İBNÜ’L-ESİR |
5. CİLT |
RİYAH b.
OSMAN el-MÜRRİ'NİN MEDİNE'YE VALİ TAYİN EDİLMESİ ve MUHAMMED b. ABDULLAH b.
HASAN'IN HİLAFET İDDİASI
Bu
yılda Mansur, Muhammed b. Halid b. Abdullah el-Kasri'yi Medine Valiliği'nden azlederek
yerine Riyah b. Osman el-Mürrl'yi tayin etmiştir.
Azlinin
sebebi şudur:
Mansur
Muhammed b. Halid'den önce Medine Valiliği'nden Ziyad'ı azletmişti. Abdullah b.
Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib'in iki oğlu Muhammed ile İbrahim'in hilafet
isteklerine ehemmiyet veriyordu. Seffah zamanında haccettiği yılolan 136'da
Haşimoğulları'ndan başkaları ile birlikte Muhammed ile İbrahim'i de yanında
tuttu. Muhammed b. Abdullah'ın, Mervan b. Muhammed'in hilafetteki durumu
sarsılınca Haşimoğulları'nın Mekke'de hilafet konusunu görüştükleri gece
Mansur'un da O'na bey'at edenler arasında bulunduğunu zannettiğinden söz
edilir.
Mansur
136 yılında hac yapınca bu iki kardeşi sordu. Ziyad b. Abdullah el-Harisi
Mansur'a: "Onların durumu seni üzüyor mu? İstersen kendilerini hemen sana
getireyim." dedi. Ziyad, Mekke'de Mansur ile beraberdi, bu sözden sonra
Mansur O'nu Medine'ye gönderdi
Mansur
halife olunca ilk işi Muhammed hakkında bilgi almak ve ne istediğini araştırmak
oldu. Mansur Haşimoğulları'ndan tek tek ve gizli olarak Muhammed hakkında bilgi
aldı. Bunlardan Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib müstesna, hepsi:
"Hilafet hususundaki isteğini senin bildiğini biliyor ve bu yüzden
korktuğu için de sana karşı çıkmak istemiyor." şeklinde konuşutular veya
buna benzer laflar ettiler. Hasan b. Zeyd ise Muhammed'in amacım haber vererek:
"Vallahi sana saldırmayacağından emin değilim. Kendisi sana karşı hep
uyanık durmaktadır." dedi ve böylece bu konuda ilgilileri ikaz etmiş oldu.
Bunun için Musa b. Abdullah b. Hasan hep şöyle derdi: "Ey Allah'ım! Hasan
b. Zeyd'i kanlarımızdan ötürü hesaba çek."
Mansur
bundan sonra Abdullah b. Hasan'dan oğlu Muhammed'i hac senesinde bulundurmasını
istedi. Abdullah, Süleyman b. Ali b. Abdullah b. Abbas'a: "Ey kardeşim!
Aramızda bildiğin şekilde akrabalık var, sen bunun farkında değil misin?"
dedi. Süleyman cevaben: "Sanki ben şu anda kardeşim Abdullah b. Ali'nin
bizimle kendi arasına perde gerildiğinde (öldüğünde):
Benim
başıma geleni gördünüz.'' diye işaret ettiğini görür gibi oluyorum." dedi
ve şunları ekledi: "Eğer o (Abdullah b. Ali) gizlenseydi amcası tarafından
bağışlamrdı." Abdullah, Süleyman'ın doğru söylediğini tasdik ederek,
görüşünü benimsedi ve bu yüzden de oğlunu ortaya çıkarmadı.
Daha
sonra Mansur göçebe Araplardan pek çok köle satın aldı. Bunlardarı kimine bir
deve, kimine iki deve, kimine de üç veya on başlık bir deve sürüsü verdi ve
bunları Medine çevresinde Muhammed'i bulmaları için değişik yerlere gönderdi.
Bunlardan kimisi suya geliyor ve yitiğini arıyor gibi yapıyordu. Mansur ayrıca
bir de gözcü göndermişti. Bu gözcüye Şia'nın ağzından Muhammed'e itaat
ettiklerini ve bu hususta yarış yaptıklarını ihtiva eden bir mektup yazıp
verdi. Ayrıca bu gözcü ile mal ve hediyeler de gönderdi. Gözcü Medine'ye geldi
ve Abdullah b. Hasan b. Hasan'ın huzuruna girerek oğlu Muhammed'i sordu.
Abdullah Muhammed'den bahsetti, ancak yapmak istediklerini gizledi. Adam,
Abdullah'a sık sık gidip geldi ve Muhammed'in yerini öğrenme hususunda ısrar
etti. Bunun üzerine Abdullah oğlu Muhammed'in Cüheyne Dağı'nda olduğunu
söyledi. ilaveten de: "''Ağarr'' diye bilinen Ali b. er-Recul es-Salih'e
uğra, o sana yolu gösterir." dedi. Adam Ali'ye geldi, Ali de Muhammed'in
yerini ona gösterdi.
Mansur'un,
sırlarını yayan bir katibi vardı. Bu katip, Abdullah b. Hasan'a gözcünün
durumunu haber verdi. Mektup gelince onlar korktular ve hemen Ebu Hebar'ı
Muhammed ve Ali b. Hasan'a göndererek gözcüden sakındırdılar. Ebu Hebar yola
çıktı, önce Ali b. Hasan'a uğrayarak durumu haber verdi, daha sonra da Muhammed
b. Ali'nin bulunduğu yere gitti. Bu esnada Muhammed b. Abdullah kendi
taraftarlarından bir grupla birlikte bir mağarada oturuyordu. Gözcü de onlarla
birlikte yüksek sesle konuşuyor ve gayet rahat bir şekilde oturuyordu. Gözcü
Ebu Hebar'ı görünce korktu. Ebu Hebar Muhammed'e: "Bir ihtiyacım
var." dedi ve dışarı çıktı. Muhammed de onunla birlikte çıktı. Ebu Hebar
durumu Muhammed'e anlattı, Muhammed de:
"Pekiyi,
ne yapalım?" diye sordu. Ebu Hebar: "Ben üç şeyden birisinin
yapılmasını uygun görüyorum." dedi. Muhammed, üç şeyin neler olduğunu
sorunca da Ebu Hebar: "Bana müsaade et, bu adamı öldüreyim." dedi.
Muhammed:
"Ben
kana bulaşmaktan hoşlanmıyorum." diyerek karşılık verdi. Ebu Hebk "O
halde ona bukağı vur, nereye gidersen onu da yanında götür." şeklinde
ikinci bir teklifte bulundu. Muhammed bunu: "Bizim için korkarak kaçmak ve
acele etmek doğru olur mu?" diye cevapladı. Ebu Hebar: "O halde onu
bağlayarak Cüheyne'de ailenden birisinin yanına bırakalım." deyince de
"İşte bu oldu." diye cevap verdi.
Muhammed
ile Ebu Hebar geri döndüklerinde o adamı göremediler.
Muhammed:
"O adam nerede?" diye sordu. Orada bulunanlar: "Su kovası
yanında duruyordu, şu yolda gizlenerek abdest alıyordu." dediler. Adamı
saklandığı yerden aradılar, fakat bulamadılar. Sanki yer yarılıp içine
girmişti. Adam kaçarak yola çıkmıştı. Medine'ye doğru gitmekte olan yük
sarılmış develere rastladı. Deve sahiplerinden birisine: "Şu çuvalı boşalt
ve beni içerisine koy, ben sahibine ve sana çuvalın içindekilerden daha karlı
olurum." dedi. O şahıs da isteğini yerine getirdi ve adamı harar
içerisinde Medine'ye götürdü.
Bu
şekilde kurtulan gözcü Mansur'a geldi ve olanları anlattı. Ancak Ebu Hebar'ın
isim ve künyesini unuttu. ''Hebar'' yerine <Nebar'' dedi. Ebu Ca'fer Vebar
el-Mürrl'nin getirilmesi hususunda mektup yazdı, Vebar ismindeki şahıs
getirildi. Ona Muhammed hakkında bildiklerini sordu. Vebar Muhammed hakkında
hiç bir şey bilmediğine yemin etti. Ebu Ca'fer, Vebar'ın dövülmesini emretti ve
kendisine yedi yüz sopa vuruldu, daha sonra Mansur ölünceye kadar hapiste
kaldı.
Mansur,
Ukbe b. Silm el-Ezdl'yi getirterek: "Seni önemli bir iş için aradım ve bu
önemli işi sana gördürmeyi istedim; eğer bana faydalı olursan, seni
yükseltirim." dedi. Ukbe de: "Müminlerin emirinin hakkımdaki
düşüncesini doğrulayacağıma inamyorum." diye karşılık verdi. Mansur bunun
üzerine: "Sen kendini ve işini gizle, bana şu vakitte gel." dedi.
Ukbe kararlaştınlan vakitte Mansur'a geldi. Mansur: "Şu amcamın oğulları
bizim iktidarımıza karşı hile düşünüyorlar. Onların Horasan'da falan köyde
taraftarları var. Bunlar o köylerde yaşıyorlar, vergilerini ve beldelerindeki
hediyeleri amcamın çocuklarına gönderiyorlar. Sen elbiselerle, hediyelerle,
kıymetli mallarla yola çık, belli etmeden onların halini bir mektupla bildir,
daha sonra da durumlarını öğren." dedi, ayrıca da: "Eğer onlar
görüşlerinden vazgeçerlerse Allah'ın kendileri ile beraber ve kendilerine yakın
olduğunu söyle. Şayet ildiğim ve sakındığım görüşlerini muhafaza ediyorlarsa
tevazu içinde ve de derviş kılığında Abdullah b. Hasan'a git. Şayet seni kötü
karşılarsa, sabır göster ve kendisi ve çevresi yumuşak davramncaya ve yakınlık
gösterinceye kadar O'na git gel, kabul ettiği şeyi açığa vurunca da derhal bana
gel." dedi.
Ukbe,
nihayet Abdullah'ın yanına gelerek mektubu verdi. Abdullah Ukbe'yi reddedip
kovdu ve: "Ben böyle bir topluluk tanımıyorum." dedi. Ukbe mektubu ve
hediyeleri kabul edinceye kadar gidip geldi. Nihayet Abdullah mektubu kabul
etti, O'na yakınlık gösterdi, Ukbe cevabının ne olduğunu sorduğunda da:
"Ben hiç bir kimseye mektup yazmam, benim mektubum sensin, onlara selamımı
söyle ve benim falanca gün isyan edeceğimi bildir." dedi.
Ukbe
Mansur'a geri dönerek durumu haber verdi. Mansur bir hac düzenledi ve Ukbe'ye:
"Hasan ailesi bana Abdullah b. Hasan ile birlikte geldiğinde Abdullah'a
iltifatta bulunurum, kadrini yüceltirim ve kendisini yemeğe davet ederim.
Yemeği yedikten sonra sana işaret ettiğimde hemen önüne dikil, bu anda senden
gözünü çevirecektir. Daha sonra gözünü senden ayırıncaya kadar etrafında dön ve
ayağının baş parmağı ile sırtına dürt. Yemek esnasında sakın ona görüneyim
demeyesin." dedi.
Mansur
hac için yola çıktı. Hasan ailesi, kendisine geldiklerinde Abdullah'ı yanına
oturttu, sonra yemek ısmarladı ve hepsi yemek yediler. Yemekten sonra Mansur,
Abdullah'a dönerek: "Kötülük etmemek ve hilafet hususunda verdiğin sözleri
biliyorsun." dedi. Abdullah: "Ben de aynı görüşteyim, ey Müminlerin
emiri!" diye karşılık verdi. Bu ara Mansur, Ukbe b. Silm'e işaret etti.
Ukbe Abdullah'ın önünde duruncaya kadar etrafında döndü, Abdullah yüz çevirdi.
Ukbe daha sonra tekrar dönmeğe başladı, Abdullah'ın arkasında durarak
parmakları ile dürttü. Abdullah başım kaldırdı, ancak gözü O'ndan ayrıldı.
Sıçrayarak Mansur'un önüne oturdu ve: "Ey Müminlerin emiri! Beni kurtar,
Allah da seni kurtarsın." dedi. Mansur: "Seni kurtarırsam Allah da
beni kurtarmasın!" diye karşılıkta bulundu, daha sonra da Abdullah'ın
hapsedilmesini emretti.
Muhammed
yukarıda anlatılanlar olmadan önce Basra'ya gelerek Rasiboğulları'nın bulunduğu
yerde konaklayıp kendisi için propagandaya başlamıştı. Bir rivayete göre ise
Mürre b. Ubeyd soyundan birisi olan Abdullah b. Şeyban'ın yanında konaklamıştı.
Muhammed sonra buradan çıkıp gitmişti. Basra'da olduğu haberi Mansur'a
ulaştığında Mansur çabucak Basra'ya geldi ve Hurru'l-Ekber'de konakladı. Yanına
gelen Amr b. Ubeyd'e: "Ey Ebu Osman! Basra'da bizim hilafetimize karşı
gelen birisi var mı?" diye sordu. Osman:
"Hayır,
yok." deyince: "Kısa kes ve geri dön." dedi, Osman da:
"Pekiyi." diyerek karşılıkta bulundu.
Muhammed,
Mansur gelmeden önce Basra'dan çıkıp gitti, Mansur da geri döndü. Abdullah'ın
oğulları Muhammed ile İbrahim çok korktular, ta Aden'e, sonra da sırasıyla
Sind'e, Küfe'ye ve Medine'ye gittiler.
Mansur
140 yılında hac yaptı ve Ebu Talib ailesine bol miktarda mal dağıttı. Muhammed
ve İbrahim bu sırada ortaya çıkmadılar. Mansur babaları Abdullah'a bunları
sordu, O da: "Onlar hakkında bilgim yok." diye cevap verdi ve sert
bir şekilde atıştılar. Ebu Ca'fer Abdullah'ı haram süt emmekle itham etti,
sonunda da: "Anneni şöyle şöyle emesin." dedi. Abdullah: "Sen
beni hangi annenin haram sütünü emmekle itham ediyorsun? Resulullah'ın kızı
Fatıma'nın mı, Hüseyin b. Ali'nin kızı Fatıma'nın mı, Talha'nın kızı Ümmü
İshak'ın mı, yoksa Hatice binti Huveylid'in mi?" dedi. Ebü Ca'fer:
"Hiç birisininki ile değil, Kasame b. Züheyr'in kızı HarM'nın sütünü
emmekle." dedi. (Bu Tay Kabilesi'nden bir kadındır.) Bunun üzerine
Müseyyib b. Züheyr:
"Ey
Müminlerin emiri! Bırak beni şu kötü kadının oğlunun boynunu vurayım."
dedi. Ziyad b. Abdullah ayağa kalkarak üstlüğünü O'nun üzerine attı ve:
"Ey Müminlerin emiri! O'nu bana bırak, oğullarının nerede olduğunu ben
ortaya çıkarayım." dedi ve O'nu Müseyyib'in elinden kurtardı.
Abdullah'ın
oğulları Muhammed ile İbrahim, Mansur'un 140 yılında hac yaptığı esnada
Medine'den çıkıp kayboldular. Mansur yukarıda anlatıldığı gibi, haccını yaptı.
Muhammed ve taraftarları bilahare Mekke'de toplanarak Mansur'a hücum etmek istediler.
Ester Abdullah b. Muhammed onlara: "Sizin için Mansur'u öldüreyim."
dedi. Muhammed: "Hayır! Vallahi, O'nu itaate davet etmeden hücum edip
öldünnem." diye karşılık verdi. Böylece üzerinde fikir birliği yaptıkları
hususta antlaşmayı bozmuş oldular. Mansur'un komutanlarından Ebü'l-Asakir diye
bilinen Horasanlı Halid b. Hassan bin kişi ile onlara iltihak etti, Haber
Mansur'a ulaşınca Halid geri istenildi, ancak muvaffak olunamadı, Mansur
Halid'in taraftarlarını yenerek hepsini öldürdü, komutan Halid ise Muhammed b.
Abdullah b. Muhammed'e iltihak etti.
Bundan
sonra Mansur, Ziyad b. Abdullah'ı Muhammed ile İbrahim aleyhine kışkırttı.
Ziyad Muhammed'i yakalayacağını garanti etti ve bu hususta söz verdi. Kendisine
Muhammed'in bu sırada Medine'ye geldiği haberi ulaştı. O'na nazikçe devrandı ve
halka göründüğünde bir şey yaptırmayacağına dair teminat verdi. Muhammed de
halkın huzuruna çıkma hususunda Ziyad'a söz verdi. Ziyad akşamleyin bineğine
bindi ve Muhammed ile öğle pazarında buluşmak üzere sözleşti.
Muhammed
bineğine binince halk: "Ey Medineliler! Mehdi geliyor, Mehdi
geliyor!" diye bağrıştılar. Bunun üzerine Muhammed ile Ziyad durdu. Ziyad:
"Ey insanlar! Bu Muhammed b. Abdullah b. Hasan'dır." dedi, daha sonra
da Muhammed'e: "Dilediğin bir yere git." dedi, bunun üzerine Muhammed
kayboldu.
Mansur
olanları duyunca 141 yılının Cemaziyülahir ayında Ebu'l-Ezher'i Medine'ye
gönderdi, Ziyad ve taraftarlarını yakalayarak kendisine getirmesini, Medine'ye
de Abdülaziz b. Muttalib'i vali yapmasını emretti. Ebu'l-Ezher Medine'ye
gelerek Mansur'un dediklerini yerine getirdi, yani Ziyad ve raraftarlarını
yakalayarak Mansur'a götürdü. Ziyad Medine beytülmalinde seksen bin dinar
bıraktı. Mansur Ziyad ve taraftarlarını hapsetti ve bundan sonra da ihsanda
bulundu.
Mansur
Medine'ye Muhammed b. Halid b. Abdullah el-Kasri'yi vali yaptı ve kendisinden
Muhammed b. Abdullah'ı istedi, Muhammed'in yakalanması için de kesenin ağzım
açtı. Muhammed b. Halid 141 yılının Recep ayında Medine'ye geldi, mal
toplayarak Muhammed'in yakalanması için çok para ayırdı. Ebu Ca'fer Muhammed b.
Halid'i yavaş buldu ve bu hususta suçladı. Medine'nin ve vadinin aranması
hususunda emir verdi, bunun üzerine Muhammed b. Halid bütün evleri aradı, ancak
Muhammed'i bulamadı.
Mansur
harcanan paraya rağmen Muhammed'in bulunamadığını görünce Muhammed b. Abdullah
ve kardeşi hakkında Ebu'l-Ala' ile istişare etti. Ebu'l-Ala' kendisine:
"Senin Medine'ye Zübeyr veya Talha'nın çocuklarından birisini vali tayin
ettiğini biliyorum. Bunlar kin ve intikam içinde Muhammed ve kardeşini
arıyorlar." dedi. Mansur: "Allah senin hayrım versin. Ne kadar iyi
düşüncen var. Vallahi, senin saydıkların benim için bilinmeyen şeyler değil,
fakat ben ne benim düşmanlığım, ne de onların düşmanlıkları sebebiyle amcamın
oğulları ve ailemden hiç bir kimseden intikam almamağa Allah'a söz
veriyorum." diyerek karşıhkta bulundu ve: "Fakat ben onların üzerine
söylediklerini yapmaları için Arap'ın hırsızını gönderiyorum." diye
ekledi.
Mansur
Yezid b. Yezid es-Sülemi ile de istişare ederek: "Bana Kays'tan fakir bir
genci göster, kendisini zengin yapacağım ve İbnü'l-Kasri'den valiliği alarak
ona vereceğim." dedi. es-Sülemi'nin: "Bu kişi Riyah b. Osman b.
Hayyan el-Mürri'dir." demesi üzerine de Riyah'ı 144 yılının Ramazan ayında
Medine'ye vali yaptı.
Bir
rivayete göre, Riyah Mansur'a kendisini Medine'ye vali tayin etmesi halinde
Abdullah'ın oğulları Muhammed ile İbrahim'i yakalayacağına garanti vermiş,
bunun üzerine de Mansur Riyah'ı Medine Valisi yapmıştı. Riyah Medine'ye vardı.
Valilerin konakladığı Mervan'ın evine varınca Ebu Bahteri adındaki hacibe:
"Burası Mervan'ın evi mi?" diye sordu, O da: "Evet." diye
cevap verdi. Riyah bunun üzerine: "Fakat orası göçebelerin yeridir. Biz
oradan ilk göç edenleriz." dedi. İnsanlar kendisinin yanından uzaklaşınca
Riyah hacibe: "Ey Ebu' I-Bahterı ! Elimi tut, birlikte şu şeyhin, yani
Abdullah b. Hasan'ın yanına gidelim." dedi. Bunun üzerine ikisi beraberce
Abdullah'ın yanına girdiler. Riyah: "Ey Şeyh! Vallahi, Müminlerin emiri
beni ne yakınlarına acısın diye, ne de kendisinden önce geçenler için gönderdi.
Ziyad ve İbnü'lKasrı ile oynadığın gibi benimle oynama. Allah'a and olsun, ya
oğulların Muhammed ile İbrahim'i getirirsin, veya seni öldüreceğim." dedi.
Bunun üzerine Abdullah başım kaldırdı: "Peki." dedikten sonra:
"Fakat Allah'a and olsun ki, sen Kays Kabilesi içinde tıpkı bir koyun gibi
boğazlanan ak doğan yavrususun." diye ekledi.
EbU'I-Bahterı
şöyle diyor:
Riyah
daha sonra dönüp gitti. Vallahi, elimi öyle bir yakaladı ki onunkinin
soğukluğunu duydum, ayakları da konuşmasının sertliğinden dolayı yerde izler
bıraktı. Abdullah'a Riyah'ın gizli şeyleri bildiğini söyledim, o ise cevaben:
"Yazıklar olsun sana! Allah'a and olsun ki O yalnızca duyduklarını söyledi."
dedi ve sonra koyunun boğazlandığı gibi boğazlandı.
Riyah
daha sonra Kasrı'yi çağırarak ona topladığı malları sordu, dövdükten sonra da
hapsetti. Daha sonra da katibi Rizam'ı yakaladı, sorguya çektikten sonra daha
büyük bir ceza verdi. Ondan Muhammed b. Halid için toplanan malların neler
olduğunu kendisine bildirmesini istedi, ancak Rizam cevap vermedi. İşkenceyi
artırınca gerekli açıklamada bulundu. Riyah: "Halk toplandığı zaman
Muhammed b. Halid'den şikayetçi ol." dedi, Rizam da kabul ettiğini beyan
etti. Halk toplamnca Rizam getirildi ve: "Ey insanlar! Emir benim İbn
Halid'in aleyhinde bulunmamı emretti. Ben İbn Halid'e kendisini kurtarmak için
mektup yazdım, sizi o mektupta olan her şeyin yalan olduğuna şahit
tutuyoruz." dedi. Bunun üzerine Riyah, Rizam'ın dövülmesini emretti ve yüz
sopa vurularak hapishaneye gönderildi. Riyah Muhammed'in yakalanmasına çok
ehemmiyet verdi. Kendisine O'nun Cüheyne Dağı'ndaki Radva vadilerinden birinde
olduğu ihbar edildi. Burası Yenbu' yöresinde idi. Yöneticisinden Muhammed'i
istedi, ancak Muhammed yaya olarak kaçarak kurtuldu. Cariye'den olma,
gizlendiği sırada doğan küçük bir oğlu vardı, bu çocuk dağdan düşerek
parçalandı. Muhammed bununla ilgili olarak şu şiiri söyledi:
''Elbiseleri
parçalandı, ağndan da feryat etti; demir gibi sert taşların uçlarına çarparak
her tarafı kan oldu.
Korku
ürküttü onu ve musibete uğrattı; kılıçların vuruşmasından savaşa dayanamayanın
hali de böyle olur.
Ölüm
rahatlık olmuştur onun için; o bütün kullar için gelip çatacak bir karardır.''
Bu
ara Riyah kayalık bir yerde dolaşırken Muhammed ile karşılaştı. Muhammed hemen
orada bulunan bir kuyuya doğru yöneldi ve su çekmeğe başladı. Bunu gören Riyah:
"Allah canını alasıca, ne de güzel kulacı varmış!" dedi.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA