ŞAFİİ el-UMM

...PAYLAŞTIRMA

 

SADAKA ALMAYı HAK EDENLERİN HEPSİNE PAY VERİLMESİNİN SEBEBİ

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Şayet, zekat 8.000 olup payalmayı hak edenler de mevcut olsa, onlarda kendi sınıfına düşen payın tamamını alabilecek bir tek fakir, yine payının tamamını alabilecek bir tek yoksul ve onların her birisine payın yetemeyeceği kadar 100 borçlu bulunsa. Böyle bir durumda borçlular da fakir ve yoksullara -her biri birer kişi olduğundan- (kendilerine düşen) payın üçtebirinin (1/3) verilmesini istese ve tam payı hak etmeleri için asgari üç kişi olmaları gerektiğini gerekçe olarak ileri sürseler, onlara şöyle denilir:

 

- Sizin böyle bir istekte bulunma hakkınız yoktur, çünkü sizler, fakir ve yoksullar arasından kendi paylarına ihtiyacı bulunan bir kişi bulunduğu sürece asla onların paylarını hak edemezsiniz. Çünkü pay; onlardan birisinin muhtaç olduğu sürece yalnızca onlara verilmesi gereken bir toplam maldır. Ondan bir miktar artacak olursa, siz de diğer pay sahipleri de onda eşit hak sahibi olursunuz. Sizler, ayrıca onlardan herhangi birisinin kendisi sebebiyle hak kazandığından başkasını da hak etmezsiniz. İşte bu durum, bütün pay sahipleri hakkında böyledir.

 

Aralarında malları bulunmayan borçlu kimseler bulunuyor ise, onlara borçları kadar ya da ondan daha az bir şey verilir. Bunlar da biz, hem fakir hem borçlu kimseleriz, borçlu olduğumuz için bize zekat verildi, ama siz bizim fakir kimseler olduğumuzu da görüyorsunuz derlerse, onlara şöyle denilir:

 

- Hayır biz size bu iki sebepten dolayı veriyoruz. Eğer bu kişi baştan itibaren ben borçlu bir fakirim diyecek olursa, ona tercihini yap, hangi sebepten ötürü dersen biz de ondan dolayı sana veririz. İstersen fakir olduğun için, dilersen borçlu olduğun için. Eğer ikisinden birisini seçer ve ondan ötürü ona verilecek miktar daha çok ise onu veririz. Eğer seçtiği dolayısıyla verilen az ise yine ona veririz. O hangisini istemişse daha çok dahi olsa o sebepten ötürü biz de ona payını veririz. Fakat diğer sebepten ötürü ona bir şey vermeyiz. Fakirlik adına ona verecek olursak, onun alacaklılarının ellerinde bulunanlardan haklarını almak hakları vardır. Tıpkı kendisine ait olan bir malı almak hakları olduğu gibi. Aynı şekilde ona borçlu olduğundan ötürü verirsek, durum değişmez. Ona borçlu olması sebebiyle verecek olursak, onun adına borcunun ödenmesinin üstlenilmesini daha çok severim. Bu yapılmayıp da ona yine verirse, bu da tıpkı yazışmalı kölenin kendisine payının verilmesi halinde caiz olduğu gibi caizdir. Eğer:

 

- Neden bana her iki sınıftan da olduğum halde iki sebepten ötürü verilmiyor? diyecek olursa, ona şöyle denilir:

 

- Fakir aynı zamanda miskin / yoksuldur. Miskin de bir bakıma fakirdir. Aynı isimde ikisi de ortaktır, bir diğer isimlerinde birbirlerinden ayrıdırlar. Şanı yüce Allah bununla birlikte ikisi arasında fark gözetmiştir. Bundan ötürü o miskine bu dediği şekilde verilmez, çünkü fakir bir kimseye fakirlikle birlikte yoksulluğun payı da verilmez, yoksul kimseye de fakirlikle birlikte yoksulluğun da payı verilmez. Onların her birisine ancak bu iki manadan birisi dolayısıyla vermek caizdir. Aynı şekilde pay sahibi bir kimseye ancak bu iki sebepten ötürü verilir. Eğer bu caiz olmuş olsaydı, bir kimseye fakirliği, borçlu olması, yolcu olması, gazi olması, kalbi ısındırılacak kimse olması ve amil olması sebebiyle pay verilmesi ve bunun sonucunda da bütün bu anlamlardan ötürü ona hisse verilmesi caiz olurdu. Birisi dese ki:

- Acaba fakir adının miskin / yoksul için de kullanılabileceğini yoksulluk niteliğinin fakirin de ayrılmaz bir niteliği olduğunu gösteren bir delil var mıdır? ona şöyle denilir,

- Evet fakirliğin manası yoksulluğun manasını, yoksulluğun manası da fakirliğin anlamını ifade eder. İkisi bir arada kullanılacak olursa, o takdirde her ikisinin hali arasında bir fark gözetmekten başkası caiz değildir. Bu durumda (ayette) ilk sözü edilen fakirin hali daha sıkıntılı olur. Nitekim dilde de bu böyledir. Araplar bir kimseye fakir bir miskin ve miskin bir fakir derler. Miskinlik ve fakirlik ise bir meslek ve bir mal ile birlikte söz konusu edilmez.

 

 

ZEKATLARIN PAYLAŞTIRILMASINA DAİR İKİNCİ BAŞLIK

 

Bize er- Rebi' b. Süleyman haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Aziz ve celil Allah, dinine mensup Müslümanlara mallarında onlardan başka yine dinine mensup o mala ihtiyacı olan Müslümanlara bir farz tayin etmiştir. Mal sahibi olanların bunu ehil olanlarına yahut da bu işle görevli olanlara, ödemekle emrolundukları için onu vermeme gibi bir imkanları yoktur. Yöneticilerin de bunu mal sahiplerine terk etme hakları yoktur, çünkü yöneticiler, o malı onlardan hak edenler için almakla görevlidirler. Aziz ve celil Allah da Nebisine:  

 

"Onların mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip arındırmış olasın. Onlara dua da et. Senin duan şüphesiz onlara huzur ve güvendir ... " (Tevbe, 103) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimede açıkladığım şekilde, mal sahibi olan kimselerin aziz ve celil olan Allah'ın mal sahibini yükümlü tuttuğunu, vermemezlik edemeyeceklerini, onların başında yönetici olanların ise, bunu lehine de aleyhlerine de olsa bırakamayacaklarını göstermektedir.

 

[886] Bize İbrahim b. Sa'd'ın İbn Şihab'dan haber verdiğine göre, o şöyle demiştir: Ebu Bekir ve Ömer'in sadakayılzekatı iki defa aldıklarına dair bize bir haber ulaşmamıştır. Fakat onlar bolluk zamanında da kıtlık zamanında da (davarların) semiz oldukları zamanlarda da zayıf oldukları zamanlarda da onu toplamak için görevliler gönderir, ayrıca zekat vermekle yükümlü olanlara onun tazminatını ödetmezlerdi. Zekatı her yıl da geciktirmezlerdi, çünkü her sene zekatı almak Rasulullah (s.a.v.)'tan gelmiş bir sünnettir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın zekatı bir senede almayıp geciktirdiğini bilmiyoruz.

 

[887] Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.) dedi ki: Eğer Rasulullah (s.a.v.)'a verdikleri bir oğlağı dahi bana vermeyecek olurlarsa, onun için onlarla savaşırım. Sizler Allah'ın bir arada zikrettikleri arasında fark gözetmeyiniz.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Müslümanın sadakasınılZekatını aldığı zaman ona Allah'ın onu mükafatlandırması ve ona bereket ihsan etmesi için dua etmelidir. Nitekim yüce Allah: "Onlara dua et" (Tevbe, 103) buyurmuştur. O halde Müslümandan alınan şey bir zekattır, zekat da bir sadakadır. Sadaka da bir zekat ve bir arınmadır. Her ikisinin durumu da birdir, manası da birdir. Bu sebeple bazen buna zekat bazen de sadaka adı verilecek olursa, bunların ikisi de aynı anlamda onun adıdır. Araplar bazen aynı şeye pek çok isim de verebilirler. Bu aziz ve celil Allanın Kitabında da Rasulullah (s.a.v.)'ın sünnetinde de Arap dilinde de gayet açıktır.

 

Aziz ve celil Allah: "Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz" (Bakara, 43) buyurmaktadır. Ebu Bekir (r.a.) da: "Eğer bana Rasulullah (s.a.v.)'a vaktiyle ödedikleri bir oğlağı dahi ödemeyecek olurlarsa and olsun onun için onlarla savaşırım. Sizler Allah'ın bir arada zikrettikleri arasında fark gözetmeyin" demiştir. Bununla da -yüce Allah en iyi bilendir- "Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz" (Bakara, 43) buyruğunu (bunda namaz ve zekatın bir arada zikredilmiş olduğunu) kastetmektedir. Zekat olarak alınan miktarın adına da sadaka denir. Şanı yüce Allah da sadakanın paylaştırılması ile ilgili buyrukta: "Sadakalar ancak fakirlere, yoksullara ... Allah'tan bir farz olarak mahsustur" (Tevbe, 60) buyurmuştur. Yani sadaka toplayıcısı (musaddık) yani zekat olarak verilecek davarları alacak kişi gelecek olursa, demektir. Yine ayet-i kerime, zekat toplayıcısı ve amil geldiği zaman demek istemektedir.

 

[888] Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Beş deveden aşağısında da sadaka yoktur, beş vesk hurmadan aşağısında da sadaka yoktur, beş okkiye gümüşten aşağısında da sadaka yoktur."

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Ama insanların dillerinde çoğunlukla dolaşan hurmada öşür, davarlarda sadaka, gümüşte zekat terimleridir. Halbuki Rasulullah (s.a.v.), bütün bunlara "sadaka" adını vermiştir. Araplar ise buna hem sadaka hem zekat derler. Onlara göre de bu iki terimin anlamı aynıdır. Dolayısı ile Müslüman bir kimseden malının sadakası alınacak olursa, ister nakit, ister davar, ister ekin, ister fıtır zekatı / sadakası, ister rikazın beştebiri (1/5) ister madenin sadakası ya da bunun dışında malında: Kitap, sünnet yahut Müslümanların umumi olarak üzerinde icma ettiği bir husus icap ediyor ise, bunun hepsinin manası aynı olup zekattır. Zekat da sadaka demektir. Paylaştırılacağı hak sahipleri aynıdır. Yüce Allah'ın paylaştırdığı gibi olup farklılık göstermez. Sadakalar aziz ve celil Allah'ın Müslümanlara farz kıldığı şeyolup o, bir temizlenmedir.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Fey' paylaşımı ise bu paylaşımdan farklıdır. Fey' ise müşrik kimselerden Allah'ın dinine mensup olanları güçlendirmek üzere alınmış olan şeydir. Bu şekilde alınan şeyin harcanacağı yer ise buradaki yerlerden farklıdır.

 

Dedi ki: Müslümanın malında vacip olup alınan her bir hak, yüce Allah'ın sadakalar hakkındaki paylaştırmasına göre payedilir. Alınanın az ya da çok olması fark etmediği gibi öşür, beştebir (1/5), öşrün dörttebiri (1/4) yahut da farklı sayılarda alınan arasında hiçbir fark yoktur, çünkü sadaka adı bunların hepsini kapsar. Şanı yüce ve mübarek Allah da: "Sadakalar, ancak fakirlere, yoksullara ... mahsustur" (Tevbe, 60) buyurmaktadır. Böylelikle yüce Allah, sadakaların kimlerin hakkı olduğunu beyan buyurmakta, daha sonra da bunu daha da vurgulayıp işi sıkı tutmak üzere ''Allah'tan bir farz olarak mahsustur. Allah her şeyi bilendir hakimdir" (Tevbe, 60) buyurmaktadır. Böylelikle Müslümandan alınan her bir şey, aziz ve celil Allah'ın paylaştırdığı şekilde payedilir. Bunlar da sekiz payolup bu sekiz paydan herhangi birisi ve onun herhangi bir kısmı bu pay sahipleri arasından olup onu hak eden birileri bulunduğu sürece onların dışındakilere hiçbir şeyi harcanmaz ve hiçbir kavmini toplumun sadakası da kendi yurtlarında onu hak eden kimse bulunduğu sürece başka bir yurda çıkarılmaz.

 

[889] Bize Veki, Zekeriya b. İshak'dan haber verdi. O, Yahya b. Abdullah b.

Sayfi'den o, Ebu Mabed'den o, İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiğine göre; Rasulullah (s.a.v.), Muaz b. Cebel'i (Yemen'e) gönderdiğinde şöyle demişti: "Şayet onlar senin emrini kabul ederlerse, onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen bir sadakanın farz kılınmış olduğunu bildir" buyurdu.

 

[890] Bize arkadaşlarımızdan sika birisi olan Yahya b. Hassan, Leys b. Sa'd'dan haber verdi. O, Said el-Makburi'den o, Şerik b. Ebu Nemir'den o, Enes b. Malik'den rivayet ettiğine göre, bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle dedi: Allah adına sana ant veriyorum. Zekatı zenginlerimizden alıp onu fakirlerimize vermeni sana Allah mı emretti? O: "Evet", buyurdu.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Burada fakirler, şanı yüce Allah'ın o sekiz sınıftan adını verdikleri arasından ihtiyaç adı kendisinin ayrılmaz bir vasfı olan kimselerdir. Çünkü onların hepsine isimleri dolayısıyla değil, ihtiyaç sebepleri dolayısıyla verilir. Eğer yolcu zengin ise, ona bir şey verilmez, ancak zekatın verildiği zamanda silaha ihtiyacı bulunan yolcuya verilir. Eğer aziz ve celil Allah'ın adını verdiği pay sahiplerinden herhangi bir kimse bulunmazsa, o takdirde bulunmayan sınıfın hissesi bulunanlara geri verilir. Mesela aralarında fakirler, yoksullar ve borçlular bulunmakla birlikte, başkalarının (zekat verilebilenlerin) bulunmaması hali gibi. Bu durumda sekiz pay üç paya bölünür. Bunun ile ilgili açıklama ise kitabın aşağı taraflarındadır.

 

Buna göre, pay sahiplerinin ortak özelliği, onların o sadakadan kendilerinin hakkı olan şeye hepsinin muhtaç olmalarıdır. Lakin ihtiyaç sebepleri farklıdır. Hak ediş sebeplerinin de çeşitli sebepleri vardır ki; hepsinin ortak özelliği ihtiyaç sahibi olmaktır, ancak nitelikleri ve ihtiyaçları arasında farklılık ortaya çıkartır.

 

Bunların birlikte bulunmaları halinde, meslekleri olmayan güçsüz kötürümler ile meslekleri olan fakirler, ihtiyaçlarını karşılayamayan basit meslek sahipleri olup insanlardan bir şey istemeyen kimseler önceliklidir. (Sonra) dilenen miskinler / yoksullar, mesleği bulunup da bir dereceye kadar ihtiyacını karşılayan fakat onu da ailesini büsbütün ihtiyaçtan kurtaramayan kimse (gelir).

 

Şayet miskinlik gerekçesi ile gücü yerinde bir adam, sadaka isteyecek olursa, vali de onun eğer aile fertleri varsa, onları ihtiyaçtan kurtaracak kadar kazanabilen ve sağlıklı birisi olduğunu, şayet ailesi yoksa kazancının bulunduğunu, kazancı ile kendisini maruf bir şekilde ihtiyaçtan kurtarabileceğini bilirse, ona hiçbir şey vermez.

 

Çünkü onu yani sadaka verilmesini isteyen güçlü, kuvvetli bir kimse, eğer ben kazanabilen birisi değilim yahut kazancı olan birisi olmakla birlikte kazancım bana yetmiyor diyorsa. Yahut aileme yetmiyor benim de ailem var derse, valinin, onun durumunun dediğinden başka türlü olduğuna dair kesin bir bilgisi yoksa onun sözü kabul edilir ve kendisine sadaka verilir.

 

[891] Bize Süfyan, Hişam'dan haber verdi. O, babasından o, Ubeydullah b. Adiy b. el- Hıyar'dan rivayet ettiğine göre, iki adam kendisine şunu haber vermişlerdir: Rasulullah (s.a.v.)'a gitmiş, ondan sadakadan bir şeyler istemişlerdi. O, onları yukarıdan aşağıya süzdü ve dedi ki: "Dilerseniz (size veririm) fakat bunda ne varlıklı bir kimsenin ne de kazanç sağlayabilen güçlü birisinin payı vardır" buyurdu.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Nebi (s.a.v.), onlarda kazanç elde etmeye benzeyen güç ve sağlık görmüş ve onlara, kendilerini ihtiyaçtan kurtarabilecek kazanç sağlayabileceklerini, onların ondan (sadakadan) bir şey almalarının uygun olmadığını bildirdi. Bununla birlikte onların kazançları olan birileri midirler değil midirler bilmiyordu. Bunun için onlara: "Ben sizlere varlıklı ve kazancı olan birisinin sadakada bir payının bulunmadığını size bildirdikten sonra isterseniz verebilirim" buyurmuştur. Çünkü onlar, bize ver, çünkü biz pay sahibi kimseleriz. Zira biz ne zengin iz ne de ihtiyaçtan kurtarabilecek kazanç sahibi kimseleriz, demek istemişlerdi.

 

[892] Bize İbrahim b. Sa'd, babasından haber verdi. O, Reyhan b. Yezid'den şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr b. el-As'ı şöyle derken dinledim:

"Ne varlıklı birisine ne de gücü kuvveti yerinde birisine sadaka(nın verilmesi) uygundur:'

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bu hadisi Sa'd'dan -onun oğlundan başkası- merfu olarak rivayet etmiştir.

 

Zekatı toplamak görevinde çalışanlar (el-amiline aleyM); valinin kendilerini zekatı alıp onu hak edenlere paylaştırması için görevlendirdiği, hak edenlerden olmasa bile valiye toplanması ve tahsil edilmesi hususunda yardımcı olan arifler ve valinin mutlaka kendilerine ihtiyaç duyduğu ve ancak onun konumunun bunu yoluna koyabildiği kimselerdir. Davarları güden davar sahibi ise, onun toplanması için çalışanlardan değildir, çünkü böyle bir işi davar sahiplerinin yapması zaten gereklidir. Aynı şekilde valinin yardımına muhtaç olmadığı fakat toplanması hususunda valiye yardım edenlerin durumu da böyledir. Bunlar da zekatta hakkı bulunan, toplanması üzerinde çalışanlardan sayılmazlar. Halife ve sadakanın kabzedilmesi görevini üstlenen büyük bir bölgenin valisi her ne kadar alınması emrini yerine getiren toplanması işinde çalışanlardan iseler de bize göre bizzat kendileri onu toplama görevini yerine getirenler olmamaları itibariyle, zekatta hak sahibi olan kimselerden değildirler.

 

[893] Bize Malik'in Zeyd b. Eslem'den haber verdiğine göre, Ömer(r.a.) bir süt içmiş ve onu beğenmişti. Kendisine içmesi için o sütü verene: "Bu sütü nereden buldun?" demiş, ona ismini verdiği bir suyun yanından geçerken sulanmakta olan bir takım zekat develerine rast geldiğini söyledi. Çobanları bana o develerin sütünden sağdılar, ben de onu kırbama koydum, işte bu odur deyince; Ömer parmağını ağzına sokup derhalonu kustu.

 

[894] Bize Malik, Zeyd b. Eslemden haber verdi. Onun Ata b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sadaka ancak beş kişiye helaldir; Allah yolunda gazaya çıkmış olan, toplanma görevi ile görevli olan, borçlu, kendi malıyla onu satın almış bir kimse yahut yoksul bir komşusu olup o yoksula sadaka verdikten sonra yoksul kişi, o zengin kişiye hediye verdiği kimse."

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Zekatın toplanması işinde çalışan bir kimse de sadakadan ihtiyacı kadarını alır, daha fazlası ona verilmez. Eğer bu toplama işinde çalışan kişi varlıklı ise o, bunu icare / ücretle çalışan bir işçi olarak alır.

 

 

Kalpleri ısındırılacak olanlar (el-müellefetu kulılbuhum) daha önce geçen haberlerden öğrendiğimiz üzere iki türlüdür: Bunların bir türü Müslüman olup kendilerine itaat edilen ve Müslümanlarla birlikte cihad eden eşrafıileri gelen kimselerdir. Müslümanlar onlarla daha da güçlenir, fakat asıl niyetlerinin ne olduğu hususunda başkalarının görülen halleri bunlarda görülmez. Bu şekilde olup da müşriklerle cihat edecek olurlarsa; benim görüşüme göre bunlara Nebi (s.a.v.)'ın payı olan beştebirin (1/5) beştebirinden (1/5) kalplerini kazanıp ısındırmak için pay verilir. Bu; eğer Müslümanların başına önemli bir olay gelmiş ise Müslümanlarla birlikte almayı hak ettikleri paylarının dışındadır, çünkü aziz ve celil Allah bu (beştebirin beştebirlik) payı katıksız olarak Nebisine ayırmıştı. Nebi (s.a.v.) de bunu Müslümanların maslahatına olan alanlarda harcamıştı.

 

[895] Yine Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ın size fey' / ganimet olarak verdiğinden payıma düşen beştebirden(1/5) başkası değildir. Bu beştebir (1/5) de size geri gelmektedir."

Beştebirden (1/5) kastı, ganimetin beştebirindeki hakkıdır. "Size geri gelmektedir" buyruğunun anlamı da sizin maslahatınıza harcanmaktadır, demektir.

 

[896] Bana kendisini itham etmediğim biri, Musa b. Muhammed b. İbrahim b. el-Haris'den haber verdi. Onun babasından rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.), Huneyn günü kalpleri ısındırılacak olanlara beştebir (1/5)'den verdi,

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Bunların durumu da Uyeyne, Akra ve arkadaşlarının durumu gibidir. Nebi (s.a.v.) ise oldukça şerefli ve çok zengin bir kişi olan Abbas b. Mirdas'a ise bu hususta sitemde bulununcaya kadar bir şey vermedi, sitem edince ona verdi.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi ki: Diğerlerinin istediğini o da isteyince ve Rasulullah (s.a.v.) da Muhacir ve Ensar'a yapmış olduğu uygulamayı yapmadığından ötürü, hatırına bir şeyler gelmiş olması ve bundan ötürü onlara vermiş olduğu sebep gibi ona da aynı sebebe dayanarak vermesi ihtimali de vardır. Ona kendi malından uygun gördüğünü vermeyi de uygun görmüş ihtimali de vardır. çünkü bu mal, sadece Rasulullah'a ait idi. Diğer taraftan bu bağış ile güçlendirmek ve pekiştirmek ve böylelikle şerefini düşürmemiş olduğu kanaatine sahip olmaması için yapmış olması ihtimali de vardır. Şüphesiz Nebi (s.a.v.), ganimetin de ganimetten başka malların da beştebir (1/5) inin beştebir'(1/5) inden bir şeyler vermiştir, çünkü bu payona aittir.

 

[897] Safvan b. Umeyye'ye, islam'a girmeden önce, bir şeyler vermişti. Fakat o, Rasulullah (s.a.v.)'a savaş araç ve gereçleri ile bir takım silahları ödünç olarak vermiş ve hezimete uğranıldığı sırada, Mekke'nin fethedildiği sene Mekke ahalisinden Müslüman olan bir takım kimseler hakkında söylediklerinden daha güzel sözler söylemişti. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabı Huneyn günü gündüzün ilk vakitlerinde bozguna uğramıştı. Bir adam kendisine: Hevazin'liler galip geldi, Muhammed de öldürüldü deyince, Safvan: Hay ağzın taşla dolsun! Vallahi Kureyşlilerden bir rabbi / idareci- sahip, Hevazinlilerin rabbinden / idarecilerinden- sahiplerinden daha çok severim demiş, onun Kureyşöen yakınları islam'a girmişti. Kendisi de Müslümarılığı hakkında hemen hemen şüphe edilmiyor gibiydi. Allah en iyi bilendir. Ayrıca bu husus, "Fey'in Paylaştırılması Kitabı"nda tespit edilmiş bulunmaktadır. işte bunun gibi bir durum olduğu takdirde, benim görüşüm Nebi (s.a.v.)'ın payından ona bir şeyler verilmesidir. Bunu da Rasulullah (s.a.v.)'ın emrine uymayı ifade ettiğinden ötürü daha çok severim. Bir kişi dese ki:

 

- Bu pay Rasulullah (s.a.v.)'ın payıdır. O, payını uygun gördüğü her yere harcayabilirdi. Bunu Rasulullah (s.a.v.) bir defa uygulamış ve Hayber'deki payından Muhadr ve Ensar'dan bazı kimselere o paydan vermişti, çünkü mal onun malı olup, o da bunu dilediği yere koyabilir / harcayabUir. Bugün ise buna göre ganimetten kimseye bir şey verilemez. Ayrıca onun halifelerinden herhangi bir kimsenin ondan sonra birisine bir şeyler verdiğine dair bize bir haber ulaşmamıştır. Diğer taraftan kalpleri ısındırılacak olanların ganimetten öbür paylardan ayrı bir payları yoktur. Eğer bir kimse bu kanaati ortaya koyacak olursa, şüphesiz bu da bir mezheb (bir görüş) tür. Allah en iyi bilendir.

 

Kalpleri İslama ısındırılacak olanların da bir payı vardır. Benim bu hususta bellediğim önceki haberlerden birisi şudur:

 

Adiy b. Hatim, Ebu Bekir es-Sıddik'a -zannederim- kavminin sadakalarından 300 deve getirip geldi. Ebu Bekir (r.a.) ona o develerden 30 tane verdi.  Ayrıca ona kavminden kendisine itaat ederılerle, Halid b. el-Velid'e yetişmesini emretti. Yaklaşık 1.000 adam ile Halid'in yanına vardı ve gerçekten bu hususta pek güzel bir sınav verdi, fakat o develeri ona vermiş olduğu haberde onları nereden verdiğine dair bir ifade yoktur. Ebu Bekir'in ona bunları, kalpleri ısındırılacakların paylarından vermiş olduğudur. O, ona bu fazla miktarı ya yapacağı işe onu teşvik ettirmek için vermiştir yahut da bununla kavmi arasından Adi b. Hatim'den gördüğünün benzerini göreceğinden emin olamadığı başka kimselerin bu yolla kalplerini ısındırmak için vermiştir.

 

İşte benim görüşüme göre, Müslümanların başına bir musibet geldiği takdirde -yüce Allah'ın izniyle asla bir musibet gelmeyecektir- buna benzer bir vaziyette kalpleri ısındırılacakların payından bir şeyler verebilir. Bu ise, orduların ancak meşakkatle ulaşabileceği pek uzak bir yerde düşmanın bulunması, düşmanın da sadaka ehlinden bir topluluğun bulunması hali gibi bir haldir. Bu durumda sadaka ehli, bunlara ya bir niyet ile onlara yardımcı olurlar. Böyle bir durumda sadakalardan Allah yolunda harcanan pay ile bunların güçlendirilmesini uygun görmekteyim. Yahut da onlar ancak kendilerine kalpleri ısındırılacakların payının yahut da o paydan kendilerine yetecek kadarının verilmesi şartı ile savaşacak durumda olabilirler. İşte Araplar, eşraftan güçlü kimseler olup belirli bir niyetleri olmayan kimseler ise durum böyle olur. Onlara sadakalarından bu iki pay yahut ikisinden birisi verilirse ve verilmesi halinde sadaka / zekat için yardım ettikleri hususlarda müşriklere karşı da yardımcı olacaklarsa, onlara verilmediği takdirde de yardımcı olacaklarından emin olunamıyorsa, benim görüşüme göre düşmanla karşılaşılması halinde bu mana sebebiyle onlara verilir. Böylelikle de kendisine yönlendirildikleri yurtları uzak, külfetleri ağır ve kendilerini zayıf düşürecek fey' ehli olan bir topluluğa göre, bu düşmana karşı daha da güçlenirler. Şayet Arapların birçoğunun zekatı vermeyip irtidat ve daha başka halleri ile ilgili anlattığım durumun benzeri bir durumda değil iseler, onlardan herhangi . birisine kalpleri ısındırılacak olanların payından verileceği görüşünde değilim. Onların paylarının beraberindeki diğer paylara katılmasını uygun görüyorum, çünkü bana Ömer'in, Osman'ın ve Ali'(r.anhum) nin herhangi bir kimseye, kalbini İslama ısındırmak için bir şey verdiğine dair bir haber ulaşmamıştır. Aziz Allah da -O'na hamd olsun- İslamı, başkalarının kalbini ona ısındırmaya çalışmaya gerek bırakmayacak kadar güçlendirmiş bulunmaktadır.

Köleler (er-rikab) den kasıt ise mükateb kölelerdir -Allah en iyi bilendir-.

 

Bu sebeple bir köle satın alıp onu azat etmez.

 

Borçlular (el-ğarimun), borcunu karşılayacak malı olsun yahut olmasın, borçlu olan herkestir. Borçlu kimseler, ancak bir diyeti başkası adına yüklendikleri için yahut başlarına bir musibet gelmesinden ya da fasıklık, israf ve masiyet olmayan bir sebepten ötürü borçlanmış iseler, onlara pay verilir. Bir masiyet uğrunda borç alan kimseye ise benim görüşüm, borçluların ve Allah yolunda cihad edenlerin payından bir şey verilmez. Açıkladığım gibi Allah yolunda, payından gaza etmek isteyenlere verilir.

 

Yine açıkladığım şekilde, bir topluluk zekat ödemeyi kabul etmezse, bir başka topluluk / kavim onlara karşı yardımcı olursa, onlara karşı yardımcı olanlara pay verileceği görüşündeyim.

 

Eğer benim sözünü ettiğim bu hususlardan hiçbir şeyolmuyorsa, o zaman, Allah yolundakiler için verilen payı onunla birlikte diğer paylara katar.

 

Bana göre yolcu ise, kendi şehrinden bir başka şehre gitmek isteyen ve sadaka / zekat alma ehliyetine sahip kimsedir, yoksa sürekli yolculuk yapan kişi değildir.

 

Sonraki için tıkla:

 

SADAKA / ZEKAT PAYLAŞIMINDA DAĞITIM NASIL OLUR?