HASTALIK SEBEBİ İLE
İHSAR
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Şanı yüce ve mübarek Allah: "Haccı da umreyi de Allah içİn
tamamlayın. Eğer alıkonulursanız o halde kolayınıza gelen kurbanlardan
gönderin?' (Bakara, ı 96) buyurmaktadır.
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Tefsir alanında ilim ehli arasından kendileri ile karşılaşıp da
kendilerinden ilim bellediklerim arasında bu ayetin Hudeybiye hakkında indiği
hususunda muhalifbir kimse olduğunu duymadım. Burada söz konusu edilen ihsar /
alıkoyma ise düşmanın alıkoymasıdır. İşte böyle bir ihsar halinde, yüce Allanın
buna maruz kalan kimseye kolayına gelen kurban kesmesine izin söz konusudur.
Sonra Rasulullah
(s.a.v.), ihramlı kimsenin ihramından çıkacağı ihsarın düşman sebebi ile ihsar
olduğunu beyan buyurmuştur. Böylelikle ayet-i kerimenin yüce Allanın emri ile
hac ve umre yapan herkes hakkında umumi olmak üzere Allah için haccın ve
umrenin tamamlanması emrini verdiğini -Allanın istisna ettiği kimseler dışında-
gördüm. Sonra bu hususta Rasulullah (s.a.v.) düşman sebebi ile alıkonulmaya
dair sünnetini ortaya koydu. Bana göre, hasta kimse de ayetin umumi ifadesinin
kapsamına girenlerdendir. İbn Abbas, İbn Ömer ve Aişe'nin sözleri de benim
söylediğim manaya uygundur. Onlar, ancak kendilerinden nakledildiği gibi bunu
lafzen ifade etmiş olsalar bile.
[1113] Bize Süfyan b.
Uyeyne, İbn Tavus'tan haber verdi. O, babasından o, İbn Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Düşmanın alıkoyması dışında alıkoyma (hasr / ihsar)
yoktur.
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: İbn Abbas: 'Düşmanın alıkoymasından başka ihsar yoktur.
Alıkonulan kimsenin, ihramdan çıkmasına sebep olan alıkoyma da ancak düşmanın
ihsarıdır / alıkoymadır: şeklindeki sözleri ile sanki benim sözünü ettiğim
mananın bir benzerini kast ediyor gibidir. -Elbette Allah en iyi bilen dir-
[1114] Bize Malik, İbn
Şihab'dan haber verdi. O, Salim b. Abdullah b.
Ömer'den, o, babasından
şöyle dediğini rivayet etti: Bir hastalık sebebi ile Beyte ulaşmasına
engelolunan bir kimse, Beyti tavaf edip Safa ile Merve arasında say etmeden
ihramdan çıkamaz.
[1115] Bize Malik, İbn
Şihab'dan haber verdi. O Salim'den o, babasından şöyle dediğini rivayet etti:
Muhsar bir kimse, Beyti tavaf etmeden Safa ile Merve arasında sayetmeden
ihramdan çıkamaz. Eğer kendisi için zorunlu olarak ihtiyaç duyduğu elbiseleri
giymek zorunda kalırsa bunu yapar ve fidye verir.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: Bu sözleri hastalık sebebi ile muhsar olan kimseyi
kastetmektedir. -Elbette Allah en iyi bilendir.-
[1116] Şafii (Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: Bize Malik, Yahya b. Sad'dan haber verdi. O, Süleyman b. Yesar'dan
rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer, Mervan b. el - Hakem ve İbn ez-Zübeyr,
İbn Huzabe el - Mahzumi'ye yolun bir yerinde ihramlı olduğu halde saraya
yakalanmış iken kaçınılmaz olan ilaçlarla tedavi olabileceğine, fidye
vereceğine, sağlığına kavuşunca umre yapıp ihramından çıkacağına ve ertesi yıl
hac edip kurban kesmekle yükümlü olduğuna dair fetva verdiler.
[1117] Bize Malik, Eyyüb
es-Sahtiyani'den haber verdi. O, Basralılardan bir adamdan -kikadim birisi
idi-şöyle dediğini nakletti: Mekke'ye gitmek üzere çıktım. Nihayet yolun bir
yerinde iken uyluğum kırıldı. Mekke'ye haber gönderdim. Mekke'de Abdullah b.
Abbas, Abdullah b. Ömer -Allah onlardan razı olsun- ve sair insanlar vardı.
Kimse bana ihramdan çıkabileceğime dair bir ruhsat vermedi. Ben o suyun başında
yedi ay kaldım sonra umre yaparak ihramdan çıktım.
[1118] İsmail b. Uleyye
kadim bir kişiden bana haber verdi. Sanırım onun adını da söylemiş nesebini
zikretmiş ve başında kaldığı suyun adını da ed-Desinne diye bildirmiş idi.
Sonra Malik'in hadisinin manasına benzer bir şekilde hadisi rivayet etti.
[1119] Bize Malik, Yahya
b. Said'den haber verdiğine göre, ona Aişe'den ulaştığına göre şöyle dermiş:
İhramlı bir kimsenin ihramdan çıkması ancak Beyt (Beyti tavaf) ile mümkündür.
Şafii (Allah ondan razı
olsun) dedi ki: Bütün bu hususlarda ne olursa olsun her türlü hastalık aynıdır.
Aklının başından gitmesi ile gitmemesi arasında da fark yoktur. Eğer tedavisi
için bir ilaca zorunlu olarak muhtaç olursa, tedavisi yapılır. Aklı başından
giderse onun adına o ilacın fidyesi verilir. Birisi:
- Böyle bir durumda
kalemi kaldırılmış iken (sorumlu değilken) aklı başından giden kimse adına
fidye verileceğini nasıl emredersin, diye sorsa ona -yüce Allah'ın izni ile-
şöyle denilir:
- Onu tedavi eden aklı
başında olan kimsedir. Fidye ise bu işi yapanın aklı başında olması sebebi ile
gereklidir. Fidye de tedavi eden kişinin dilemesi halinde tedavi edenin üzerine
ve onun malından ödenir. Çünkü fidye, tedavi eden kişi tarafından tedavi
olunana karşı işlenmiş bir cinayete ihrama aykırı bir fiil)dir.
Eğer ihramlı bir
kimsenin, aklı başından gidip bir av hayvanını öldürürse, bu hususta iki görüş
vardır:
Birinci görüşe göre;
onun cezasını ödemekle yükümlüdür. Çünkü ihramlı bir kimsenin av hayvanını
öldürmesi sebebi ile Harem bölgesindeki yoksullara cezasını ödemesi gerekir.
Bir başka kişi adına, o hayvanı öldürmesi halinde de aynı şekilde cezasını
ödemelidir. Burada av hayvanını öldüren kişi ise, aklı başında olmayan birisi
gibidir. Eğer bir adama ait bir malı telef ederse, o malın kıymetini
ödemelidir. Onun kendi saçını tıraş etmesi de bir arada her iki bakımdan da bu
anlamdadır.
İkinci görüşe göre;
kalemin / sorumluluğun üzerinden kaldırılmış olması itibari ile ona bir şey
düşmez. Avlanmak, asıl itibari ile haram değildir. Saçını tıraş edilmesi de
böyledir. Ama, bu yüce Allah için ibadet olmak üzere bu işi yapan kimselere bir
ceza olarak tespit edilmiştir. Aklı başından gitmiş olan bir kimse ise, bu
halde teabbud etmesi istenen birisi değildir. Ayrıca ancak bir halde mubah olan
gibi durum ne olursa olsun yasak sınırları içerisindeki insanların mallarına
benzemez.
Dedi ki: Bu durumdaki
kişi, hanımına yaklaşsa, her iki mana da ihtimal dahilindedir ve bu daha
hafiftir. Çünkü onun hanımına yaklaşması sebebi ile herhangi bir şey telef
edilmemektedir. Koku sürünüp elbise giyinmesi sebebi ile ise, ona bir şey
düşmez. Bu ise, bizim, aklı başında ama bilmeyen, aklı başında ama unutan
kimseden bu sorumluluğu kaldırmamız kabilindendir. Kendisinden böyle bir sorumluluğun
kaldırılması hususunda ise, bu kişi daha da önce gelir. Zira bu hususların
herhangi birisinde herhangi bir şey telef edilmemektedir. Aklı başından gitmiş
kimsenin, cima etmesinin, buna kıyas edilmesi ihtimal dahilindedir. Çünkü bu
işi yapmak, bir şeyin telef edilmesi değildir. Birisi:
- Aklı başından giden
bir kimse hakkında, nasıl namazdan çıkmış olacağı
gibi ihramdan da böyle
çıktığını söylemiyorsun, derse yüce Allanın izni ile ona:
- Namaz ile hac
arasındaki farktan dolayı denilir. Birisi:
- Bunların farklılıkları
nerede, derse şöyle denilir:
- Namaz kılan kimsenin,
taharet üzere olması namazını kılarken de namazın
aklıyla farkında olması
gerekir. Namazın tamamını akletmesine de ihtiyacı vardır. Çünkü namazın hepsi
diğer bir rüknün yerini tutmadığı bir ameldir. Hac eden kimsenin ise
amellerinin birçoğunu cünüp iken yapması caizdir. Ay hali bir kadın haccın
bütün amellerini -Beyti tavaf etmenin dışında- yapabilir. Birisi dese ki:
- Hac edenin aklının
başında olması gereken asgari yeterlilik miktarı nedir?
Ona şöyle denilir:
- Hac işleri üç
türlüdür. Aklı başında iken ihram yapması, Arafat'a aklı başındayken ve
vaktinde girmesi, Beyti tavaf edip Safa ile Merve arasında say'ı aklı başında iken
yapmasıdır. Bu üç hususu da bu halde iken yapabilirse ve bunlar arasında aklı
başından giderse onun yerine bu ameller (aklı başında değilken yapması gereken
işler) yapılırsa, yüce Allanın izni ile onun haccı geçerli olur. Bu husus
Arafat'a giriş (meselesi söz konusu edildiğin)de yemr edilmiştir.
Şafii, Mekke'de hac için
ihrama giren Mekkeli yahut Mekke'ye ihramlı girmiş olup ihramdan çıkan sonra da
Mekke'den hacca niyet ile başlayıncaya kadar orada ikamet eden Mekkeli olmayan
bu iki kişiye, hastalık engelolup sonunda haccı kaçıranlar hakkında dedi ki:
Bunlar Beyti tavaf eder, Safa ile Merve arasında sayeder, saçlarını tıraş eder
yahut kısaltırlar. Ertesi sene de hac ederler. Onlardan her birisinin Haremden,
Haremin dışına çıkmaları da yeterli olur. Çünkü ikisi de hiçbir şekilde umre
yapmış değillerdir. Bundan dolayı Arafat'ta, Mina ve Müzdelife'de yapacak bir
işleri olmadığı takdirde haccın işlerinden asgarisini yaparak (ihramdan)
çıkarlar ki, bu da tavaf, say, saçını (tıraş etmek yahut) kısaltmaktır. Birisi:
- Peki, Ömer'den
nakledilen rivayet ile bu nasıl bağdaşır, diyecek olsa ona şöyle denilir:
- Yüce Allanın izni ile
onun dediği de benim dediğim ile aynı anlamdadır.
Çünkü o, kendisine soru
sorana: Umre yapan kişi ne yaparsa sen de onu yap, demiş ona: Sen um re yapan
birisisin demeyerek ona ertesi sene hac et ve kurban kes demiştir.
Onun ihrama giriş niyeti
umreye dönüşse idi, üzerinde hac yükümlülüğü olmaz umreye yetişmiş biri olurdu.
Bizim de onun da o kimseye, ertesi sene hac etmesini emretmesi de onun
ihramının hac için olduğuna ve bu haccın umreye dönüşmüş olmayacağına delildir.
Umreye dönüşmüş olan bir haccı kaza etmesi nasıl söz konusu olabilir? Ama ona
kaza yapmasını emr etmesinin sebebi, onu kaçırmış olmasıdır.
Haccı kaçıran bir kimse,
gelip kurbanını kesmekte olan Ömer'e soru sormuştur. Bense (o kişinin) -yüce
Allanın izni ile- kurban kesme gecesi fe erin doğuşundan önce Hareme girmiş
olduğundan şüphe etmiyorum. Eğer kurban kesme gecesi fecrin doğuşu sırasında
haccı umreye dönüşmüş ve haccı kaçırmış olsaydı Ömer'in o kişiye bizzat Harem
bölgesinin dışına çıkarak oradan telbiye getirmesini emretmesi gerekirdi. Fakat
durum -Allah'ın izni ile- benim dediğim gibi olup, onun haccı artık umre
olmuştur, diyenin dediği gibi değildir. Çünkü onun bu yaptığı bir umre
olmuştur, diyenin bu sözü bir hatadır ve bununla onun o yaptığı iş bir umre
olur. Dolayısıyla Arafat'ta vakfeyi geçirdiği takdirde, haccın bazı işlerini
yapması da ondan düşmüş olur, demiş olur. Halbuki onun yaptığı umreye dönüşmüş
olsaydı, bu onun İslam umresinin / vacip umrenin yerine geçer ya da hacca
yetişmediği sırada adamış olduğu umre niyetinin yerini tutan bir umre olurdu.
Halbuki böyle bir şey bu ikisinin hiç birisinin yerini tutmaz.
Hac için ihrama girip,
hastalığı, aklının başından gitmesi, ağır bir iş / hareket etmek, yanlış hesap
yapmak gibi bir sebeple, haccı yapmaktan alıkonulursa, sonra da Beyte
ulaşabileceği bir zamanda hastalığı iyileşirse, Beyte varıncaya kadar ihramı
dolayısıyla hiçbir şeyona helal olmaz. Şayet ihrama girdiği yılın haccına
yetişecek olursa, Nahr (kurban bayramı birinci günü)e kadar ihramdan çıkmaz.
Eğer ihrama girdiği senenin haccını kaçırırsa, Beyti tavaf edip Safa ile Merve
arasında say yapıp saçlarını tıraş eder yahut kısaltırsa, ihramdan çıkar. Eğer
o, ihrama hac etmek için girmiş ve hacca yetişirse, ona hiçbir şey düşmez.
Şayet hac yapmak için ihrama girmiş olup onu kaçırırsa, umre yapmak suretiyle
ihramından çıkar ve ertesi sene ya da ondan sonra, hac etmek ve kolayına gelen
bir kurban kesmekle yükümlüdür.
Eğer; kıran haccına
niyet etmiş olup hacca yetişirse, hem hacca hem umreye yetişmiş olur. Şayet
haccı kaçırırsa, tavaf, say, saçlarını tıraş ya da kısaltmak ile ihramdan çıkar
ve birlikte (kıran olarak) bir hac ve bir umre yapmak üzere, telbiye getirip
ihrama girmesi borcu olur. Buna bir şey de ilave etmez. Tıpkı bir namaz, oruç
ya da umreyi geçirmesi halinde onu misli ile kaza etmesini ve bu kazasından
fazla ona herhangi bir şey eklememesini emretmemiz gibi.
Haccı kaçırıp Arafat
vakfesinden sonra gelse, Mina'da kalmaz ve hac işlerinden hiçbir şey yapmaz.
Çünkü o tavaf, say, saçlarını tıraş etmek yahut kısaltmak suretiyle umre yapmak
suretiyle haccı ifrad haccı ya da kıran haccı olsun hac amellerinden herhangi
birisini yapma imkanını kaybetmiş olur. Ertesi yıl hac etmesini daha müstehab
görürüm. Eğer bunu geciktirip daha sonra eda ederse, bu da onun için
geçerlidir. Tıpkı buluğa erdikten sonra, İslam haccını, yıllarca geçirdikten
sonra ne zaman mümkün olursa onu eda etmesi gibi.
Şayet ihramdan çıkmadan
önce, ihramlı iken, fidye gerektiren herhangi bir şeye zorunlu olarak ihtiyaç
duyar yahut onu yaparsa, fidye ödemesi gerekir. Eğer haccı kaçırdıktan önce ve
sonra tam ihram ile Beyte ulaşamıyar ise, o takdirde fidye vermesi gereken
hususlardan ötürü fidye vermesi gerekir. Haccı ifsad eden halle:de ifsad olur.
Bu hususta, ihtilaf söz konusu değildir. Çünkü onun için ihram devam
etmektedir.
Kişi, hastanın
göndereceği bir hediyelik kurban ile ihramdan çıkacağı kanaatinde olanlardan
birisi olduğundan, hediyelik kurban gönderse ve kesse yahut da onun adına
kesilip ihramdan çıksa bu kişi hediyelik kurban göndermeyen kesmeyen ve kendisi
adına kesilmediği halde ihramdan çıkan kimse gibi olur. O bu hali ile ihramlı
kalır. Kendi memleketine dönse, ihramlı hali ile dönmüş olur. Şayet hediyelik
kurban, göndermiş olarak sağlığına kavuşsa ve derhal Beyte -hediyelik kurbanlık
kesilmiş olduğu halde- gitse, bu hediyelik kurbanlık, ihramlı hali ile ona kap
eden hac fidyesi olsun, umre fidyesi olsun hiçbir şeyin yerine geçmez. çünkü o,
bu kurbanlığı, kendisinin yerine getirmekle yükümlü olmadığı bir şey için
kesmiş olur. Eğer hediyelik kurbanlığa, kesilmeden önce yetişip onun
kesilmesini önlerse, -kesilmesini kap ettirecek bir söz söylemediği sürece- bu
onun bir hakkıdır. Eğer hediyelik kurbanlığı boğazlanmadan yahut kesilmeden
önce yetişmekle birlikte, söylediği bir söz dolayısıyla onun kesilmesini vacip
kılmış ise, onu kesmek vacip olur. Bunu nafile olarak kendisine vacip kılan
kimse gibi olur. Aynı şekilde; köle azat etmesi gerekmeyen herhangi bir husus
için köle azat etmiş kimsenin durumuna düşer. Bu durumda da köle azat etmek
nafıle olarak geçerlidir.
Şayet söylediği bir söz
ile hediyelik kurbanlığı kesmeyi vacip kılmamış olsa, onu göndermiş olup
kesilmeden önce yetişirse, bu kurbanlık onun malından bir mal olur. Yine
söylediği bir söz ile onu vacip kılmamış olmakla birlikte, ona gerdanlık takmış
alametlendirmiş ve göndermiş ise, kesilmeden önce ona yetişmesi hali hakkında
şöyle diyenler vardır: 'Onun bu hediyelik kurbanlıktaki niyeti onu helal
kılması ona gerdanlık takması, onu alametlendirmesi yahut da ona vacip olmasını
gerektirecek hac alametlerinden bir alamet!işaret koyması ile o kurbanı
kendisine vacip kılmış ve tıpkı bunu (kendisine vacip kılan) bir söz söylemiş
gibi olur: İşte böyle diyen kimselerin, kendi içindeki bir amel ile kendisi ile
yüce Allah arasındaki işi ve kendi içindeki amel ile kendisi ile insanlar
arasındaki ameller arasında fark gözetmesi daha uygundur. Dolayısıyla insanlar,
lehine ancak söylediği şeyleri ona vacip ve bağlayıcı görmeli, kendisi ile
onlar arasında hakkında söz söylenen şeylerden ancak söylediklerini onun için
bağlayıcı kabul etmelidir. Kendisi ile yüce Allah arasındaki işlerde ise ona
niyet ve amel yeter. Tıpkı namazda, oruçta ve hacda ona yettiği gibi. Ama sözlü
olarak farz namaz, farz oruç ve haccı ayrıca söylemesine gerek kalmaksızın,
bütün yaptığı o ibadete niyet edip ameli olarak yerine getirmesinden ibaret
olur.
Mekkeli kişi, hac için
Mekke'den yahut da Haremin dışında mikat yerinden ya da mikatın dışındaki bir
yerden ihrama girse, sonra hastalansa ya da aklı başından gitse yahut da
herhangi bir suretle haccı kaçırsa, onun haccı, yetişemeyen Mekkeli olmayan
kişi gibidir. Tavaf, say, tıraş yahut kısahmak suretiyle ihramdan çıkar ve
kaçırdığı bu haccından sonra bir hac yapması ve kolayına gelen bir koyunu
hediyelik kurbanlık olarak kesmesi gerekir.
Sonraki için tıkla:
DÜŞMAN
ENGELLEMESi HASTALIK VE AKLIN BAŞINDAN GİTMESİ SÖZ KONUSU OLMAKSIZIN HACCIN
KAÇIRILMASI