ŞAFİİ el-UMM

...PAYLAŞTIRMA

 

(ZEKATI HAK EDEN SINIFLAR HAKKINDA) GÖRÜŞ AYRILIĞI

 

Şafii (Allah ondan razı olsun) dedi ki: Arkadaşlarımızdan kimisi, kalpleri ısındırılacak kimseler yoktur deyip onların payı ile Allah yolundakilerin payını valinin uygun göreceği şekilde Müslümanların serhadlerinde at ve silah için harcanması gerektiğini söyler.

 

Kimisi de şöyle demiştir: Yolcu, sadakaların bulunduğu şehirde sadaka almayı hak edenlerle ya da başkaları ile birlikte sadakadan payalan kimsedir. Yine şöyle demiştir: Sadakaların payedilmeleri bir takım delaletlerden ibarettir. Çokluğun yahut ihtiyacın bulunduğu yerde sadakaların paylaştırılması daha güzeldir. Bu kanaate sahip kişi sanki şunu benimsemiş gibidir: Eğer paylar 1.000 olup bir borçlunun da borcu 1.000 ise, yine orada 10.000 ile ihtiyaçtan kurtulan yoksullar ve yine onlar gibi kendilerini ihtiyaçtan kurtaracak kadarı gereken fakirler, yine onlar gibi onları ihtiyaçtan kurtaracak kadar ihtiyaçtan kurtulabilecek yolcular varsa, borçluya da bunlar arasından bir payayrılır. Böylelikle o (borçlu), kendisi ile birliktekller arasında malı en çok olan kişi olur, çünkü onlar sayıca ve ihtiyaçları itibariyle ondan daha çoktur. Sanki onun kanaatine göre mal, aralarında ortak olduğu için, onlar bu malı; aralarındaki her bir sınıfa bir pay verilecek şeklinde değil de sayı ve ihtiyaca göre paylaşırlar.

 

Arkadaşlarımızdan kimisi de şöyle demiştir: Bir kavminitopluluğun bir şehirde sadakası alınsa, başkaları da bir başka şehirde kıtlık içinde bulunsalar, sadakaları alınmış olan şehir ahalisi arasından pay hak eden kimselere pay verilmeyecek olursa; eğer, ayakta durabilecek olup bulundukları yerde sadaka olmayan kuraklık çeken kimselerin yahut da sadakaları az olduğundan ötürü dertlerine pek derman olmayacak bir halde olan kuraklık çekenlerin sıkıntıları gibi sıkıntıya maruz kalmayacaklarsa, o takdirde o sadaka, kendilerine aktarılmayacak olursa, güçsüzlükten öleceklerinden korkulması halinde kuraklık çeken kimselere nakledilir.

 

Bu kanaatte olan da sanki şunu kabul ediyor gibidir: Bu mal, aziz ve celil Allah'ın malındandır. O da bunu Allah'ın kullarının faydasını gerektiren bir manalbir özellik, bir hal sebebiyle pay sahiplerine paylaştırmıştır. Bu durumda vali, onların halini dikkate alır ve bu zekatı bu pay sahiplerinin bulunduğu yere ictihadına göre nakleder, yakın yahut uzak olsunlar, fark etmez.

 

Zannederim bu şöyle der: Sadaka sahiplerinin payları sıkıntı çekmeleri ve fey'in kendilerine yeterli gelmemesi halinde fey' sahiplerine aktarılır. Aynı şekilde fey'de sıkıntı çekip sadakaların yeterli olmaması halinde; sadaka almayı hak edenlere nakledilir. Bu da yüce Allah'ın kullarının iyiliğini istemek esasına göredir.

 

Benim bunun aksi kanaat belirtmemin sebebi ise; aziz ve celil Allah'ın, malı iki kısma ayırmış olmasıdır. Birisi temizlik ve arınma olan sadakalarlzekatlar bölümüdür ki bunları sekiz sınıfa ayırmış ve ayrıca tekit etmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın sünneti de "kavmin zenginlerinden alınıp" başkalarının da fakirleri varken başka fakirlere değil de "kendi fakirlerine geri verileceği"ni ifade ederek gelmiştir, İşte bundan dolayı bana göre -Allah elbette en iyi bilen dir- sadakaların söylediğim şekilde bir kavimden alınıp aralarında onu hak eden kimseler varken bir başka kavme / topluma nakledilmesi caiz değildir. Onlardan pay sahibi bir kimsenin payı da -onu kendisi hak ettiği sürece- başkasına verilmez. Hem aziz ve celil Allah, bir takım sınıfların isimlerini vermiş ve bunlar hep birlikte mevcut iken onlardan birisine hem kendi payı hem de başkasının payı verilmesi nasıl caiz olabilir? Eğer bu bana göre caiz olsaydı, o zaman sadakanın tamamı onu hak eden pay sahiplerinden sadece birisine verilip yedi gruba da kendilerine farz olarak ayrılmış hisselerinin verilmemesi, buna karşılık kendisine farz hisse verilmemiş birisine verilmesi de caiz olacaktı.

 

Bu görüşte olan bir kimse, aslında şu meselede bize muhalif bir kanaate sahip değildir. Şöyle ki: Bir adam ben filana, fılana ve filana vasiyet ediyorum deyip malının üçtebir (1/3)'ini filan, filan ve filana vasiyet ediyorum derse, o zaman vasiyet ettiği arazi fılan, fılan ve filan arasında üçe bölünür. Üçtebir (1/3) de zaten böyledir. Bununla birlikte şu mesele hakkında da muhalifkanaatte olan birisi olduğunu bilmiyorum: Bir adam; malımın üçtebiri (1/3) filan oğullarının fakirleri ile bir başka kişi olan fılan oğullarının borçlusu ve yine bir başka kişi olarak da filan oğullarının yolcularına verilsin, diyecek olursa, bunlardan her bir sınıfa onun (vasiyet hakkı olan) üçtebir (1/3) inden verilir. Hiçbir vasi ve hiçbir vali / ilgili kamu yetkilisi, bu kimselerden herhangi birisine diğer arkadaşlarını dışarıda tutarak üçtebir (1/3)i vermek hakkına sahip değildir. Aynı şekilde malın tamamı da borçlular dışarıda tutularak fakirlere, yolcular dışarıda tutularak zenginlere, adını verdiği sınıflardan birisinden daha fakir ve daha muhtaç kimselerden birisine ait kabul edilemez. Sonra da bu vasiyette bulunanın adını verdiği kimselerin bazıları dışarıda tutulup bunlara verilemez, çünkü vasi yahut tasaddukta bulunan kişi, bazı sınıfların ismini vermiştir. Dolayısıyla bir sınıfın malı başkasına harcanamaz ve onunla birlikte adı verilmemiş kimselere vermek için adı verilmiş olanlar bırakılamaz, çünkü herkes kendisi için ismen zikredilen hakka sahiptir. Birisinin hakkı bir başkasına verilmez, onların hakları da kendisine bir şey verilmemiş olan diğerlerine harcanamaz.

 

Bu bize göre de o görüşün sahibine göre de böyle olduğuna göre, insanların da verdikleri ancak onların verdikleri şekilde uygulanırsa, caiz olur. O halde aziz ve celli Allah'ın hakkının ancak bu yolla caiz olması ve verdiği şekilde uygulanmasını daha çok hak eder. Şayet iki pay vermeden birisinde kendisine verilene verilmeyip, verilmemiş olana verilmesi caiz olsa yahut da bir sınıfın verilmiş hakkı aralarından hak verilmiş bir diğer sınıfa harcanması caiz ise, o zaman insanların verdiklerinde bunun caiz olması, öncelikle söz konusudur, fakat bu ikisinin hiçbirisinde caiz değildir.

 

Aziz ve celli Allah fey'i paylaştırarak: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah'a, Peygamber'e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah'a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir'de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir?' (Enfal, 41) buyurmuştur. Rasulullah (s.a.v.) da sünneti ile onun beştedörd (4/5) ünün ganimet elde etmek için at oynatıp gidenlere ait olduğunu ve atı olanın üç pay piyadenin de bir payalacağını tespit etmiştir. Bizler, Rasulullah (s.a.v.)'ın büyük yararlılıklar gösteren süvariyi böyle olmayan süvariye üstün tuttuğunu bilmediğimiz gibi, Müslümanların da süvariler arasında eşitlik sağlamaktan başka bir uygulama yaptıklarını bilmiyoruz. Öyle ki: Eğer bir atlı, insanların en yararlısı olsa, diğeri de korkak olsa, onlara eşit pay verilir. Piyadeler hakkında da böyle demişlerdir. Şimdi birisi bize ve onlara itiraz ederek şöyle demiş olsun:

 

- Sen, ganimetin beştedörd (4/5) unü savaşa katılanlara verdin. HUbuki katılmanın manası Müslümanlara faydalı olmak, müşriklere de zarar vermektir. O halde ben, beştedörd (4/5) ü haz.r bulunanlara ayırıp vermem. Bunun yerine hazır olanlar arasından yararlılıklar gösterenleri sayarım ve bir kişiye 100 kişinin payını yahut da daha az bir payı onlar gibi ya da daha fazla faydalı olması halinde verir, korkak olanı ve faydası olmayan doğru niyet sahibi olmayanı bırakır, ona bir şey vermem yahut da yararlılıklar gösteren bir adamın payının yüzdebir (1/100) ini yahut biraz daha fazlasını ya da faydalı olduğu kadarıyla biraz daha azını veririm. Peki böyle birisine şöyle demekten başka bir delil ileri sürebilir miyiz?

 

- Çünkü Rasulullah (s.a.v.), süvariye üç pay, piyadeye bir payvermiştir. Bu hususta ondan gelen bu haber umumidir. Onun yararları olanlara özellik verdiğini bilmiyoruz. Aksine o, yararlı olmayı dikkate almadan yalnızca hazır bulunmak, hür ve Müslüman olmak şartı ile hazır bulunanlara pay vermiştir.

 

Sadakaların paylaştırılması hususunda bize muhalefet edenler, üzerine at koşturularak elde edilen ganimetin beştedörd (4/5) ünün paylaşımında bize muhalefet etmezler. Böyle iken sadakalarlZekatlar hususunda bize muhalefet etmesini nasıl caiz görebilirler. Çünkü aziz ve celil Allah bu paylaştırmayı en açık bir şekilde yapmış iken o nasılolur da bir kısmına verir, bir kısmına vermez? Savaşa gidenler hakkında, üzerlerine gittikleri takdirde bize göre de ona göre de aşağıdaki uygulama caiz değildir. Şöyle ki, kendileri savaşta pek faydalı olmayan güçsüz kimseler olup yine kendileri için faydaları olmayan güçsüz müşriklere hücum edecek olsalar, bunların karşısında ise silahları tam teçhizat düşmana karşı savaşan ve faydalı işler yapan kimseler bulunsun. Bu sefer güçsüz Müslümanlar güçsüz müşriklere karşı hücum etmiş olup elde ettiklerinden onlara bir şeyler verilirken sayıca çok, silahları tam teçhizatlı müşriklerle savaşan ve yararlı işler gören Müslümanlara - İslam'ın ve Müslümanların durumu dikkate alınarak- payları verilmeyecek olursa ve paylaştırma güçsüz Müslümanların güçsüz müşriklerin üzerine hücum edip güçlü müşriklere karşı savaşan güçlü Müslümanlara bakılarak verilirse -çünkü onlarla savaşmakta kendisi için büyük bir külfet olur ve bunların da Müslümanlara faydaları pek büyüktür- ama ben böyle yapmayarak her savaşçıya hakkını veririm. Durum böyle olduğuna göre, sadakalara ihtiyaçları bulunan bir kavmini topluluğun sadakalarının kendilerinden daha muhtaç olan başkalarına aktarılması yahut da onları sadakanın yurtlarından toplandığı kimseler ile ortak yapılması ya da onların bir sınıfından bir sınıfına onu aktarması -halbuki sadakanın ken-" dilerinden aktarıldığı sınıf da kendi haklarına ihtiyaç duyuyorken- nasıl caiz olabilir?

 

Yahut şöyle düşünelim:

- Bir kimse, düşman üzerine yürümüş, oldukça varlıklı kimselere şöyle demiş olsun: Siz varlıklı kimselersiniz. Dolayısıyla sizin üzerine gittiğiniz ve aldıklarınızı sizden alıp -bir kıtlık yılı ise- ihtiyaç sahibi sadakadan payalan kimselere paylaştırmak istiyorum, çünkü sadaka almayı hak eden bu kimseler "yüce Allah'ın 'iyili" denilen Müslüman kimselerdir. Bu da yüce Allah'ın malından bir maldır. Ben bunu onlara vermeyecek olursam, yanımda bundan başka da bir malolmadığına göre, bundan dolayı büyük bir zarar göreceklerinden korkarım, ama sizden bu malı alırsam, size bir zararı olmaz.

 

Böyle diyene karşı gösterilecek delil, ona şöyle demekten başka ne olabilir:

- Kendisine payayrılmış kimse, pay verilmemiş olana göre daha bir hak sahibidir, isterse kendisine pay verilmemiş olan daha muhtaç olsun.

 

İşte sadakadalzekatta hak sahibi olanlar hakkında da böyle demek gerekir:

Sadaka / zekat paylaşımı gayet açık bir şekilde, payedilmiş miktarı belli bir haktır.

 

Ya da şöyle düşünelim.

- Birisi yüce Allanın kendilerine pay verdiği yahut da onlara pay verileceğine dair bir rivayet gelmiş yahut her ikisine göre de mirasta hakkı olan kimseler için şöyle demiş olsun: Bunlar ancak akrabalıkları ve ölenin kendileri için bir musibet oluşundan dolayı miras almışlardır, çünkü bunların hepsi bir durumda hak sahibidirler.

 

Peki, böyle diyen birisine karşı gösterilecek delil, şöyle demekten başka ne olabilir:

- Bizler yüce ve mübarek Allanın paylaştırmasının dışına çıkamayız. İşte sadakaların / Zekatların paylaşımı hakkında da delil böyledir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bu görüşü dile getirenlere karşı gösterilecek delil, aslında bundan daha fazladır, fakat bu kadarı yeterlidir. Esasen böyle bir kimsenin bu sözü, birisinin kabul etmesine sebep teşkil edecek türden bir şüphe uyandıracak özellikte de değildir. Çünkü bu bana göre, -elbette ki Allah en iyi bilendir- aziz ve celil Allanın kendisine hak vermiş olduğu kimsenin hakkını iptal etmek ve valinin sadakaları alıp onları kendi akrabalarından sadece birisine aktarmasını yahut da pay hak edenlerden birisi ise sadakaların bulunduğu şehirden başka bir şehirdeki arkadaşına aktarmasını mubah kabul etmektir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bir kimse sadakaların taşınmasında şöyle diyerek delil gösterdi ve kendisine uyulanlardan birisi dedi ki: Eğer zekat bir tek sınıfa dahi verilecek olursa, bu da yeterlidir, fakat bu sözü söyleyen kimsenin sözü, bağlayıcı bir delil olamaz. Ayrıca böyle bir kişi aynı zamanda:

 

Eğer türlü sınıflar varken bir tek sınıfa verilirse olur, demiş değildir. Biz de onun dediği gibi deriz. Eğer sınıflardan sadece bir sınıf bulunuyorsa, o sınıfa zekatın verilmesi yeterlidir. Ayrıca bu kişi şöyle diyerek delil gösterir:

 

[898] Tavus'un rivayetine göre Muaz b. Cebel, Yemen halkından birisine dedi ki: Siz bana malolarak elbiseler getirin, ben onları sizden arpa ve buğday yerine kabul ederim, çünkü böylesi sizin için daha kolay, Medine'deki muhacirler için daha iyidir.

 

[899] Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Rasuluilah (s.a.v.), Yemen'deki zimmet ehli ile her bir kişi için yıllığına bir dinar almak üzere barış yaptı. çünkü bir adam başına bir dinar yahut onun değeri meafir türü elbiseden alınması Rasuluilah (s.a.v.)'ın sünnetinden idi.

 

Eğer dinar bulunmuyor idiyse muhtemelen Muaz, dinar ödemekte zorluk çeker diye, onlardan arpa ve buğdayalırdı, çünkü onlarda en çok bulunan bunlardı. Mal karşılığında dinar almaması caiz olduğuna göre, muhtemelen ona göre onlardan dinarların değerinde yiyecek ve daha başka mallar alması ona göre caiz olabilirdi. İşte bundan dolayı yanlarında çokça bulunduğundan ötürü ona yiyecek (arpa ve buğday) vermek için ellerini çabuk tuttular. o: Elbise Medine'de muhacirler için daha iyi, sizin için daha kolaydır, diyordu. Çünkü ayrıca elbiseleri Medine'ye taşıyarak nakletmenin fazla bir külfeti de olmaz, elbiseler Medine'de de daha pahalı idi. Birisi dese ki:

- Bu yorum kendisinden rivayet edildiği kişiden gelen bir delalet olmaksızın kabul edilmez. Şüphesiz biz bunu Muaz'dan gelen birtakım delillere dayalı olarak söyledik. Bu da bunu ondan rivayet eden kişinin kendisidir.

 

[900] Bize Mutarrif b. Mazin, Mamer'den haber verdi. O, İbn Tavus'tan o, babasından rivayet ettiğine göre Muaz şu hükmü verdi: Bir kimse aşiretinin bulunduğu yerden aşiretine ait olmayan bir başka yere intikal edecek olursa, onun öşrü de sadakası da aşiretinin bulunduğu yere aittir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Muaz, sadakanın kendisinden alınmış olduğu ve kendisi aile halkı ile birlikte aşiretinin bulunduğu yerden intikal etmesi halinde, onun sadakasının Izekatının da öşrünün de aşiretinin bulunduğu yerdekilere verileceği kanaatinde idi. Böyle bir kimse; nakit malının da davarlarının da sadakası ile birlikte başka yere gider. İşte bu sebeple Muaz, onun sadakasını / zekatını ve öşrünü aşiretinden geride bıraktığı kimselere verir. Bu bizim için şu iki hususa açıklık getirmektedir:

 

Birinci husus: Kişinin sadakasını / zekatını ve öşrünü yanlarından ayrılıp taşındığı kimseleri dışarıda tutarak akrabalığı sebebiyle yanlarına göç ettiği kimselere değil de aşiretinin bulunduğu yerdeki ahaliye vermiştir. Çoğunlukla görülen aşiretinin bulunduğu yer, aşiretine ait ise, başkalarını onlara karıştırsa da ve aşiret daha çok olsa da böyledir. Onlara karışması neticesinde aşiret, çoğunluğu teşkil etmiş olur.

 

İkinci husus: Onun görüşüne göre; sadaka, aşiretinin bulunduğu ahali için sabit olmuşsa, onun oradan ayrılması ile zekatı ve öşrü de gittiği yere aktarılmaz, sadaka onun aşiretinin bulunduğu yerdekilere -baştan beri sabit olduğu üzere ait olur.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Buna göre, aşiretinin bulunduğu yerdeki öşrünün ve sadakasının başka bir yere aktarılması mümkün olan nakit dışında başka bir yere aktarılmaması ihtimalini taşımaktadır. Muaz, böyle bir hüküm verdiğine göre, sadaka almayı hak eden kimseler olan Yemen halkından, Müslümanların sadakasını çoğunluğu fey' almayı hak eden kimseler olan Medine ahalisine, taşıma ihtimali oldukça uzaktır. Bizim bu kabilden Muaz'dan diye naklettiğimiz rivayetlerde kanaatimize delli teşkil eden şu hususlar vardır: Sadaka / zekat, sadakanın alınmış olduğu mala komşu olanlardan başkalarına taşınmaz.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Tavus, Muaz'dan bir şey sabit olduğu takdirde, Allah'ın izniyle ona muhalefet etmez. Tavus da kabzedilmeden önce de kabzedildikten sonra da sadakaların / Zekatların satılmasının helal olmayacağına yemin ederdi. Eğer Muaz'ın Müslümanlardan alınan buğdayı ve arpayı, elbise karşılığında satmış olmasını delil gösterenlerin benimsediği kanaat böyle olsaydı, o takdirde sadaka, kabzedilmeden önce satılmış olurdu, fakat bize göre, o ancak: Sizler bana mali kıymeti olan elbiseler getirin demiştir. Birisi dese ki:

- Adi b. Hatim ve ez-Zibrikan b. Bedr, Ebu Bekir es-Sıddik'a topladıkları sadakalarıiZekatları getirmişti. Her ikisi her ne kadar (bulundukları yerdeki) sadakayı hak edenlerden artanı getirmiş iseler de neticede onlar zekatı Medine'ye nakletmiş oldular. O halde Yemen'deki Mudar ve Tayy'hlardan bolluğa daha çok ihtiyacı olan nesep ve yurdu daha yakın insanların Medine'de olma ihtimali de vardı, onların etraflarında bulunanların irtidat etmiş olma ihtimali de vardı. Böylelikle onların sadakada / zekatta bir hakları kalmaz. Bu durumda Medine'de ise, başkalarına göre daha çok hak eden kimseler bulunurdu. Ebu Bekir'e de bu zekatların getirilmesinden sonra bunların Medine halkı dışındak! kimselere verilmesini emretmesi ihtimali de vardır. Bu hususta Ebu Bekir'den gelmiş ve ona göre değerlendirme yapacağımız bir haber de bulunmamaktadır. Birisi dese ki:

- Bize ulaştığına göre Ömer'e zekat develerinden bir deve getirilirdi. Şafii dedi ki:

- Medine'de hurma, ekin, nakit ve davarların sadakaları / zekatları vardı. Ayrıca Medine'de muhacirler, ensar, onlarla antlaşmalı olanlar, Eşcalılar ve Cüheyneliler de vardı. Muzeyneliler ise, hem Medine'de hem çevresinde bulunuyordu. Onlardan başka diğer Arap kabilelerinden de vardı. Komşularının ve aşiretlerinin aileleri ise, Medine'ye getiriliyordu. Böylelikle pay sahipleri bir kalabalık oluşturmuş oluyordu. Nitekim suların kenarında bulunanlar ve kasaba ahalisi de Araplar arasından pay sahipleri için bir araya geliyorlardı. Muhtemelen onlar da ihtiyaçtan kurtuldukları için bu zekatı yurtları ve nesepleri itibariyle kendilerine en yakın insanlara nakletmiş oldu. Yurtları ve nesepleri itibariyle en yakın insanlar da Medine'de idiler.

 

[901] Birisi dese ki:

- Ömer, Şam'a ve Irak'a çok sayıda develeri taşımak üzere veriyordu. Ona şöyle denilir:

- Bunlar -en iyi bilen elbette yüce Allah'tır- zekat develerinden değillerdi.

Bunlar cizye develerinden idi, çünkü o, ancak taşıyabilen develeri taşımak için verirdi, fakat develerden zekat olarak alınan yaşların çoğunluğu kimseyi yük olarak taşımazlar. 

 

[902] Bize Malik'in Zeyd b. Eslem'den haber verdiğine göre, Ömer'e çok sayıda cizye develeri getirilirdi.

 

[903] Bize arkadaşlarımızdan birisi Muhammed b. Abdullah b. Malik ed-Dari'den haber verdi. O, Yahya b. Abdullah b. Malik'den, onun babasından diye rivayet ettiğine göre, ona: Ömer'in ondan sonra da Asmanın (ranhuma) gazilere binmek üzere verdiği develer hakkındaki kanaatin nedir? diye sormuş. O da şu cevabı vermiştir: Bana babamın haber verdiğine göre bunlar, Muaviye ve Amr b. el-As'ın gönderdiği cizye develeri idi, dedi. Ben: Peki, onlar kimlerden alınırdı? dedim. O: Medine halkından olup cizye vermeleri gerekenlerden. Taliboğullarından uygun olarak alınır, bunlar gönderilir ve orada çok sayıda deve satılırdı. Sonra bunlar Hz. Ömer' e gönderilir ve Ömer de bunları (gazilere) binmek üzere verirdi, dedi.

 

[904] Bize arkadaşlarımızdan sika birisi Abdullah b. Ebu Yahya'dan haber verdi. O, Said b. Ebu Hind'den şöyle dediğini rivayet etti. Abdülmelik, birkaç kişi ile Medinelilerin maaşını göndermiş, Yemame valisine de Yemame'den Medine'ye, onlara verilmesi gereken maaşIarını tamamlamak üzere bir milyon dirhem göndermesini yazdı. Bu mal, Medine'ye gelince, onu almayı kabul etmeyip şöyle dediler: O, bize insanların mallarının kirlerini ve bizim almamız uygun olmayan şeyleri mi yediriyor? Ebediyen onu kabul etmeyeceğiz, dediler. Onların bu sözleri Abdülmelik'e ulaşınca onu geri gönderdi ve: Onlar böyle yaptıkları sürece bu kavim arasında hayır var olmaya devam edecektir, dedi.

 

Ben, Said b. Ebu Hinde: O gün kim konuşabiliyordu? dedim. O: Bunların başında Said b. el-Museyyeb, Ebu Bekir b. Abdurrahman, Harice b. Zeyd, Ubeydullah b. Abdullah başta olmak üzere daha birçok kişi, dedi.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: "Bize uygun olmayan" sözleri; biz fey' almayı hak eden kimseler iken sadaka / zekat bize helal değildir, demektir. Çünkü fey' alanların sadakada bir hakları olmadığı gibi, bir kavimden kendileri dışındaki bir kavme nakledilenlerden de (hakları yoktur).

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Sadaka / zekat olarak davarlar alındığı takdirde damgalanırlar. Ağıllara konulurlar. Develerle inekler arka budarında damgalanır, koyunların damgası da kulak diplerine vurulur. Sadaka damgası üzerinde "aziz ve celil Allah içindir" yazılır. Cizye olarak alınan develere vurulan damga ise zekat damgasından farklı olur. Birisi:

- Sadaka damgasının cizye damgasından farklı olduğunun delili nedir? diye sorsa ona şöyle cevap verilir:

 

- Sadakayı malikil sahibi Allah için öder. Sahibi tarafından aziz ve celil Allah için çıkarıldığından ötürü onun üzerine ''Aziz ve celil Allah içindir" yazılır. Cizye develeri ise, küçülmüş halde verilmiştir [Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimseler- . le, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. Tevbe, 29), (yayıncı)]. Sahibinin ondan bir payı yoktur.

 

[905] Bize Malik, Zeyd b. Esleniden haber verdi. Onun babasından rivayet ettiğine göre o, Ömer'e: Develer arasında kör bir deve vardır, deyince Ömer:

 

Cizye develerinden mi yoksa zekat develerinden mi? diye sorunca Eslem: Hayır cizye develerindendir demiş ve ayrıca: Onun üzerinde cizye develerinin damgası var, diye eklemiştir. İşte bu da her iki damga arasında fark olduğuna delildir.

 

Bazı kimseler de Müslümandan alınan her bir şeyin harcanma şekli, sadakaların harcanma şekli gibidir, şeklindeki kanaatimizi ifade etmiş ve ayrıca: Rikazın harcama yeri de sadakaların / Zekatların harcama yeri ile aynıdır, diyerek bizim zikrettiğimiz şu rivayetin benzerini rivayet etmişlerdir:

 

[906] Rasulullah (s.a.v.): "Rikazda beşte bir (1/5) vardır" buyurmuştur. 

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Madenler de rikaz türündendir.

Aynı zamanda zekat düşecek kadar olsun yahut zekat düşmesin, cahiliye dönemi gömülerinden elde edilenlerin hepsi de rikazdır. Bunları zengin bulmuş olsun, fakir bulmuş olsun, fark etmez ve bu beştebir (1/5) e tabii rikaz olur.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Sonra bu kişi, -bütün bu hususlarda- işi daha sıkı tutup onu geçersizleştirmiş ve şu iddiayı ileri sürmüştür:

 

- Kişi, bir rikaz / gömü bulacak olursa, onu kendisi ile aziz ve celil Allah arasında kalmak üzere validen gizleyebilir. Valinin de onu o kişiden aldıktan sonra ona geri verip tamamen terk etmesi hakkı da vardır.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki:

- Peki Rasulullah (s.a.v.)'ın rikazda beştebir (1/5) tayin ettiğini, diğer taraftan Müslümandan alınan her bir şeyin sadakalar gibi payedileceğini söylediğine dikkat etmeyelim mi?

 

O, o gömüyü almakla sünnet ile sabit olmuş bir hakkı, paylaşımı hususundaki aziz ve celil Allah'ın hakkını da iptal etmiş olmaktadır. Beştebir (1/5) ise hem bize göre hem ona göre aziz ve celil Allah'ın kendileri için tayin etmiş olduğu, onu mülk edinecek kimseler için malında icap eden bir miktar olarak tespit edilmiştir. Bu durumda, valinin aziz ve celil Allah'ın o kimsenin malında alınmasını vacip kıldığı bir hakkı, almaması, nasıl caiz olabilir? Üstelik bu hak, aziz ve celil Allah'ın kendileri için paylaştırdığı kimselerin hakkıdır. Peki, bu görüşü söyleyen kimse, eğer buğdayın öşrü yahut altının zekatı yahut ticaretin zekatı ya da bunun dışında Müslümanlardan alınan şeyler hakkında aynen söyleyecek olursa, ona karşı şöyle demenin dışında delil ne olabilir:

 

- Şüphesiz senin malında ödemen gereken bir hak, başkasına verilmesi gereken bir şeydir. Sultanınıvalinin -devlet yetkilisinin- onu sana bırakması helal değildir. Sultan, onu sana bıraksa bile, senin onu aziz ve celil Allah'ın kendisine ait olarak tahsis etmiş olduğu kimselerden alıkoyman helal değildir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Halbuki ben, rikaz hakkında böyle diyen kimseyi bilmiyorum. Eğer böyle bir hüküm; rikaz hakkında caiz olursa, malında başkasına ait ödemesi gereken hak bulunan herkesin, o hakkı alıkoyup vermemesi de caiz olur, sultan ın da bu hakkı ona terk etmesi caiz olur. Bunun neticesinde ise aziz ve celil Allanın kendilerine pay vermiş olduğu sekiz pay sahibi kimselerin hakkı da iptal edilmiş olur.

 

O dedi ki: Bizlerin Şa'bi'den rivayet ettiğimize göre adamın biri 4.000 yahut 5.000 bulmuş idi. Ali b. Ebu Talib de dedi ki: Ben bunun hakkında açık seçik bir hüküm vereceğim. Bunun beştedördü (4/5) senindir, beştebiri (1/5) Müslümanlarındır. Sonra da: Bu beştebir (1/5) de sana geri verilir, demiştir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bu hadisin bir kısmı diğer kısmını nakletmektedir, çünkü Ali'nin: "beştebir (1/5) de Müslümanlara aittir" demiş iken, valinin Müslümanların o adamın herhangi bir haklarının olduğu kanaatine sahip olup sonra bunu tekrar ona geri vermesi yahut da ona bırakması nasıl caiz olabilir? Oysa valiye düşen görev, şayet Müslümanlardan herhangi bir kimse, kendi malında onlara ait vermesi gereken bir hakkı vermeyecek olursa, bu hak için onunla gerektiği gibi mücahede etmesidir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bu rivayetin Ali'den geldiği kabul edilemez, çünkü Ali'den muttasıl bir isnad ile şöyle dediği rivayet edilmiştir: "beştedörtü (4/5)senindir, beştebir(1/5)'ini de ailenden fakirlere paylaştır:' Hadisin bu rivayeti Ali (r.a.) için daha uygundur. Çünkü Ali (r.a.)'ın onu güvenilir birisi olarak bilmesi, ayrıca aile halkı arasında payalmayı hak eden fakir kimselerin olduğunu bilip bunu (beştebiri (1/5)i aralarında paylaştırmasını emretmiş. olması muhtemeldir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Ayrıca bunlar Şa'bi'den nakledilen rivayete iki bakımdan muhalefet etmektedirler:

 

Birincisi, onlar 200 dirhemi bulunan bir kimseye vali pay veremeyeceği gibi o da aziz ve celil Allanın ismini saydıkları kimseler arasında paylaştırılmış paylardan da nafile olarak verilen sadakadan da bir şeyalma hakkına sahip değildir. Onların Ali (r.a.)'ın ona, rikazın beştebir (1/5) ini de bıraktığını iddia ettikleri bu adamın 4.000 dirhemi olmuş oluyordu. Muhtemelen bunların dışında malı da vardı. Durum böyle iken vali, ondan malından alınması gerekeni alması halinde, artık valinin ondan almış oldukları ile tekrar ona ve onun geçindirmekle yükümlü olduğu herhangi bir kimseye geri dönme hakkının olmadığını ve valinin yerine kendisi o dağıtımı üstlenecek olursa, onu dağıtmadan alıkoyamayacağını, geçindirmekle yükümlü olduğu herhangi bir kimseye de ödeme hakkının bulunmadığını ileri sürerler.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Halbuki Ali (r.a.)'dan rivayet edilen, onu o kimseden aldıktan sonra, geri verdiğidir yahut da ondan almadan önce onu o kimseye bırakmış olduğudur. Bu ise, bu iddianın her bakımdan iptal edilip çürütülmesidir ve onların söylediklerine de muhalifiir. Eğer kişinin onu saklaması hakkı varsa, valinin de onu (gömü olarak bulduğunu) ona geri verme hakkı varsa, bu durumda bunu yapması ona vacip değildir, ondan alınmayıp ona bırakılması da alınması arasında da fark yoktur.

 

Böyle bir görüş ile rikazda beştebir (1/5) olduğu şeklindeki sünneti iptal ettiği gibi aziz ve celil Allanın kendilerine pay verdiği sekiz pay sahibi kimselere yaptığı paylaştırmayı da iptal etmiş olmaktadır. (Biri) dese ki:

- Bu, sadece rikazda yapılabilir. Ona şöyle denilir:

- Peki ya bir kimse: Sadakalardan sayılan rikazda bu yapılabiliyor ise, hep-

sinde yapılabilmelidir. Eğer senin bunlar arasından sadece bir kısmını tahsis etmen caiz ise, ben de şöyle derim: O vakit bu, öşürde de davarların zekatında da yapılabilmelidir. Halbuki benden ve senden başkaları şöyle demektedir: Böyle bir şey gümüş zekatında yapılabilir, fakat bunda (rikazda)yapılamaz. Eğer: İşte bu ancak beştebir (1/5) dir. Aynı şekilde bunda hak edilen, ekinde hak edilen ondabir (1/10) de gümüşteki hak olan öşrün dörttebiri (1/4) (kırktabirde: 1/40) de böyledir. Fakat davarlarda (miktar) farklıdır ve davarlar bütün bunlardan ayrıdır, çünkü davar, belli miktardan (dilimden) onun için tayin edilen kadarı ile alınır ve bunların hepsi de sadakalar gibi paylaştırılır.

 

Şafii dedi ki: Sonra bazı kimseler, sadakadan / zekattan verilen şeyler hususunda bize muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Kendisinin zekat düşen malı olan hiçbir kimse, ondan bir şey alamayacağı gibi 200 dirhemi olan birisine de zekat düşen bir şeyleri olan bir kimseye de bir şey verilmez.

 

Şafii dedi ki: 200 dirhemi de zekat düşen bir şeyi de olmayan bir kimsenin, şayet mesleği yetersiz olduğu yahut da ailesi çokluğu sebepleriyle ihtiyaç içerisinde değilse, ondan bir şeyalması ona helalolmaz. Buna karşılık (başka) bir kimsenin, bundan daha fazla bir meblağı olmakla birlikte, mesleğinin yetersizliği yahut bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin çokluğu sebebiyle muhtaç durumda ise; ihtiyaç da ancak zekat isteyenin durumu ile malını bilmeleri ile ilgili miktar hususunda insanların örfüne göre tespit edilip yalnızca mal miktarına göre tespit edilmediğine göre; bir kimsenin bakmak zorunda olduğu 100 kişisi ve bununla birlikte 100 dirhemi varsa, ona bir şey verilmemekle birlikte -ki bu ihtiyacı apaçık ortada olan bir muhtaçtır- diğerinin ise 200 dirhemi de bakmak durumunda olduğu aile fertleri de olmamakla birlikte zengin de olmayan birisi olup ona pay verilecekse;

 

insanlar ise kendilerine bir şeyler verilmesini emrettiği bu kişinin zenginliğe daha yakın olduğunu, buna karşılık verilmemesini söylediği kişinin zenginlikten daha uzak olduğunu biliyorsa (durum ne olacak?)

 

Diğer taraftan borçlu bir kimseye kendisini borçtan kurtaracak kadar bir şeyler veriliyorken fakir kimseye neden onu fakirlikten çıkartacak bir şeyler verilmesin? Halbuki o -aynı zamanda-: Eğer böyle bir kimseyi fakirlikten zenginliğe ı 00 dirhem ya da daha az bir miktar çıkartıyorsa, ona daha fazlası verilemez, demektedir. O halde, neden o kimseyi ancak 200 dirhem fakirlikten zenginliğe çıkartıyorsa, bu miktar ona verilmesin? Üstelik bu kimseye o miktarın verileceği gün; o bunun zekatını ödemekle yükümlü bulunmamaktadır. Çünkü ona zekat ancak o miktara sahip olduğundan itibaren bir sene devrettiği zaman düşer.

 

Sonraki için tıkla:

 

ORUÇ / (RAMAZAN HİLALİNE DAİR) BİR BAB