İBNÜ’L-ESİR |
4. CİLT |
ABDULLAH
BİN HAZİM'İN OĞLU MUSA'NIN ÖLDÜRÜLMESİ
Abdullah
bin Hazim'in oğlu Musa bu yıl Tirmiz'de öldürüldü. O'nun Tirmiz'e gitmesinin sebebi
şuydu: Daha önceden de söz etmiş olduğumuz gibi, Musa'nın babası olan Abdullah
Temimoğulları'ndan bazı kimseleri öldürünce O'nunla birlikte bulunan
Temimlilerin büyük bir çoğunluğu etrafından dağılmış, kendisi de Neysabur'a
gitmişti. Diğer taraftan Temimoğulları'nın kendisinin Merv'de bulunan mallarına
zarar vermelerinden korknı. Bu bakımdan oğlu Musa'ya şöyle demişti: "Benim
mallarımı, kıymetli eşyalarımı alarak Belh Nehri'ni aş ve oradaki her hangi bir
hükümdarın yanına veya kalabileceğin bir kaleye sığın." Bunun üzerine Musa
yüz yirmi atlı ile birlikte oradan ayrıldı. Sonra kendisine dört yüz kişi daha
katıldı. Ayrıca Süleymoğulları'ndan bir grup daha yanına geldi. ‘‘Zem’‘ denilen
yere varınca Zemliler O'nunla çarpıştı. Ancak Musa onlara karşı muzaffer oldu
ve bir miktar ganimet aldı. Belli Nehri'ni aşarak Buhara'ya vardı. Buhara
hükümdarınca sığınma izni isteği reddedildi, zira hükümdar O'ndan çekiniyordu.
Şöyle dedi: "Bu, gaddar bir kişidir; O'nunla birlikte olanlar da O'nun
gibidir. O bakımdan bana kötülük yapmayacağından emin olamam." Ancak yine
de bir takım ihsanlarda bulundu. Musa hangi hükümdarın yanına gittiyse hiç biri
şehrinde kalmasını istemedi. O da Semerkand'a gidip orada kaldı. Semerkand
hükümdarı Tarhun kendisine izzet ve ikramda bulundu ve istediği kadar kalabilme
izni verdi.
Suğd
halkının bir masaları vardı. Buraya her yılın belli bir gününde et, sirke,
ekmek ve bir ibrik şarap yerleştirilirdi. Bunu Suğd'un en iyi ata binen kişisi
için hazırlarlar ve ondan başka hiç bir kimse bu masaya yanaşmazdı. Herhangi
bir kimse bundan yiyecek olursa onunla teke tek çarpışır, kim kimi öldürürse
sofra da onun olurdu. Musa'nın arkadaşlarından birisi: "Bu masa ve sofra
ne oluyor?" diye sorunca kendisine bu durum anlatıldı, o da sofraya oturup
üzerinde ne varsa yedi. Sofranın kendisi için hazırlandığı kişiye durum haber
verilince kızgın bir şekilde gelip: "Ey Arap! Haydi, kalk benimle
çarpış." dedi. O da kalkıp onunla çarpıştı ve öldürdü. Bunun üzerine Suğd
hükümdarı şöyle dedi: "Ben sizi misafir ettim, size ikramda bulundum; siz
ise kalkıp benim en iyi atlımı öldürdünüz. Sana ve arkadaşına eman vermemiş
olsaydım sizleri öldürürdüm. Haydi, benim ülkemden gidiniz." Bunun üzerine
Musa ve arkadaşları, buradan da ayrılıp gittiler.
Daha
sonra Musa Kiş Şehri'ne gitti. Kiş hükümdarı O'na karşı koyacak gücü kendisinde
bulamayınca Tarhun'dan yardım istedi, Tarhün da ona yardıma geldi. Musa
beraberindeki yedi yüz atlı ile birlikte karşı çıktı, akşam oluncaya kadar
onlarla çarpıştı. Birbirlerinden ayrıldıklarında Musa'nın arkadaşları arasında
yaralı çoktu. Bu bakımdan Zur'a bin Alkame'ye: "Tarhün'un aleyhine ve
bizim lehimize olabilecek bir hile düşün." deyince Zur'a Tarhun'un yanına
giderek şöyle dedi: "Ey hükümdar! Sen niye Musa'yı öldürüp O'nunla
birlikte kendin de ölmek istiyorsun? Sen, sizlerden kendi sayılarınca asker
öldürmedikleri sürece O'nu öldüremezsin. Hepsini öldürecek bile olsan eline bir
şey geçmiş olmaz, çünkü bunun Araplar arasında önemli bir yeri verdir.
Horasan'a kim gelirse gelsin, senden O'nun kanını isteyecektir." Bunun
üzerine Tarhun şöyle dedi: "Kiş Şehri'ni O'nun elinde bırakmama imkan
yoktur." Zur'a: ''O halde bırak, buradan çekip gitsin, O'na ilişme."
deyince de Tarhün ilişmedi.
Musa
buradan kalkıp Tirmiz'e geldi. Tirmiz'in nehir kıyısına hakim bir kalesi vardı.
Musa bu kalenin dışında konakladı ve Tirmiz Şah'tan kendisinin kaleye
alınmasını istediyse de kabul edilmedi. Bu sefer Musa O'na hediyeler verdi ve
güzel davrandı. Sonunda aralarında bir sevgi husule geldi ve beraber avlanmağa başladılar.
Tirmiz Şah bir yemek hazırlatıp Musa'yı çağırdı, ancak MuSa’adan beraberinde
yüzden fazla kişi getirmemesini isteyince Musa arkadaşlarından yüz kişi seçip
gitti. Kaleye girip yemeklerini yediler. Yemek bitince Tirmiz Şah:
"Çıkabilirsin." dedi. Musa: "Hayır, bu kale ya benim kabrim olur
veyahut da evim." diyerek onlarla çarpıştı; bir kaç kişi öldürdü, geri
kalanları ise kaçtı; Musa böylelikle kaleyi eline geçirmiş oldu. Tirmiz Şah'ı
da kaleden çıkarttı, ancak Tirmiz Şah'a ve arkadaşlarına her hangi bir zarar
vermedi. Tirmiz Şah ve beraberindekiler Türklere gidip onlardan Musa'ya karşı
yardım istedilerse de Türkler onlara yardım etmediler ve: "Bizler bunlarla
savaşmayız." dediler. Böylelikle Musa Tirmiz'de kalmış oldu. Daha sonra
babasının arkadaşlarından bir grup gelince daha bir güçlenmiş oldu ve kalenin
dışına çıkarak etrafına baskınlar tertiplemeye başladı.
Bukeyr
bin Vessac Horasan'a vali olunca Musa'ya ilişmedi. Bilahare Ümeyye bizzat
gelerek Bukeyr'e muhalefet etmek istemiş, ancak daha önce sözünü ettiğimiz
şekilde bırakıp geri dönmüştü. Bilahare Ümeyye Bukeyr ile barış yaptıktan sonra
Huza'alılardan bir adamı büyük bir kalabalık ile Musa'nın üzerine gönderdi.
Tirmizliler tekrar Türklerin yanına giderek onlardan yardım istediler ve
Araplardan bir grup kimsenin üzerlerine geldiklerini, Musa'yı ve
beraberindekileri muhasara altına aldıklarını bildirdiler. Bunun üzerine
Türkler de büyük bir ordu ile birlikte bu Huza'alı adamın yanına vardılar.
Böylece Musa'nın etrafını Türkler ve Huza'alı ile birlikte bulunan askerler
kuşatmış oldu. Musa sabahleyin Huza'alı ile öğleden sonra ise Türklerle
çarpışıyordu. İki üç ay çarpıştıktan sonra Huza'alıya ve askerlerine geceleyin
bir baskın yapmak istedi. Amr bin Halid bin Husayn el-Külabi kendisine:
"Gece baskınını Arap olmayanlar üzerine yap, çünkü Araplar geceleyin daha
tedbirli olurlar ve daha cüretkarca hareket ederler. Bu baskımmızla Arap
olmayanlardan kurtulduktan sonra Araplarla baş başa kalırız." dedi.
Gecenin
üçte biri geçtikten sonra Musa dört yüz kişi ile birlikte kaleden dışarı çıktı
ve Amr bin Halid'e de şu talimatı verdi: "Bizden sonra sen de
beraberindekilerle birlikte kaleden çık ve bize yakın ol. Bizim tekbir sesimizi
işitir işitmez siz de tekbir getirin." Daha sonra Musa Türklerin karargahlarının
üst tarafına varıncaya kadar yoluna devam etti, arkasından karargahlarına
yöneldi. Beraberindeki askerleri dörde bölmüş olduğu halde ilerlemeğe başladı.
Gözetleyiciler onları görüp: "Sizler kimlersiniz?" diye sorunca
bunlar da: -Yoleuyuz." diye cevap verdiler. Gözetleme yerlerini geçtikten
sonra Türklerin üzerine hamle yaptılar ve tekbir getirdiler. Türkler kılıçların
üzerlerine inip kalkmasından başka bir şeyi fark edemediler ve hemen
yerlerinden uzaklaşıp kaçışmağa başladılar. Kendilerinden on altı kişi
öldürüldükten sonra Türklerin karargahını ellerine geçirdiler ve ganimet olarak
pek çok silah ve mal aldılar. Huza'alı'nın ve arkadaşlarının ise bu durumdan
şevkleri kırılmış oldu. Benzeri bir durumla karşı karşıya kalmaktan korkmağa
başladılar.
Amr
bin Halid Musa'ya şöyle dedi: "Biz ancak bir hile ile zafer kazanabiliriz,
çünkü onlara hem yardım gelip duruyor, hem de sayıları pek çoktur Şimdi sen
müsaade et, ben O'nun yanına gideyim; olur ki elime bir fırsat geçer. O
bakımdan bana bir kaç sopa vur, gerisine karışma." Musa şöyle karşılık
verdi: "Sen önce kendine sopa vurulmasını istiyorsun, sonra da kendini
ölüme atıyorsun." Ancak Amr bin Halid'in: "Ben zaten her gün ölüme
maruz bir kişiyim. Yiyeceğim sopalara gelince, yapmak istediklerimin
karşılığında bu çok basit bir şeydir." Bunun üzerine Musa O'na elli tane
kamçı vurdu, O da Musa'nın karargahından çıkıp eman isteyerek Huza'alı'nın
karargahına gitti ve şunları söyledi: "Ben Yemenli birisiyim. Bundan önce
Abdullah bin Hazim ile birlikte idim. O öldürülünce oğlunun yanına geldim ancak
O bana ithamda bulunarak: "Sen bizim düşmanımıza taraftarlık
gösteriyorsun, düşmanımızın casususun." diyerek beni kamçıladı. Bundan
sonra da öldüreceğinden korktuğum için kaçıp geldim." Bunun üzerine Huza'alı
O'na eman verdi, Amr da O'nunla birlikte kaldı. Huza'alı'nın yanında kimsenin
olmadığı bir sırada Amr O'nun yanına girdi. Yanında silah olmadığını görünce
nasihat ediyormuş gibi: "Allah komutanın iyiliğini versin! Senin gibi
birisinin böyle bir durumda silahsız olmaması gerekir." dedi. Huza' alı:
"Yanımda silahım vardır." diyerek yatağının bir kenarını kaldırınca
Amr çıplak bir kılıç gördü, bu kılıcı alarak Huza'alıyı öldürünceye kadar vurdu
ve oradan çıkıp atına binerek Musa'nın yanına geldi. Böylece Huza'alı ile birlikte
bulunan askerler de dağılmış oldu. Kimisi Musa'nın yanına gelip eman istedi, o
da onlara eman verdi. Ümeyye de Musa'nın üzerine her hangi bir kimse
göndermedi.
Ümeyye
azledilip Mühelleb Horasan emiri olarak gelince O da Musa'ya ilişmeyip
çocuklarına şöyle dedi: "Sakın Musa'ya ilişmeyiniz, çünkü bu zorlu ve
inatçı adam yerinde kaldığı sürece sizler de Horasan Valiliği' nde
kalacaksınız. Bu öldürülecek olursa ilk karşılaşacağınız şey Horasan'a
Kayslılardan bt emirin gelmesi olacaktır."
Mühelleb
öldükten ve yerine Yezıd geçtikten sonra Yezıd de aynı şekilde Musa'ya
ilişmedi.
Mühelleb
Huza'alı Hureys bin Kutbe'yi sopalamış, O da kardeşi Sabit ile birlikte
Musa'nın yanına gitmişti. Yezıd bin Mühelleb vali olunca onların mallarını,
ailelerinden olan kadınları aldı, anne bir kardeşi Haris bin Munkiz'i de
öldürdü. Bunun üzerine Sabit Tarhi'ın'un yanına vararak kendisine yapılanları
şikayet etti. Sabit Türkler tarafından oldukça sevilen ve etkili birisi idi; bu
bakımdan Tarhun O'na yapılanlara kızmış ve Neyzek, Seb ve Buhara halkı ile
Sağanlıları toplayıp Sabit ile birlikte Musa'nın yanına gitmişlerdi. Bu arada
Herat'tan Abdurrahman bin Abbas'ın yanından kaçmış olanlar ile Irak'tan
İbnu'l-Eş'as'ın yanından kaçmış olanlar ve Kabul tarafından gelmiş bulunanlar
Musa'nın yanında toplanmış bulunuyordu. Böylece O'nunla birlikte olanların
sayısı sekiz bin kişiyi bulmuştu. Sabit bin Hureys O'na şöyle dedi:
"Haydi, yola koyul, nehri aş, Yezid'i Horasan'dan çıkart, seni Horasan'a
vali yapalım." Musa bunu yapmak istediğinde arKadaşlarI: "Yezid'i
Horasan'dan çıkartacak olursan Sabit ve kardeşi Horasan'ı ellerine geçirir ve
seni orada mağlup ederler." dediler. Bu bakımdan Musa Horasan'a gitmekten
vazgeçip Sabit ile Hureys'e şöyle dedi: "Yezid'i Horasan'dan çıkartacak olursak
Abdülmelik'in bir valisi oraya gelir. Bunun için O'nun yerine Yezid'in
Maveraünnehir'deki amillerini buradan çıkartalım ve burası bizim olsun."
Böylelikle Yezid'in amillerini Maveraünnehir'den çıkarttılar ve malları
kendileri toplamağa başladılar. Bunun bir sonucu olarak güçleri arttı,
dolayısıyla Tarhun ve beraberindekiler de ayrılıp gitti. Sabit ve Hureys
işlerin çekilip çevrilmesini ellerine geçirdiler. Musa'nın ise emir olarak
yalnızca ismi kalmıştı.
Musa'ya:
"Senin elinde hiç bir yetki yok, bütün işler Sabit ile Hureys'in elinde.
Onları öldür ve işi sen eline aL." denilince önce kabul etmedi, fakat o
kadar ısrar ettiler ki, sonunda onlara karşı niyetini bozmağa muvaffak oldular
ve Musa da onları öldürmek kararını verdi.
Tam
bu durumda iken Heyatile, Tibetliler ve Türkler yetmiş bin kişiyi bulan bir
ordu ile ortaya çıktılar. Musa bin Abdullah bin Hazim de beraberindekilerle
birlikte onlara karşı çıktı ve çarpıştı. Türklerin hükümdarı en mükemmel
silahlarla donatılmış on bin kişilik bir kuvvetle bir tepe üzerinde duruyordu.
Bu esnada da savaş en şiddetli döneminde idi. Musa askerlerine: "Bunları
yerlerinden püskürtebilirseniz, geriye kalanlar bir şey değildir." deyince
Hureys bin Kutbe onların üzerine gitti, çarpıştı ve onları tepeden uzaklaştırıncaya
kadar bırakmadı. Atılan bir ok Hureys'in almna isabet etti. Akşam olunca
birbirlerini bırakıp çekildiler. Musa geceleyin onlara baskın yaptı. Kardeşi
Hazim bin Abdullah bin Hazim hamle yaparak hükümdarlarının muınlarının yandığı
yere kadar vardı. Onlardan birisine kılıcının kabzasıyla bir darbe indirdi, O
da O'nun atını yaraladı. Atı O'nu alıp Belh Nehri'ne bıraktı ve nehirde
boğuldu. Türklerden de pek çok kişi öldürüldü, kurtulanlar da yaralı idi.
Hureys de iki gün sonra öldü.
Musa
geri döndüğünde beraberinde pek çok ölünün başını götürmüştü.
Arkadaşları:
"Hureys 'in işi bitti. Şimdi sen Sabit'in işini bitir." dedilerse de
kabul etmedi. Zamanla Sabit de ne yapmak istediklerini öğrendiğinden Ebu
Müslim'in Rey'deki amili olan Nasr bin Abdülhamid'in amcası Huza'alı Muhammed
bin Abdullah'ı, Musa'nın yanına casus olarak gönderdi ve O'na:
"Sakın
Arapça konuşmayasın. Sana kim olduğunu soracak olurlarsa: "Ben
Bamiyanlardan esir alınan kişilerden birisiyim." dersin." şeklinde
talimat verdi. Muhammed de Sabit'in dediğini yaparak Musa ile ilişki kurdu.
Musa'ya hizmet ediyor, diğer taraftan da onların durumları hakkındaki haberleri
Sabit'e getiriyordu. Bu bakımdan Sabit kendisini korumak için tedbirler almağa
başladı. Diğer taraftan herkes Sabit'i öldürmesi için Musa'ya ısrar edip
duruyordu. Gecenin birisinde Musa kendisine ısrar edenlere şöyle dedi: ''Bu
konuda bana çok ısrar ettiniz, halbuki sizin istediğiniz olursa helak
olursunuz. Nasıl olur da O'nu öldürebilirsiniz? Ben O'na karşı hainlik edemem.
Bu sözleri üzerine kardeşi NUh şöyle konuştu: "Yarın senin yanına gelince
sana ulaşmadan alır, odaların birisine götürür ve orada boynunu uçururuz."
Musa ise: "Allah'a yemin ederim, bu sizin helak olmanız demek olacaktır.
Siz bilirsiniz." dedi.
Huza'alı
Muhammed çıkıp Sabit'e durumu haber verince O da aynı gece yirmi atlı ile
birlikte çıkıp gitti. Sabah olunca ne Sabit'i buldular, ne de Musa'ya hizmet
eden kişiyi. Böylelikle casus olduğunu anladılar.
Sabit
Cevşera denilen yerde konakladı. Araplardan ve Arap olmayanlardan çok sayıda
kişi etrafında toplandı. Musa O'nun üzerine yürüyerek çarpıştı. Sabit ise
şehrin kalesine sığındı. Tarhun gelip Sabit'e yardım etti, bu bakımdan Musa
Tirmiz'e geri döndü. Sabit ile Tarhun, beraberlerindeki Buhara. Nesef ve Kiş
halkı ile birlikte Musa'nın üzerine gittiler. Sayıları seksen bin kiş' idi.
Musa'yı muhasara altına aldılar ve sonunda Musa da, beraberindekiler de yiyecek
sıkıntısı çekmeğe başladılar. Bu muhasaranın etkileri şiddetlenince Yezid bin
Huzeyl: "Allah'a yemin ederim; ya Sabit'i öldürürüm yahut da ölürüm."
dedi ve kaleden dışarıya çıkıp Sabit'ten eman istedi. Zuhayr Sabit'e şunları
söyledi: "Bunu senden daha çok ben tanıyorum. Bu adam mutlaka sana bir
kötülük yapmak için gelmiştir. O'na karşı kendini koru." O bakımdan Sab'
Yezid'in iki oğlu olan Kudame ve Dahhak'ı rehin olarak alıp Zuhayr'a teslin:
etti.
Yezid
Sabit'in gafıl bir anını yakalamak üzere yanında kaldı, ancak Huza'alı Ziyad
bin Kasir'in bir oğlu ölünceye kadar istediğini gerçekleştiremedi. Sabit
Ziyad'a taziyede bulunmak için güneşin batmış olduğu sırada silahslZ olarak
yerinden kalkıp gitmişti. Yezid de Sabit'in yanına yaklaşıp kafasına beynine
kadar ulaşan bir darbe indirdi, sonra da kaçıp kurtuldu. Tarhun ise Yezid'in
iki çocuğu olan Kudame ve Dahhak'ı alıp öldürdü, Sabit de yedi gün daha
yaşadıktan sonra öldü.
Sabit'in
ölümünden sonra Arap olmayanların komutanlığını Tarhun yaparken Sabit'in
arkadaşlarının komutanlığım da Zuhayr yaptı. Her ikisi de aciz bir idare ortaya
koyunca güçsüzlükleri etrafa yayıldı. Musa gece onlara baskın yapmağa karar
verdi. Durum TarMn'a bildirilince güldü ve şöyle dedi:
"Musa
abdest alacağı yere bile korku ile girerken geceleyin bize nasıl baskın
yapabilir? Bu gece hiç bir kimse koruyuculuk ve gözcülük yapmasın. "
Musa
sekiz yüz kişi ile onlara baskın yapmak üzere çıktı ve beraberindekileri dörde
bölerek baskınını yaptı. Önlerine çıkan insan olsun, binek olsun veya başka bir
şeyolsun her şeyi vurup geçiyorlardı. Neyzek silahını kuşanarak yerinde durdu.
Tarhun Musa'ya haber göndererek: "Arkadaşların önlerine geleni vurmaktan
vazgeçsinler, sabah olunca çekip gideceğiz." dedi. Bunun üzerine Musa geri
döndü, sabah olunca da Tarhun ve Arap olmayanlar toptan geri döndüler.
Horasan
halkı şöyle dermiş: "Bizler Musa'nın benzerini ne gördük, ne de işittik.
Babasıyla birlikte iki yıl çarpıştı, ondan sonra Horasan'da dolaşıp durdu. Bir
hükümdarın yanına gidip sığındı, daha sonra O'nun şehrini eline geçirerek
oradan dışarı çıkardı. Araplarla Türkler O'nun üzerine gittiler. Sabahleyin Araplarla,
öğleden sonra Türklerle çarpışıyordu."
Musa
kalede on beş yıl kaldı ve bütün Maveraünnehir'i tartışmasız olarak elinde
bulundurdu.
Yezid
bin Mühelleb valilik görevinden alınıp yerine Mufaddal vali tayin edilince
Mufaddal Musa bin Abdullah'ı öldürmek suretiyle Haccac'ın yanındaki yerini
sağlamlaştırmak istedi. Bu amaçla Osman bin Mes'üd'un komutası altında Musa'nın
üzerine bir ordu gönderdi. Diğer taraftan Belli'te bulunan Müdrik bin
Mühelleb'e mektup yazarak Osman ile birlikte yola koyulmasını emretti.
Böylelikle Osman on beş bin kişi ile nehri geçti. Osman, Sebl ile TarMn'a da
mektuplar yazarak yanına gelmelerini sağladı. Hep birlikte Musa'yı muhasara
altına aldılar; O'nu da, beraberindekileri de gittikçe sıkışındılar.
Musa
iki ay bu durumda kaldı. Diğer taraftan Osman etrafında hendek açmış ve gece
baskını için tedbirlerini almıştı. Musa arkadaşlarına şöyle dedi:
"Haydi,
hep birlikte çıkalım, ne zamana kadar bu şekilde kalacağız? Bu, sizin onlara
karşı sonucu belirleyecek gününüz olsun. Ya zafer kazamrsınız, ya da
öldürüıürsünüz. Özellikle Türklerin üzerine gidiniz." Böylece Musa ve
beraberindekiler kaleden çıktılar. Şehirde kendisinin yerine Nadr bin Süleyman
bin Abdullah bin Hazim'i bıraktı ve O'na şöyle dedi:
"Ben
öldürülecek olursam şehri Osman'a teslim etmeyeceksin. Burayı Müdrik bin
Mühelleb'e teslim et."
Musa
ve beraberindekiler şehrin dışına çıktılar. Yanında bulunanların - te birini
Osman'a karşı yerleştirdi ve onlara: "Osman sizinle çarpışmadıkça siz de
O'nunla çarpışmayacaksınız." diye talimat verdi. Kendisi ise Tarhlin' ve
emrindeki kuvvetlere hücum etmek üzere ilerledi. Onlarla kararlı bir şekilde
çarpışınca TarMn'u bozguna uğrattılar ve karargahlarını ellerine geçirdiler. Bu
sırada Türkler ve Suğdlular ileri atılarak Musa ile kale arasına geçtiler. Musa
onlarla çarpışmağa başladı. Sonunda atını kestiler, kendisi de atından yere
düştü. Bir azatlı kölesine: "Beni de atına al." deyince azatlısı şu
cevabı verdi: "Ölüm arzu edilmeyen bir şeydir, fakat haydi terkime bin;
kurtulursak birlikte kurtuluruz, ölürsek de birlikte ölürüz." Musa böylece
azatlısının atına bindi. Osman ata binişini görünce: "Kabe'nin rabbine
yemin ederim ki bu Musa'nın binişidir." deyip üzerine gitti. Bindikleri at
tekrar kesilince Musa da. azatlısı da yere düştü ve Musa'yı öldürdüler.
Osman'ın münadisi: "Karşılaştığınız kişileri esir alınız ve kimseyi
öldürmeyiniz." diye seslendi.
O
gün özellikle Araplardan esir alınanlardan pek çok kişi öldürüldü. Arap olan
öldürülüyor, Arap olmayan kimseye ise sopa atılıp serbest bırakılıyordu. Osman
oldukça kaba ve katı birisi idi.
Musa'nın
işini bitiren kişi Anberli Vasıl bin Taysala'dır.
Diğer
taraftan şehir Nadr bin Süleyman'ın elinde kaldı. Nadr şehri Osman'a teslim
etmeyip Müdrik bin Mühelleb'e teslim etti. Müdrik de O'na eman verdikten sonra
şehri Osman'a teslim etti. Mufaddal, Haccac'a mektup yazarak Musa'nın ölümünü
bildirdi. Haccac şöyle dedi: "Bunun işine hayret ediyorum. Ben ona İbn
Sebre'yi öldürmesini yazıyorum, O bana sonu gelinceye kadar ilişmeyeceğini
söylüyor; diğer taraftan Musa bin Abdullah bin Hazim öldürdüğünü yazıyor.
"
Haccac
Musa'nın öldürülmesine Kayslı olduğu için sevinmemişti.
Musa
seksen beş yılında öldürüldü. Askerlerden birisi Musa'nın bacağına bir darbe
indirmişti. Kuteybe vali olunca bu askere: "Arapların yiğidi olan bir
kişiye öldükten sonra neden böyle bir iş yaptın?" diye sorduğunda:
"Benim kardeşimi öldürmüştü." diye cevap vermişti. Kuteybe emir verdi
ve bu asker öldürüldü.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
ABDÜLAZİZ BİN
MERVAN'IN ÖLÜMÜ VE VELİD'E VELİAHTLIK BEY'ATİNİN YAPILMASI