DÜŞMAN ENGELLEMESi
HASTALIK VE AKLIN BAŞINDAN GİTMESİ SÖZ KONUSU OLMAKSIZIN HACCIN KAÇIRILMASI
Şafii (Allah'ın rahmeti ona)
dedi ki: Düşmanın engellemesi sebebi ile hastalık sebebi ile aklın başından
gitmesi sebebi ile olmaksızın herhangi bir hatadan ötürü yahut yolda gecikmesi,
bir işi ya da gevşek davranması gibi her ne sebeple olursa olsun, haccı kaçıran
kişinin hükmüne gelince; bütün bu hususlarda hasta da aklı başından giden de
aynı olmak üzere, haccı kaçırırsa bunların hepsine, hem fidye gerekir hem haccı
kaza etmeleri hem tavaf, say, saçları tıraş ya da kısaltmak gerekir. Onların
birileri için vacip olan hepsi hakkında da vaciptir. Ancak haccı kaçırıncaya
kadar, işi ağırdan alan kimse -yüce Allah'ın onu affetmesi müstesna- günahkar
olur. Birisi:
- Bu söylediğine dair
bir rivayet var mı derse ben:
- Evet bazısı hakkında
(rivayet) diğer bazıları ilgili olarak da bu manada rivayet vardır, derim.
[1120] Şafii (Allah
ondan razı olsun) dedi ki: Bize Enes b. İyad, Musa b. Ukbeöen haber verdi. O,
Nafi'den o, Abdullah b. Ömer'den şöyle dediğini rivayet etti: Hacılardan Nahr
gecesi yetişip fecir doğmadan önce Arafat'ta vakfe yaparsa, haccı yetişmiş
olur. Fecir doğmadan önce Arafat'a yetişerek orada vakfe yapamayan kimse ise
haccı kaçırmış olur. Bu kişi Beyte varsın, yedi şavt tavaf etsin. Safa ile
Merve arasında yedi defa sayetsin. Sonra ya tıraş olsun yahut dilerse saçlarını
kısaltsın. Eğer beraberinde hediyelik kurbanlık varsa, tıraş olmadan onu
kessin. Tavaf ve say' ini bitirdikten sonra saçlarını kessin ya da kısaltsın.
Sonra ehlinin yanına geri dönsün. Şayet ertesi sene, hacca yetişirse, gücü
yetiyorsa, hac yapsın ve bu haccında kurban kessin. Eğer kurban bulamazsa, üç
gün hacda, ailesinin yanına döndüğü takdirde de yedi gün oruç tutsun.
[1121] Bize Malik, Yahya
b. Said'den şöyle dediğini haber verdi. Bize Süleyman b. Yesar'ın haber
verdiğine göre Ebu Eyyüb hac etmek üzere çıktı. Nihayet Mekke yolundaki
en-Nazıye denilen yere vardığında bineklerini kaybetti. Sonra Nahr günü, Ömer
b. el-Hattab'ın yanına geldi ve durumu ona anlatınca, Ömer ona: Umre yapan
kişinin yaptığını yap, sonra ihramdan çıkmış olursun. Ertesi sene hacca
yetişeceğin takdirde haccet ve kolayına gelen bir kurban kes, dedi.
[1122] Bize Malik,
Nafı'den haber verdi. O, Süleyman b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre Hebbar b.
el-Esved, Ömer b. el-Hattab kurbanlığını kesmekte iken geldi. Ömer ona: Sen ve
beraberindekiler gidin ve tavaf edin. Eğer beraberinizde hediyelik kurbanlık
varsa, onları kesin. Sonra saçlarınızı kesin yahut kısaltın. Sonra geri dönün.
Ertesi sene gelince hac edin ve kurbanlarınızı kesin. Kesecek kurban bulamayan
kimse, hac mevsiminde üç gün döndüğü takdirde de yedi gün oruç tutsun.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona) dedi ki: İşte biz, bütün bunları delil alıyoruz.
Yahya'nın Süleyman'dan
diye naklettiği hadiste Ömer'den böyle bir kimsenin um re yapanın yaptığını
yapacağına delalet vardır; onun bu ihramının umre ihramı olduğuna değiL.
Eğer haccı kaçıran bir
kimse, kıran haccı niyetiyle ihrama girmişse, ertesi sene hac yapar ve bu haccı
da kıran haccı olarak eda eder. Haccı kaçırdığından ötürü de bir kurbanlık,
kıran haccı içinde bir kurbanlık keser. Hac için ihrama girmiş bir kimse, haccı
kaçırdığı takdirde eğer ertesi seneye kadar hac için, ihramh olarak kalmak
isterse, bunu yapamaz. Bunu yapamadığına göre, bu bizim belirttiğimiz şu
kanaatimize bir delildir: Herhangi bir kimsenin hac ayları dışındaki bir
zamanda, hac için ihrama girme hakkı yoktur. Çünkü hac ayları, yüce Allah'ın:
"Hac bilinen aylardır?' (Bakara, ı 97) buyruğundan ötürü bilinen aylardır.
Böylelikle bu, bu ayların dışında haccın yasak olduğu hükmünü açıkça ortaya
koyuyor gibidir. Birisi:
- Neden ertesi seneki
hacca kadar ihramlı kalmaya devam eder demedin, derse şöyle denilir:
- Ayet-i kerime ile
ilgili söylediklerim ve Ömer ile İbn Ömer'den gelen ve ayrıca bu hususta ihtilaf
ettiklerini dair bilgi sahibi olmadığım kimselerden gelen rivayetlerden dolayı.
İşte bu rivayetlerde şayet o, ertesi sene hac yapıncaya kadar hac için ihrama
girmiş hali ile kalmaya devam edeceğine dair bir delalet bulunsaydı, öylece
kalması gerekirdi. Haccını tamamlayıncaya kadar ihramlı kalabilecek gücü varken
ondan çıkmasına sebep olacak herhangi bir ameli işleyerek ihramından çıkamaz.
Çünkü biz, umrenin, bütün namazların, orucun böyle olduklarını ve onları öylece
sürdürmesi gerektiğini görüyoruz. Bütün bu amelleri -her durumda yerine
getirmekle yükümlü olduğu amellerden olmaları halinde- tamamlayıncaya kadar o
halde kalmakla görevli olduğunu görüyoruz.
Fakat bazı kimseler ile
bizim Mekkeli bazı arkadaşlarımız, hastalık sebebi ile haccını yapmaktan
alıkonulan kimse hakkında, bize muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Hasta ile
düşman sebebi ile muhsar / alıkonulan kişi arasında hiçbir bakımdan fark
yoktur. Bunu kendileri ile karşılaştıklarımdan bazıları söylemiş ve şunu
eklemiştir: Bu durumda muhsar kişi, kurbarılığını gönderir ve kurbanlığı
kendisi ile gönderdiği kişi ile kurbanı kendi adına keseceği bir gün üzerinde
anlaşarak sözleşir. Kimisi de şöyle demiştir: O sözleştiği günden sonra
ihtiyaten bir ya da iki gün daha bekler, sonra saçların tıraş eder yahut
kısaltır. Bundan sonra ihramdan çıkar ve kendi ülkesine geri döner. Ayrıca
kaçırmış olduğu ihramının ibadetini de kaza etmekle yükümlüdür.
Mekkeli
arkadaşlarımızdan kimisi dedi ki: O amelini nasıl kaçırmışsa, ona hiçbir şey
ila-ve etmez. (Öylece kazasını yapar.) Kimisi de şöyle demiştir: Hayır, hac
için ihrama girmişse, bir haccın ve bir umrenin kazasını yapar. Çünkü hac
ihramı, umre (ihramı) olmuştur. Sanırım şöyle de demişti: Eğer kıran haccı için
ihrama girmişse, bir hac ve iki umre yapar. Çünkü onun haccı umreye dönüşmüş
olur. Eğer umre için ihrama girmişse, bir umrenin kazasını yapar.
Bu görüşü benimseyenler
birisi bana dedi ki:
- Bizler ihsar ayetinin
Hudeybiye hakkında indiği ve bu ihsarın bir düşman engellemesi olduğu hususunda
sana muhalefet etmiyoruz. Peki, yüce Allah'ın muhsar kimseye kolayına gelen
kurbanı kesmesine izin vermesi sonra da Rasulullah (s.a.v.)'ın kurban kesip
ihramdan çıkmasını sünnet olarak uygulaması hakkındaki görüşün nedir? Neden
hastalık sebebi ile muhsar olan kimseyi düşman ile muhsar olan kimseye kıyas
etmiyorsun ve onun hakkında da öbürü hakkında verdiği hükınün aynısını
vermiyorsun? Ben de ona dedim ki:
- Aslolan varsayım
haccın ve umrenin Allah için tamamlanmasıdır. İhramdan çıkmak ruhsatı ise
düşman sebebi ile muhsar içindir. Bu sebeple bizler, bunların her biri
hakkındaki yüce Allanın emri doğrultusunda kanaat belirttik ve biz, ruhsatız
sözkonusu olduğu yeri aşmadık. Tıpkı mestler üzerine mesh yapma ruhsatını
aşmadığımız ve sarık ve eldiveni de mestlere kıyas etmediğimiz gibi. O dedi ki:
- Peki düşman ve
hastalık sebebi ile ihsar arasında fark var mıdır?
- Evet dedim. Nerede (ve
nasıl) dedi. Şöyle dedim:
- Düşman sebebi ile
muhsar olan kişi, eğer düşmanının üzerine yürüyecek olursa, canı adına
öldürülmekten korkar ve düşmanının üzerine gitmesi halinde işin nereye
varacağını bilemez. Yüce Allah da müşriklerle karşılaşan kimseye, savaş taktiği
gereği, yer değiştirmesine yahut da başka bir birliğe katılmak için çekilmesine
ruhsat vermiştir. Muhsar kişi, geri dönmek için yerinden ayrılırsa, bu durumda,
ilerleme ve geri kalma hususundaki halinden daha güzel bir duruma geçmiş olur.
Çürıkü korkulu durumdan güvenilir bir hale geçmiş olur. Hasta kimse hakkında
ise, bu hususların hiç birisi söz konusu değildir. Çünkü o, ne bir insandan
korkmaktadır ne de dönmesi halinde korkudan sonra güvene kavuşur ne de iyileşme
umudu dışında bırakıp geçeceği bir hali söz konusudur. Onun ilerlemekte
besleyebileceği umut aynı şekilde dönmesi ve kalması halindeki umudu kadardır.
Nihayetinde onun durumu, kalmakta da evine doğru ilerlemekte de dönmekte de
aynı seviyededir. O halde, hastanın düşman sebebi ile muhsar kimseye, sarığın,
eldivenlerin ve peçenin mestlere kıyas edilmemesi açısından daha önceliklidir.
Biz, haccın ve umrenin
tamamlanmasında aslolanın, açıkladığımız şekilde olduğunun ve istisna edilenin
düşman sebebi ile engellenen kimse olduğunun -bu sebeple biz-: hapis, düşman
gibi olan türü gibidir, dedik. Bilinmemesi mümkün ise, o zaman bizim de şöyle
dememiz mümkün olur:
Bir kimse yolunu
kaybetse yahut haccı kaçırıncaya kadar hesaplamada hata etse ihramdan
çıkabilir. Birileri dedi ki:
- Biz bu hususta İbn
Mesudöan rivayet ettiğimiz bir hususa dayanıyoruz ve biz ona göre kanaat
belirttik. Dedim ki:
- Eğer ismini verdiğimiz
kimselerden bir kişi olsun, ona muhalefet etmemiş olsaydı, biz de onun gibi
derdik. Durum böyle ise, sen bu delile karşı ne diyebileceksin. O:
- Bu nereden geliyor,
dedi. Dedim ki:
- Bizler de sizler de
şunu söylemiyor muyuz? Nebi (s.a.v.)'ın ashabından iki kişi ihtilafa düşse ve
onlardan birisinin görüşü Kur'an'a daha uygun görülse, bize düşen iki görüşün
Kur'an'a daha uygun görünenini kabul etmemizdir. İşte bu sebeple bizim
görüşümüz de sana açıkladıklarımdan ötürü, Kur'an'a daha yakındır. Ya da şöyle diyelim.
Eğer bizler, kendi görüşümüze de senin görüşüne de Kur'an'dan delil getirmesek
bizim görüşümüz ise senin görüşüne göre başta da sonda da daha sahih ise bizim
görüşümüzün kabul edilmesi daha uygun olmaz mı? O,
- Eğer senin dediğin
gibi olursa olur, dedi. Dedim ki:
- O benim dediğim gibi
olur. Ayrıca Nebi (s.a.v.)'ın ashabından üç kişi de bizimle aynı kanaattedir.
Üç kişi ise sayı olarak bir kişiden daha çoktur. O:
- Onun daha sahih olduğu
nereden anlaşılıyor dedi. Dedim ki:
- Kişi hastalandığında
sen de ona bir kurban göndermesini emredersin.
Kurbanı gönderdiği kişi
ile kurbanı kendisi adına kesmek üzere bir gün üzerinde sözleşir. Sonra
saçlarını keser yahut kısaltır ve ihramdan çıkar. Bu durumda sen, kurbanlık
varması gereken yere varıp varmadığını bilmezken ona ihramdan çıkmasını
emretmiş olmuyor musun? Halbuki sen, aynı zamanda insanların herhangi bir
kimseye, yerine getirmekle yükümlü oldukları bir işin sorumluluğundan zan ifade
eden şeyler ile çıkmalarını emr etmelerine de ayıplamıyor musun? Dedi ki:
- Şüphesiz biz, zanna
dayanarak kanaat belirtmeyiz fakat zahire göre söyleriz. Derim ki:
bir adam ihramının
ibadetini tamamlamaktan alıkonulmuş Abdullah da: Kurbanı kesildiği takdirde
ihramında yasak olan her şeyona helal olur, demiştir.
- Bunda zahir olan bu
işin zan olduğudur. Eğer bu hususta zahir olan, zan olmaktan çıkarsa, o
takdirde sen bu hususta çelişkili bir söz söylemiş olursun. o:
- Buraya nerden geldin
dedi. Dedim ki:
- Eğer senin hasta hakkındaki
hükmün, kurbanlığın kesilmesi ile ilgili söz-
leşilen vakitte bağlı
olarak ihramdan çıkılabileceği şeklinde ise ve sana göre zahir olan, onun bu
süre sebebi ile ihramdan çıkması ise eğer, o kişiye kurbanlığın sakatlandığı
kaybolduğu ya da çalındığı haberi ulaşacak olursa, kendisine ihramdan çıkmasını
emrettiğin için, o da ihramdan çıksa cima etse ve avlansa, o zaman buna ne
dersin? O dedi ki:
- Onun avın cezasını ve
fidye vermesi gerekir ve önceden olduğu gibi ihramlı hali devam eder. Dedim ki:
- İşte kurbanlığı yirmi
defa dahi göndersen ve onun başına bunun benzeri bir durum gelse böyle olmaz
mı? o:
- Evet, dedi. Dedim ki:
- Ama sen ona ihramdan
çıkmayı mubah kılmamış mıydın? Sonra ona mubah kıldığın bir husustan ötürü
ayrıca ona fidye ön gördün. Bu amelinin fasid olduğunu söyledin ve bir yerde
onu günler boyunca ihramdan çıkmış olarak kabul ederken bir başka yerde günler
boyunca onu ihramlı değerlendirdin. O halde bu görüşlerin hangisi daha büyük
çapta çelişkilidir ve bunların hangisinin terk edilmesi daha uygundur? Akıl
sahibi kimselerin bu görüşlerden öncelikle reddettiği herhangi bir görüş nasıl
alınabilir?
Yine Arafat'ta, vakfeyi
kaçıran ve nahr günü gelen kişi hakkında, bizim dediğimiz gibi, kanaat
belirterek tavafını yapar, say yapar, saçlarını tıraş eder yahut kısaltır ve
gelecek sene hac etmekle yükümlü olur, demiştir. Sonra bize muhalefet ederek
şunları söylemiştir: Ona kurban kesmek düşmez. Ayrıca bu hususta Ömer (r.a)'dan
kurbandan söz edilmeyen bir hadis de rivayet etmektedir. O dedi ki:
- Ben bundan yirmi sen
sonra Zeyd b. Sabite sordum. O da Ömer'in dediği gibi dedi ve: biz bunu
Ömer'den rivayet ettik dedi. Peki, siz kimin görüşünü kabul ettiniz dedi. Ben
dedim ki:
- Biz Ömerden bizim
görüşümüze uygun olarak kurban kesmesini emrettiğini rivayet ettik. O:
- Ama onu munkatı olarak
rivayet ettiniz. Bizim rivayet ettiğimiz hadis ise muttasıldır. Şafii dedi ki:
- Senin muttasıl hadisin
bizim Ömerüen naklettiğimiz hadise uygundur.
Ayrıca fazladan
hediyelik kurbanlığı da zikretmektedir. Hadiste fazlalığı zikreden ravi bize
göre de sana göre de fazlalığı zikretmeyen kişiye göre hıfzılbelleyişi daha
güçlüdür. Dedi ki:
- Hayır, ben bunun
Ömerüen munkatı olarak gelen rivayetini hiçbir durumda senin lehine kabul
etmiyorum. Sen bunu Ömerüen başkasından da rivayet edebiliyor musun, dedi. Biz
dedik ki:
- Evet. Daha önce
belirttiğimiz gibi İbn Ömerüen muttasıl olarak rivayet ediyoruz. O:
- Peki sen İbn Ömer'den
naklettiğin rivayeti, bizim Ömerüen naklettiğimiz rivayete nasıl tercih edersin?
Dedik ki:
- Biz Ömer'den de İbn
Ömerüen rivayetimizin aynısını rivayet ettik, muttasıl olmasa bile. Dedi ki:
- İbn Ömer'in görüşünü
tercih ettiğinde İbn Ömer'in taklidi dışında bir kanaati de benimsediğin oldu
mu? Öyleyse bizim İbn Ömere, Ömer'i taklidi tercih etmekte haklı olduğumuz
ortaya çıkar. Ona dedim ki:
- Evet, insanlar için
bağlayıcı olmasından çok özel olarak senin için bağlayıcı olan bir kanaati
benimsedim. Böylelikle senin kendi görüşünü terk edip bizim görüşümüzü kabul
etmek durumunda kalmış olursun. O:
- Nasıl dedi. Ona dedim
ki:
- Senin kanaatine göre
ay hali kadın umre yapmış iken Arafat'a kadar eğer temizlenmezse umreyi bırakır
ve hac niyeti ile ihrama girer. Umreyi bıraktığından ötürü bir kan akıtır
(kurban keser) ve umreyi kaza etmekle de yükümlü olur. Sonra şöyle dediniz: Bu
umre yapan erkekler arasından haccı kaçırmaktan korkan kimseler hakkında da
böyledir. Dedi ki:
- Ben bunu ay hali olan
kadın hakkında da söyledim. Umre yapan erkekler arasından haccı kaçırmaktan
korkan kimseler hakkında da söyledim. Sonra umre yapan erkekler hakkında
şüpheye düştüm, ama ay hali kadın hakkındaki kanaatim onun ile ilgili olarak
naklettiğimiz rivayet dolayısıyla aynen devam etmektedir. Ben ona:
- Peki, neden şüphe
ettin, sana göre kadının kurban kesmesi, ancak umreyi kaçırdığından dolayı
değil mi? dedim. O dedi ki:
- Eğer umrenin
geçmesinden dolayı değildir, dersem sen de dilediğini söyle dersin, dedi. Dedi
ki:
- Böyle dememin sebebi,
umrenin vaktinin geçişi söz konusu olmaksızın, umreyi bırakmasından dolayıdır.
Çünkü dilerse umreyi devam ettirebilir. Dedimki:
- Peki haccın vakti
gelip onu sıkıştırmasa, ama yine de keseceği bir kurbanlık ile umreden çıkmak
sonra hac etmek ve umrenin kazasını yapmak isterse ne dersin? Dedi ki:
- Bunu yapamaz. Dedim
ki:
- Sen ona sence ancak
umreyi kaçırması halinde mi umreden çıkmasını emrettin. Halbuki, umreyi devam
ettirtecek olursa, ona bir şey düşmez. Hac eden kişi ise, sana göre haccı
kaçıracak olursa, haccı olarak kalmaya devam edemez ve böylelikle haccı tamamlamadan
önce (ihramından) çıkmış olur. Tıpkı ay hali kadının umreyi tamamlamadan
umreden (ihramından) çıkması gibi. Peki, neden ay hali kadın için tamamlamakla
yükümlü olduğu bir ihramı tamamlamadan önce çıktığı için, kurban kesme
yükümlülüğü kabul ettin de aynı şeyi o da tamamlamakla yükümlü olduğu ihramı
tamamlamadan önce çıkmış bulunun hacı için kabul etmiyorsun. Oysa hem bu
hususta aralarında ortak özellik vardır hem de her ikisi de yarıda kestikleri
amellerini kaza etmekle yükümlü oluşlarında otaktırlar. Peki, kurban kesmek
bakımından her ikisi arasında nasıl bir fark gözettin? Üstelik İbn Ömer'den
naklen dediniz ki: Bir adamın üzerinde Ramazan ayından kaza borcu varken onu
bir sonraki Ramazan gelinceye ve o Ramazan'ın orucunu tutuncaya kadar unutursa,
o kişi, Ramazandan sonra üzerinde bulunan unuttuğu Ramazan ayının borcunu tutar
ve her bir gün için bir yoksula sadaka verir. Çünkü orucu yapması(tutması)
gereken yerde yapmamıştır(tutmamıştır). İşte haccı kaçıran hacı da aynı
durumdadır, hatta onun hakkında da aynı şeyi söylemeniz daha uygundur.
Yine bize muhalefet
ederek dedi ki:
- Eğer haccı kaçıran bir
kimse ifrad haccına niyet etmiş ise, bir hac ve bir umre yapması gerekir. Eğer kıran
haccına niyet etmiş ise, o zaman bir hac ve iki umre yapmalıdır. Ona dedim ki:
- Sen bunu bir habere
dayanarak mı yoksa kıyas yaparak mı söyledin? O bize uygun göreceğimiz ne bir
haber zikretti ne de kendisi insafı bırakmayacak olursa, herhangi bir delil
ortaya koyabildi. Dedi ki:
- Ben bunu kıyasen
söyledim. Biz:
- Bunu neye kıyasladın,
dedik. Dedi ki:
- Ömer dedi ki: Umre
yapan kimsenin yaptığını yap. İşte bu o kimsenin haccının umreye dönüştüğüne
delildir. Ben ona dedim ki:
- Neden ihramdan ister
hac ister umre olsun, ancak bir tavaf ve bir say ile çıkıyor olmasın? Halbuki
tavaf ve say, kişinin kendisi ile umreden çıkmasını sağlayan en mükemmel
haldir. Arafat, cemreler, Mina ve (ziyaret) tavaf (ı) ise kişinin haccın
ihramından çıkmasının kemal noktasıdır. Bu durumda eğer o kimse, Arafat'ta
vakfeyi kaçıracak olursa, haccı olmaz. Hac işlerinden herhangi bir işi yapmakla
yükümlü de olmaz. Bunun için denilir ki: O halde sen de ihramdan çıkmaya vesile
olacak asgari işleri yap. Bu ise umre yapanın yapacağı işlerdir. Yoksa haccı
umreye dönüştüğünden dolayı değildir. Nitekim eğer onun yerine getirmesi vacip
olan bir umre borcu olup bu sebeple bir hac ve geçirmiş olduğu umreyi niyet
edecek olursa, bu niyeti ile onun üzerindeki vacip umrenin kazası yapılmış olur
mu ne dersin? o:
- Hayır. Çünkü bu kişi
bir hac yapmak üzere niyet etmiştir. Dedim ki:
- Eğer o bu ihramını hac
niyetiyle yapmış ise, sana göre onun için geçerli bir umre olmaz mı? O,
- Hayır dedi. Bu sefer:
- Eğer o kişi ihrama
girerken üzerinde vacip olan umre için girmiş olsa dahi
bunun bir umre olduğunu
kabul etmekle birlikte onun vacip umresinin yerini tutamayacağını neye
dayanarak söyledin. Yine ona dedim ki:
- Eğer bu bir um re
olmuş ise, o zaman bu senin kabul ettiğin görüşten daha da uzak olur. Onun
üzerinde bir hac ve bir umre borcu vardır, hiç diyemezsin. Çünkü o, umreyi kaza
etmiş (yerine getirmiş) olur. Kaçırdığı da sadece hacdan ibaret olur.
Dolayısıyla onun borcu bir hac ve bir umre olmaz. O dedi ki:
- Benim bu kanaati
söylemem, haccın umreye dönüşmüş olmasından dolayıdır. Çünkü haccı kaçırınca
onu kaçırmış olur. Ona dedim ki:
- Gördüğüm kadarıyla
senin ileri sürdüğün her bir delil senin aleyhine çıkıyor. Peki, senin görüşüne
göre, hac için girdiği ihramı ne zaman umre (ihramı) olur? O:
- Arafat'tan sonra dedi.
Dedim ki:
- Peki Arafat'tan sonra
umre için ihrama girecek olursa, umre için ihrama
girmemiş mi olur yoksa
umre için yapacağı işin geçerli olacağı ve umresini kaza etmesine gerek
kalmayacak bir ihram mı olur?
Dedi ki:
- Biz ne diyelim? Dedim
ki:
- Sen, hangisini kabul
edersen o vakit delilini terk etmen gerekir. o:
- Bunu bir kenara bırak,
dedi. Ben dedim ki:
- Senin görüşlerin
farklı farklıdır. O,
- Nasıl, dedi. Ben dedim
ki:
- Sen Ömer'den haccı
yetişemeyen kimseye tavaf ve say yapacağını, saçlarını tıraş edecek ya da
kısaltacağını ve ertesi sene, hac edeceğini emrettiğini rivayet ettin ve eğer
kurban kesmekle yükümlü olsaydı, bunu da ona emrederdi dedin. Fakat bizim ondan
rivayetimizde kurban kesmesi emrettiği de variddir. Eğer o rivayet maktu bir
rivayettir, dersen, peki senin ondan naklettiğin rivayetin de o kimseye ertesi
sene hac etmesini emrettiği halde um re yapmasını emretmemiş olduğuna göre,
neden Ömer'in ve Zeyd b. Sabit'in görüşüne ve bizim de İbn Ömer'den
naklettiğimiz rivayetimize uyarak um re yapma yükümlülüğü yoktur demiyorsun?
Bildiğim tek şey senin bunların hepsine muhalefet etme maksadını gütmendir.
Sonra da imkansız birtakım görüşlerle onlara muhalefet ettin. Haccı,
yetişememiş bir adama, sana hem umre hem hac etmen düşer dedin. Peki, sen bir
şeye yetişemediği için onun yetişemediğinin kazası ile birlikte yetişmediğinden
farklı olan bir başka şeyi de onunla birlikte kaza etmekle yükümlü olmuş bir
kimse gördün mü? Çünkü hac umre değildir, um re de hac değildir.
Sonraki için tıkla:
HACCA
YETİŞEMEYENİN KURBAN KESMESİ