseler ya da bu husustaki yükümlülüklerini bilmediklerinden bunu
yapsalar o vakit süründükleri kokuyu yıkar elbiseyi çıkartırlar ve onlara fidye
düşmez.
[1299] Bize Süfyan, Amr
b. Dinar'dan haber verdi o, Atadan o, Safyan b.
Ya'ladan o, babasından rivayet
ettiğine göre bir bedevi Nebi (s.a.v.)e üzerinde çizgili bir elbise olduğu
halde geldi. Elbisesinde sarı rengin izi de vardı. Umre niyeti ile ihrama
girdim, üzerimde de şu gördüğün var dedi. Nebi (s.a.v.): "Haccında
olsaydın ne yapardın" buyurdu, O: Bu elbiseyi çıkartır bu sarı boyayı da
yıkardım, dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): "O halde haccında ne yapacak
idiysen umrende de onu yap" buyurdu.
Şafii dedi ki: Nebi
(s.a.v.), kefarette bulunmasını emretmedi. İhrarnı bir kadının eldiven
giyinmesinde bir sakınca yoktur.
[1300] Sa'd b. Ebu
Vakkas, kızlarına ihramda eldiven giymelerini emrederdi. İhramlı kadın burka
(yüzünü örten peçe) giyemez.
Şafii dedi ki: İhramlı
kişi ölürse, ona hoş koku yaklaştırılmaz, su ve sidir ile yıkanır. Kamis
(gömlek) giydirilmez, yüzü örtülür, başı örtülmez, yani ölümü halinde ona
kendisi hayatta iken kendisine uyguladıklarının aynısı yapılır.
[1301] Bize Süfyan, Amr
b. Dinar'dan haber verdi, Said b. Cübeyr'den o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini
rivayet etti: Nebi (s.a.v.) ile birlikte idik, ihramb bir adam devesinden
düştü, boynu kırıldı ve öldü. Bu durum Nebi (s.a.v.)'e zikredilince şöyle
buyurdu: "Onu su ve sidir ile yıkayın, ölümü sırasında üzerindeki iki
elbise ile (ihramı) ile kefenleyin. O kıyamet gününde telbiye getiren birisi
olarak diriltilecektir"
[1302] Süfyan dedi ki:
Bana İbrahim b. Ebu Hurre, Said b. Cubeyr'den haber verdi, İbn Abbas'tan o,
Nebi (s.a.v.)'ten aynısını nakletti ve bu rivayetinde: "Ona hoş koku
yaklaştırmayın" ibaresini ekledi.
[1303] Bize Müslüm b.
Halid, İbn Cüreyc'den haber verdi, onun İbn Şihab'dan rivayetine göre Osman b.
Affan ihramlı olarak ölen bir oğluna bunun bir benzerini uyguladı.
Şafii dedi ki: İhramlı
kimse hevdecin, bineğin ve yerin üzerinde başına değmediği sürece dilediği her
bir şey ile gölgelenebilir.
İHRAM İÇİN HOŞ KOKU
SÜRÜNMEK
[1304] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan b. Uyeyne, İbn Şihab ve Hişam b. Urve'den yahut Osman b. Urve'den
haber verdi; Urve'den o, Aişe ve Abdullah b. el-Kasımdan o, babasından o,
Aişe'den şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.), ihrama girmeden önce
ihrama gireceği için kendi ellerim ile hoş koku sürdüm. Beyt'i tavaf etmeden
önce de ihramdan çıkacağı için.
[1305] Osman b. Urve
babasından şunu da eklemektedir: Ne ile dedim o:
Hoş kokuların en güzeli
ile dedi.
[1306] Bize Süfyan, İbn
Adan'dan haber verdi o, Sa'd kızı Aişe'den rivayet ettiğine göre, ihram için
babasını misk ve başka kokuların karışımı olan es-sük denilen ve zerrecikler
halinde saçılan koku olan zerire ile kokulandırdı.
[1307] Bize Said b.
Salim, Hasan b. Zeyd'den haber verdi. Ben onun bunu ancak el-Hasan'dan işitmiş
olduğunu biliyorum. O babasından şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'ı
ihramlı iken gördüm. Başında ve sakalında ise, pek hoş kokulardan er-rub'a
benzer bir kokunun parçacıkları görülüyordu.
Şafii dedi ki: İhramlı
kadın ve erkeğin galiye, naduh ve daha başka isimlerle bilinen kalıcı kokuların
en ileri olanları ile kokulanmalarında bir sakınca yoktur. Çünkü bu hoş
kokular, ihramlı değilken kullanılmıştır. Eğer ihramlı halde iken bir şey
kalmış ise ihram, bundan sonra meydana gelmiş bir haldir.
Ama ihrama girdikten
sonra hoş koku sürünemezler, ellerini de hoş kokuya değdiremezler. Elleriyle
kasten hoş kokuya dokunsalar ve bu kokunun izi ve kokusu kalıyor ise, onlara
fidye düşer. Bunun azı ile çoğu arasında fark yoktur. Eğer koku kuru olup onun
herhangi bir izi kalmıyorsa, kokusu kalsa dahi fidye gerekmez.
Attarın (kokucunun)
yanında oturmalarında, evine girmelerinde, koku satın almalarında bir sakınca
yoktur. Elverir ki, onu bedenlerine değdirmesinler. Kabe'nin tütsülendirilmesi
esnasında, Kabe'nin yakınında oturmalarında -ıslak olmadığı sürece- ona
dokunmalarında da bir sakınca yoktur. Eğer ıslak olduğunu bilerek ona dokunup
koku da ellerine bulaşırsa, bunu yıkarlar ve onlara bir şey düşmez. Şayet ıslak
olarak kasten ona dokunurlarsa, koku da ellerine yapışırsa fidye verirler.
Yağ sürünemezler, hoş
koku olan yağa el değdiremezler. Bu da koku katılmış ban yağı, zambak, hiri
gibi hoş kokulu bitkiler ile bir takım otların bulunduğu yağlar gibidir. Eğer
bu tür kokulara kasten dokunurlarsa fidye verirler. Yine reyhan koklarlarsa
fidye verirler.
İnsanların koku olarak
kullanmadıkları şeylerden kokusu hoş bir bitki koklarlarsa, bundan dolayı fidye
gerekmez. Aynı şekilde elma yeseler yahut koklasalar, turunç, ayva ya da
yiyecek türü şeyleri koklasalar bundan dolayı fidye yoktur. Zaferanı veya hoş
kokuyu herhangi bir yemeğe katsalar, eğer o koku alınıyor ya da tadı alınıyorsa
yahut dili boyuyorsa bunu yerlerse fidye verirler. Kokusu da tadı da alınmıyor,
dili boyamıyorsa fidye yoktur. Çünkü bu artık yemek içinde kaybolmuş olur. Çiğ
olması ile pişmiş olması aynı şeydir. Aralarında fark yoktur.
Zeytinyağı, susam yağı,
sadeyağ, tereyağı, etin yağı gibi hoş kokulu olmayan ve yenilen her bir şey ile
bedenlerinin tamamını yağlayabilirler. Başa yağ sürmekten yahut erkek sakalını
yağlamaktan kaçındıkları sürece bunları burunlarına çekebilirler. Çünkü yağın
sürilleceği yerler bunlardır (baş ve sakaldır). Erkek yahut kadın başını, erkek
sakalını bunların hangileriyle yağlarsa fidye verir.
Tedavi olmak için
herhangi bir hoş kokuya gerek duyarlarsa, onunla tedavi olurlar ve fidye
verirler.
Dedi ki: İbranılının
koklamasını yahut giyinmesini hoş görmediğim her türlü koku yahut
kokulandırılışmış herhangi bir şeyin üzerinde yatmasını da hoş görmem. Şayet
çıplak teniyle onun üzerine uyuyacak olursa fidye verir. Kendisi ile o koku
arasında bir örtü, elbise varsa ona fidye düşmez.
TELBİYE GETİRMEK
ŞafIi dedi ki: Erkek
ihrama girmek istediği takdirde, ister hac edenlerden olsun ister olmasın sırf
umre ile ihrama girebileceği gibi hac ve umre ile birlikte ihrama girebilir,
ifrad haccı da yapabilir. İfrat haccı yapmasını daha çok severim. Çünkü bizce
sabit olan Nebi (s.a.v.)'in ifrad haccı yaptığıdır.
[1308] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Bize Malik, Abdurrahman b.
el- Kasım'dan haber verdi o, babasından o, Aişeöen rivayet ettiğine göre, Nebi
(s.a.v.) ifrad haccı yapmıştır.
Bütün bunları yaparken
hac ya da umre adını zikretmeksizin niyet etmesi ona yeter. İhramdan önce ya da
onunla birlikte ismen söylemesinde de bir sakınca yoktur.
Dedi ki: Umre yapmak
istediği halde, haccı zikrederek telbiye getirirse, bu bir umredir. Hac etmek
isterken umre diye telbiye getirirse bu da hacdır. Şayet hac ve umre istemediği
halde telbiye getirirse, bu ne hac ne de umre olur. Telbiye getirirken ihrama
niyet etmekle birlikte, hac ve umre için niyeti yoksa, ikisinden istediğini
tayin etmekte serbesttir. İkisinden birisini niyet etmiş olduğu halde telbiye
getirse ve hangisine niyet ettiğini unutsa, o kıran haccı yapacak demektir.
Başkası onun için geçerli olmaz. Çünkü eğer umreci ise umre yapmış ve fazladan
ona haccı katmış olur. Eğer hac için niyet etmişse, haccı ve umreyi yapmış
olur. Kıran haccı için niyet etmişse böylelikle kıran haccı yapar.
Telbiye getireceği
vakit: Buyur Allah'ım buyur, buyur Senin hiçbir ortağın yoktur buyur, şüphesiz
ham d de, nimet de, mülk de yalnız Senindir, Senin hiçbir ortağın yoktur"
der.
Telbiye getirirken buna
bir harf dahi eklemesini güzel görmem. Ancak beğeneceği bir şey görürse o
vakit: "...'' Buyur, şüphesiz gerçek hayat ahiret hayatıdır" der.
Çünkü Nebi (s.a.v.), hoşuna giden beğendiği bir şey gördüğü vakit telbiye getirdiği
sırada buna tek bir harf eklediği rivayeti gelmemiştir.
Telbiyeyi bitirdikten
sonra, Nebi (s.a.v.)'e salavat getirir. Yüce Allah'tan rızasını ve cenneti
diler. Rahmetiyle cehennem ateşinden O'na sığınır. Çünkü bu şekilde dua Nebi
(s.a.v.)öen rivayet edilmektedir.
Dedi ki: Ayakta iken,
otururken, binek üzerinde iken, inerken, cünüpken, taharetli iken ve her
durumda telbiye getirir. Bütün mescitlerde, cemaatle namazla kılınan
mescitlerde de başka mescitlerde de ve her bir yerde yüksek sesle telbiye
getirir. Kadın yüksek sesle telbiye getirmekle yükümlü değildir. Sadece
kendisine duyurur. Selef, arkadaşların toplanmaları, yüksek yerlere çıkmak,
yüksekten aşağıya inmek, namazdan sonra, seher vakitlerinde, gecenin bastırdığı
esnada telbiye getirmeyi müstehab görüyorlardı. Biz de her bir durumda telbiye
getirmeyi severiz.
iHRAMA GİRERKEN NAMAZ
KILMAK
Şafii dedi ki: Bir kimse
ihrama girmek isterse, nafile bir namaz kılmasını, sonra bineğine binmesini
severim. Bineğine bindikten sonra ayağa kalkıp kıbleye doğru yola koyulmak
üzere yöneldiğinde ihrama girer. Şayet yayan ise, yürüyerek kıbleye yöneldiği
vakit ihrama niyet eder (girer).
[1309] Şafii dedi ki:
Bize Müslim b. Halid, İbn Cüreye'den haber verdi o, Ebu Zübeyr'den o, Cabir'den
rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) onlara dedi ki: ''Minaya doğru gittiğiniz
zaman ihrama girmek üzere telbiye getirin"
[1310] Şafii dedi ki:
İbn Ömer'in, Nebi (s.a.v.)'den rivayetine göre, onun devesine binmiş olduğu
halde devesi yerinden kalkınadıkça ihram için telbiye getirdiğini görmedi.
Şafii dedi ki: Bundan
önce ihrama girse yahut kıldığı bir farz namazm akabinde yahut da herhangi bir
namazm akabinde olmayarak ihrama girse, Yüce Allah'ın izni ile bir sakınca
yoktur.
Hac eden ve kıran hacı
yapan bir kimse, Beyt'i tavaf ederken Safa ile Merve üzerinde iken ve her
durumda iken telbiye getirir. Eğer imam ise, Mekke'de minberin üzerinde ve
Arafat'ta telbiye getirir. Arafat'ta vakfe yaparken telbiye getirir. Arafattan
ayrılırken Müzdelife'deyken, Müzdelife'de vakfe yerinde bulunuyorken,
Müzdelife'den cemrelere taş atmak üzere giderken hep telbiye getirir.
İlk taşı attıktan sonra
da telbiyeyi keser.
[1311] Bize Müslim ve
Said, İbn Cüreye'den haber verdi o, Atadan o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini
rivayet etti: Bana el-Fadıl b. Abbas'ın haber verdiğine göre, Nebi (s.a.v.)
Cem' (Müzdelife)'den Mina'ya kadar kendisini terkisine bindirmişti. Cemreye taş
atıncaya kadar telbiye getirip durdu.
[1312] Bize Süfyan,
Muhammed b. Ebu Harmele'den haber verdi o, Cüreye'den o, İbn Abbas'tan o,
el-Fadıl b. Abbas'tan o, Nebi (s.a.v.)'ten aynısını rivayet etti.
[1313] Şafii dedi ki:
İbn Mesud da Nebi (s.a.v.)'den benzerini rivayet etmiştir.
[1314] Ömer (r.a.)
cemreye taş atıncaya kadar telbiye getirdi.
[1315] Nebi (s.a.v.)'in
zevcesi Meymune de cemreye taş atıncaya kadar (telbiye) getirdi.
[1316] İbn Abbas da
cemreye taş atıncaya kadar Ata, Tavus ve Mücahit'te (böyle yaptı).
Dedi ki: Umreci, Hacer-i
Esved'i istilam ederek yahut etmeyerek tavafa başlayıncaya kadar telbiye
getirmeye devam eder.
[1317] Bize Müslim ve
Said, İbn Cüreye'den haber verdi o. Atadan o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini
rivayet etti: Umreci, Hacer'i istilam ederek yahut etmeyerek tavafa
başlayıncaya kadar telbiye getirir.
Dedi ki: Mikattan önce
mikattan itibaren mikattan sonra ihrama giren ile Mekkeli olanla olmayan
arasında hiçbir fark yoktur.
İHRAMA GİRDİKTEN SORA
GUSLETMEK
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: İhramlı kimsenin serinlemek maksadıyla ya da başka bir maksatla,
yıkanmasında bir beis yoktur. Suyu başından aşağıya boşaltır. Saçlarına
dokunacak olursa, saçlarını yolmaması için ona yumuşakça dokunur. Aynı şekilde
suya dalmasında başını da suyun altına sokmasında bir sakınca yoktur. Nebi
(s.a.v.) ihramlı olduğu halde yıkanmıştır.
[1318] Bize Süfyan,
Abdulkerim el-Cezeri'den haber verdi o, İkrime'den o, İbn Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Bazı hallerde Ömer, bana: Gel de seninle suyun altında
kalmakta yarışalım, hangimizin nefesi daha uzundur bakalım, derdi. Üstelik
ihramlı idik.
[1319] Bize Süfyan'ın
haber verdiğine göre, Ömer'in bir oğlu ile kardeşinin oğlu onun önünde suyun
altında kalmakta birbirleriyle yarıştılar. Her ikisi de ihramlı idiler. Onlara
bu işi yapmamalarını söylemedi.
Şafii dedi ki: İhramlı
bir kimsenin hamama girmesinde bir sakınca yoktur.
[1320] Bize ya Süfyan ya
da bir başkası ama sika / güvenilir birisi Eyyüb es-Sahtiyani'den haber verdi
o, İkrime'den o, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Cuhfe hamamına ihramlı
olduğu halde girdi.
[1321] Şafii dedi ki:
Bize İbn Ebu Necih'in haber verdiğine göre, ez-Zübeyr b. el-Avvam ihramlı
olduğu halde sırtında bulunan bir kirin kazınarak çıkarılmasını emretti.
İHRAMLI KİŞİNİN BEDENİNİ
YIKAMASI
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: İhramlı kimsenin cesedini su ile ve başka şeyle ovalaması,
dilerse kanatıncaya kadar kaşımasında bir sakınca yoktur. Başını ve sakalını
kaşımasında da bir sakınca yoktur. Bununla birlikte, başını ve sakalını
kaşıdığı vakit saçların koparılmaması için parmak uçlarının iç tarafı ile
kaşımasını severim eğer başını ve sakalını kaşır yahut onlara dokunur da eline
başından ve sakalından yahut da bunlardan birisinden saçından bir şey gelirse,
ihtiyaten fidye vermesini müstehab görürÜID. Fakat bunların kendisinin fiili neticesinde
dökilldüklerini bilmediği sürece, ona fidye düşmez. Çünkü saç telleri esasen
başta ve sakalda dökülmüş hali ile durabilir. Ona dokundu mu hemen
dökillebilir.
Bir saç telinden ötürü
fidye, Nebi (s.a.v.)'in müddü ile bir müd buğdayolup bunu bir yoksula tasadduk
eder. İki saç teli koparsa iki müddü iki yoksula tasadduk eder. Üç ve
yukarısında ise kurban keser. Kopan saç telleri ne kadar çoğalırsa çoğalsın bir
kurbandan fazla fidye vermez.
İHRAMLININ YAPABİLECEĞi
İŞLER
[1322] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dinarüan haber verdi o, Ata ve Tavus'tan birisi
ya da her ikisi İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.), ihramlı
olduğu halde hacamat yaptırmıştır.
Şafii dedi ki: İhramlı
bir kimsenin zaruretten ötürü olsun ya da olmasın hacamat yaptırmasında bir
sakınca yoktur -fakat saç tıraş etmez-o Bu şekliyle damarı açar ve yarayı
deler. İlaç için azayı böylece keser. Bundan dolayı ona hiçbir şey düşmez. Eğer
ihtiyatlı davranacak olursa, saç bulunan bir azasını kesmesi halinde fidye
vermesini daha çok severim. Fakat bu ona vacip değildir. Çünkü saç
koparmamıştır. Onun kestiği ancak kesebilme hakkı bulunan organı kesmektir.
İhramlı sünnet de olabilir. Üzerine ilaç konur ve bundan dolayı ona bir şey
düşmez. Sünnetsiz bir kişi hac ederse, bu onun için geçerlidir. Eğer
yaralarından bir şeyleri tedavi eder ve ona bir bez yahut ilaç yapıştıracak
olursa, cesetten herhangi bir şeyin(alınmasından, koparılmasından) ötürü ona
bir şey düşmez. Bunun başta olması müstesnadır, o vakit ona fidye düşer.
İHRAMLININ YAPAMAYACAĞI
ŞEYLER
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: İhranılı bir kimse saçından bir şey koparamaz, tırnaklarını
kesemez. Tırnaklarından birisi kırılsa ve asılı kalsa tırnağın geri kalan
kısmına da bitişik değilse, kırılan tırnağını koparmasında bir sakınca yoktur.
Geri kalan kısmı ile bitişik olan bir parçasını koparmasında da bir hayır
yoktur. Çünkü o takdirde de o tırnak öbür kısmında sabit değildir.
Tırnaklarından birisini yahut da tırnağın bir kısmını keserse, bir yoksula
yemek yedirir. İkinci bir tırnak daha keserse, iki yoksula yemek yedirir. Aynı
konumda üç tırnak keserse bir kan akıtır. Şayet tırnakları ayrı ayrı keserse
her bir tırnak için bir müd yedirir. Saçın durumu da böyledir.
Tırnaklarda, saçta ve av
hayvanın öldürülmesinde, unutmak ile kasıt arasında bir fark yoktur. Çünkü bu
gidip de geri gelmeyen bir şeydir. Bununla birlikte ihranılı kimsenin, ihranılı
olmayanın tırnaklarını kesmesinde, saçlarını tıraş etmesinde bir sakınca
yoktur. Fakat ihramda olmayan bir kimsenin ihramlının tırnaklarını kesmek,
saçlarını tıraş etmek hakkı yoktur. Eğer ihramlının emri ile bu işi yaparsa
fidye ihranılıya düşer. Şayet bu işi ihramlının emri olmadan yapmış ve ihranılı
kişi uyuyan ya da mükreh / zorlanan birisi ise ihramlı kişi fidyesini verir ve
verdiği fidyeyi dönüp ihramsız olandan alır.
İHRAMLI KİMSENİN
AVLANMASI
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Kara avı üç türlüdür: Bir türü yenilir.
Yenilen bütün türleri
ise iki sınıftır; uçan ve yerde yürüyen. Yerde yürüyenlerden öldürdüklerine
davarlar arasından öldürülmüş av hayvanına en yakın olana bakılır.
"...'' Neam
(davarlar), deve, inek ve koyun türüdür. Ceza bunlardan verilir. Deve kuşunda
bir bedene (deve), yabani öküzde bir inek, yaban eşeğinde bir inek, dağ
keçisinde bir inek, ceylanda bir keçi, sırtlanda bir koç, tavşanda bir oğlak,
yer sıçanında da bir oğlak verilir. Bunların küçük yavrularına karşılık
öbürlerinin küçük yavrularından fidye verilir. Bu anılanlardan bir gözü kör
yahut bir tarafı kırık biri öldürülecek olursa, onun gibi bir gözü kör ya da o
tarafı kırık olanı fidye verir. Bununla birlikte sağlıklı olanı fidye vermesini
daha çok severim.
[1323] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Bize Malik, ez-Zübeyr'den
haber verdi, onun Cabir'den rivayetine göre, Ömer b. el-Hattab (r.a.) sırtlana
karşılık bir koç, ceylana karşılık bir keçi, tavşana karşılık bir oğlak, tarla
faresine karşılık bir oğlak fidye verilmesine hükmetti.
[1324] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Bize Süfyan Abdulkerim
el-Cezeri'den haber verdi o, Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mesud'dan o, babası İbn
Mesud'tan rivayet ettiğine göre, yer sıçanına karşılık erkek ya da dişi bir oğlak
verilmesi hükmünü verdi.
[1325] Bize Süfyan,
Muharik'ten haber verdi, onun Tarık'tan rivayet ettiğine göre, Erbed, bir
keleri çiğnedi ve sırtını kopardı. Ömer'e gelerek sordu, Ömer:
Senin görüşün nedir dedi
o: Su içmiş, ot otlamış bir oğlak, dedi. Ömer: Ona karşılık işte o verilir,
dedi.
[1326] Bize Süfyan,
Mutarrif'ten haber verdi o, Ebu Sefer'den rivayet ettiğine göre, Osman b. Affan
(r.a.) um hubeyn denilen bir tür kertenkele için koyun türündün bir oğlak
verilmesine hüküm verdi.
[1327] Bize Abdülvehab,
Eyyüb'ten haber verdi o, İbn Sirin'den o; İbn Cüreyc'den şöyle dediğini rivayet
etti: Benimle birlikte hüküm verecek bir hakem daha olsaydı, tilki karşılığında
bir oğlak fidye verilmesi hükmünü verecektim.
[1328] Bize Müslim, İbn
Cüreyc'den haber verdi o, Atadan şöyle dediğini rivayet etti: Av hayvanlarının
küçüklerine karşılık, koyun türünün küçüklerinden, kusurlu olanlarına karşılık
koyun türünün kusurlularından fidye verilir. Bunun yerine sağlıklı ve büyük
(iri) koyunlar ile bunların fidyesini vermesini daha çok severim.
Dedi ki: Bir kimse bir
ava vursa, onu yaralasa öldü mü yaşadı mı bilmese, bana göre onun için gerekli
olan yara sebebiyle onun eksilttiği değeri ödemesi gerekir. Eğer bu av bir
ceylan ise, ona sağlıklı iken ve bu kusurlu hali ile değer biçilir. Şayet
yarası değerini eksiltirse o takdirde koyunun bedelinin onda birini ödemesi
gerekir. Eğer bir inek yahut da bir deve kuşu ise de bu böyledir.
Daha sonra bir insan o
avı öldürse, bu sefer ona yaralı bir koyun düşer.
Sağlıklı bir koyunu onun
yerine fidye vermesini daha çok severim. Daha çok sevdiğim bir diğer husus ise,
av hayvanını yaraladıktan sonra gözünden kaybolsa, ihtiyaten onun fidyesini
vermesidir. Eğer bir tarafını kırmışsa, bu hali ile ona düşen iyileşince ve
kendisini koruyabilecek hale gelinceye kadar, onu beslemesidir. Eğer kendisini
koruyacak hale gelemiyorsa, o takdirde onun tam olarak fidyesini ödemekle
yükümlüdür. Gebe bir ceylanı vursa ve ölse, o takdirde gebe bir koyunun
kıymetini tasadduk etmesi gerekir. Çünkü ben ona: Gebe bir koyun kes diyecek
olursam bu hiç şüphesiz yoksullar için gebe olmayan bir koyundan daha kötü
olur. Ben onların lehine bir fazlalık isteyecek olursam onların payının
eksilmesine sebep olan bir şey ile onların lehine arttırmış olmam. Fakat ben,
onların lehine değerinde artış yaparım ve onu onlara yiyecek olarak veririm.
Dedi ki: İhramlı bir
kimse, cezasını ödemekle yükümlü olduğu av hayvanını öldürse, dilerse misli ile
onun cezasını verir. Eğer misliyle onun cezasını vermek istemezse, bu sefer
onun misline dirhem türünden değer biçilir. Sonra o dirhemler ile yemek /
buğday alınır. Sonra da o buğdayı tasadduk eder. Eğer oruç tutmak isterse, her
bir müd yerine bir gün oruç tutar.
Buğdayı da eti de Mekke'de
yahut Mina'da tasadduk etmedikçe, cezasını ödemiş olmaz. Eğer bunu Mekke ya da
Mina'nın dışında bir yerde tasadduk ederse, bunu Mekke ya da Mina'da iade eder.
Bu cezasını ihramdan çıkmadan önce de yerine getirebilir, ama ihramdan
çıktıktan sonra derhal yerine getirmelidir. Eğer cezasını yerine getirmeden
ayrılacak olursa, kendi adına yerine getirilmesi için o cezasını (oraya)
gönderir. Şayet fidye olarak oruç tutmak isterse, dilediği yerde oruç
tutabilir. Çünkü onun oruç tutmasının Harem'deki yoksullara bir faydası yoktur.
İhramlı kişi hata
yoluyla yahut kasten bir av hayvanı öldürse, onun cezasını verir. Eğer bir av
hayvanına isabet ettirip onun cezasını verirse, bundan sonra tekrar aynı işi
her yaptıkça öldürdüğü hayvanın cezasını verir. Hayvanı öldürdükten sonra yese,
yemesinden ötürü ona fazla ceza söz konusu olmaz. Fakat yaptığı iş çok kötü bir
iş olur. İhramlı iki kişi yahut bir topluluk bir av hayvanını öldürürse hepsi
bir tek ceza verir.
[1329] Şafii dedi ki:
Bize Malik, Abdülmelik b. Kurayr'dan haber verdi onun İbn Sirin'den rivayetine
göre, Ömer ve Nebi (s.a.v.)'in ashabından bir adam ile birlikte -Malik: O
Abdurrahman b. Avf'tır dedi- bir ceylanı çiğneyip öldüren iki kişi hakkında bir
koyun fidye vermesine hüküm vermişlerdir.
[1330] Bana sika kişi,
Hammad b. Seleme'den haber verdi o, Mahzum oğullarının sika / güvenilir birisi
olan mevlaları Ziyadaan rivayet ettiğine göre, ihramlı bir topluluk, bir av
hayvanını öldürdüler. İbn Ömer onlara: Size ceza düşüyor dedi. Onlar: Her
birimize bir ceza mı yoksa hepimize bir tek ceza mı, dediler: İbn Ömer,
şüphesiz size (o takdirde) çok ağır gelir, aksine hepinize bir tek ceza düşer.
[1331] Şafii dedi ki:
Bize Müslim b. Halid, İbn Cüreyc'den haber verdi o, Atadan bir avı ortaklaşa
öldüren bir topluluk hakkında şöyle dediğini rivayet etti: Hepsine bir tek ceza
düşer.
Dedi ki: Bu da aziz ve
celil Allah'ın Kitabına uygundur. Çünkü şanı yüce ve mübarek Allah:
"Cezası öldürdüğü hayvanın benzeridir" (Maide, 95) buyurmaktadır. Bu
da onun bir misli demektir. Ona iki misli / benzeri düşer diyen kimse Kur'anın
manasına muhalefet etmiş olur.
UÇAN AV HAYVANLARI
Şafii dedi ki: Uçan
kuşlar iki sınıftır, güvercinler ve güvercinlerin dışındakiler. Güvercinler,
erkek olsun dişi olsun, her birisinin fidyesi, (nassa) tabi olarak bir
koyundur. Ayrıca Araplar hep güvercin ile diğer uçan kuşlar arasında fark
gözete gelmişlerdir ve: Güvercinler kuşların efendisidir, 'güvercin öttüğünde
ve su içtiğinde' gibi deyimler kullanırlar. Araplar toplu olarak ona
"el-Hamam: Güvercin" derler ve ondan sonra farklı isimler
kullanırlar. El-Hamam, el- Yamam, ed-Dubasi, el-Kubadi, el-Pevahit ve buna
benzer güvercin gibi ses çıkartan kuşlara verdikleri diğer isimler.
[1332] Bize Süfyan b. Uyeyne,
Amraan haber verdi, o Atadan o, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Mekke
güvercinlerinden bir güvercin hakkında bir koyun (fidye) hükmünü vermiştir.
Şafii dedi ki: Ömer,
Osman, Nafi b. Abdulharis, Abdullah b. Ömer, Asım b.
Ömer, Said b. Müseyyeb
ve Ata da böyle demişlerdir.
Dedi ki: Bu güvercinin
Mekke'de öldürülmesi yahut da ihramh birisinin onu öldürmesi halinde böyledir.
Dedi ki: Güvercin
dışındaki kuşların fidyesi ise, az ya da çok olsun öldürüldüğü yerdeki
kıymetidir.
[1333] Şafii dedi ki:
Bize Müslim b. Halid ve Said b. Salim, İbn Cüreyc'den haber verdi, o Bükeyr b.
Abdullah'dan, o el-Kasım'dan, o İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, bir adam
kendisine çekirge öldüren bir ihramlının durumunu sormuş o da: Bir avuç buğday
tasadduk eder, buyurmuştur. İbn Abbas ayrıca: Gerçi bununla bir avuç çekirge
alır, ama benim görüşüm böyle, demiştir.
[1334] Şafii dedi ki:
Ömer de: Çekirgenin fidyesi bir hurmadır, demiştir. Şafii dedi ki: Fidyesi
verilen av hayvanları arasında; deve kuşu, güvercin ve benzeri yumurta yapan
bütün kuşların, eğer yumurtaları kırılırsa, bunun fidye si o yumurtanın
kırıldığı yerdeki değeridir. Tıpkı bir insana ait olup kırılması halinde,
kıymetinin ödendiği gibi. Bir insana ait bir av hayvanı öldürülecek olursa,
onun değeri sahibine dirhem ya da dinar olarak verilmelidir. Bunun cezasını ise
(fidyesini) yoksullara verir. İhramlı bir kimse, Harem bölgesinin içinde yahut
dışında ister kıran haccı, ister ifrad haccı, isterse umre için ihrama girmiş
olup bir av hayvanını öldürürse, onun cezası bir tanedir. Harem bölgesinin uzak
oluşundan dolayı ona bir şey arttırılmaz. Çünkü Harem'in azı da çoğu da orada
avlanma yasak olması itibariyle aynıdır.
İhramlı bir kimsenin,
ihramından çıkacağı vakte kadar, fidye ödemek yükümlülüğü bulunan hayvanlardan
öldürdüklerinin hepsi için, fidye verir.
Umreden çıkması, tavaf,
say, saçlarını tıraş etmesi ya da kısaltmasıyla olur. Hac için ihramdan çıkış
ise ikidir. Birincisi taş atmak ve tıraş olmakla gerçekleşir. Eğer Harem'in
dışında (bu halde iken) bir av öldürürse, ona bir ceza düşmez. Çünkü o
hanımlara yaklaşmanın dışında ihramın yasaklarının tümünden çıkmış olur.
İkincisi, Arafat'tan sonra Beyt'i tavaf etse yahut tıraş olsa da cemrelere taş
atmamış olsa dahi hükmü böyledir.
İhramlı kişi, bizzat
avlamadığı ya da kendisi için avlanmadığı sürece av hayvanından yiyebilir.
[1335] Şafii dedi ki:
Bize İbn Ebu Yahya el-Muttalib'in azatlısı Amr b. Ebu Amröan haber verdi; o
el-Muttalib b. Abdullah b. Hantaböan, o Cabir b. Abdullah'tan rivayet ettiğine
göre, Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: ''Av hayvanın eti bizzat siz
avlamadığınız yahut sizin için avlanmadığı sürece ihramda iken size
helaldir."
[1336] Şafii dedi ki:
Süleyman b. Bilal de hadisi böylece rivayet etmiş bulunmaktadır.
[1337] Şafii dedi ki:
Bize ed-Deraverdi, Amr b. Ebu Amröan haber verdi, o Selime oğullarından bir
adamdan, o Cabir b. Abdullantan rivayet ettiğine göre, Rasulullah (s.a.v.),
şöyle buyurdu: "Bizzat avlamadığınız yahut sizin için avlanmadığı sürece
ihramda iken av eti size helaldir."
Şafii dedi ki: İbn Ebu
Yahya'nın hıfzı, ed-Deraverdiöen daha sağlamdır. Şafii dedi ki: İhramb bir
kimse için, bir av hayvanı avlansa bir başkası onu kesse kendisi de onu yese,
kendisine haram olan bir şeyi yemiş olur. Bununla birlikte, onun cezasını
vermekle yükümlü değildir. Çünkü şanı yüce Allah, onun cezasını öldürülmesi
sebebiyle tespit etmiştir. O ise onu öldürmemiştir. Kişi bazı hallerde haram
olmakla birlikte, meyte / leş yiyebilir ve bundan dolayı ona ceza düşmez.
İhramb bir kimse, ihramda
olmayan birisine bir av hayvanını gösterse ya da ona bir silah verse yahut o av
hayvanını öldürmesi için binsin diye ona bir binek verse ve o da onu öldürse,
ona bundan dolayı ceza düşmez, fakat kötü bir iş yapmış olur. Tıpkı Müslüman
bir kimseyi öldürmeyi emretmesi halinde olduğu gibi. Kısas o emri verene değil,
katile uygulanır. Ama bu emri veren kişi de günahkardır.
Dedi ki: İhramda olmayan
birisi, bir av avlasa, ihramb bir kişi ondan onu satın alsa yahut kendisine
hibe etmesini istese ve onu kesse, onun cezasını vermekle yükümlüdür. Çünkü onu
öldüren odur.
İhramsız birisinin Harem
bölgesinde av hayvanını öldürmesi, tıpkı ihramlı bir kimsenin Harem bölgesinde
ve ihramlı iken öldürmesi gibidir ve onu öldürecek olursa, cezasını verir.
HAREM BÖLGESİNDEKİ
AĞAÇLARIN KOPARILMASI
Şafii dedi ki: Kişi,
ister ihramlı ister ihramsız olsun, Harem bölgesi içindeki ağaçlardan bir şey
keserse, cezasını öder. Küçük ağaçtan ötürü bir koyun, büyük ağaçtan ötürü bir
inek ceza olarak kesilir.
[1338] Bu aynı zamanda
İbn ez-Zübeyr ve Atadan da rivayet edilmektedir. Şafii dedi ki: İhramb birisi,
Harem bölgesi dışında ağaç kesebilir. Çünkü ağaç bir av değildir.
ETİ YENİLMEYEN AV
HAYVANLARI
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Eti yenmeyen av hayvanları iki sınıftır: Bir sınıfı düşman ve
saldırgandır. Bundan dolayı zarar gelir. Ayrıca bunun eti de yenmez. Bu
türlerini ihramh kişi öldürebilir. Aslan, pars, karga, çaylak, akrep, fare,
saldırgan köpek (yahut ta canavar vahşiler) gibi. İhramh bir kişi, işin başından
kendisi faaliyete geçip bunların küçüklerini de büyüklerini de öldürebilir.
Çünkü bunlar (öldürülmeleri) mubah bir sınıftır. Kendisine zarar vermeyecek
olsa dahi ilk önce kendisi ona hücum edebilir.
Bir diğer sınıfın ise
eti yenmez ve zararı da yoktur. Boz renkli, işe yaramayan buğase denilen kuş,
akbaba, kertenkeleye benzer gök renkli kumlarda yürüyüp kumun içine dalabilen
lühka, bağıdak kuşu, domuzlan böceği, hamam böceği gibi. Bu gibileri hakkında
verilmiş herhangi bir hüküm bilmediğim için onu kendiliğinden öldürmeye
kalkışmayı emr edemiyorum. Fakat bunlardan birini öldürecek olursa, ona fidye
düşmez. Çünkü bunlar av hayvanı türünden değildir.
[1339] Bize Müslim, İbn
Cüreyc'den haber verdi, o Atadan şöyle dediğini rivayet etti: İhramh bir kimse,
eti yenenlerden başkasının fidyesini vermez.
Dedi ki: Bu ise, mana
itibariyle, Kur'an ve Sünnete uygundur.
İhramb bir kimse,
keneleri büyük olanlarını küçük olanlarını, kütaleyi, pire, bitleri
öldürebilir. Şu kadar var ki, eğer bitler başında bulunuyorsa o bitlerin
başından ayıklanmasını müstehab görmüyorum. Çünkü bu rahatsızlık veren bir şeyi
gidermektir. Ayrıca ihramhnın biti öldürmesini, hoş görmüyorum. Eğer öldürürse
bundan dolayı bir şeyler tasadduk etmesini emrederim. Tasadduk edeceği her ne
olursa olsun, elbette ondan daha değerlidir ve bu tasadduku da vacip değildir.
Eğer biti, deri üzerinde görecek olursa, onu atar ve öldürür. Biti öldürmek
helal işlerdendir.
[1340] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan b. Uyeyne, İbn Ebu Necih'ten haber verdi, o Meymun b. Mihran'dan
şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'ın yanına oturdum. Saçı ondan daha
uzununu görmediğim bir adam geldi, yanına oturdu ve: Saçlarımın bu haliyle
ihrama girdim dedi. İbn Abbas dedi ki: Saçının kulaklarından aşağıya sarkan
kısmının üzerini örtebilirsin. Adam: Eşim olmayan bir kadını öptüm, dedi. İbn
Abbas: Bu senin ağzının zinasıdır, dedi. Adam: Bir bit gördüm onu attım, dedi.
İbn Abbas: O arkasına düşülmeyen bir kayıptır, dedi.
[1341] Bize Malik,
Muhammed b. el-Munkediröen haber verdi, o Rabia b. el-Hudeyröen rivayet
ettiğine göre, Ömer b. el-Hattab'ı es-Sükya denilen yerde çamur içinde bir
devesinin kenelerini ayıkladığını görmüştür.
[1342] Şafii dedi ki:
İbn Abbas dedi ki: İhramlı bir kimsenin küçük büyük keneleri öldürmesinde bir
sakınca yoktur.
DENİZ AVI
Şafii dedi ki: Yüce
Allah buyurdu ki: "Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere
deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helM kılındı?' (Miide, 96);
"İki deniz bir olmaz, bu çok tatlı, içimi hoş ve kolaydır, diğeri ise çok
acı ve tuzludur. Bununla birlikte her ikisinden de taze et yersiniz."
(Fatır, 12)
Şafii dedi ki: İçinde av
hayvanı barınan, ister kuyu, ister su göleti, isterse de başkası olsun ona
"bahrideniz" denir. Bu yerler, ister Harem'in dışında, ister Harem
bölgesinin içinde olsun hayvanı avlanır ve yenilir. Çünkü bunların hiçbirisi
haram olduğundan dolayı yasaklanmış değildir. Deniz avı ise, ancak yaşantısının
çoğunu suda geçirenler demektir. Denizin uçan kuşları ise aslında oradaki bir
karaya gider sığınırlar dolayısı ile bunlar kara avındandır. Öldürülmeleri
halinde cezaları ödenir.
MEKKE'YE GİRİŞ
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Mekke'ye girmek istediği takdirde erkeğin Mekke'nin bir tarafında
gusledip sonradan Beyt'e gitmesini, başka bir tarafa gitmeden işe tavaf ile
başlamasını müstehab görüyorum. Eğer gusletmeyecek yahut bir ihtiyaç sebebiyle
başka bir tarafa gidecek olursa bunda da onun için bir beis yoktur.
Beyt'i gördüğü zaman:
Allah'ım bu Beyt'in şerefini, ta'zim edilmesini, ona ikram ve saygı
gösterilmesini, onun heybetini arttır. Bu Evi hac ya da umre yaparak ziyarete
gelenler arasından, şerefine şeref katmak isteyenleri, onu ta'zim edenleri, ona
gerektiği gibi saygt gösterenleri şereflendir. Onları ta'zim ve ikram
görmelerini sağla, heybetlerini, güzellik ve iyiliklerini artttr. Allah'ın
selam Sensin, selam Sendendir. Rabbimiz bizi selam ile selamla."
Tavafa başlayacağı
vakit, ıztıba yaparak ridasını (ihramının üst örtüsünü) sağ omuzunun altından
solomuzunun üzerine atar. Sağ omuzunu da böylelikle açık bırakır. Sonra Hacer-i
Esved rüknünü -eğer gücü yeterse- istilam eder. Onu istilam ettiği sırada da:
''Allah'ım Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, Sana olan ahdime bağlı
kalarak, Nebin Muhammed (s.a.v.)'ın sünnetine uyarak (tavafıma
başlıyorum)." der.
Sonra sağ taraftan
yoluna devam eder. Hacer-i Esvedüen (başlayıp tekrar) Hacer-i Esved'e kadar
yaptığı ilk üç tavafında (turunda) remel yapar. Tavaflar arasında yürüme
yoktur. Diğer dördünü ise yürüyerek bitirir. Eğer bir miktar izdiham olduğu
için remel yapamayacak olursa, durduğu takdirde kimseye eziyet vermeyecekse önü
açılıncaya kadar durur, sonra remel yaparak devam eder. Eğer durduğu takdirde
kimseyi rahatsız edecekse, insanlarla birlikte onların yürüyüş temposu ile
yürür. Önünde açıklık gördükçe remelini yapar. Bununla birlikte insanların
arasından remel yapabilecek şekilde kenara çıkarak tavaf etmesini daha çok
severim. Şayet bir tavafında (turda) remel yapmazsa ikisinde remel yapar,
ikisinde yapmazsa birinde yapar, üçünde de yapmazsa kazasını yapmaz. Çünkü
remelin yapılacağı yer, geçtikten sonra onun kazasını geri kalan turlarda
yapmaz. Bundan dolayı ona fidye de düşmez iade de etmez. Remeli unutarak ya da
kasten terk etmesi arasında fark yoktur. Ancak kasten terk etmesi halinde kötü
bir iş yapmış olur. Iztıba ve istilam da böyledir. Yapmayacak olursa, fidye
gerekmez ama iade etmekle yükümlü de değildir.
Dedi ki: Bununla
birlikte, gücünün yettiği kadarı ile istilam yapmasını müstehab görürüm.
Yalnızca Hacer-i Esved rüknü ile Rükn-i Yemani'yi istilam eder. Rükn-i
Yemani'yi eliyle istilam eder (selamlar) sonra elini (avuç içini) öper, fakat
rüknün kendisini öpmez. Hacer-i Esved'i eliyle istilam eder ve elini öper,
imkanı bulursa Hacer'i de öper. Bunu yaparken gözlerinin (zarar göreceğinden)
ve yüzünün yaralanmasından korkmaz.
Ayrıca Hacer-i Esved'in
hizasına her geldiğinde tekbir getirmesini ve remel yaptığı sırada:
"Allah'ım bunu
kabul edilen bir hac kıl, günahımı bağışlanan bir günah, çalışıp çırpınmamı
mükafatlandırılan bir amel kıl" demesini de müstehab görürüm.
Diğer dört tavafta da:
Allah'ım mağfiret buyur,
rahmet ihsan eyle, bildiğim günahlarımı bağışla şüphesiz sen en aziz ve en
kerimsin. Allah'ım Rabbimiz bize dünyada bir güzellik, ahirette bir güzellik
ver ve bizi ateş azabından koru" der.
Tavafını bitirdikten
sonra Makam (-ı İbrahim)'ın arkasında iki rekat namaz kılar. Birinci rekatta,
Kafirun Suresi'ni, diğerinde ise İhlas Suresini okur.
Elbette ki bunların her
birini Ummu'l-Kur'an'ı (Fatiha'yı) okuduktan sonra okur. Sonra tekrar rükne
dönüp onu istilam eder. Bununla birlikte bu namazı nerede kılarsa yeterlidir.
Ummu'l-Kur'an (Fatiha) ile birlikte ne okursa o da yeter.
Rükn-i Yemani'yi istilam
etmeyecek olursa ona bir şey düşmez.
Abdestsiz olarak Beyt'i
tavaf etmesi de namaz kılması da olmaz. Yedi tavaf (tur )den daha aşağı yapılan
tavaf da geçerli değildir. Eğer yediyi tamamlamadan çıkıp Safa ile Merve
arasında sayedecek olursa, onun yapacağı say'ı taharetli olarak ve tam yedi
tavaftan (turdan) sonra yapılmadıkça geçersizdir.
Namaz dolayısı ile
tavafı kesilecek olursa, tavafının kesildiği yerden devam eder. Abdesti bozulur
yahut burnu kanarsa, çıkıp abdest alır sonra döner, tavafına kesintiye uğradığı
yerden devam eder. Aynı şekilde abdesti bozulursa, böyle yapar. Eğer arada
geçen zaman uzarsa tavafa yeniden başlar. Tavaf sayısında şüphe edip beş mi
dört mü tavaf ettiğini bilemezse, kesin emin olduğunu esas alır. Şüphe ettiğini
saymaz. Böylelikle tam yedi ya da ondan fazla tavaf (şavt / tur) yaptığından
kesin emin olmuş olur.
SAFA'YA ÇıKMAK
Şafii dedi ki: Daha çok
sevdiğim Safa tepesine Safa kapısından girmesi, tepenin üstüne Kabe'yi
görebileceği bir yere çıkması, sonra Beyt'e dönerek tekbir getirip şöyle
demesidir:
"Allahu ekber,
Allahu ekber, Allahu ekber, ham d Allah'a mahsustur. Bizi hidayete ilettiği
için Allahu Ekber. Bizi hidayete ilettiğinden ve bize bunca ihsanları
lütfettiğinden ötürü hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka hiçbir ilah
yoktur. O bir, tektir O'nun ortağı yoktur. Mülk yalnız O'nundur, hamd yalnız
O'nadır. Diriltir, öldürür, hayır yalnız O'nun elindedir. O her şeye gücü
yetendir. Allah'tan başka ilah yoktur. O vadini gerçekleştirdi. Kuluna yardım
ve zafer verdi. Bütün grupları tek başına O bozguna uğrattı. O'ndan başka ilah
yoktur. Dinimizi yalnız O'na halis kılanlar olarak, yalnız O'na ibadet ederiz.
İsterse kafirler hoşlanmasın."
Sonra dua ve telbiye
getirir. Sonra döner ve tekrar bunları söyler. Bunları üç defa tekrar eder.
Sonra her iki tekbir arasında din ve dünyasına dair içinden geldiği gibi dua
eder.
Sonra Safa'dan inip
yürümeye başlar. Nihayet Mescid'in Rüknü'nde yaklaşık altı zira kadar
(yüksekte) asılı bulunan yeşil milden biraz öncesinden hızlıca koşar ve ta ki
Mescid'in avlusunda ve Abbas'ın evinin yanında bulunan diğer iki yeşil milin
hizasına gelinceye kadar, böyle koşar. Sonra Merve'nin üstüne çıkıp eğer
görebilirse Beyt'i görünceye kadar yürür. Sonra Merve'in üzerinde Safa'nın
üzerinde yaptığını yapar ve bunu yedi saye tamamlayıncaya kadar sürdürür. Saye
Safa ile başlar Mervede bitirir.
Bu husustaki asgari
yükümlülüğü, ikisi arasında yürümeyi de koşmayı da eksiksiz yapmasıdır. Eğer
ikisine ya da onlardan birisine çıkmazsa, tekbir getirmezse, dua etmezse,
sayetmesi gereken yerde sayetmezse, fazilet olan işleri terk etmiş olur, fakat
iade etmesi de gerekmez, ona fidye de düşmez.
Safa ile Merve arasında
say yaptığı sırada, taharet üzere (abdestli) olmasını müstehab görüyorum, eğer
taharet üzere olmayıp cünüp ya da abdestsiz ise yine ona bir zararı yoktur.
Çünkü ay hali kadın da say yapar.
Safa ile Merve arasında
say yaparken, namaz için kamet getirilecek olursa, kendisi de gidip namazını
kılır sonra döner ve say'ıni kestiği yerden devam ettirir. Burnu kanar yahut
abdesti bozulacak olursa, say'ı bırakır abdest aldıktan sonra dönüp kaldığı
yerden devam eder.
Safa ile Merve arasında
sayetmek vaciptir, başka şeyonun yerini tutmaz.
Umre yapan bir kimse
evine dönünceye kadar say yapmayacak olursa, geri dönünceye kadar yine her
şeyona (ihramlı olarak) haramdır. Eğer hac eden birisi olup cemreye taş atmış
ve tıraş olmuş ise, yine dönünceye (say yapıncaya) kadar kadınlara yaklaşması
haramdır.
Safa ile Merve arasında
ancak tam yedi şavt yeterli olur, eğer yediye tamamlamadan dönecek olursa,
şayet yedinci şavtından yalnızca bir arşın kadarını dahi terk etmiş ise, hiç
say yapmamış gibi, aynı durumda kalır ve geri dönüp yeniden tavaf (say)
yapıncaya kadar bu halde kalmaya devam eder.
[1343] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Bize Abdullah b.
el-Müemmel el- Aiz'i, Ömer b. Abdurrahman b. Muhaysın'dan haber verdi. O Ata b.
Ebu Rebah'tan, o Şeybe kızı Safiyeöen şöyle dediğini rivayet etti: Abduddar
oğullarına mensup bir kadın olan Ebu Ticrat'ın kızı bana haber vererek dedi ki:
Kureyşli bazı kadınlarla birlikte İbn Ebu'l-Hüseyn'in evine girdik. Rasulullah
(s.a.v.) Safa ile Merve arasında say yaparken onu görmek istedik. Onun say
yaptığını gördüm, beline bağladığı izarı hızlı koşmasından dolayı dönüp
duruyordu, hatta ben kendi kendime: Gerçekten diz kapağını görüyorum, diyordum.
Ayrıca onun: "Sayedin şüphesiz Allah üzerinize sayetmesini yazdı"
buyurduğunu da işittim.
[1344] Bize Süfyan, İbn
Ebu Necih'ten haber verdi, o babasından şöyle dediğini rivayet etti: Bana Osman
b. Affan (r.a.)'ı gören birisinin haber verdiğine göre, o Satinın alt tarafında
bir çukurca yerde ayakta durur, fakat tepenin üstüne çıkmazdı.
Şafii dedi ki:
Kadınların Beyt'i tavaf ederken de Safa ile Merve arasında sayederken de remel
yapmaları (koşmaları yükümlülükleri) yoktur. Onlar normal halleriyle yürürler.
Bununla birlikte, güzelliğiyle ün salmış bir kadının geceleyin tavaf ve say
yapmasını müstehab görüyorum. Gündüzün tavaf edecek olursa, elbisesini yüzünün
üzerine sarkıtır yahut tesetlürlü bir şekilde tavafını yapar.
Kadınlar ve erkekler
Beyt'i, Safa ile Merve arasını da yürüyerek tavaf ederler. Bir hastalıktan
ötürü, taşınarak tavaf etmelerinde bir sakınca yoktur. Hastalıksız olarak
taşınarak tavaf ederlerse iade etmeleri de fidye vermeleri de gerekmez.
[1345] Bize er-Rebi'
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki:
Bize Said b. Salim el-
Kaddah, İbn Ebu Zi'b'den haber verdi. O İbn Şihab'dan, o Ubeydullah b. Abdullah
b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) devesi üzerinde oluğu halde,
Beyt'i tavaf etti, rüknü (Hacer-i Esvedi) bastonu ile istilam etti.
[1346] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan, İbn Tavus'tan haber verdi, onun babasından rivayet ettiğine göre,
Nebi (s.a.v.), ashabına, öğle sıcağında ifada tavafını yapmalarını emrederdi.
Kendisi ise hanımlarıyla birlikte geceleyin ifada tavafını yaptı. O Beyt'i
tavaf ederken rüknü elindeki bastonu ile istilam etti, zannederim:
Bastonun ucunu da
öpüyordu, dedi
BİR KİŞİNİN BAŞKASINI
TAŞIYARAK TAVAF ETMESİ
Şafii dedi ki: Kişi
ihramlı olursa ve küçük yahut da büyük ihramlı birisini taşıyarak tavaf ederse,
bunu yaparken hem küçük ve büyük kişinin hem de kendisinin tavafını yapmayı
niyet etmesi gerekir. Çünkü tavaf, taşınanın tavafıdır. Taşıyanın değiL.
Taşıyana da tavafını iade etmesi düşer ve o tavaf etmekle yükümlüdür. Çünkü
tavaf etmemiş kimse gibidir.
KİŞİ SAFA VE MERVE'DEN
SONRA NE YAPAR?
Şafii dedi ki: Kişi umre
yapıyorsa, beraberinde kurbanlık varsa, Safa ile Merve say'ını bitirmesinden
sonra tıraş olmadan yahut saçlarını kısaltmadan kurbanını kesmesini müstehab
görüyorum. O bu kurbanını da Merve'nin yakınında keser. Bununla birlikte,
Mekke'nin neresinde keserse bu yeterli olur. Kurbanını kesmeden önce tıraş olur
yahut saçlarını kısaltırsa ona fidye gerekmez. Kurbanını keser. Keseceği kurban
ister vacip ister tetavvu olsun, fark etmez.
Eğer kıran haccı yahut
sadece hac (ifrad haccı) yapıyor ise, tıraş etmeyi erteler. Nahr günü cemreye
taş atıncaya kadar tıraş olmaz. Ondan sonra saçlarını tıraş eder yahut
kısaltır. Bununla birlikte, tıraş olmayı daha çok severim. Kişi dazlak ya da
başında saçı yoksa yahut daha önceden tıraş olmuşsa, usturayı kafası üzerinden
geçirir. Sakalından ve bıyıklarından Allah için saçlarının bir kısmını kesmiş
olması için kesmesini daha çok severim. Bunu da yapmazsa ona bir şey düşmez.
Çünkü ibadet sakalda değil başta söz konusudur. Kadınlar hakkında saçların
tıraş edilmesi söz konusu değildir. Saçlarının uçlarından parmak ucu kadar
alınır. Bundan daha az kesilir yahut da başın cihetlerinden birisinden alınırsa
üç tel ve fazlası olduktan sonra bu onlar için de erkekler için de yeterli
olur.
Saçlarını ister bir
demir (makas) ile ya da bir başka şey ile almış olsunlar, ister yolarak, ister
keserek yapmış olsunlar, eğer buna bir şeyler almak denilebiliyorsa ve ona bir
miktar saç adı verilebilecek kadar aziz ve celil Allah için ondan kesilmiş ise,
yeterli olur. Bu miktar ise üç saç teli ve fazlasıdır.
İFRAD HACCI VE KIRAN HACCI
YAPAN KİŞİ NE YAPAR?
Şafii dedi ki: İfrad
haccı ve kıran haccı yapan kimsenin, Beyt'i çokça tavaf etmesini müstehab
görürüm. Tevriye (Zülhiccenin 8. Arefe gününden önceki) gün Mina'ya çıkmalarını
sonrada orada öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazını kılıncaya kadar
kalmalarını sonra güneş Sebir tepesi üzerine doğduğu mu -ki bu güneşin ilk
doğduğu zamandır- erkenden yola koyularak Arafat'a gitmelerini, orada imamla
birlikte namaz kılmalarını, onunla beraber güneşin zevalinden sonra öğle ve
ikindiyi cem ederek kılmalarını müstehab görüyorum. Bu şekilde hac edenler için
müstehab gördüğümü imam için de müstehab görüyorum.
O gün, kıraati açıktan
okumaz, çünkü bu bir Cuma namazı değildir. Güneş zevale erdi mi mescide gelir,
minbere oturur birinci hutbesini verir. Oturduğu zaman müezzin ezanı okumaya
başlar. İmam konuşmaya başlar ve müezzinin ezanı okuyup bitireceği kadar bir
süre de ininceye kadar konuşmaya devam eder. O inince müezzin kamet getirir.
Öğlen namazını (imam) kıldırır. İmam öğlen namazından selam verince müezzin
kamet getirir ve ikindi namazını kılar. Sonra imamın vakfe yapacağı yer olan
kayalıkların yakınında vakfe yerine gider. Sonra kıbleye yönelerek geceye kadar
dua eder insanlar da aynı şeyi yapar.
Kişi Arafat'ın neresinde
vakfe yaparsa onun için geçerlidir.
[1347] Çünkü Nebi
(s.a.v.); "İşte vakfe yeri burasıdır ve Arafat'ın tamamı vakfe yapılacak
yerdir." buyurmuştur.
Vakfe yerinde telbiye
getirir. Ayakta da binekli olarak da vakfe yapar. Eğer beraberinde bineği
varsa, bana göre ayakta durmanın binekli vakfe yapmaya göre fazileti yoktur.
Kendisinin buna gücünün yetip zayıf düşmeyeceği hali müstesna o vakit
bineğinden inip ayakta vakfe yapmasında bir sakınca olmaz. Bineğinden inse ve
otursa, ona bir şey düşmez. Vakfe yaptığı yer ister kumluk olsun ister tepe
olsun fark etmez.
Hacca yetişmiş olabilmek
için Arafat'ta ona yeterli gelecek asgari şey Arafat'ın sınırlarına gelmekten
ibarettir. İsterse vakfe yapmasın ve zevalden Nahr gecesinin fecrinin doğuşuna
kadar dua etmemiş olsun, ama bu kadarına dahi yetişemeyen bir kimse haccı
kaçırmış olur.
Bununla birlikte, hac
edenin, o gününü başka hiçbir şeyle uğraşmayarak duaya ayırmasını müstehab
görürüm. Eğer ticaret yaparsa yahut dua etmeyip başka şeylerle uğraşırsa haccı
fasit olmaz, bundan dolayı ona fidye de gerekmez.
Arafat'tan, zevalden
sonra ve güneş batmadan önce çıkarsa çıktığı vakit ile fecrin doğuşu arasındaki
sürede dönmekle yükümlüdür. Eğer bunu yaparsa, ona fidye düşmez. Fakat yapmazsa
ona fidye düşer. Fidye ise, bir kan akıtmak (kurban kesmektir). Güneşin
batışından sonra geceleyin Arafat'tan çıkıp bundan önce de gündüzün vakfe
yapmamış ise ona fidye düşmez.
Arafat, içinde mescidin
bulunduğu Urana vadisini aşan yerdir. Mescid, Arafat'tan değildir. Arafat'tan
itibaren İbn Amir bahçeleri ve Hısn yolu bitişiğinden itibaren Arafat'ın
karşısındaki bütün dağlara kadar bulunan Urana vadisi de Arafat'tan değildir.
Kişi ilk gelişinde,
Mina'ya uğramayacak olursa, ona bir şey düşmez. Aynı şekilde oraya uğramakla
birlikte konaklamasa da durum böyledir. Ama güneş batmadan ve battığı açıkça
görülmeden Arafat'tan (Müzdelife'ye gitmek üzere) ayrılmaz.
ARAFAT'TAN AYRILAN KİMSE
NE YAPAR?
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Arafat'tan ayrıldığı zaman ister binekli olsun ister yayan
gitsin, pek hızlı yürümemesini müstehab görürüm. Eğer normalden hızlı yürümekle
birlikte, kimseye eziyet etmiyorsa, bunu da mekruh görmem, ama başkasına eziyet
vermesini mekruh görürüm. Başkasına eziyet verecek olursa, ona fidye gerekmez.
El-Me'zimeyn diye
bilinen Arafat ile Meş'ar arasındaki yolu takip etmesini de severim. Şayet Dab
yolunu izlerse bir sakıncası yoktur. Müzdelife'ye varıncaya kadar akşam ile
yatsıyı kılmaz. Oraya varınca, ikisini bir arada beraberlerinde ezan olmaksızın
iki kamet ile birlikte (cem' ederek) kılar. Müzdelife'ye varmadan gece yarısını
bulursa, akşam ile yatsıyı Müzdelife'den önce kılar.
Müzdelife ise Arafat'ın
iki Me'zimesinden geçtikten sonra başlar. Bu iki Me'zime ise Karn Muhassır
denilen yere varıncaya kadar Müzdelifeöen değildir. Karn Muhassır ise, o
yerlerde sağınızda ve solunuzda kalan yerlerdir. Yukarıları, dağ yolları ve
ağaçlıkların hepsi Müzdelifeöendir.
Müzdelife bir konaklama
yeridir. Bir kişi gece yarısından sonra oradan çıkacak olursa, ona fidye
düşmez. Gece yarısından önce çıkıp ta Müzdelife'ye geri dönmezse, fidye verir.
Fidye ise keseceği ve sadaka olarak dağıtacağı bir koyundur. Sabah namazını ilk
vakitlerinde kılıncaya kadar orada kalmasını sonra Kuzah tepesinde ortalık
aydınlanıncaya ve güneş doğmadan az öncesine kadar vakfe yaparak sonrada oradan
ayrılmasını müstehap görürÜID. Müzdelife'nin neresinde vakfe yapar yahut inerse
/ konaklarsa onun için yeterlidir. Müzdelife'de güneş doğuncaya kadar yahut
bundan sonrasına kadar gecikecek olursa, bunu mekruh görürÜID. Bununla birlikte
ona fidye gerekmez.
Müzdelife'yi bırakıp
orada konaklamaz ve gecenin ilk yarısından itibaren sabah namazı arasındaki
vakitte orada bulunmazsa, fidye verir. Bu vaktin (kısa) bir süre içinde
bulunursa ona fidye gerekmez. Sonra yine Arafat'tan ayrılışta -söylediğim gibi-
acele etmeyecek bir surette Müzdelifeöen yola koyulur. Bununla birlikte,
Muhassır vadisinin iç tarafında, bir taş atımlığı kadar bir mesafe içerisinde,
daha hızlı yol almasını müstehab görürüm. Böyle yapmayacak olursa ona bir şey
düşmez.
[1348] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan, İbn Tavusöan haber verdi, o babasından rivayet etti (H). Bize
Müslim b. Halid de İbn Cüreycöen haber verdi, o Muhammed b. Kays b. Mahremeöen
rivayet etti. İkisinden birisi diğerine göre bazı fazlalıklar zikretmekle
birlikte, her ikisi ortak bir mana ile Nebi (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etti: "Cahiliye dönemi insanları güneş batmadan önce Arafat'tan
vakfeyi bırakıp ayrılıyorlardı. Müzdelife'den de güneş doğduktan sonra
ayrılıyor ve: Ey Sebir (dağı), tepene güneş doğsun ki biz de ayrılıp gidelim,
derlerdi. İşte yüce Allah bunların birincisini geciktirdi, ikincilerini de öne
geçirdi. Yani Müzdelife'den ayrılışı güneşin doğuşundan öncesine aldı.
Arafat'tan ayrılışı da güneş batıncaya kadar geciktirdi."
[1349] Bana Müslim b.
Halid, İbn Cüreycöen haber verdi, o Ebu Zübeyröen, o Cabiröen rivayet etti. ..
[1350] Bize Süfyan b.
Uyayne de Muhammed b. el-Munkediröen haber verdi. O Said b. Abdurrahman b.
Yerbuöan, o İbn el-Huveylis'ten şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Bekir
es-Sıddık'ı Uza (tepesi üzerinde) vakfe yaparken şöyle dinledim: Ey insanlar,
sabahı edin, ey insanlar sabahı edin, sonra oradan ayrıldı ve devesini bastonu
ile dürtüklemesinden ötürü onun uyluğunu dahi gördüm.
[1351] Şafii dedi ki:
Bize sika birisi olan İbn Ebu Yahya yahut Süfyan ya da her ikisi Hişam b.
Urveöen haber verdi, o babasından rivayet ettiğine göre, Ömer, Muhassır
vadisinin iç tar,Üinda bineğini hızlıca dürtükler ve şöyle derdi:
"Onlar karınları
zayiflamış oldukları halde sana doğru koşuyorlar dinleri Hristiyanların
dinlerine muhalif olarak"
[1352] Şafii dedi ki:
Bize Süfyan'ın haber verdiğine göre o, Abdullah b. Ebu Yezid'i şöyle derken dinlemiş:
İbn Abbas'ı şöyle derken dinledim: Ben Nebi (s.a.v.)'ın önden gönderdiği yakın
akrabaları arasında idim - bu sözleriyle Müzdelifeöen Mina'ya önden
gönderildiklerini kast ediyor.
MİNA'YA GİRİŞ
Şafii dedi ki: Güneş
doğmadan önce, kimsenin cemreye taş atmamasını müstehab görürüm. Bununla
birlikte gece yarısından sonra, güneş doğmadan önce ve fecirden önce taş
atmasında da bir sakınca yoktur.
[1353] Bize Davud b.
Abdurrahman ve Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdi, Hişam b. Urve'den haber
verdi, o babasından şöyle dediğini rivayet etti:
Nahr (Kurban bayramı
birinci günü) Rasulullah (s.a.v.) Umm Seleme'nin yanına gitti, ona cemreye taş
atıp Mekke'de sabah namazına yetişmek için Cemden (Müzdelife'den) ayrılmakta
acele etmesini söyledi. O gün sıra Umm Seleme'nin günü olduğundan ötürü, onun
da vaktinde (gelmesini) arzu etmişti.
[1354] Bize sika ravi,
Hişamdan haber verdi, o babasından, o Ebu Seleme kızı Zeynep'ten, o Umm
Seleme'den, o Nebi (s.a.v.)'dan aynısını rivayet etti.
Şafii dedi ki: Bu ise ancak
onun fecirden bir süre önce cemreye taş atmış olması halinde mümkün olabilir.
Nahr (Kurban bayramı birinci günü) ise yalnızca Akabe cemresine taş atar ve
buraya binekli olarak taş atar. Nefr günü(bayramının üçüncü günü öğleden sonra)
de aynı şekilde binekli olarak buraya taş atar. Son iki günde ise, yürümesini
müstehab görürüm. Binse de ona bir şey düşmez.
[1355] Bize Said b.
Salim haber verdi dedi ki: Bana Eyman b. Nabil haber verdi dedi ki: Bana Kudame
b. Abdullah b. Ammar el- Kilabi haber verdi, dedi ki:
Nebi (s.a.v.)'ın
es-Sahbah adındaki devesi üzerinde taş atarken gördüm. Ne vurma ne kovma vardı,
ne de kenara kenara diye bir şey denildi.
Şafii dedi ki: Müstehab
gördüğüm bir husus da cemreye atacağı taşları Nahr günü (gecesi) Müzdelife'den almasıdır.
Bununla birlikte, nereden alırsa yeterli olur. Bütün Mina günlerinde de aynı
şekilde taşları nereden alırsa olur. Ancak üç yerden almasını mekruh görüyorum.
Mescidin çakıllarının dışarıya çıkmaması için mescitten alması, abdest bozulan,
açık yerlerden, necasetinden ötürü alınmasını da ve necis her bir yerden
alınmasını da mekruh görüyorum. Cemrenin, kendi çakıl taşlarının alınmasını da
mekruh görüyorum. çünkü o taşlar makbul görülmeyen taşlardır ve bir defa taş
olarak atılmış bulunuyorlar. Bununla birlikte bütün bu tür taşlarla atarsa yine
yeterli olur.
Dedi ki: Cemrelere
taştan başka atılan şeyler kabul olunmaz. Kendisine taş denilebilen parlak
keskin taş, mermer, kil taşı, nisbeten yumuşak ve sert türden hangisi olursa
olsun geçerlidir. Kendisine taş denilmeyen hiçbir şey de geçerli olmaz. Kireç,
bir araya toplanmış çamur, ister pişmiş olsun ister çiğ olsun, tuz, cam
kırıkları ve daha başka kendilerine taş denilemeyen şeyler gibi. Bu türden
şeyleri atan, bir daha tekrar eder, taş atmamış gibi olur. Cemrelere üst
taraflarından, alt taraflarından ya da hizasından, nereden olursa olsun, taş
atmasında bir sakınca yoktur.
Nahr günü dışında Mina
günlerinde herhangi birisinde, cemrelere ancak zevalden sonra taş atılır.
Cemrelere zevalden önce taş atan iade eder. Hiçbir cemreye yedi taştan aşağı
atmaz. Eğer altışar taş atsa yahut da beraberinde 2 ı taş bulunmakla birlikte
cemrelere attığı halde, hangi cemreye altı taş attığını bilmiyorsa bu sefer
yeniden birinci cemreye bir tek taş atar. Böylelikle oraya attığı taşların
sayısını yediye tamamladığından kesinlikle emin olur. Sonra diğer iki cemreye
yedişer taş atar.
Attığı bir taş, bir
insana yahut bir mahfeye isabet etse, sonra oradan yönünü alıp cemrenin taş
düşen yerlerinin bir kısmına isabet etse, onun için geçerli olur. Fakat taş
düştükten sonra insan yahut deve onu silkelese taşların düştüğü yere değse onun
için sayılmaz.
Bir kişi, iki yahut üç
taşı ya da daha fazlasını bir defada atacak olsa, bu ancak tek bir taş atmış
gibi olur ve yedi defa atmakla yükümlüdür. Taş atmakta onun asgari görevi,
taşı, taşların düştüğü yere düşürecek kadar atmaktır. Attığı taş gözünden
kaybolursa ve nereye düştüğünü görmezse onu iade eder. Taşların yerine
düştüğünü bilmedikçe o taş onun için geçerli olmaz.
İlk ve orta cemreye üst
taraflarından taş atar. Bununla birlikte nereden taş atarsa onun için
geçerlidir. Akabe cemresine de vadinin iç tarafından taş atar. Buraya da
nereden atarsa geçerlidir.
Birinci cemreye taş
attıktan sonra, ileriye geçer ve cemreyi oradan uçuşacak taşların kendisine
isabet etmeyeceği bir yere gelince, arkasına alır sonra durur tekbir getirir
Allanı anar. Bakara suresi kadar dua eder. Bunun bir benzerini orta cemrede
yapar. Ancak orta cemreyi sağ tarafına alır. Çünkü orta cemre başka türlüsünü
yapmasına imkan vermeyecek şekilde bir tepecik üzerindedir. Taşları kendisine
isabet etmekten uzak selin aktığı yerin iç tarafında durur. Fakat bunu Akabe
cemresinin yanında yapmaz. Aynı işi bütün Mina günlerinde tekrar eder.
Fakat bunları yapmayacak
olursa, iade yükümlülüğü de yoktur. Ona fidye de düşmez. Çobanların Nahr
(Kurban bayramı birinci) günü cemreye taş attıktan sonra ayrılıp Mina'da
gecelemeyi terk etmelerinde, kendi develeri arasında gecelemelerinde, orada
kalıp Kurban bayramı birinci gününden sonraki günde taş atmayarak, orada
kalmalarında bir sakınca yoktur. Aynı şekilde Kurban bayramı birinci gününün
ertesi günü gelip işe develer arasında kalarak geçirdikleri o günün taşlarını
atmakla, nihayet o cemrelere taş atmayı tamamladıkları vakitte tekrar birinci
cemreye dönüp o günlerinin taş atmalarına başlamalarında da bir sakınca yoktur.
Eğer sader tavafı (veda tavafı) yapmak isterlerse, onlar bu durumda
üzerlerindeki taş atma görevlerini bitirmiş olurlar. Şayet develerinin arasına
dönerlerse yahut sader (veda tavafı) yapmak istemeyip Mina'da kalırlarsa,
ertesi günü - ki bu da son nefr / Mina'dan ayrılış günüdür- taş atarlar.
Dedi ki: Gündüzün
cemrelerden birisine taş atmayı unutan bir kimse, geceleyin cemreye taş atar ve
ona bir fidye düşmez. Aynı şekilde cemrelere taş atmayı Mina'nın son günlerinde
taş atıncaya kadar unutanın durumu da böyledir. Akabe cemresini unutması
halinde, taş atması ile üç cemreye taş atmayı unutması arasında -eğer bunları
taş atma günlerinde taşlayacak olursa- ona bir şey düşmez. Taş atma günleri
geçip de atması gereken taşların tümünden geriye atmadığı üçtaş ve daha fazlası
kalmışsa o takdir de ona bir kurban kesmek düşer. Şayet atmadığı bir taş
kalmışsa, bir müd buğday verir. İki taş kalmışsa iki müd ama üçtaş kalmışsa,
kurban keser.
Üzerinde iki taş atma
borcu birikmişse, önce birincisini tamamlar sonra dönüp diğerine başlar. Aynı
yerde 14 taş atması onun için geçerli olmaz. Eğer bu işi Mina günlerinin
sonuncusuna kadar geciktirip, yükümlü olduğu bütün taşları güneş batıncaya
kadar tamamlayamamış ise belirttiğim şekilde fidye verir. Fidye ise üçtaş ve
yukarısında bir kurbandır. Güneş battıktan sonra ise taş atmak söz konusu
olmaz.
Dedi ki: Aynı şekilde
Mina'dan birinci nefr / ayrılış günü ayrılsa sonra üzerinde taş atma horcunun
kaldığını hatırlasa bir kurban keser. Eğer ihtiyatlı davranıp taş atarsa, bunu
da mekruh görmem ve ona bir şey düşmez. Çünkü o haccı kesintiye uğratmış olur.
Böyle bir kesinti yapma hakkı da vardır.
Taş atamayan hasta
adına, taş atılabilir. Şöyle de denilmiştir: Hasta kişi, kendi adına taş atacak
kişinin eline taşı (koyar ve beraber) atar ve tekbir getirir. Bunu yaparsa, bir
sakınca yoktur. Yapmazsa ona bir şey düşmez. Mina günlerinde sağlına kavuşup
kendi adına atılmış taşları atarsa böyle yapmasını daha müstehab görürüm. Ama
yapmayacak olursa da ona bir şey düşmez. Taş atamayan çocuk adına da kişinin
kendisi taş atar. Eğer kendisine taş atması söylendiği vakit buna aklı
eriyorsa, çocuk kendi adına taş atar. Adam kendi adına taş attıktan sonra,
başkası adına taş atar (atabilir). Yani önce kendisi adına taş atma işini
tamamlar sonra dönüp başkasının adına taş atar. Tıpkı kendisinin iki cemreye
taş atması gerektiğinde yaptığı gibi yapar.
Taş attığı zaman,
koltuklarının altındaki beyazlık görülünceye kadar ellerini kaldırıp her bir
taş ile birlikte tekbir getirmesini müstehab görüyorum. Bunu yapmayacak olursa
ona fidye düşmez.
Dedi ki: Eğer taş necis
ise ve aynı şekilde necisliğinde şüphe ediyor ise, elin yahut izarın necis
olmaması için yıkanmasını müstehab görürüm. Böyle yapmayıp bu taşı atarsa o da
geçerli olur.
Cemrelere küçük çakıl
taşları büyüklüğündeki taşları ve bundan daha büyük olanını atmaz.
[1356] Bize Müslim, İbn Cüreyc'den
haber verdi. o Ebu Zübeyr'den, o Cabir'den rivayet ettiğine göre Nebi (s.a.v.)
cemrelere küçük çakıl taşlar gibi taşlar attı.
[1357] Bize Süfyan,
Hamid b. Kays'dan haber verdi; o Muhammed b. İbrahim b. el- Haris et -
Teymi'den rivayet etti; o kendi kavminden Teym oğullarından Muaz ya da İbn Muaz
denilen bir adamdan rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) insanların Mina'da
konaklayacakları yerlere konakladıklarını görüyor ve bu arada: "Küçük
çakıl taşları gibi taşlar atınız" buyuruyordu.
Şafii dedi ki: Küçük
çakıl taşı (denilen: el-hazef) kişinin eliyle attığı küçük taşlar demektir. Bu
da eni ve boyu itibariyle parmak ucundan küçüktür. Bundan daha küçük ya da
büyük bir taş atacak olursa, ben bunu o kimse için mekruh görüyorum ve fakat
onu iade etmekle yükümlü değildir.
MİNA'DA TAŞ ATMA DIŞINDA
NE OLUR?
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Erkek için cemreye taş attıktan sonra şunları yapmasını müstehab
görürüm: Eğer beraberinde hediyelik kurbanlık varsa, işe onunla başlayarak
kurbanlığını boğazlamasını ya da kesmesini sonra tıraş olmasını ya da saçlarını
kısaltmasını sonra kurbanlığının etinden bir parça yemesini sonra da ifada
tavafını yapmasını müstehab görürüm. Eğer cemreye taş atmadan önce kurbanını
kesse yahut kurbanını kesmeden önce tıraş olsa yahut da Nahr (Kurbanın birinci
günü) yapılan işlerden herhangi birisini diğerinden önce yapsa bunda bir vebal
de yoktur, fidye de gerekmez.
[1358] Şafii dedi ki:
Bize Müslim, İbn Şihab'dan haber verdi, o İsa b. Talha b. Ubeydullah'tan, o
Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) Veda
haccında Mina'da insanlar ona sorsunlar, diye durdu. O'na bir adam geldi ve: Ey
Allah'ın Rasulü fark etmeden kurbanımı kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Nebi
(s.a.v.): "Kes bir vebali yoktur" buyurdu. O'na bir başka adam gelip:
Ey Allah'ın Rasulü cemreye taş atmadan önce, fark etmeden kurbanımı kestim,
dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Taş at bir vebali olmaz" buyurdu.
(Abdullah b. Ömer) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'a önce yapılan bir şeye dair
olsun sonraya bırakılan bir şeye dair olsun ne sorulursa mutlaka "yap bir
vebal yoktur"buyurdu.
Şafii dedi ki:
Hacılardan hiçbir kimse, Mina'dan başka yerde gecelemez.
Mina ise Akabe
arasındaki yerdir. Akabe Muhassır'ın iç tarafına kadar Mina'dan sayılmaz. Muhassır
vadisinin içi Mina'dan değildir. Buranın yumuşak kısmı da dağı, tepesi de
Mina'ya bakan yerleri itibariyle aynıdır. Arkada kalan dağlar da Mina'dan
sayılmaz. Mina'da gecelemeyi terk etmekte, deve çobanları ile diğer sikaye
sahipleri arasından yalnızca el-Abbas b. Abdülmüttalib'in sikayesinin sakaları
dışında kimse için Mina'da gecelemeyi terk etmeye ruhsat yoktur. Sikaye
görevlilerinden herhangi bir kimseye de aralarından bu işi fiilen yapanlar
dışındakilere de ruhsat yoktur. Bu görevi yapmak üzere başkaları arasından
kimseleri ücretle tuttukları ile kendileri arasında da fark yoktur.
[1359] Şafii dedi ki:
Bize Yahya b. Süleym, Ubeydullah b. Ömeröen haber verdi, o Nafi'den, o İbn
Ömer'den rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) kendi ehlibeytinden sikaye
görevlilerine Mina gecelerinde Mekke'de geceyi geçirmelerine ruhsat verdi.
[1360] Şafii dedi ki:
Bize Müslim b. Halid, İbn CÜfeycöen haber verdi, o Atadan aynısı rivayet
etmekle birlikte Ata ayrıca: "Sikaye görevlilerinden dolayı"
ibaresini eklemiştir.
Şafii dedi ki:
Saydıklarım dışında Mina'dan başka yerde geceleyen bir kimse, bir gecede bir
dirhem tasadduk eder, iki geceden dolayı iki dirhem tasadduk eder, üç gece
sebebiyle de bir kurban keser.
Dedi ki: Kişinin
gecesinin çoğunluğunu eğer Mina'da geçiriyor ise, gecenin ilk vakitlerinden
yahut son vakitlerinde Mina'dan çıkmasında bir sakınca yoktur.
Şafii dedi ki: İfada
tavafı yapmamış bir adam, ifada tavafı yapsa ve tavafla uğraştığından ötürü
gecesinin çoğunluğunu Mekke'de geçirecek olsa, ona fidye düşmez. Çünkü hac
işinden olan bu işi yapması gerekiyordu ve o işi o vakitte yapmakta onun bir
hakkı idi. Eğer onun yaptığı iş ancak tetavvu bir amel ise, o vakit, fidye
öder. Yine eğer bu bir kişiyi ziyaret etmek yahut onunla konuşmak için geçirilmiş
ise, aynı şekilde Mina'dan birinci nefr / ayrılış günü, güneş battığı halde
kendisi ayrılmak üzere Mina'dan çıkmayacak olursa, o gecede Mina'da gecelemekle
ve ertesi günü cemrelere taş atmakla yükümlüdür. Fakat eğer o ayrılmak üzere
güneş batmadan önce Mina'dan çıksa, sonra yolu geçtiği için yahut bir ziyaret
maksadıyla dönerse, Mina'da geceyi geçirse bile ona bir şey düşmez. Orada
geceyi geçirse dahi ertesi günü taş atmakla yükümlü olmaz.
İFADA TAVAFI YAPMAYANIN
VE YAPANIN TAVAF YAPMASI
Şafii dedi ki:
Arafat'tan önce hac için Beyt tavafını ve Safa ile Merve arasındaki sayı öne
alan bir kimse, Beyt'in etrafında yedi şaft tavaf etmedikçe ihramdan çıkmaz.
Ama Safa ile Merve arasında tekrar say yapmakla yükümlü değildir. Kıran haccı
yapması ile ifrad haccı yapması arasında bir fark yoktur. Tavafı Mina'dan
dönünceye kadar erteleyen bir kimsenin ise, Beyt'i tavaf edip Safa ile Merve
arasında sayetmesi kaçınılmazdır. Kıran haccı ya da ifrad haccı yapması
arasında fark yoktur. Kıran ve ifrad haccı yapanlar bütün işlerinde aynıdır.
Ancak kıran haccı yapanın kurban kesmesi gerekir. İfrad haccı yapana kurban
yükümlülüğü yoktur. Çünkü kıran haccı yapan kimse İslam'ın farz haccını ve
umresini yerine getirmiş olur. İfrad haccı yapanın ise umresini iade etme
görevi vardır. Fidyeyi gerektiren işleri yapmaları bakımından da her ikisi
arasında bir fark yoktur.
Bütün bu hususlarda
erkek ile kadın aynıdır. Ancak kadın bir tek hususta erkekten farklıdır. Erkek
Mina'dan sonra tavaf etmiş olsa bile Beyt'de veda tavafı yapmakla yükümlüdür.
Ancak kadın Mina'dan sonra tavaf etmiş ise ve ay hali olmuşsa Beyt'e veda
tavafı yapma yükümlülüğü olmaz. Şayet temiz ise erkek gibidir ve Beyt'te veda
tavafı yapmadan ayrılma hakkı yoktur. Eğer Mina'dan sonra Beyt'i tavaf etmemiş
ise, tavaf etmedikçe memleketine geri dönemez. Bununla birlikte onun
taşıyıcılarının ve arkadaşlarının ondan dolayı gecikme ve geri kalma
yükümlülükleri yoktur. Fakat bunu yaparlarsa güzeldir.
Dedi ki: Erkek veda
tavafı yapmadan önce memleketine dönerse, şayet yakın bulunuyorsa -yakınlık ise
namazın kısaltılacağı mesafeden daha kısa bir mesafedir- ona geri dönmesini
emrederim. Şayet namazın kısaltılacağı bir mesafeye ulaşmışsa, kendi adına
kesilmek üzere Mekke'ye bir kurban gönderir. Eğer bunu kasten yaparsa kötü bir
iş yapmış olur. Fakat bu onun haccını ifsat etmez ve bundan dolayı akıtacağı
bir kan (keseceği bir kurban) ona yeter.
[1361] Bize er-Rebi'
haber verdi dedi ki: Bize Şafii haber verdi dedi ki: Bize Süfyan, Süleyman el-
Ahvel'den haber verdi, o Tavus'tan, o İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet
etti: İnsanlara son işlerinin Beyt'te (yapacakları tavaf) olması emr edildi. Şu
kadar var ki ay hali kadına ruhsat verilmiştir.
Dedi ki: Bir adam
kendisine vacip olan Beyt'in etrafındaki tavafı yapsa, sonra da Safa ile Merve
arasında say edinceye kadar kılması vacip olan iki rekatı unutsa, ona iade
gerekmez. İşte her yerde yapılabilen her bir amel hakkında hep kanaatimiz
budur. Namaz da her yerde kılınabilir, o zaman tavaf sonrası kılınan iki rekat
namazı ister Haremin içerisinde ister Haremin dışında olsun hatırladığı yerde
kılması gerekir.
HEDİYE KURBANLIK
Şafii dedi ki: Hediye
kurbanlık; deve, inek ve koyun türünden olur. Devenin Buht denilen türünden
olması ile 'İrabi türünden olması arasında; inek, camış, koyun ve keçi türü
arasında da bir fark yoktur. Kim bir kurban adasa ve onun ismini koysa, küçük
ya da büyük olsun ismini koyduğunu kesmelidir. İsim koymamışsa ona bir
hediyelik kurban gerekir. Bu ise av hayvanının cezası değildir. Çünkü ceza av
hayvanının dengi olur. Deve, inek ve keçi türünden ancak üç yaşına basmışlar ve
daha yukarı yaştakilerden makbuldür. Erkek veya dişi yeterli olur. Yalnız koyun
türünden üç yaşından küçükleri de olur. Kurbanı kesmesi gereken yer ise, Harem
bölgesidir. Bu gibi hediyelik kurbanlıkların ondan başka bir yeri yoktur. Ancak
kişi belli bir yerin adını vermişse, o takdirde bir hediye kurbanı (adını
verdiği yerde)kesebilir yahut da bir kimse düşman tarafından alıkonulmuş
(muhsar) ise o zaman alıkonulduğu yerde kurbanını keser. Hediyelik kurbanlık
ise ancak Harem'de kesilir. Ondan başka bir yerde olmaz.
Dedi ki: Hediyelik
kurbanlıkta tercih sahibinin onu kıbleye yönelmiş olarak bırakması sonra da
onun boynuna iki nalından gerdanlık takması, sonra sağ yanında ona işaret
koymasıdır. Hediyelik kurbanlıkta işaret ise devenin hörgücüne yahut da ineğin
sırtına kan akıncaya kadar bir demir saplamak suretiyle olur. Bu hususta inek
ile deve arasında bir fark yoktur. Koyunlara ise alamet koymaz. Gerdanlık
olarak, yama gibi bez parçaları ve kırbaların kulplarını kullanır. Sonra o
hediyelik kurban sahibi, bulunduğu yerde ihrama girer. Şayet gerdanlık
takmayacak ve alamet koymayacak olursa, ona bir şey gerekmez. Bununla birlikte
ihrama girmek istemediği halde gerdanlık taksa ve alamet koysa dahi yine
ihramlı olmaz.
Dedi ki: Hediyelik
kurbanlığını beraberinde götürdüğü takdirde, zaruret hali dışında ona binemez.
Mecbur kalırsa aşırıya kaçmayacak şekilde biner. Bitkin ve çaresiz kalmış bir
kimseyi hediyelik kurbanlığına bindirebilir. Hediyelik kurbanlık dişi olup
doğurursa, eğer yavrusu onun arkasından gelebilirse, onunla götürür. Arkasından
gelemiyorsa, onu annesine taşıtır. Yavrusu süte doymadıkça, onun sütünden
içemez. Aynı şekilde kimseye de içiremez. Yavrusunu kendisi taşıyabilir. Eğer o
kurbanlığa (ki deveden söz ediliyor) zorunluk olmadığı halde yük taşıttığı için
zayıf düşerse, eksilen kıymetinin tazminatını öder. Aynı şekilde kurbanlığın
sütünden yavrusunu zayıftatacak miktarda içerse, içtiği sütün kıymetini
tazminat olarak öder. Bu hediyelik kurbanlığa gerdanlık takar, alamet koyar ve
Beyt'e doğru yönlendirirse yahut da sözle onun ne olduğunu belirtip: Bu bir
hediyelik kurbandır, diyecek olursa, bundan geri dönemez, ondan daha iyisiyle
de kötüsüyle de değiştiremez. Ölse mirasçıları ona mirasçı olamaz. Ben
hediyelik kurban hususunda yerine getirilmesi vacip kılınan günü dikkate
alırım. Eğer o gün, kurban tam iken bundan sonra bir gözü kör olup yahut
topallarsa yahut da ta baştan beri olduğu şekliyle kamil kalmazsa, kurban edileceği
yere ulaşması şartı ile ona zararı olmaz. Vacip olduğu gün tam ve eksiksiz
değilse, sonradan kesilmeden önce tam ve eksiksiz olacak şekilde sağlığına
kavuşursa bu onun yerine geçmez ama onu alıkoyamaz, değiştirmek yükümlülüğü de
yoktur. Onu tetavvu olarak kesmesi müstesna. Yahut da aslı vacip olanın
kesmesinin dışında geçerliliği olmaz.
HEDİYELİK KURBAN İKİ
TÜRLÜDÜR:
Biri; aslı itibariyle
tetavvu / nafıledir. Bu tür kurbanlığı götürürken sakatlanırsa, eğer yetişip de
onu şeriata uygun keserse, gerdanlığını kanına batırdıktan sonra onu böğrüne
vurmasını sonra da insanlar onu yesinler diye serbest bırakmasını müstehab
görürüm. Eğer yanına kimse gelmediyse, onu o haliyle bırakır. Sakatlanmakla
birlikte, yetişip kesemezse bu iki durumdan hiçbirisinde onun bedelini kesmekle
yükümlü değildir. Onu kesebilecekken kesmezse yahut kestiği halde onu yerse
yahut zenginlere yedirirse ya da satarsa, onun bedelini hediye etmekle
yükümlüdür. Bir kısmını zenginlere, bir kısmını yoksullara yedirirse yahut kendisi
bir kısmını yiyip onun kalanını da insanlara serbestçe alsınlar diye bırakırsa,
kendisinin yediğinin ve zenginlere yedirdiğinin kıymetinin tazminatını öder ve
bunu Harem bölgesindeki miskinlere tasadduk eder. Başka türlüsü onu
sorumluluktan kurtarmaz.
Diğeri; vacip olan
hediyeliktir. Bu Harem'den önce sakatlanan kurbanlıktır.
Sahibi böyle bir hayvanı
isterse satar, hibe eder, yanında alıkoyabilir, ama her durumda onun bedelini
hediye etmekle yükümlüdür. Bulunduğu yerde, onu bazı yoksullara tasadduk etse,
yine onun bedelini hediye etmekle yükümlüdür. Çünkü artık gitmesi gereken yere
ulaşmadan önce sakatlanmakla hediyelik kurban olmaktan çıkmış olur.
Temettü haccı yapan
kimse, beraberinde kurbanlığını getirse yahut kıran haccı yapan kimse bundan
dolayı kurbanlığını götürse, bunun Nahr (Kurban bayramı birinci) günü kesinceye
kadar bırakmasını daha çok severim. Eğer önceden onu Harem bölgesinde keserse,
insanlar arasında iki fariza olması itibariyle geçerli olur. Bu iki farizanın
birisi bedenlerdedir. Bu ancak vakitten sonra olur. Birisi de mallardadır. Bu
ise eğer kendisinde farzın bulunduğu bir şey ise vaktinden önce de olur. Aynı
şekilde ifrad haccı yapan bir kimse, tetavvu olarak kurbanlığı götürmesi
halinde de böyledir. Ama tercih olunan, umre yapan birisi olarak onu götürecek
olursa, Beyt'i tavaf ettikten, Safa ile Merve arasında say yaptıktan sonra ve
Merve'nin yakınında tıraş olmadan önce onu kesmesidir. Bununla birlikte, Mekke
yollarından hangisinde onu keserse bu onun için geçerli olur. Hacda tercih
olunan ise, onu Akabe cemresine taş attıktan sonra ve tıraş olmadan önce
kesmesidir. Minanın yahut Mekke'nin neresinde keserse, Harem bölgesi
yoksullarına dağıtması şartıyla onun için yeterli olur.
İki kişi üzerinde, vacip
hediyelik kurban yükümlülüğü olsa, onların her biri hata yoluyla arkadaşının
kurbanlığını kesse, sonra onu tasadduk etmeden önce ona yetişse, onların her
biri kendisine ait kurbanını alır ve yine her biri iki kurbanlık arasında canlı
ve kesilmiş halleri arasındaki kıymeti rücu ile alır ve böylelikle bu ikisi
içinde geçerli olur. Onların her biri de arkadaşına ödediği tazminatı tasadduk
eder. Şayet tasadduku tamamlanıncaya kadar kurbanlıklarına yetişemezlerse
onların her biri kurbanlığın canlı olarak kıymetini tazminat olarak öder ve her
biri de o kurbanlıklarının bedelini kesmekle yükümlü olurlar. Bununla birlikte
onların her birinin ancak kurbanlığının (aldığı) bedelinin tamamı ile kurban
almasını müstehab görürüm. Eğer kendi kurbanlığı değerinde bir kurbanlık
bulamazsa, onun yerine hediyelik kurban alıncaya kadar ona ilave yapar.
Bir adam kurbanlığını
kesip miskinlere vermezse yahut da bir tarafta kesip kokuncaya kadar
yoksulların ulaşmalarına izin vermezse onun bedelini kesmekle yükümlüdür.
Kurban kesme Nahr
(kurbanın birinci) günü ile Mina günlerinin sonuncusunun güneşi batıncaya kadar
diğer Mina günleridir. Güneş batarsa, kurban kesmek söz konusu olmaz. Ancak
üzerinde vacip hediyelik kurban yükümlülüğü bulanan bir kimse, o kurbanını
keser ve Harem yoksullarına onu -kaza olarakdağıtır. Bu kişi gece de gündüz de
kurbanlığını kesebilir. Fakat geceleyin kurban kesmeyi hoş görmem, ta ki kişi
kesimde hata yapmasın yahut da orada onu alacak yoksulların bulunmayışı söz
konusu olmasın. Şayet isabetli kesim yapabilecek ve yoksullarda hazır
bulunurlarsa, fark etmez(gece kesebilir). Haremin neresinde keserse kessin,
sonradan Harem bölgesindeki yoksullara onu ulaştırırsa, onun için yeter.
İsterse kestiği yer kimsenin bulunmadığı bir yer olsun.
Develer ayakta, ayakları
bağlanmayarak boğazlanır. Eğer isterse ayaklarından birisini bağlayabilir.
Bununla birlikte çökmüş ya da yan yatmış olarak boğazlarsa bu da yeterli olur.
Develeri boğazlar, inek ve koyunları ise keser. Eğer inek ve koyunları
boğazlayıp, deveyi kesecek olursa ben bunu mekruh görmekle birlikte, onun için
geçerli olur.
Kadın ya da erkek,
-kesebilen bir kimsenin kurbanlığını kesmesi- onlar için geçerlidir. Kesim
yapması helal olan kimselerin kesmesi de böyledir. Bununla birlikte ben ibadet
olan kurbanlığı Yahudi ya da Nasrani birisinin kesmesini hoş görmem. Eğer
yaparsa, sahibine onu iade etmesi gerekmez. Ama müstehab gördüğüm kurbanlığı
sahibinin kesmesi ya da kesiminde hazır bulunmasıdır. Çünkü kanın akması
esnasında mağfırete nail olacağı umulur.
Şafii dedi ki: Kişi,
kurbanlığa Allah'ın adını anarsa, onun için yeterlidir. Allah'ım benden kabul
et yahut Allah'ın filandan kabul buyur, diyerek onu kesmesini emrettiği kişinin
adını vermesinde bir sakınca yoktur. İfada tavafını yapmadan önce, kestiğinin karaciğerinden
yahut etinden yemesini müstahak görürüm, eğer yapmazsa bir sakıncası yoktur.
Ama tetavvu olarak kestiğinden yemesini emir ederim.
Hediyelik kurban; vacip
ve tetavvu olmak üzere iki türlüdür. Bir kimseye aslı itibariyle vacip olan her
bir şeyi alıkoyamaz(saklayamaz) ondan hiçbir şey yiyemez. Buna haccı ifsat
etmek sebebiyle kurban kesilmesi, hoş koku sürünmek, av hayvanın cezası,
adaklar, temettü haccı kurbanı örnektir. Şayet vacip hediyelik kurbandan
yiyecek olursa, yediğinin değerini tasadduk eder.
Aslı tetavvu olan nafile
udhiye olarak hediyelik olan kurbanlıklardan kendisi de yer yedirir, hediye
olarak verir, saklar, tasadduk eder. Ama yalnız üçte birini yiyip saklaması,
üçte birini hediye olarak vermesi, üçte birini de dağıtmasını daha müstehab
görürüm.
Hediyelik kurbanlığına
gerdanlık takmayıp, alamet koymasa, ister kıran haccı yapsın ister başkasını
yapsın ona Mina ya da Mekke'den hediyelik bir kurbanlık satın alması, sonra da
onu yerinde kesmesi yeter. Çünkü hediyelik kurbanlık için ayrıca bir amel
gerekmez. Çünkü amel insanların üzerinedir. İbadet olarak kesilen kurban da
onlar içindir. Bu ise onların kendisi ile yüce Allah'a yakınlaşmaya
çalıştıkları mallarından bir maldır.
Temettü haccı yapan yedi
kişinin bir deve yahut bir ineğe ortak olmalarında bir sakınca yoktur. Her
birilerine bir koyun vacip olmuş yahut da muhsar yedi kişi olmaları halinde de
böyledir. Onların her biri de bu büyük baş kurbanlığın bedelinden payına düşeni
verir.
[1362] Şafii dedi ki:
Bize Malik, ez-Zübeyr'den haber verdi, o Cabir'den şöyle dediğini rivayet etti:
Hudeybiye'de Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte iken deveyi yedi kişi adına ineği
de yedi kişi adına kestik.
HACCI İFSAD (BOZAN) EDEN
ŞEYLER
Şafii dedi ki: Erkek bir
umre yapmak niyetiyle ihrama girse, sonra ihrama girişi ile Beyt'i tavafı, Safa
ile Merve arasında say'ı tamamlama arasında eşine yaklaşsa, umresini ifsat
etmiş olur. Yine bir kişi, bir hac ya da bir hac ve umre yapmak niyetiyle
ihrama girse, sonra bu niyeti ile Akabe cemresine yedi taş atıp Beyt'i tavaf
etme arasındaki sürede eşine yaklaşsa, Arafat'tan sonra Akabe cemresine taş
atmamış ise haccını ifsat eder.
Haccı ifsat eden şey
ise, haşefenin kayboluşundan ötürü had vurulmasını gerektiren şeydir. Bunun
dışında kalan oynaşmak ve - hızlıca atılan su (meni) gelse dahi- zevk alacak
işler yapmak, hacının kendisine yasaklanmış bulunan avlanmak ya da başka işleri
yapması türünden hiç bir şey haccı if sat etmez. Bir kimse haccını ifsat
ederse, tıpkı haccını ifsat etmemiş olması halinde olduğu gibi haccına devam
eder. Ertesi sene ise, hac edip bir büyük baş kurban keser ve bu her ikisinin
(erkeğin ve karısının) adına geçerli ve yeterli olur. Aynı şekilde karısı
ihramsız (ya da ihramdan çıkmış) kendisi ihramlı ise, yalnız bir büyük baş
kurban etmesi ona yeter. Kadın ihramlı, kendisi ihramsız ise yine ona bir büyük
baş kurban kesmek düşer ve ertesi sene karısına hac yaptırır. Bu da bu işin
failinin kendisi oluşu itibariyledir. Diğer taraftan rivayetler bir büyük başın
her ikisi için yeterli olacağı istikametinde gelmiştir. Defalarca eşiyle cima
etse, haccını bir defa ifsat etmiş olması itibariyle bir defa demektir. Birden
çok eşiyle(eşleriyle ayrı ayrı) cima etse, yine haccını bir defa ifsat etmiş
olması bakımından bir defa ifsat etmiş olur. Şu kadar var ki kadınlar ihramlı
iseler, onların da hadarı fasit olur. Onların hepsini hac ettirmekle yükümlü
olur. Sonradan o kadınların her birisi için bir büyük baş kurban öder. Çünkü o
kadınların her birinin ihramı diğerinin ihramından ayrıdır.
Belirttiğimden daha
aşağı mertebede eşinden zevk aldığı dünya işi işlerden ötürü ona bir koyun
yeterli olur.
Haccı ifsat eden bir
kimse, bir büyük baş (deve) bulamazsa bir inek keser.
İnek bulamazsa yedi
koyun keser. Eğer bütün bunlara ekonomik durumu elverişli değilse, onun için
deveye Mekke'de para olarak kıymet biçilir, o para da buğdayolarak
değerlendirilir. Sonra bunları fakirlere yedirir. Eğer o yemeği yediremeyecek
kadar eli dar ise, her bir müd karşılığında bir gün oruç tutar. İşte kendisine
yerine getirilmesi kap ettiği halde bizatihi açık nassın bir haberi gelmediği
hususlarda bu şekilde yapar. Hakkında haber veren nassın geldiği şeyler ise
onunla ilgili gelen hüküm ne ise o dur.
Yemek yedirmek de
hediyelik kurban da ancak Mekke'de ve Mina'da olur.
Fakat orucu istediği
yerde tutabilir. çünkü onun oruç tutmasında Harem halkının bir faydası yoktur.
İHSAR
Şanı Yüce ve mübarek
Allah'ın sözünü ettiği ihsar ile ilgili: "Eğer alıkonulursanız o halde
kolayınıza giden kurbanlardan gönderin" (Bakara, 196) buyruğu Hudeybiye
günü nazil olmuştur. Nebi (s.a.v.) da düşman sebebiyle alıkonulmuş (muhsar)
durumuna düşmüştü. Efendimiz de Harem bölgesi dışında kurbanlarını kesti. Harem
içerisinde kestiği de söylenmiştir. Ama bizim onun Harem bölgesi dışında kurban
kestiğine dair kanaati kabul edişimiz, Hudeybiye'nin bir kısmı Harem bölgesi
dışında bir kısmı Harem bölgesi içinde oluşundandır. Çünkü aziz ve celil Allah:
"Sizleri Mescid-i Haramdan bekletilen kurbanlarınızı yerlerine varmaktan
alıkoyanlardır?' (Feth, 25) buyurmaktadır. Harem ise, ilim ehline göre
tamamıyla kurbanlığın varacağı yerdir. Bu sebeple bir kişi alıkonulduğu yerde
uzak ya da yakın olsun engelolan bir düşman ile -Müslüman yahut kafir olsun-
alıkonulmuş ise ve kendisi önceden ihrama girmiş ise, bir kurban kesip ihramdan
çıkar ve bundan dolayı da kazasını yapmakla yükümlü değildir. İslamın farz
kıldığı haccı, hac etmemiş ise müstesnadır. O bu haccı yapar. Aynı şekilde
sultan, onu hapiste ya da başka bir yerde alıkoysa hüküm böyledir. Efendisinin
izni olmaksızın ihrama giren kölenin hali de budur. Kocasının izni olmadan
ihrama giren kadın da bu durumdadır. Çünkü her ikisinin (efendinin sahibinin ve
kadının kocasının) her ikisini alıkoymaya hakları vardır. Fakat anne babanın
çocukları üzerinde böyle bir hakları olmadığı gibi velinin velayeti altında
bulunan üzerinde de böyle bir hakkı yoktur.
Alıkonulan bir kimsenin
serbest bırakılması ümidiyle acele etmemesini müstehab görüyorum. Ne zaman
serbest bırakılmayacağı kanaatine sahip olursa, ihramdan çıkar. İhramdan
çıktıktan sonra serbest bırakılırsa, yeniden ihrama girmesi bence müstehabdır.
Eğer bunu yapmazsa ona bir şey düşmez. Çünkü ben ona kaza söz konusu
olmaksızın, ihramdan çıkabileceğine izin verdim (dolayısıyla) ona yeniden
ihrama dönmek yükümlülüğünü kabul etmem. Fakir bir kimse kesecek bir koyun
bulamazsa, ihramdan çıkmadan önce kurban etmesi gereken koyunun dengi kadar
oruç tutarsa, bence daha müstehabdır. Ama böyle yapmayıp ihramdan çıkarsa, ona
bir şey düşmeyeceğini ümit ederim. Serbest bırakılacağını ümit ederken ona bir
rahatsızlık isabet ederse, o rahatsızlık veren şeyi kendisinden uzaklaştırır.
Ve onun yerine muhsarın Haremin dışında serbest bırakılması halinde kurban
kestiği gibi bulunduğu yerde fidye verir. Bu itibarla da Hareme ulaştırabilecek
gücü yeten onun dışındakilerden farklılık arz eder. Çünkü böyle birisine
göndereceği hediyelik kurbanlığın Harem'e ulaşmasından başkası yeterli olmaz.
HASTALIK VE BAŞKA BİR
SEBEPTEN DOLAYI İHSAR / ALIKONUlMAK
[1363] Şafii (Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: Bize Süfyan, İbn Tavus'tan haber verdi, o babasından, o
İbn Abbas'tan rivayet etti. Başkası da İbn Abbas'tan şöyle dediğini zikretti:
Düşmanın ihsanndan başka ihsar / engelleme yoktur. Onlardan biri de: Artık
ihsar geçip gitmiştir, diye de ekledi,
Şafii dedi ki: Aziz ve
celil olan Allanın sözünü ettiği ve muhsar olanın sebebiyle ihramdan çıkacağı
muhsann, düşmanın ihsan olduğunu kabul eden bir kimse, hesaptaki hata yahut
hastalık sebebiyle alıkonulan bir kimse, ihramından çıkamaz. Şayet fidye
vermeyi gerektiren bir ilaca (tedaviye) yahut da rahatsızlık verici bir şeyi
uzaklaştırmaya ihtiyaç duyarsa, bunu yapar ve fidye verir. Bunu yapması
sebebiyle de Harem'de fidyesini yerine getirir ve Harem'e hediyelik
kurbanlığını gönderir.
Ne zaman devam
ettirebilecek gücü bulursa tavaf ve say yaparak ihramından çıkar. Eğer umre
için ihrama girmişse, onun için belli bir vakite riayet yükümlülüğü yoktur.
İhramından çıkar ve geri döner. Eğer hac niyetiyle ihrama girmiş ve haccı
yetişebilmişse mesele yok. Şayet yetişemeyecek olursa Beyt'i tavaf eder, Safa
ile Merve arasında say yapar. Bununla birlikte ertesi sene hac etmekle ve
kolayına gelen bir kurban kesmekle de yükümlüdür. Sayıda (haccın gününü
hesaplamada) hata eden kişinin de durumu budur.
Şafii dedi ki: Arafat'ta
baygın olarak bir an dahi -hatta bir göz kırpacak kadar bir süre bile- olduğunu
aklı başında iken idrak etmezse, haccı kaçırmış olur. Aklı başında olmayarak
tavaf ettirilirse, tavaf etmiş olmaz. Aklı başında olmadığı halde ihrama sokulsa,
ihrama girmiş olmaz. Bir an Arafat'ta aklı başına gelse yahut da ihramdan sonra
kendisi ihramda iken aklı başına gelir, sonra bu vakitler arasında bayılacak
olursa, bunun ona zararı olmaz. Şu kadar var ki vakit geçinceye kadar aklı
başına gelmezse, vakti terkinden dolayı ona bir kurban düşer. Tavafta ve
namazda ve bütün bu hallerde aklı başında olmadığı sürece bunlar onun için
geçerli değildir. Çünkü bu azının, çoğunun yerine geçebilecek bir amel
değildir. Fakat Arafat (vakfesi'n) ın azı çoğunun yerini tutar. İhram da
böyledir.
KÜÇÜK MUHTASAR HAC
KİTABI BİR BAB
Bize er-Rebi' b.
Süleyman haber verdi dedi ki: Şafii dedi ki: Yolu Medine'ye uğrayan kişi
Zulhuleyfe'den, yolu sahilden geçen kimseler Cuhfe'den, deniz yolundan ya da
sahilden başka bir yoldan gelen kimse ise Cuhfe'nin hizasına geldiği zaman
ihrama girip telbiye getirir. Bununla birlikte buralardan daha önce ta şehrine
kadarki yerlerden ihrama girmesinde bir sakınca yoktur. Eğer mikatı geçecek
olursa, kendine ait mikatına döner. Dönmezse bir kurban keser, bu ise
yoksullara dağıtacağı bir koyun olur.
Dedi ki: Erkeğin ve ay
hali yahut loğusa olması halinde kadının da ihram için gusletmesini bundan önce
de saçlarını ve tırnaklarını kesmelerini müstehab görürüm. Şayet bunu yapmayıp
sadece abdest alırlarsa bu da onlara yeter.
Dedi ki: Farz ya da
nafıle namazdan sonra, ihrama girmelerini severim. Eğer böyle yapmayarak
abdestsiz olarak ihrama girerlerse, onlar için bir sakınca yoktur.
Dedi ki: Erkeğin beyaz
renkli yeni yahut yıkanmış altlı üstlü iki elbise (parça) giymesini, kadının da
aynı şekilde elbise giyinmesini müstehab görmekteyim. Bununla birlikte Zaferan,
alaçehre ya da hoş koku ile boyanmış olmadığı sürece ne giyerlerse, bir
sakıncası olmaz. Erkek izar ve rida yahut da ridanın üzerine atıldığı gibi
üzerine atacağı temiz bir elbise giyinir. Bir izar bulamaması hali müstesna. O
takdirde şalvar giyer. Şayet bir çift nalın bulamazsa bir çift me st giyer ve
konçlarını topuktan aşağısından keser. Dikişli bir elbise giyin em ez, sarık
saramazlar. Ancak bunları omuzlarının üstüne yahut da sırtına atabilir. Yüzünü
örtebilirse de başını örtemez.
Kadın şalvar, mest,
gömlek ve başörtü giyinir. İhramda değilken, giyinebildiği her elbiseyi koku
bulunan elbise dışında giyinebilir. Ama yüzünü peçe ile örtemez. Başını
örtebilirse de yüzünü mutlaka kapatmak isterse, başörtüsünü (yüzünden) uzak
tutar, sonra örtüyü yüzünden uzak bir halde yüzünün üzerine sarkıtır.
İhramlı erkek ve kadın,
çadırda, hevdeç içinde ve başka yerlerde gölgelenebilirler. İhrama girdikleri
elbiseleri değiştirip başkalarını giyinebilirler.
Dedi ki: İhramlı bir
kimse, vefat edecek olursa, su ve sidr ile yıkanır. Ama ona koku
yaklaştırılmaz. Altlı üstlü elbiseleri ona kefen yapılır ona kamis (gömlek)
giydirilmez. Yüzü örtülmekle birlikte başı örtülmez.
Dedi ki: İhramlı kadın
ölürse o da su ve sidr ile yıkanır ve ona gömlek ve izar giydirilir. Başı
başörtüsü ile bağlanır, yüzü açık bırakılır.
Dedi ki: İhramlı kadın
eldiven de giyinemez, yüzünü peçe ile de kapatamaz. Dedi ki: İhramlı erkek ve
kadının, çeşitli kokuların karışımından yapılan el-ğaliye, etrafa oldukça koku
saçan en-nadlih ve buhurdan ve ihramdan sonra kokusu devam eden kokularla
kokulanmalarında bir sakınca yoktur. Ancak bu koku kullanımı, ihramdan önce
olmalıdır. Akabe cemresine taş attıktan sonra aynı şekilde koku
kullanabilirler.
Dedi ki: İhramdan önce
ve ihrama girmek üzere telbiye getirdiklerinde, saçlarını kısalttıkları
takdirde isterlerse kıran haccına dilerlerse ifrad haccına niyet ederler. Arzu
ederlerse umre yapıp, hac vaktine kadar da faydalanabilirler (temettü haccı
yaparlar). Temettü haccı yapmak da bence daha müstehabdır.
Dedi ki: Temettü ya da
kıran haccı yaptıkları takdirde bir koyun kesmek onlara yeter. Koyun
bulamazlarsa hac için ihrama girmelerinden itibaren Arafat'a kadar ki süre
içerisinde üç gün oruç tutarlar. Eğer bu günlerde oruç tutmazlarsa, Mina
günlerinde tutmazlar. Minidan sonra Mekke'de ya da yolculukları sırasında üç
gün oruç tutarlar, bundan sonra da yedi gün oruç tutarlar. Ben onlar için
Temettü yapmalarını tercih ederim. Bununla birlikte hangisi için ihrama girmek
isterlerse niyet onlar için yeterlidir. Bunu ismen zikretmelerinde de bir
sakınca yoktur.
TELBİYE
Buyur Allah'ım buyur,
buyur, senin ortağın yoktur buyur, muhakkak hamd de, nimet de, mülk de yalnız
senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur." Telbiyeyi bitirdikten sonra Nebi
(s.a.v.)'a salavat getirir. Yüce Allantan rızasını ve cenneti diler, azabından
ve ateşten O'na sığınır. Çokça telbiye getirirler. Erkek, sesini kısmayacak
kadar yüksek sesle telbiye getirir.
Kadın ise telbiyeyi
kısık sesle getirir. Namazların arkasında fecir vakti ile güneşin batımı ile
arkadaşların toplanması sırasında, yüksek yerden aşağı inerken, yokuş çıkarken
kısacası her durumda telbiye getirmeyi müstehab görüyorum. Abdestli olsun
abdestsiz olsun, telbiye getirmesinde bir sakıncası yoktur. Kadın ay halinde
iken de telbiye getirir. Erkeğin gusletmesinde, cesedindeki kirleri
ovalamasında bir sakınca yoktur. Fakat saçlarını koparmaması için başını ovalamaz.
Mekke'ye girmek için erkeğin gusletmesini severim. Mekke'ye girdikten sonra
Beyt'i tavaf etmedikçe çıkmamasını müstehab görüyorum.
Dedi ki: Beyt'i gördüğü
vakit: Allah'ım bu Beyt'in şerefini, azametini, şanını arttıkça arttır. Bu Beyt'i
hac eden ya da umre yapanlar arasından onun şerefini yüceltip tazim eden
kimselerin sen de şereflerini, şanlarını, iyiliklerini arttır."
Hecer-i Esved rüknünü
istilam eder. Ridası ile ıztıba yapar. Iztıba ise ridasını sağ omuzunun
altından geçirip, omuzunu dışarıda bırakması suretiyle gerçekleşir. Sonra
Hacer-i Esved'den Hacer-i Esvede kadar üç tavaf (şavt / tur) de hervele yapar,
dördünü ise yürür. Hacer-i Esved rüknü ile Rükn-ü Yemani'yi istilam etmekle
birlikte başka rükünleri istilam etmez. Kalabalık çoksa, istilam etmeksizin
tekbir getirerek devam eder.
Dedi ki: Tavaf esnasında
sözlerinin çoğunluğunu: " ... Rabbimiz bize dünyada bb- güzellik ver,
-ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru" (Bakara, 201)
duasının teşkil etmesini severim. Tavafı bitirdikten sonra Makam-ı İbrahim'in
arkasında ya da nerede imkan bulursa iki rekat namaz kılar ve bu iki rekatta
Ummu'l- Kuran (Fatiha) ile Kafirun Suresi ile İhlas Suresini okur. Yine de
Ummu'l- Kur'an ile birlikte her ne okursa onun için yeter.
Sonra Safa'ya, Beyt'i
görebilecek şekilde çıkar. Arkasından üç defa tekbir getirir ve:
"Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O bir, tektir. O'nun ortağı yoktur.
Mülk yalnız O'nundur. Hamd yalnız O'nadır. Diriltir ve öldürür. Hay tr sadece
O'nun elindedir. O'nun her şeye gücü yeter. Allah'tan başka ilah yoktur. O, bir
tektir. O sözünü gerçekleştirdi. O kuluna yardım etti. Yalnız başına bütün
birlikleri bozguna uğrattı. Dini, yalnız O'na halis kılanlar olarak, Allah'tan
başka hiçbir ilah yoktur deriz. İsterse kafirler hoş görmesin" sonra din
ve dünyası hakkında dua eder. Bu duayı da diğer sözleri arasında üç defa
oluncaya kadar tekrar eder. Sonra Safa'dan iner. Mescidin rüknünde yaklaşık
altı zira kadar asılı bulunan yeşil milden yakınına gelince mescidin avlusunda
ve Abbas'ın evinde karşılıklı bulunan iki milin hizasına gelinceye kadar,
koşar. Sonra olabildiği kadar Merve tepesinin üstüne çıkar. Ta ki Beyt'i -eğer
mümkün olursa- görünceye kadar. Sonra burada da Safa üzerinde yaptığının
benzerini yapar. Bununla birlikte hangi duayı yaparsa, onun için yeterlidir.
Nihayetinde ikisi arasında tavafı yediye kadar tamamlar. Safa ile başlayıp
say'ı Merve'de sona erdirir. Eğer temettü haccı yapan birisi ise, saçını keser
ve ihramdan çıkmış olarak kalır.
Mina'ya gitmek istediği
zaman tevriye (Zülhiccenin) 8. günü öğleden önce yola çıkar. Vedalaşmak için
Beyt'i yedi şavt ile tavaf eder. Sonra mescitten yola koyulmak üzere hac için
ihrama girer. Arkasından Mina'ya gelip orada öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah
namazlarını kılar. Sonra Mina'dan erkenden Arafat'a gider ve dilediği yerde
konaklar. Ben onun için öğle ve ikindi namazlarını imam ile birlikte kılmasını,
ona yakın bir yerde vakfe ederek dua edip duasında da oldukça gayret
harcamasını tercih ederim. Güneş battı mı Arafat'tan ayrılır ve Müzdelife'ye
varıncaya kadar ağır bir surette yola koyulur. Müzdelife'de akşam ve yatsıyı,
sabah namazını kılar sonra erkenden kalkıp vakfe yapar. Sonra dua eder ve güneş
doğmadan açık seçik aydınlanınca da ayrılır. Bir tek cemreye atacağı yedi taşı
oradan alır. Bu taşları yalnızca Akabe cemresine atar. Selin aktığı vadinin iç
tarafından cemreye taş atar. Ama nereden atarsa geçerli olur. Bundan sonra da
hac sebebiyle kendisine haram olan şeyler, kadınlar müstesna helal olur. Akabe
cemresine ilk taşı atıncaya kadar telbiyeye devam eder. Taşı attıktan sonra
telbiyeyi keser. Beyt'in etrafında yedi tur tavaf ettikten, Safa ile Merve
arasında yedi say yaptıktan sonra artık kadınlar da ona hel al olur.
Şayet kıran yahut ifrad
haccı yapmış ise, o takdirde ihramlı haliyle kalmalı ve onun için
anlattıklarımı yapmalıdır. Ancak kıran ya da ifrad haccı yapan kimse için
Mina'dan önce tavaf etmiş, Safa ile Merve arasında say yapmış ise, Arafat'tan
sonra Beyt'in etrafında yedi şavt tavaf etmesine ihtiyaç bırakmaksızın kadınlar
ona helal olur. Safa ile Merve'ye de dönmez. Ama Mina'ya gitmeden önce tavaf
etmemişse, Arafat'tan sonra Beyt'i yedi şavt ile tavaf etmekle, Safa ile Merve
arasında da yedi defa sayetmekle yükümlüdür.
Cemrelere taş atmak,
Arafat'ta ve Müzdelife'de vakfe yapmak için gusletmesini müstehab görürüm. Eğer
bunu yapmayarak haccın bütün işlerini abdestsiz ifa etse dahi ona yeter. Çünkü
ay hali kadın da bunu yapar. Namaz ile Beyt'i tavaf etmek müstesna. Çünkü
bunları ancak taharet ile yapar.
Nahr gününden sonra,
kendisine vacip olmuş bir koyunu keser. Derisini ve etini tasadduk eder. Ondan
hiçbir şey saklamaz. Ama bu kestiği kurban nafile ise ondan bir miktar tasadduk
eder, ondan bir miktar yiyebilir ve saklayabilir.
Mina'daki bütün
günlerde, gece de gündüz de kurban kesilebilir. Ama gündüz kesmeyi gece
kesmekten daha çok severim.
Bütün Mina günleri,
cemrelere taş atar. Bu günler üç gündür. Cemrelerin her birisine yedi taş atar.
Nahr gününden sonra, Mina günlerinin hiçbirisinde güneş zevale ermedikçe,
cemrelere taş atmaz. Cemrelere taş atarken her bir taş ile birlikte
"Allahu Ekber" demesini müstehab görürüm. Mina'ya yakın cemrelerin,
insanların durduklarını görünceye kadar öne geçer, dua eder. Bakara suresini
okuyacak kadar bir sürede duasını uzatır. Aynı şeyi orta cemre yanında da
yapar. Fakat Akabe cemresi yanında bunu yapmaz.
Yanılıp da bir defada
iki taş atacak olursa, o tek bir taş sayılır ve attığı taşların toplamı yediyi
bulmalıdır. Cemreye atacağı taşları dilediği yerden alır. Necasetli bir yerden,
mescitten, cemrelerin kendilerinden almaları müstesna, çünkü ben bu yerlerden
taş almasını hoş görmem. Parmak uçlarıyla atılan küçük çakıl taşları gibi
taşlar atar. Bu ise parmak uçlarından daha küçük olur. Taşları taşımadan önce
temizlemesinde bir sakınca yoktur.
Nahr gününden sonra
acele edip iki günde ayrılmak isterse, bunu yapabilir.
Fakat ikinci gün güneş
battığı takdirde üçüncü gün zevalden sonra cemrelere taş atıncaya kadar kalır.
Eğer unuttuğu için yahut hatırlayamadığı için üzerine iki taş atma, arka arkaya
kalmışsa bunları atmakla yükümlüdür. Birincisini atıp bitirdikten sonra dönüp
ikinci defa taş atar. Fakat aynı yerde on dört taşı arka arkaya atamaz.
Sader tavafı yapıp
Mekkeöen ayrılmak isterse Beyt ile vedalaşmak üzere yedi şavt tavaf yapar ve bu
onun yaptığı bütün amallerinin sonuncusu olur. Şayet tavaf etmeden çıkarsa, o
vakit kendi adına kesilmek üzere bir koyun gönderir. Bu hususta erkek ve kadın
arasında bir fark yoktur. Ay hali olan müstesna. Bu durumdaki kadın eğer
yapması gereken tavafı yapmışsa veda tavafı yapmaksızın ayrılır.
Beyt ile vedalaştıktan
sonra Mültezem'de durmasını müstehap görürüm.
Mültezem, rükün ile kapı
arasındaki yerdir. Şöyle dua eder: "Allah'ım şüphesiz bu ev Senin evin, bu
kul, Senin kulun, Senin kulunun ve Senin kadın kölenin oğludur. Sen beni
yarattıklarından emrime verdiklerin üzerinde beni taşıdın. Ta ki Senin ülkende
beni yürüttün, nimetin sayesinde beni ulaştırdın. Nihayetinde Senin emrettiğin
ibadetlerini yerine getirmeye yardımcım oldun. Eğer benden razı oldunsa, benden
daha da razı ol. Değilse şu andan itibaren benim evim Senin Beytinden
uzaklaşmadan önce (benden razı ol). İşte şimdi benim ayrılıp gitme zamanımdır.
Eğer bana izin verirsen Sana başkasını, Senin Evinle başka evi,
değiştirmeyeyim. Senden ve Evinden yüzümü başka tarafa çevirmeyeyim. Allah'ım
bedenimde bana afiyet, dinimde korunmuşluk ihsan buyur. Dönüşümü güzelleştir.
Beni yaşattığın sürece bana itaatini rızık olarak ver."
Bundan daha fazlasını da
yaparsa -yüce Allanın izni ile- onun için yeterli olur.
Sonraki için tıkla: