İBNÜ’L-ESİR |
5. CİLT |
AMMURİYE (Amorion)'NİN
FETHİ
Bizans
Kralı harekete geçip İsHım memleketlerinde yapacağını yaptıktan sonra
el-Mu'tasım durumdan haberdar oldu. Bizanslıların Müslümanlara karşı yapmış oldukları
çirkin hareketleri öğrenen el-Mu'tasım'ın canı sıkıldı ve bu durum kendisine
çok ağır geldi. Bizanslıların eline esir düşen Haşimi bir kadının: "Ey
Mu'tasım, yetiş imdada!" diye yalvarması kendisine ulaştırıldığı zaman
tahtında oturan el-Mu'tasım bu kadının çağrısına icabet ederek: "çağrına
ve imdadına koşmağa hazırım." dedi ve hemen ayağa kalkarak sarayında
seferberlik ilan etti. Bundan sonra bineğine atlayıp arkasına bir hayvan
kösteği ile demir sikke bağladı ve bir de içerisine azığını koyduğu heybesini
aldı, fakat harekete geçmesi ancak asker toplayıp hazırlık yaptıktan sonra
mümkün oldu. Bu arada el-Mu'tasım Bağdat kadısı Abdurrahman b. İshak ve Şu'be
b. Sehl halkın işlerinin görüldüğü Daru'l-amıne'ye çağırdı, ayrıca adalet
sahibi üç yüz yirmi sekiz kişi de burada hazır bulundular. el-Mu'tasım arazi ve
akarlarının üçte birisini çocuklarına, ikinci üçte birini ise mevali grubuna,
son üçte birini de Allah adına vakfetti ve burada bulunanları şahit gösterdi.
Bundan
sonra el-Mu'tasım 2 Cemaziyelevvel (2 Nisan)'de harekete geçerek Dicle'nin
batısında karargalı kurdu ve Zibatra halkına yardım maksadıyla Uceyf b. Anbese,
Ömer el-Pergani, Muhammed Kutalı ve daha bir grup kumandanı buraya gönderdi.
Bunlar geldikleri zaman Bizans Kralı yapacağını yapmış ve İslam memleketlerini
çoktan terk etmişti. Neticede bu kumandanlar , halk köylerine dönüp yatışıncaya
kadar burada kaldılar.
el-Mu'tasım
Babek'i ele geçirdileten sonra Bizans memleketlerinden hangisinin daha muhkem
ve zaptının daha güç olduğunu sordu, Amınuriye olduğunu söylediler. Amınuriye
Hıristiyanlığın merkeziydi ve aynı zamanda onlara göre İstanbul'dan daha
mukaddes bir yerdi. İSlamiyet'in ortaya çıkışından beri buraya İslam orduları
gelmemişti. el-Mu'tasım bir rivayete göre 222 (836), diğer rivayete göre 224
(838) yılında Surramen-ra'a'dan hareket etti. Bu sefer için kendisinden önce
gelmiş geçmiş hiç bir halifenin yapmadığı ölçüde büyük bir hazırlık yaptı.
Hazırlanan şeyler arasında silah, alet ve edevat, çeşitli katık, su tulumu ve
kırbalar gibi şeyler bulunmaktaydı. el-Mu'tasım öncü birliğin başına Eşnas'ı
geçirdi ve ardından Muhammed b. İbrahim b. Mus'ab'ı gönderdi. Sağ cenaha
İtah'ı, sol cenaha Ca'fer b. Dinar b. Abdullah el-Hayyat'ı tayin etti, merkeze
ise Uceyfb. Anbese'yi görevlendirdi. Bundan sonra Bizans memleketlerine giren
el-Mu'tasım esir mübadelesinin yapıldığı yer olan ve Tarsus ile aralarında bir
günlük mesafe bulunan, aynı zamanda denize yakın olup Selukıye üzerinde bulunan
Sinn Nehri'ne gelip konakladı.
el-Mu'tasım
bundan sonra Afşin'i Suruç'a gönderdi ve Derebül-hades'ten buraya girmesini
emretti, ayrıca buluşacakları ve buraya gireceği günü da tespit etti. Bu arada
Eşnas'ı Tarsus geçidi tarafından yola çıkardı ve kendisini Safsaf'ta
beklemesini emretti, ayrıca peşinden de Vasif'ı gönderdi. Eşnas 22 Receb (21
Haziran)'de yola çıktı ve iki gün sonra da peşinden el-Mu'tasım hareket etti.
Eşnas
Merc-i Üskuf'a geldiği zaman kendisine el-Mu'tasım tarafından ve el-Metamir'den
gönderilen bir mektup geldi. el-Mu'tasım mektubunda Bizans Kralı'nın önlerinde
bulunduğunu, kendilerini ansızın bastıracağını bildiriyor ve yanına gelinceye
kadar beklemesini emrediyordu. Bunun üzerine Eşnas üç gün burada kaldı. Bu
sırada el-Mu'tasım'dan ikinci bir mektup daha geldi. el-Mu'tasım bu mektubunda
Eşnas'tan kumandanlarından birisiyle bir seriyye çıkarmasını ve bu seriyyenin
Bizanslılardan bir adam tutup ondan kralları hakkında bilgi almalarını
istiyordu. Bunun üzerine Eşnas iki yüz süvari ile birlikte Ömer el-Pergani'yi
bu iş için görevlendirdi. Ömer el-Pergalli Ankara'ya geldiği zaman adamlarını
Bizanslı birisini bulmaları için etrafa dağıttı. Ömer'in adamları, bir kısmı
kralın askerlerinden, bazıları da köy halkından meydana gelen bir grup kimseyi
yakalayıp Eşnas'ın huzuruna getirdiler. Eşnas bunlara kralı sordu, onlar da
kralın otuz gündür savaşmak maksadıyla el-Mu'tasım'ın öncü birliğini
beklediğini, bu arada Afşin'in büyük bir kuvvetle Ermenek tarafından kendi
topraklarına girdiğini öğrenince dayısının oğlunu kendi yerine askerinin başına
bırakarak hemen Afşin'in bulunduğu tarafa hareket ettiğini söylediler. Eşnas
sonra onları el-Mu'tasım'a gönderdi ve bu durumu aynen ona da anlattılar. Bunun
üzerine el-Mu'tasım Afşin'e bir mektup göndererek Bizans Kralı'nın üzerine
gitmekte olduğunu bildirdi, bu arada Bizanslıların kendisine karşı her hangi
bir harekete girişmesinden korktuğu için ikinci bir mektup gönderilinceye kadar
bulunduğu yerden ayrılmamasını istedi. El-Mu'tasım Afşin'e yazmış olduğu bu
mektubu O'na ulaştırana on bin dirhem vermeyi garanti etti.
el-Mu'tasım'ın
bu vaadi üzerine mektupla birlikte Afşin'e doğru hareket eden elçiler O'nun
Bizans ülkesinin iç kısımlarında bulunması dolayısıyla kendisini görüp mektubu
veremediler. Bu esnada el-Mu'tasım Eşnas'a bir mektup göndererek ilerlemesini
emretti. Eşnas'ın bulunduğu yerden ayrılıp ilerlemesi üzerine gerisinde bulunan
el-Mu'tasım O'nun yerini aldı. Ankara ile el-Mu'tasım arasında üç konaklık bir
mesafe kalmıştı, fakat el-Mu'tasım'ın askerleri bu sırada şiddetli bir şekilde
su ve yem sıkıntısına düştüler.
Eşnas
yoluna devam ederken birçok kimseyi esir alıp boyunlarını vurdurdu. Sıra yaşlı
bir kimseye geldiği zaman Eşnas'a şunları söyledi: "Beni öldürmekle eline
ne geçecek? Sen ve askerin şu anda darlık ve sıkıntı içerisindesin. Burada ve
çok yakınımızda sizden korkarak Ankara'dan kaçan bir hayli insan vardır,
bunların yanlarında ise yiyecek, arpa ve diğer şeyler bulunmaktadır. Benimle
birlikte bir grup kimse gönder, onları bunlara teslim edeyim. Bundan sonra da
bana yol ver, gideyim." Bunun üzerine Eşnas yaşlı kimse ile birlikte beş
yüz süvari gönderdi ve bu yaşlı kimseyi Malik b. Keyder'e teslim etti. Bu arada
Malik'e: "Bu yaşlı kimse sana ne zaman çok miktarda esir veya bol miktarda
ganimet gösterirse ona o zaman yol ver." dedi.
Beş
yüz kişilik süvari ile birlikte bu yaşlı kişi yola koyuldu ve onları otu bol
bir vadiye getirdi. Süvariler bineklerini otlağa bıraktılar, kendileri
karınlarını doyurdular, sonra da bu bol ağaçlı vadiden ayrılıp yollarına devam
ettiler. Yaşlı kişi onları nihayet bir dağa getirdi, geceyi konaklayarak burada
geçirdiler. Sabah olunca bu kişi süvarilere şöyle dedi: "İki kişi şu dağın
tepesine çıksınlar ve etrafa bakıp yakaladıkları kimseleri alıp
getirsinler." Bunun üzerine dört kişi dağın tepesine çıkarak bir erkekle
bir kadını yakalayıp getirdiler.
Bu
yaşlı kişi onlardan daha önce Müslüman askerlerden korkarak Ankara'yı terk eden
halkı sordu, onlar da halkın bulunduğu yeri gösterdiler. Bunun üzerine yaşlı kişi
süvariler ile birlikte hareket ederek Tuz Gölü'nün kenarında bulunan Ankara
halkının üzerine geldiler. Süvarileri gören halk kadınları ve çocukları gölün
içerisine sokarak bir kenara çekildiler ve Müslüman askerlerle savaşa
tutuştular. Neticede Müslümanlar onlardan bir hayli ganimet aldılar, ayrıca
Bizanslı Rumlardan pek çok kimseyi de esir ettiler. Bu arada esir edilenlerin
arasında daha önceden bir hayli yara almış kimseler de bulunmaktaydı.
Kendilerine bu yaralardan sorulduğunda sebebini şu şekilde anlattılar:
"Kralın Afşin ile yapmış olduğu savaşa katılmıştık. Kral asker topladığı
bir sırada Afşin'in Ermenek tarafından büyük bir birlikle ülkesine girdiğini
öğrenince akrabalarından birisini askerinin başına bırakarak kendisi Afşin'in
askerlerine doğru hareket etti. Onları sabah namazında bastırdık, bozguna
uğrattık ve bütün piyadelerini öldürdük. Bu arada peşlerini takip eden
askerlerimiz birbirlerinden koparak dağıldılar, öğle vaktine doğru Afşin'in
süvarileri geri dönerek bizimle şiddetli bir savaşa tutuştular, askerimizi
yararak aramıza girdiler. İşte bu sırada olanlar oldu ve kralın nerede olduğunu
da bilmiyoruz. Bu defa biz bozguna uğradık. Kralın geride bıraktığı kışlaya
döndüğümüzde askerin bozulduğunu ve kralın yerine halef bıraktığı yakımndan uzaklaştıklarını
gördük."
Ertesi
gün küçük bir grupla gelen Kral, askerinin bozulduğunu görünce yerine halef
bıraktığı akrabasını yakalayıp boynunu vurdurdu, ayrıca bütün şehir ve kalelere
mektuplar göndererek kışladan ayrılan herhangi bir askeri yakaladıkları zaman
onu sopaladıktan sonra tekrar Müslümanlar ile karşılaşmalarını temin etmek için
kendisinin tayin ettiği bir yere göndermelerini istedi. Bu arada Kral bir
hadımım Ankara'ya gönderdi ve ondan buranın halkım korumasını istedi; fakat
hadım Ankara'ya geldiği zaman halkın buradan uzaklaştığım gördü ve durumu bir
mektupla krala bildirdi, bunun üzerine kralona Ammuriye'ye gitmesini emretti.
Bu sırada Malik b. Keyder beraberindeki ganimet ve esirler ile birlikte
Eşnas'ın komutasındaki birliğe geri döndü. Bu arada dönüşü esnasında
güzergahında bulunan bir çok sığır ve koyunu ganimet olarak aldı, yaşlı kişiyi
de serbest bıraktı. Malik b. Keyder, Eşnas'ın birliğine geldiği zaman yukarıda
anlatılan vak'ayı Eşnas'a haber verdi, Eşnas da bunu el-Mu'tasım'a bildirdi.
el-Mu'tasım buna çok sevindi.
Üç
gün sonra Beşir, Afşin'in sağlık haberlerini getirdi. Bu vak'a 25 Şaban (23
Temmuz)'da meydana gelmişti. Ertesi gün Afşin Ankara'da bulunan el-Mu'tasım'ın
yanına geldi ve üç gün beraberce burada kaldılar. el-Mu' tasını askerlerini
sonra sağ, sol cenah ve merkez olmak üzere üçe ayırdı. Sol cenahın başına
Eşnas'ı, sağ cenahın başına Afşin'i getirdi; kendisi ise merkezde kaldı. Ayrıca
üçe ayırdığı her birliğin arasında iki fersahlık mesafe bıraktı ve her birliği
tekrar kendi aralarında sağ ve sol cenah olmak üzere ikiye ayırdı. Bundan sonra
köyleri yakıp yıkmalarım, bu köylerde buldukları kimseleri yakalamalarını,
sonra da her birliğin tekrar asıl yerine dönmelerini emretti. Bu hareketlerini
aralarında yedi konaklık mesafe bulunan Ankara ile Ammuriye arasında
uygulayacaklardı. Nihayet el-Mu'tasım'ın emri istikametinde hareket ederek
Ammuriye'ye geldiler.
Ammuriye'ye
ilk olarak Eşnas, sonra da sırayla el-Mu'tasım ve Afşin geldiler. el-Mu'tasım
bu kumandanlar ile birlikte Ammuriye'nin çevresini dolaştıktan sonra burasını
aralarında taksim etti ve her kumandam asker sayısına göre burçlarda
görevlendirdi. Bu sırada Ammuriye'de bulunan Bizans Rumları bir Müslümam esir
etmişler, bu Müslüman din değiştirerek Hıristiyan olmuştu. Müslümanların buraya
geldiklerini gören bu kişi tekrar onların safına katıldı. Bu arada
el-Mu'tasım'a bir sel baskım neticesinde Amınuriye şehrinin bir kenarındaki
surun yıkıldığı, Bizans Kralı'nın Ammuriye Valisi'ne bir mektup göndererek
yıkılan bu kısmın tamir edilmesini istediği, fakat valinin gevşeklik göstererek
tamir işini ihmal ettiği, kralın Kostantiniyye (İstanbul)'den hareket ettiği
bir sırada vali kralın suru harap bir vaziyette görmesinden korkarak yıkılan
kısmının dış yüzünü üst üste taşlar koyarak ördürdüğü haberi ulaştırıldı. Bunun
üzerine el-Mu'tasım ağaç bir köprü üstüne kuleler kurdurup surun bu kısmını
gördü, bunun üzerine de çadırının o tarafa kurulmasını emretti ve mancımklar
yerleştirip hedef olarak bu kısmı seçti. Neticede mancımklarla dövülen sur bu
kısımdan çatlayıp ayrıldı.
Bu
durumu gören Rumlar açılan gediği kapatmak için harekete geçtiler ve birbirine
eklenmiş büyük kalaslarla bu kısmı tamire çalıştılar, fakat mancımklarla
bunların kırılıp parçalanması üzerine bu defa keçelerle bu yarığı doldurmağa
çalıştılar. Mancımkların devamlı surette surun bu kısmını dövmesi üzerine
neticede sur parçalandı, bunun üzerine hadım ile Ammuriye patriği (kumandam)
olan Natıs surun bu durumunu Kral'a bildirmek maksadıyla bir mektup yazdılar ve
bu mektubu iki kişi ile birlikte Kral'a gönderdiler, fakat Müslümanlar bu iki
kişiyi yakalayıp el-Mu'tasım'ın huzuruna getirdiler. el-Mu'tasım huzuruna
getirilen bu kişileri sorguya çekip üzerlerini araştırdı ve krala götürülmekte
olan mektubu ele geçirdi. Mektupta şehrin kuşatılmasından, bir yanlışlık ve
yanılma eseri olarak askerlerin şehre girdiklerinden, Natıs'ın bir gece seçkin
adamlarıyla birlikte harekete geçip ne bahasına olursa olsun saldırıya geçip
kurtulmayı başardıktan sonra Kral'ın yanına geleceklerinden bahsediliyordu.
Mektubu okuyan el-Mu'tasım bu kişilere on bin dirhem verilmesini emretti,
ayrıca hıl'atler de hediye etti, sonra da emir verip Ammuriye'nin etrafında
dolaşmalarını ve Natıs'ın bulunduğu burcun karşısında durmalarını istedi. Bu emir
üzerine bunlar ellerinde dirhemler, sırtlarında hıl' atler olduğu halde gelip
Natıs'ın karşısında durdular. Natıs ve beraberindeki Rumlar bunları tanıdılar
ve bu davranışlarından dolayı onlara küfrettiler.
el-Mu'tasım
gece olsun, gündüz olsun korunma hususunda daima ihtiyatlı davranılmasını
emretti. Mancımklarla dövülen kısımdan ve iki burcun arasından sur yıkılıncaya
kadar kendisi ve askerleri bu ihtiyatlı hallerini sürdürdüler. Bundan sonra
el-Mu'tasım Ammuriye hendeğini içleri toprak dolu koyun tulumlarıyla kapatıp
doldurttu, ayrıca içerisine on kişinin sığabileceği büyüklükte debbabe
(kaleleri yıkmakta kullanılan harp aleti) 'ler yaptırttı. Bu dabbabeler koyun
derileri ile doldurulan hendeğin üzerinden Ammuriye surunu yıkmak için
yuvarlanacaklardı. Nihayet bunlardan biri yuvarlandı, fakat hendeğin yarısına
geldiği zaman bu tulumlardan birisine takılıp kaldı. İçerisindeki kimseler bir
hayli sıkıntı çektikten sonra güç bela kurtulabildiler. Bu arada merdivenler ve
mancınıklar da yaptırıldı.
Surun
yıkılışının ertesi günü el-Mu'tasım açılan bu gedikten Ammuriye halkına savaş
açtı. Savaşa ilk başlayan kişi Eşnas ile adamlarıydı. Ne var ki bulunulan yerin
dar ve elverişsiz olması dolayısıyla onlarla savaşmak mümkün olmadı. Bunun
üzerine el-Mu'tasım Eşnas ve adamlarına surun çevresinde kurdurmuş olduğu
mancımklarla yardımda bulundu. Mancımkları açılan bu gediğin çevresinde topladı
ve hedef olarak bu gediğe atmalarını emretti.
On
ikinci günde devreye savaş için Afşin ve adamları girdiler, atılganlık gösterip
çok güzel savaştılar. Bu esnada el-Mu'tasım bineğinin sırtında açılan gediğin
karşısında duruyordu, yanında ise Eşnas, Afşin ve ileri gelen kumandanlar
bulunuyorlardı. "Bugünkü savaş ne kadar güzel" dedi. Ömer el-Pergani
de: "Bugünkü savaş dünkünden daha güzel." karşıhğım verdi. Eşnas ise
hiç bir şey söylemedi.
Öğle
vakti olup, el-Mu'tasım ve askerleri ayrıldılar, Eşnas ise çadırına yöneldi. Bu
sırada daha önce yapa geldikleri üzere kumandanlar yürüyerek Eşnas'ın yanına
geldiler. Bunların arasında Ömer el-Fergani ve Ahmed b. Halil b. Hişam da
bulunuyordu. Eşnas kumandanlara şöyle dedi: "Ey kötü kadın çocukları! Ne
ettiniz de, önümde böyle yürüyorsunuz? Dün de bugün Müminlerin emirinin
huzurunda savaştığınız gibi savaşmanız gerekirdi. Bir de kalkıp, sanki dün
savaşanlar siz değilmiş gibi, bugünkü savaş dünkünden daha iyi oldu diyorsunuz.
Çadırlarınıza geri dönünüz." Ömer el-Pergani ve Ahmed b. Halli Eşnas'ın
huzurundan ayrıldıktan sonra kendi aralarında şöyle konuştular: "Şu fahişe
çocuğu köleyi gördün mü bugün bize ne yaptı? Bizanshlara iltihak etmek bu
sözleri işitmekten daha hafif değil mi?"
Abbas
b. el-Me'mun hakkında bilgi sahibi olan Ömer el-Pergani Ahmed b. Halil'e:
"Yakında Allah bunun (Eşnas'ın) hakkından gelecektir." dedi. Ahmed b.
Halil'in ısrarı üzerine de Abbas b. Me'mun hakkındaki bildiklerini anlattı ve
Abbas b. Me'mun'un yanına giderek adamları arasına katılmasını tavsiye etti.
Ancak Ahmed: "Ben Abbas b. Me'mun'un (bey' at) işinin tamamlandığım
sanmıyorum." dedi. Bunun üzerine Ömer el-Pergani, Abbas'ın (bey'at) işinin
tamamlandığım söyleyerek Ahmed'i el-Haris es-Semerkandi'ye gönderdi. el-Haris
bey'at için yanına gelen Ahmed'in durumunu Abbas b. Me'mun'a bildirdi, fakat
Abbas bu konu ile ilgili bilgilerin Ahmed tarafından bilinmesini istemediğinden
durumu Ahmed'den sakladılar ve bu konuda O'na hiç bir şey söylemediler.
Savaşın
üçüncü gününde el-Mu'tasım'ın adamları devreye girdiler, bunların arasında
Türkler ve Mağribliler de bulunuyor ve savaşı İtah idare ediyordu. Bunlar çok
güzel savaştılar ve surun yıkılan kısmını daha da genişlettiler. Bu arada savaş
sürerken birçok Rum'u da yakaladılar.
el-Mu'tasım'ın
askerleri geldikleri zaman Bizanslı Rumların kumandanları surun burçlarını
kendi aralarında taksim etmişlerdi. el-Mu'tasım'ın bulunduğu tarafta görevli
olan kumandan ise Venduva (<<Efendi'' demektir) idi. Venduva bugün de
bundan önceki günlerde olduğu gibi güzel bir şekilde savaştı, kendisine ne
Natıs ve ne de başkaları yardıma geldiler. Ancak gece vakti Venduva Rumların
yanına geldi ve onlara şunları söyledi: "Savaş benim ve askerlerimin
aleyhine cereyan etmektedir, yanımda ise yaralanmadık hiç kimse kalmamıştır. Ne
olur adamlarınızı surda açılan gediğin yanına gönderin, az da olsa düşmanların
üzerlerine bir şeyler atsınlar, aksi taktirde şehir elden çıkmak
üzeredir." Venduva'nın bu sözlerine rağmen yardıma gelmediler ve:
"Bulunduğumuz
yer emin ve salim olduğu için senden yardım istemiyoruz ve sana da yardıma
gelmeyeceğiz." dediler. Bunun üzerine Venduva ve askerleri el-Mu'tasım'ın
yanına gidip kadın ve çocuklar için eman istedikten sonra kaleyi içindekilerle
birlikte teslim etmeyi kararlaştırdılar.
Sabah
olunca Venduva adamlarını sur geldiğinin iki tarafına yerleştirdi ve onlara:
"Ben el-Mu'tasım'ın yanına gidiyorum." diyerek savaşmamalarını
söyledi. Nihayet Venduva el-Mu'tasım'ın huzuruna geldi. Bu sırada
el-Mu'tasım'ın askerleri sur gediğine doğru yürüyorlardı, Bizanslı Rumlar ise
savaşı durdurmuşlar, sura doğru ilerleyen askerlere karşı kendi aralarında
birbirlerine: "Korkmayın." diyorlardı. Venduva bu esnada
el-Mu'tasım'ın huzurunda oturuyordu. Sonra el-Mu'tasım Venduva'yı bir ata
bindirdi, askerler bu arada sur gediğine geldiler, el-Mu'tasım'ın önünde
bulunan Abdülvahhab b. Ali Müslümanlara sura girmelerini işaret ediyordu. Nihayet
Müslümanlar şehre girdiler. Bu durumu gören Venduva elini sakalının üzerine
koyarak telaşa kapıldı. Bunun üzerine el-Mu'tasım: "Sana ne oluyor?"
diye sordu. Venduva:
"Ben
seninle görüşmek için gelmiştim, fakat bana gaddarlık yaptın." diyerek
karşılık verdi, el-Mu'tasım: "Ne söylemek istiyorsan söyle, asla sana
karşı muhalefette bulunmayacağım." deyince de: "Daha nasıl
muhalefette bulunmayacaksın, askerlerin şehre girdiler." şeklinde konuştu.
Bu
arada Rumlardan kalabalık bir grup büyük bir kiliseye gelerek buradan savaşmağa
başladılar, fakat Müslümanların kiliseyi yakmaları üzerine orada yanarak
öldüler. Bu arada Natıs askerleri ile birlikte kendi burcunda bulunuyordu.
el-Mu'tasım da bineğine atlayıp geldi ve Natıs'ın karşısında durdu. Bu sırada
Müslümanlar: "Ey Natıs; haydi çık, Müminlerin Emiri işte buradadır."
diyerek O'na seslendiler. Bunun üzerine Natıs üzerinde kılıcı olduğu halde
burçtan kendisini gösterdi, fakat el-Mu'tasım O'nu burçtan uzaklaştırdı.
Neticede Natıs kılıcını çıkardıktan sonra el-Mu'tasım'ın huzuruna geldi,
el-Mu'tasım Natıs'a bir sopa vurduktan sonra çadırına doğru yürüdü ve O'nu yaya
olarak arkasından getirmelerini emretti. Natıs kısa bir müddet yaya olarak
yürütüldükten sonra el-Mu'tasım'ın emriyle bir bineğe bindirildi. Bu sırada
Rumlar her taraftan sarılmıştı. Dört bir yandan askerler yakaladıkları kadın ve
erkek esirler ile geldiler. el-Mu'tasım getirilen bu esirlerin içinden şeref ve
itibar sahibi olan kimselerin ayrılmasını, diğerlerinin ise nakledilmelerini
emretti, ayrıca ganimet mallarının muhtelif yerlerde satılmalarını istedi ve
beş gün içerisinde satılanlar satıldı, artanlar ise yakılarak yok edildi.
Ganimet
mallarının satışında sür'at sağlamak için bir mal üzerinde üçten fazla müzayede
ilanı yapılmıyor ve böylece alım satım muamelesi hemen gerçekleşiyordu. Yine
sür'atli olsun diye kölelerin satışında da ilanlar beşer beşer, onar onar
yapılıyordu. Ganimet mallarının satıldığı günlerden birinde -ki o gün ileride bahsedeceğimiz
üzere Uceyf askerlere el-Mu'tasım'ın üzerine hücum edeceğini vaat etmişti-
askerler ganimet mallarına saldırdılar, bunun üzerine el-Mu'tasım eline
kılıcını alarak hemen hızla üzerlerine yürüdü, böylece askerler uzaklaşarak
yağmalama hareketinden vazgeçtiler. Bundan sonra el-Mu'tasım çadırına döndü ve
vermiş olduğu bir emirle Ammuriye yakılıp yıkıldı. Ammuriye'ye gelişi 6 Ramazan
223 (13 Ağustos 838) tarihine rastlayan el-Mu'tasım burada on beş gün kaldı,
daha sonra esirleri kumandanlar arasında taksim ederek Tarsus'a hareket etti.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
ABBAS b. ME'MUN'UN
HAPSEDİLMESİ