İBNÜ’L-ESİR

3. CİLT

HİCRİ 60. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

KUFELİLERİN HZ. HÜSEYİN BİN ALİ İLE YAZIŞMALARI VE

MÜSLİM BİN AKİL’İN ÖLDÜRÜLMESİ

 

Hz. Hüseyin Medine'den çıkıp Mekke'ye doğru giderken Abdullah bin Muti' ile karşılaştı ve O'na: "Canım sana feda! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sorunca Hz. Hüseyin: "Şu anda Mekke'ye. Daha sonrası için ise Allah'tan hayırlısını dileyeceğim." diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdullah şunları söyledi: "Allah sana hayırlısını versin, canımız da sana feda olsun! Mekke'ye gidecek olursan sakın Kufe'ye yaklaşmayasın, çünkü orası uğursuz bir beldedir. Baban orada şehit edildi, kardeşin orada aldatıldı, neredeyse ölümüyle sonuçlanacak bir darbeyi orada yedi. O bakımdan sen Harem'den ayrılma, çünkü sen Arapların efendisisin. Hicaz halkı seni kimseye değişmez. Her taraftan insanlar etrafında toplanmak için çağrılır. Sakın Harem'den ayrılma. Amcalarım, dayılarım sana feda olsun! Allah'a yemin ederim ki, sen helak olacak olursan bizler senden sonra köleleştiriliriz. "

 

Hz. Hüseyin Mekke'ye varıncaya kadar yoluna devam etti. Mekkeliler O'nun yanına gidip geliyor, orada bulunup umre yapmak için gelmiş olan taşra halkı da ziyaretine geliyorlardı. İbn Zübeyr ise Kabe'nin bir kenarında duruyor, orada bütün gün namaz kılıyor, tavaf ediyordu. Hz. Hüseyin de beraberindekilerle O'nun yanına gidiyor ve görüşünü bildiriyordu. İbn ez-Zübeyr için Allah'ın yarattıkları arasında ondan daha ağır bir kimse olamazdı, çünkü Hz. Hüseyin orada kaldığı sürece Hicaz, halkı İbn ez-Zübeyr'e bey'at etmeyeceklerdi.

 

Kufe halkı Muaviye'nin öldüğünü, Hüseyin, ibn Ömer ve ibn ezZübeyr'in Yezid'e bey'at etmediklerini haber alınca onları Yezid'e karşı kışkırtmak istediler. Bu bakımdan ''Şia'' diye bilinenler, Huza'a'lı Süleyman bin Surad'ın evinde toplandılar ve Hz. Hüseyin'in Mekke'ye yürüdüğünü dile getirerek bir grup kişi adına O'na mektup yazdılar. Süleyman bin Surad, Müseyyeb bin Necebe, Rifa'a bin Şeddad Habıb bin Mutahhar ve başkaları bu kişiler arasındaydı.

 

Mektup şöyleydi: "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla. Sana selam olsun. Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah'a hamd ettiğimizi bildiririz. imdi, bu ümmetin işlerini zorla eline alarak onları dağıtan, inatçı, cebbar olan düşmanının belini kıran Allah'a hamd olsun. O senin düşmanın ki bu ümmetin ganimetIerini haksız yere onlardan aldı, ümmetin rızasına aykırı olarak onların başına geçti, daha sonra da bu ümmetin hayırlılarını öldürüp kötülerini bıraktı. Şunu bil ki, bizim başımızda önderimiz yoktur; bu işi sen kabul et, belki Allah senin sayende hepimizi hak etrafında bir araya getirir. Nu'man bin Beşır'e gelince, o emirlik sarayında oturuyor. Bizler ne cuma namazında ne de bayram namazında onunla bir araya gelebiliyoruz. Senin buraya gelmekte olduğunu haber alırsak Allah'ın izniyle O'nu Şam bölgesine kaçırtana kadar buradan çıkartırız. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun. "

 

Bu mektubu Hemdan'lı Abdullah bin Seb' ve Abdullah bin Vail ile birlikte gönderdiler. Bundan iki gün sonra bir mektup daha yazıp gönderdiler. Halk yaklaşık yüz elli sahifeyi bulan mektuplar yazdı. Arkasından Hz. Hüseyin'e üçüncü bir elçi göndererek kendilerine gelmesi için teşvik etmeye başladılar. Daha sonra Şebes bin Rib'ı, Haccar bin Ebcer, Yezid bin Haris, Yezid bin Ruveym, Urve b; Kays, Zebidli Amr bin Haccac, Temimli Muhammed bin Umeyr de aynı konuda mektuplar yazdılar.

 

Hz. Hüseyin bütün bu mektupları alınca onlara şunları yazdı: "imdi, bütün anlattıklarınızı anlamış bulunuyorum. Sizlere kardeşim, amcamın oğlu ve ailemden güvendiğim kimse olan Müslim bin Akil'i gönderiyorum. Ona halinizi, durumunuzu ve görüşünüzü bana yazmasını emrettim. Eğer o da sizin ileri gelenlerinizin ve görüş sahiplerinizin, elçilerinizin bana getirdikleri haberlerdeki görüşler etrafında birleşmiş olduklarını yazacak olursa Allah'ın izniyle pek yakında yanınızda olurum. Yemin ederim, gerçek önder ancak Allah'ın kitabı ile amel eden, adaleti ayakta tutan ve Hak dinin yolundan giden kimseden başkası olamaz. Vesselam."

 

Şiadan bir gurup kişi Basra'da adı Sa'ad kızı Mariye olan Abdülkaysli bir kadının evinde bir araya geldiler. Bu kadın da Şiadandı. O'nun evi bir araya gelerek sohbet edip konuştukları bir yerdi. Yezid bin Bunayt Hz. Hüseyin'in yanına gitmeyi kararlaştırdı. O da Abdülkaysoğullarındandı. On tane oğlu vardı. Onlara: "Aranızdan benimle gelecek kim çıkar?" deyince, Abdullah ve Ubeydullah adındaki iki çocuğu çıktı. Hep birlikte Mekke'de Hz. Hüseyin'in yanına gittiler. Daha sonra Hz. Hüseyin'le birlikte yola koyuldular ve O'nunla birlikte öldürüldüler.

 

Daha sonra Hz. Hüseyin Müslim bin Akil'i çağırarak Küfe tarafına gönderdi. O'na Allah'tan korkmasını, işini gizli tutmasını tavsiye etti. Halkın bir görüş etrafında birleşmiş olduklarını gördüğü taktirde acele kendisine bildirmesini söyledi.

 

Müslim Medine'ye vardı. Resülullah (S.A.V.)'ın mescidinde namaz kıldı, aile efradıyla vedalaştı ve Kayslılardan iki kılavuz kiraladı. Kılavuzlar onunla beraber yola çıktılar ancak yolu kaybettiler ve susuzluk tehlikesiyle karşılaştılar. Her iki kılavuz da susuzluktan öldü. Müslim'e: "Bu yol seni suya çıkartır" demişlerdi. Müslim Hz. Hüseyin'e şu mektubu yazdı: "Ben Medine'ye vardım ve oradan iki kılavuz kiraladım; fakat yolu kaybettiler, susuzluktan öldüler. Bizler de suya varıncaya kadar yolumuza devam ettik ve ancak canımızı kurtarabildik. Sözünü ettiğim bu su da Hubeyt'in iç tarafında Madik denilen yerdedir. Ben bu işin sonunu hayırlı görmüyorum. Uygun görürsen beni bu görevimden affet ve başkasını gönder." Hz. Hüseyin ise kendisine şu cevabı yazdı: "İmdi ben yazdığın o mektubu korkaklık yüzünden yazmış olmandan endişe duyuyorum. Yoluna devam et. Selam."

 

Müslim daha sonra Küfe'ye varıncaya kadar yoluna devam etti ve Muhtar'ın evinde konakladı. Başka bir evde kaldığı da söylenmiştir. Şia'ya mensup olanlar O'nun yanına gidip gelmeye başladılar. Müslim yanına gelen her topluluğa Hz. Hüseyin'in mektubunu okuyor, onlar da ağlaşıyor ve O'nunla birlikte savaşıp destek olacaklarına söz veriyorlardı.

 

Şia O'nun bulunduğu yere gide gele sonunda yeri bilindi ve o sırada Küfe Valisi bulunan Nu'man bin Beşir de bunu haber aldı. Nu'man minbere çıkıp şöyle konuştu:

 

"Fitneye ve ayrılığa gitmekte acele etmeyiniz, çünkü bu ikisinde yiğitler ölür, kanlar akıtılır, mallar haksızca alınır." Nu'man halim selim, ibadete düşkün ve esenliği seven birisiydi. Daha sonra şunları söyledi: "Ben benimle çarpışmayanla çarpışmam, bana hücum etmeyenin üzerine gitmem, sizden uyuyan kimseleri uykudan uyandırmam, size taarruz etmem, iftirayla, zanla, ithamla kimseyi sorumlu tutmam. Bununla birlikte sizler, içinizi dışınıza vurup verdiğiniz bey'ati bozarsanız, imamınıza muhalefet ederseniz, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, kabzası elimde durduğu sürece kılıcımla sizi vurmaya devam edeceğim, isterse sizden hiçbir kimse bana yardımcı ve destek olmasın. Fakat her şeye rağmen aranızda hakkı bilenlerin sayısının batılın alçaltacağı kimselerden daha fazla olacağını ümit ediyorum. "

 

Bunun üzerine Ümeyyeoğulları'nın antlaşmalısı olan Abdullah bin Müslim bin Said el-Hadrami ayağa kalkıp şunları söyledi: "Senin bu gördüğün durumu ancak kaba kuvvet düzeltebilir. Fakat senin bu görüşün zayıf iradelilerin görüşüdür." Bunun üzerine Nu'man ona: "Allah'a itaat edip zayıf kimselerden olmayı, Allah'a isyan edip güçlü kimselerden olmaya üstün tutarım" diyerek minberden indi.

 

Abdullah bin Müslim Yezid'e mektup yazarak Müslim bin Akil'in Küfe'ye geldiğini, halkın O'na bey'at etmekte olduğunu bildirdi ve şunları ekledi:

 

"Şayet senin Kufe'ye ihtiyacın varsa oraya senin emirlerini uygulayacak ve düşmanına senin yaptıklarını yapacak güçlü bir adam gönder, çünkü Nu'man zayıf ya da zayıf görünen bir adamdır. "

 

Yezid'e bu durumu ilk bildiren böylece Abdullah bin Müslim oldu. Daha sonra Umare bin Velid bin Ukbe ile Amr bin Sa'ad bin Ebi Vakkas da benzeri mektuplar yazdılar.

 

Mektuplar Yezid'in elinde birikince Muaviye'nin azatlısı Sercun'u çağırıp bunları okuttüktan sonra Küfe'ye kimi vali tayin edeceği konusunda fikrini sordu. Yezid, Ubeydullah bin Ziyad'a kırgındı. Böyle olduğu halde Sercun O'na şu soruyu sordu: "Şu anda Muaviye'ye hayat verilse O'nun dediğini yapar mıydın?" Yezid: "Evet" diye cevap verince Sercun şöyle dedi:

 

"O halde Ubeydullah'ı Kufe'ye tayin ettiğine dair bir karar çıkart, çünkü bu Muaviye'nin görüşüdür ve Muaviye ölümünden önce bu tayin kararının yazılmasını emretmişti." Yezid, Sercun'un görüşüne uyarak, Ubeydullah'ı Kufe ve Basra valiliğine getirdi. Konuyla ilgili emirnameyi yazıp Küteybe'nin babası Müslim bin Amr el-Bahili ile birlikte O'na gönderdi. Ayrıca Müslim bin Akil'i öldürmeyi ya da bölgeden sürgün etmeyi emretti.

 

Yezid'in mektubu Ubeydullah'a ulaşınca Ubeydullah hemen ertesi günü çıkmak üzere hazırlık yapılmasını emretti.

 

Hz. Hüseyin Basra eşrafına yalnızca bir nüsha olmak üzere mektup göndermişti. O bu mektubunu Malik bin Misma' el-Bekri, Ahnef bin Kays, Münzir bin Carud, Mes'ud bin Amr, Kays bin Heysem, Ömer bin Abdullah bin Ma'mer adındaki kimselere göndermiş, onları Allah'ın kitabına, Resulü'nün sünnetine çağırmış, sünnetin artık öldüğünü, bid'atin ise canlandırıldığını" söylemişti. Hepsi O'nun mektubunu gizledilerse de Münzir bin Carud, İbn Ziyad'ın bir hilesi olmasından korktuğundan mektubu ve getiren kimseyi yanına alarak İbn Ziyad'a gitti. İbn Ziyad mektubu getiren elçinin boynunu vurdu, arkasından yaptığı konuşmada halka şunları söyledi:

 

"Allah'a yemin ederim, benim için zorluk söz konusu olamaz. Bana dağınıkların gürültüsü tesir edemez. Ben bana düşmanlık edenden intikam alırım. Benimle savaşana karşı bir ok olurum. Ey Basralılar! Mü'minlerin emiri beni Küfe'ye tayin etmiş bulunuyor. Sabah erkenden oraya gidiyorum. Benim yerime kardeşim Osman bin Ziyad'ı vekil bırakıyorum. Sakın ha karışıklık çıkarmayınız. Allah'a yemin ederim, sizden herhangi birinizin bir karışıklık çıkardığı haberini alırsam onu da, onu tanıyanı da, onun dostunu da öldüreceğim. En yakını en uzaktakinden sorumlu tutacağım; ta ki dosdoğru yola gelinceye ve aranızda hiçbir muhalif ve ayrılıkçı kalmayıncaya kadar. Ben Ziyad'ın oğluyum, çakıllar üzerinde yürüyen kişiler arasında bir tek ben O'na benziyorum. Ne bir dayıya, ne de amca oğluna benzeyerek ondan uzaklaşmadım."

 

Daha sonra beraberinde Müslim bin Amr el-Bahill, Şerik bin A'ver elHarisı, Haşme ve aile halkı ile birlikte Basra'dan yola çıktı. Şerik şii idi.

 

İbn Ziyad'ın beş yüz kişi ile birlikte yola çıktığı, daha sonra bunlardan bir kısmının ayrıldıkları da söylenmiştir. O'ndan ilk ayrılan Şerik olmuştur. Onlar Şerik'in karşılarına çıkacağını ve Hüseyin'in daha önce Kufe'ye gireceğini sandılarsa da öyle olmadı. İbn Ziyad tek başına Küfe'ye girinceye kadar Şerik onlardan hiç kimsenin karşısına çıkmadı. İbn Ziyad tek tek meclislere uğruyor, herkes O'nun Hüseyin olduğundan şüphe etmediğinden, "Ey Allah'ın Resulü'nün oğlu, merhaba!" diyorlar, O ise onlarla hiç konuşmuyordu. Herkes evinden çıkıp O'nun önüne geldi. İbn Ziyad gördüğü bu manzaradan hoşlanmadı. Nu'man da gelenin Hüseyin olduğundan şüphe etmeyerek kapısını üzerine kapatmıştı. Ubeydullah bin Ziyad beraberinde bağrışan halkla birlikte Nu'man'ın kapısına kadar vardı. Nu'man O'na: "Allah adına git, beni bırak. Allah'a yemin ederim ben sana emanetimi teslim edecek değilim, seninle çarpışmaya da ihtiyacım yoktur" dedi. Ubeydullah O'na yaklaşıp: "Aç açmaz olasıca!" dedi. Ubeydullah'ın arkasında bulunan bir kişi onun bu sözlerini işitince diğer insanların yanına varıp onlara: "Bu Mercane'nin oğludur" dedi.

 

Nu'man kendisine kapıyı açınca Ubeydullah içeri girdi. Kapıyı kapattılar ve halk da dağılmış oldu. Ertesi gün sabah olunca minbere çıkıp insanlara bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı aynı günde yaptığı da söylenmiştir.

 

Söz konusu konuşmasında şöyle demişti:

 

"Şunu bilin ki, müminlerin emiri beni sizin şehrinize, askerlerinize ve ganimetIerinize vali olarak tayin etmiş, sizden mazlum olana hakkını vermeyi yoksulun yoksulluğunu gidermeyi, itaat edene iyilikte bulunmayı, şüphe yayıp karşı geleninize şiddetle davranmayı emretmiştir. Ben de sizin aranızda O'nun emirlerine uyacağım, dediklerini uygulayacağım, aranızda iyilik yapana iyi bir baba, itaat edeninize kardeş olacağım. Kılıcım ve kamçım, emrime uymayıp ahdimi yerine getirmeyenin üzerinde olacaktır. Artık herkes kendisine dikkat etsin. "

 

Daha sonra minberden inip ileri gelenleri ve halkı çok şiddetli bir şekilde sorguya çekerek şunları söyledi: "Bana aranızdaki yabancıları, müminlerin emirinin aradığı kimseleri, aranızda olup da Haruriye'ye mensup olanları, ayrılık ve tefrika çıkarmaktan başka bir şey düşünmeyen kışkırtıcı kimseleri yazınız. Bana onların isimlerini yazan kurtulur. Hiç kimsenin adını yazmayanlar da tanıdığı kimselerin hiç birisinin bize karşı olmayacağını ve bize karşı isyan etmeyeceğini garantilesin. Kim böyle yapmazsa artık onun üzerinden himaye kalkar, kanı ve malı bize helal olur. Müminlerin emirinin aradığı herhangi bir kimse yanında bulunan veya onu tanıyıp da bize bildirmeyen evinin kapısı önünde asılacak ve Uman ez-Zare'ye sürülecektir." deyip minberden indi.

 

Müslim, Ubeydullah'ın konuşmasını haber alınca Muhtar'ın evinden çıkarak Murad Kabilesi'nden Hani bin Urve'nin yanına gidip kapısından içeri girdi ve Hani'yi çağırdı. Hani O'nunla karşılaşınca bundan hoşlanmadı. Müslim kendisine: "Beni himayene alman ve misafir etmen için yanına gelmiş bulunuyorum." deyince Hani kendisine: "Sen bana gerçekten çok ağır bir iş yüklemiş bulunuyorsun. Şayet evimin içine girmemiş olsaydın çekip gitmenden memnun olacaktım, ancak bu durumda gitmen benim için bir yerilme sebebi olacaktır. Haydi, içeri gir." dedi. Ondan sonra Müslim'i evinde barındırmaya başladı. Şia'ya mensup olanlar Müslim'in yanına, Hani'nin evine gidip gelmeye başladılar.

İbn Ziyad bir azatlısını çağırarak ona üç bin dirhem ve şu talimatı verdi:

 

"Git Müslim bin Akil'i ve arkadaşlarını arayıp bul, onlarla karşılaş, Onlara bu malı ver ve kendilerine senin onlardan olduğunu söyleyerek ne yaptıklarını, durumlarını öğren!" İbn Ziyad'ın bu azatlı kölesi bunu yaparak Esedli Müslim bin Avsece'nin yanına mescide gitti. Orada namaz kılmakta olan Müslim bin Avsece hakkında herkesin: "Bu adam Hüseyin adına bey'at alıyor." demekte olduğunu işitti. Müslim namazını bitirdikten sonra ona: "Ey Allah'ın kulu! Ben Şamhalkından birisiyim. Allah bana bu Beyt ehlini sevmek nimetini ihsan etmiş bulunuyor. İşte elimde bulunan bu üç bin dirhemi Küfe'ye geldiğinde ve ResuluIlah (S.A.V.)'ın kızının oğlu adına bey'at aldığını işittiğim biriyle karşılaşıp vermek istedim. Ben bazı kimselerden senin bu Beyt ehlinin durumunu bilmekte olduğunu işittim. Senin yanına sözünü ettiğim bu paraları alman ve arkadaşının yanına kendisine bey'at etmek üzere beni götürmen için gelmiş bulunuyorum. Arzu edersen kendisiyle görüşmeden önce de benim bey'atimi alabilirsin. "

 

Müslim bin Avsece İbn Ziyad'ın bu adamına:

 

"Arzu ettiğin şeye erebilmen için benimle karşılaşmış olman ve Yüce Allah'ın senin vasıtanla Peygamberinin ehl-i beytine yardımcı olması beni sevindirmiştir. Bununla birlikte iş kemale ermeden önce halkın benim bu durumumu bilmesi de hoşuma gitmemiştir, çünkü şu azgından ve onun zorbalığından korkuyorum." dedikten sonra ondan bey'at aldı ve kesinlikle kötülük etmeyeceğine, bu işi son derece gizli tutacağına dair çok büyük yemin verdirdi. İbn Ziyad'ın bu adamı İbn Avsece'nin yanına kendisini Müslim bin Akil'in huzuruna götürmesi için günlerce gidip geldi.

 

Hani bin Urve hastalanmış, Ubeydullah da O'nu ziyarete gelmişti. Umare bin Abd es-Seluli kendisine: "Şu azgın bizim topluluğumuzu öldürmüş, yapmak istediklerimizi boşa çıkarmıştır. Şimdi Allah O'na karşı sana imkan vermiş bulunuyor, haydi O'nu öldürüver." deyince Hani: "Ben O'nun evimde öldürülmesinden hoşnut olamam" diye cevap verdi.

İbn Ziyad O'nun yanına gelip bir süre oturduktan sonra kalkıp gitti.

 

Aradan bir hafta geçmeden bu sefer Şerik bin el-A'ver hastalandı. Şerik de Hani'nin evinde misafir bulunuyordu. İbn Ziyad'ın ve diğer emirlerin yanında oldukça değerli olan Şerik aynı zamanda şiddetli bir Şia taraftarı idi. Sıffin Savaşı'na Ammar ile birlikte katılmıştı. Ubeydullah bin Ziyad, Şerik'e: "Akşam yanına ziyarete geleceğim" diye haber gönderdi. Bunun üzerine Şerik Müslim'e şunları söyledi:

 

"Bu facir akşam beni ziyarete gelecek. Oturur oturmaz saklandığın yerden çık, daha sonra git saraya otur. Hiç kimse seni bundan alıkoyamayacaktır. Ben iyileşir iyileşmez Basra'ya gider ve senin için oranın işini hallederim."

 

Akşam olduğunda Ubeydullah, Şerik'in yanına geldi. Bu sırada Müslim bin Akil içeri girip saklanmak istedi. Şerik kendisine: "Oturur oturmaz sakın fırsatı kaçırmayasın." deyince Hani bin Urve: "Ben O'nun evimde öldürülmesini arzu etmiyorum" diye karşı çıktı. Ubeydullah gelip oturdu ve Şerik'e hastalığının ne olduğunu sordu. Aradan uzun bir zaman geçtiği halde, Şerik Müslim'in dışarı çıkmak istemediğini görünce bu fırsatı elden kaçırmak durumunda olduğundan korktu ve şu beyiti tekrarlamaya başladı: "Niye Selma'yı bekliyor ve ona selam vermiyorsunuz Bana ondan bir yudum içiriniz, isterse son nefesim olsun."

 

Şerik, bu beyti iki veya üç defa tekrarlayınca Ubeydullah: "Bu ne haldir, acaba hezeyan mı ediyor?" diye sorunca Hani kendisine: "Evet öyle, sabah güneş doğmadan ta şu saate kadar onun durumu hep bu şekilde" diye cevap verdi: Bunun üzerine Ubeydullah bin Ziyad kalkıp gitti.

 

Denildiğine göre Şerik "Ondan bana içiriniz." deyince ve sözleri karıştırınca Mihran onun bu durumunu anladı ve Ubeydullah'a işaret edince Ubeydullah kalkıp gitmek üzere davrandı. Şerik kendisine: "Ey Emir! Ben sana vasiyetimi yapmak istiyorum" dediyse de Ubeydullah kendisine: "Yanına bir daha geri geleceğim" diye karşılık verdi. Mihran Ubeydullah'a: "O seni öldürmek istedi" deyince Ubeydullah: "Nasılolur? Ben hem O'na çok büyük değer veriyorum, hem de Hani'nin evinde ve babam da onunla birliktedir" şeklinde karşılık verdiyse de Mihran kendisine: "Durum, gerçekten de benim sana söylediğim gibidir" diye kanaatini tekrarladı.

 

İbn Ziyad kalkıp gidince Müslim bin Akil de saklandığı yerden çıktı.

 

Şerik kendisine: "Niye onu öldürmedin?" diye sorunca Müslim şu cevabı verdi:

 

"İki sebepten dolayı. .. Birincisi Hani O'nun evinde öldürülmesini istemiyordu. Diğerine gelince Ali'nin Peygamber (S.A.V.)'den bana naklettiği bir Hadis-i Şeriftir: "İman hainlik yapmaktan men etmiştir. Sakın bir mümin bir başka mümine hainlik edip öldürmesin." Bunun üzerine Hani kendisine: "Sen şayet O'nu öldürmüş olsaydın fasık, facir, kafir ve sözlerinde durmayan birisini öldürmüş olurdun." dedi.

 

Bundan sonra Şerik üç gün yaşayıp vefat etti ve Ubeydullah da cenaze namazını kıldırdı. Ubeydullah Şerik'in, kendisini, öldürmesi için Müslim'i kışkırttığını öğrenince şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, ebediyen bir Iraklının cenaze namazını kılmayacağım. Aralarında Ziyad'ın kabri bulunmamış olsaydı Şerik'in kabrini açacaktım."

 

Diğer taraftan İbn Ziyad'ın mal verip gönderdiği şahıs Şerik'in ölümünden sonra Müslim bin Avsece'nin yanına gidip gelmeye devam etti. İbn Avsec'e daha sonra bu kişiyi alıp Müslim bin Akil'in yanına götürdü. Müslim bin Akil O'ndan bey'atini aldı ve vermek istediği parayı da ondan teslim aldı. İbn Ziyad' ın bu azatlı kölesi onların yanına gidip geliyor, sırlarını öğreniyor ve bütün bunları İbn Ziyad'a aktarıyordu. Hani ise hastalığı sebebiyle Ubeydullah'ın yanına gidemiyordu. Bir seferinde Ubeydullah, Muhammed bin Eş'as ile Esma bin Harice'yi davet etti. Onlarla beraber Zebid'li Amr bin Haccac'ı da davet ettiği söylenir. Bunlara Hani'den ve yanına gelmeyişinden söz edince hasta olduğunu söylerler. Kendisi onlara: "Ben O'nun evinin kapısının önünde oturduğu ve hastalığının iyileşmiş olduğu haberini aldım. Haydi, gidip görüşün ve kendisine bu konuda üzerine düşeni yerine getirmesini emredin" der.

 

Bunun üzerine bu kişiler Hani'nin yanına giderek kendisine şunu söylediler: "Emir senin halini sordu ve "hasta olduğunu bilseydim ziyaretine giderdim." dedi." Ayrıca şunları eklediler: "O senin evinin kapısında oturduğunu haber aldı, senin kendisine gitmeyişinin sebebini merak ediyor. YÖnetimi elinde bulunduranlar bu şekilde katı muameleye tahammül edemezler. O bakımdan keşke bizimle beraber bineğine atlayıp gelsen!" Bunun üzerine Hani elbiselerini giyip onlarla beraber bineğine atladı ve gitti. Emir'in köşküne yaklaştığında işin içerisinde bir kötülük olduğunu sezdi. Bunun üzerine Hassan bin Esma bin Harice'ye şunları söyledi: "Ey kardeşimin oğlu! Ben bu adamdan çekiniyorum, senin görüşün nedir?" Hassan kendisine: "Ben senden yana hiçbir şeyden korkmuyorum, sakın korku ile hareket etmek suretiyle kendi aleyhine bir yol açma." diye cevap verdi. Esma olanlar konusunda hiçbir şey bilmiyordu. Muhammed bin Eş'as ise durumu biliyordu. Gelenler beraberlerinde Hani olduğu halde İbn Ziyad'ın huzuruna girdiler. İbn Ziyad O'nu görünce Kadı Şureyh'a: "İşte kendi ayağı ile tuzağa düşmek üzere geldi." dedi. Hani kendisine yaklaşınca Ubeydullah şu anlamdaki beyti okudu:

 

''Ben O 'nun yaşamasını istiyorken O benim ölümü istiyor Murad'lı arkadaşına karşı artık sen mazursun.''

 

İbn Ziyad, Hani'ye oldukça ikramda bulunan birisiydi. Bunun üzerine Hani; "Bu da ne demek oluyor?" diye sorunca. İbn Ziyad şunları söyledi:

 

"Senin, evinde müminlerin ve Müslümanların emirine karşı kurduğun bu tuzaklar ne oluyor? Önce Müslüm'i aldın, evine koydun, onun için silah ve asker topladın ve bütün bunların gizli kalıp tarafımdan bilinemeyeceğini zannettin." Bunun üzerine Hani: "Hayır, ben öyle bir şey yapmadım" deyince, İbn Ziyad:

 

"Hayır, yaptın!" diye karşılık verdi ve aralarında tartışma uzadı. Daha sonra İbn Ziyad sözünü ettiğimiz ve casus olarak gönderdiği azatlı kölesini çağırdı. Bu casus gelip önünde durdu. İbn Ziyad: "Bunu tanıyor musun?" diye sorunca Hani: "Evet" diye cevap verdi. Daha sonra Hani O'nun casus olduğunu ve böylelikle İbn Ziyad'ın tuzağına düştüğünü anladı ve kendisine gelerek şunları söyledi:

 

"Şimdi beni dinle ve söyleyeceklerime inan. Allah'a yemin ederim, sana yalan söylemeyeceğim. Allah'a yemin ederim, ben O'nu çağırmadım ve yanımda misafir kalmak üzere kapımda, görünceye kadar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benden misafir kalmak isteğinde bulununca kendisini geri çevirmekten utandım, bundan dolayı da himayeme girmiş oldu. Ben de evime aldım ve misafir ettim. Daha sonra da senin haber aldığın durumlar oldu. Arzu ediyorsan ben şu anda seni tatmin edecek bir söz ve rehin vereyim, senin elinde bulunsun, ben de O'nu gidip evimden çıkartıp senin yanına geri döneyim."

 

Fakat İbn Ziyad kabul etmeyerek: "Hayır, Allah'a yemin ederim, O'nu yanıma getirinceye kadar sen benim yanımdan ayrılamazsın" deyince, Hani:

 

"Öldürmen için kesinlikle misafirimi getirip sana teslim edecek değilim" diye karşılık verdi.

 

Konuşma bu şekilde uzayıp gidince Müslim bin Amr el-Bahili ayağa kalktı -ki Kufe'de O'ndan başka Şam'lı ya da Basralı hiç kimse bulunmuyordu- ve:

 

"O'nunla konuşmak üzere bir süre bizi başbaşa bırak!" diye İbn Ziyad'a teklifte bulundu. Müslim, bu teklifi İbn Ziyad'ın bu şekilde taşkınlığını görünce yapmıştı. Daha sonra Hani'yi alıp İbn Ziyad'ın kendilerini göreceği bir yerde uzakta başbaşa konuşmaya başladılar. Müslim, Hani'ye: "Ey Hani! Allah adına sana söylüyorum, sen kendini ölüme mahkum edip kavminin üzerine niye musibeti sokacaksın ki? Bu adam bu kavmin amca çocuğudur. Onlar O'nu ne öldürürler ne de bir zarar verirler. O bakımdan getir, teslim et. Bu konuda senin küçük düşeceğin bir durum söz konusu olmaz, seni bu iş küçültmez. Sen O'nu sadece devlet otoritesini elinde bulunduran kimseye vermiş olacaksın" dediyse de Hani şu cevabı verdi: "Hayır, Allah'a yemin ederim, böyle bir şey yaparsam hem bu benim için bir küçüklük olur, hem de utanılacak bir şeydir. Bu bakımdan ben gücüm kuvvetim yerinde, sağlıklı ve yardımcılarım çokken misafırimi teslim edemem. Allah'a yemin ederim, şayet tek başıma olsaydım ve hiç kimse de bana yardım etmeyecek olsaydı, yine de O'nu korumak uğrunda ölünceye kadar direnir, teslim etmezdim."

 

Bunları işiten İbn Ziyad'ın: "O'nu yanıma getiriniz." demesi üzerine Hani'yi alıp getirdiler. İbn Ziyad şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, ya O'nu yanıma getirirsin, yahut da boynunu uçururum." Bunun üzerine Hani şu cevabı verdi: "O takdirde Allah'a yemin ederim, senin evinin etrafında kılıç parıltıları çokça görülür." Hani aşiretinin kendisini koruyacağı görüşündeydi. Hani'nin bu sözleri üzerine İbn Ziyad: "Sen parlayacak kılıçlarla mı beni tehdit ediyorsun?" diye çıkıştı.

 

Denildiğine göre Hani Ubeydullah'ın casusunu görünce bu casusun Ubeydullah'a her şeyi haber verdiğini anladı ve şunları söyledi: "Ey emir! Sana ulaşmış olan şeyler olmuştur. Ben senin bana yaptıklarını unutacak ve boşa çıkartacak değilim. Sen emniyet içerisinde olduğun gibi ailen de emniyet içerisindedir; haydi, istediğin yere git!" Bunun üzerine Ubeydullah, Mihran da yanı başında olduğu halde elinde bulunan asasını yere vurup: "Şu işe bak, bu adam senin hakimiyetin altında olacak, sonra da kalkacak sana eman verecek!" dedikten sonra: "Şunu yakala" diye emir verdi. Mihran kalkıp Hani'nin iki saç örgüsünü yakaladı. Ubeydullah da eline sopayı alarak Hani'nin burnuna, almna ve yanağına vurdukça vurdu. Sonunda burun kemiğini kırdı, kanını elbiselerinin üzerine akıttı. Yanağından et parçacıkları dökülmeğe başladı. Almnın ve yanaklarının etleri sakalının üzerine düşüyordu. Ubeydullah bu şekilde dövmesine değneğini kırıncaya kadar devam etti. Hani de elini ayakta dikilmekte bulunan bir koruma görevlisinin kılıcına attı ve onu yakaladıysa da elinden alındı. Ubeydullah kendisine: "Sen, Haruralılardan mısın? Kendi nefsini öldürmeyi kendin helal kıldın, artık bizim de seni öldürmemiz helal oldu." Daha sonra alınıp bir odaya tıkılmasını ve odanın üzerine kapatılmasını emretti.

 

Esma bin Harice kalkarak O'na: "Ey sözünde durmayan, O'nu serbest bırak! Sen adamı getirmemizi emrettin, biz getirince de tuttun yüzünü yaraladın, kanını akıttın ve öldüreceğini ileri sürdün" diye çıkıştı. Bu sefer Ubeydullah bunun da iteklenip dürtülmesini ve boyun eğdirilmesini emretti. Daha sonra bırakılınca yerine oturdu. İbnu'l-Eş'as ise: "Biz ister lehimize, isterse aleyhimize olsun ne yaparsa uygun görüyoruz" dedi.

 

Amr bin Haccac Hani'nin öldürüldüğünü haber alınca Mezhiclilerle birlikte geldi ve sarayın çevresini kuşattılar. Amr şöyle seslendi: "Ben Amr bin Haccac'ım. Bunlar da Mezhic'in süvarileri ve ileri gelenleridir. Bizler ne itaatin dışına çıkmışız ve ne de cemaatten ayrılmışız."

 

Bunun üzerine Ubeydullah yanında bulunan Kadı Şüreyh'e: "Kalk, önce bunların adamlarının yanına git, durumunu gör, sonra da onlara Hani'nin hayatta olduğunu haber ver." dedi. Şureyh de denileni yaptı. Hani'nin yanına gelince Hani kendisine: "Vay Müslümanların haline! Benim aşiretim hepten yok mu oldu? Nerede bu dinin sahipleri, nerede benim yardımcılarım, beni düşmanlarıyla ve düşmanlarının oğullarıyla baş başa mı bırakacaklar?" dedikten sonra dışarıdaki kalabalık ve gürültüleri işitince şöyle devam etti: "Ey Şureyh! Bu seslerin Mezhiclilerle Müslümanlardan taraftarım olan kimselerin sesleri olduğunu sanıyorum. Gerçek şu ki, şayet on kişi yanıma girecek olursa beni buradan kurtarabileceklerdir." Şureyh, İbn Ziyad'ın kendisiyle beraber gönderdiği gözcü ile birlikte çıktı. Şureyh der ki: "Eğer o gözcü yanımda olmamış olsaydı, onlara Hani'nin neler söylediğini bildirecektim." Şureyh, dışarıda toplananların huzuruna çıkınca şunları söyledi: "Ben sizin arkadaşınızı gidip gördüm. Kesinlikle söylüyorum ki, o hayattadır ve henüz öldürülmemiştir. " Bunun üzerine Amr ve arkadaşları: "Şayet öldürülmemişse bundan dolayı Allah'a hamd ederiz." diyerek dağılıp gittiler.

 

Müslim bin Akil olanları haber alınca arkadaşları arasında: "Ya Mensur öldür." diye seslendi. Bu ifade onların parolası idi. Müslim'e on sekiz bin kişi bey'at etmiş ve çevresindeki evlerde dört bin kişi bulunuyordu. Etrafında pek çok kişi toplandı. Müslim Kindeli Abdullah bin Uzeyr'i Kindelilerin başına geçirerek: "Önümden git!" diye talimat verdi. Esedli Müslim bin Avsece'yi de Mezhic ve Esedlilerin başına geçirdi. Ebu Sümame es-Saidi'yi Temimlilerle Hemdanlıların başına, Abbas bin Ca'de el-Cedeli'yi de Medinelilerin başına eçirerek, kendisi de saraya doğru yürüdü, İbn Ziyad O'nun gelmekte olduğunu haber alınca sarayına sığındı ve kapıyı kilitledi. Müslim sarayı kuşattı. Mescit ve çarşılar insanlarla dolup taştı. Akşama kadar toplanmağa devam ettiler. Ubeydullah'ın durumu gittikçe zorlaşıyordu. Sarayda yanındaki otuz koruma görevlisi ile ailesinden ve kölelerinden bir de eşraftan toplam yirmi kişinin dışında kimse yoktu. Eşraftan olan kimseler İbni Ziyad'ın yanına Dar er-Rümiyym denilen yerden gelmeğe başladılar. Dışarıda herkes İbn Ziyad'a ve babasına küfür ve hakaret yağdırıyordu. Bunu gören İbn Ziyad, Harisoğulları'ndan Kesir bin Şihab'ı çağırıp kendisine Mezhiclilerden itaat edenlerle birlikte dışarıya çıkıp İbn Akil çevresinde bulunanları O'ndan ayırmak ve onların kalbine korku yerleştirmek için çalışmak üzere talimat verdi. Muhammed bin Eş'as'ı da çağırıp Kinde ve Hadramütlulardan kendisine itaat edenlerin yanına giderek, kendisine gelecek kimselerin eman içerisinde olacaklarını belirten bir sancak tutmasını emretti. Aynı işi yapmak üzere Ka'ka' bin Sevr ez-Zühli, Temimli Şebes bin Rib'ı, İcl'li Haccar bin Ebcer, Dahablı Şemir bin Zülcevşen'e aynı şekilde talimat verdi. Şerefli olan kimseleri de, beraberinde bulunan kimselerin azlığı dolayısıyla, onlarla manen güçlenmek için yanında bıraktı.

 

Sözü edilen bu kimseler dışarı çıkıp halkı dağıtmak için çalışmağa başladılar. Ubeydullah da yanında bulunan şerefli kimselere saraydan halkı gözetlemelerini ve kendilerine itaat edecek kimselere çeşitli vaatlerde, isyan edecek kimseleri de korkutacak ifadelerde bulunmaIarını emretti. Bunlar da aynı şeyi yaptılar. Toplanmış bulunan insanlar ileri gelenlerin söylediklerini işitince dağılmaya başladılar. O kadar ki kadınlar geliyor, çocuklarını, kardeşlerini buluyor: "Haydi sen buradan ayrılıp git, kalan başkaları sana ihtiyaç bırakmayacaktır." diyor, hatta erkekler de aynı şeyleri yapıyorlardı. İnsanlar bu şekilde dağılıp durdu. Sonunda İbn Akil mescitte otuz kişiyle kala kaldı.

 

İbn Akil, durumun böyle olduğunu görünce Kinde kapılarına doğru yürüdü. Kapıya vardığında beraberinde hiç kimse kalmamıştı. Küfe sokaklarında nereye gideceğini bilemeden yol alıp gitti. Sonunda adı Tav'a olan Kindeli bir kadının kapısına vardı. Bu kadın Eş'as'ın cariyesi iken bir çocuk doğurmuş, Eş'as da onu azad etmiş, daha sonra Esid el-Hadrami ile evlemniş, Esıd'in ondan Bilal adında bir oğlu olmuştu. Bilal da o sırada herkesle beraber dışarı çıkmıştı, annesi onu beklemekte idi. İbn Akil gelip bu kadına selam verdi ve kendisinden su istedi. Kadın da getirip verdi. İbn Akil orada durup oturdu. Kadın kendisine: "Ey Allah'ın kulu! Su içmedin mi?" diye sorunca, İbn Akil:

 

"İçtim" diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın: "O halde ailenin yanına çek git!" deyince, İbn Akil sustu, cevap vermedi. Kadın aynı sözleri üç defa tekrarladığı halde İbn Akil yerinden ayrılmadı. Bu sefer kadın: "Allah Allah! Ben sana kapımın önünde oturmayı helal kılmıyorum, müsaade etmiyorum" diye çıkışınca İbn Akil kendisine: "Bu şehirde benim ne bir evim, ne bir akrabam vardır. Belirli bir ücret ve muhtemelen bu günden sonra vereceğim bir mükafat karşılığında beni evinde barındıramaz mısın?" dedi. Bunun üzerine kadın:

 

"O da neymiş?" diye sorunca, Müslim ona şu cevabı verdi: "Ben Müslim bin Akil'im. İşte şu kavim bana yalan söyledi ve beni aldattı." Bunun üzerine kadın kendisine: "İçeri gir" dedi ve evine aldı. Ona yemek yemesini teklif ettiyse de İbn Akil yemek yemedi. Kadının oğlu gelince İbn Akil'in bulunduğu odaya çokça girip çıktığını gördü. Annesine: "Senin oraya girip çıkman sebepsiz olamaz" diyerek sebebini sorduysa da durumu ona bildirmedi. Israr edince kadın ona durumu anlattı, işi gizli tutmasını söyledi, bu konuda ondan yeminler aldı; fakat oğlu hiç sesini çıkarmadı.

 

Diğer taraftan Ziyad artık seslerin kesildiğini görünce yanında bulunanlara: "Bakın bakalım kimseyi görüyor musunuz?" diye emir verince kalkıp baktılar, hiç kimsenin bulunmadığını gördüler. Bunun üzerine İbn Ziyad karanlık basmadan mescide indi, yakınlarını minberin etrafına oturtup şu şekilde seslenilmesini ve ilan yapılmasını emretti: "Yatsı namazını mescitte kılmayan hiç bir kimse himaye altında olmayacaktır." Bunun üzerine mescit dolup taştı. Namazı kıldıktan sonra ayağa kalkıp Allah'a hamd etti ve şunları söyledi: "Şu cahil ve akılsız İbn Akil sizin de görmüş olduğunuz ayrılıkçı ve bölücü davranışlarda bulunup yapacağını yaptı. Bu bakımdan biz O'nu evinde bulduğunuz kimseyi himaye altında kabul etmiyoruz. O'nu bize getiren kimseye mükafat olarak diyetini vereceğiz." Daha sonra onlara itaatte bulunmayı, itaatten ayrılmamayı emretti. Diğer taraftan Husayn bin Temim'e şehrin bütün çıkış kapılarını tutmasını ve bilahare evleri aramasını söyledi. Husayn, güvenlik kuvvetlerinin başında bulunuyordu, Temimoğulları'na mensup birisi idi.

 

İbn Ziyad Amr bin Hureys'i komutan tayin etti ve sarayına girdi. Sabah olunca herkesin arasına çıkıp oturdu. Müslim bin Akil'i evinde barındıran sözünü ettiğimiz o yaşlı kadının oğlu olan Bilal sabah olunca Abdurrahman bin Muhammed bin Eş'as'ın yanına gelerek İbn Akil'in yerini bildirdi. Abdurrahman da babasının yanına gidip haberi verdi. Abdurrahman'ın babası o sırada İbn Ziyad'ın yanında bulunduğundan bunu babasına gizlice söyledi. Muhammed bin Ziyad da durumu O'na iletti. Bunun üzerine İbn Ziyad kendisine:

 

"Kalk ve O'nu hemen yanıma getir" diye emir vererek onunla birlikte Amr bin Ubeydullah bin Abbas es-Sülemi'yi Kayslılardan yetmiş kişinin başında olmak üzere gönderdi. Nihayet İbn Akil'in içinde bulunduğu eve vardılar. İbn Akil sesleri işitince kendisini kuşatmak üzere gelindiğini anladı. Kılıcıyla çıktı ve onları evin dışına çıkartıncaya kadar çarpıştı. Daha sonra tekrar üzerine geldiklerinde, onlara hamle yaptı ve defalarca onları dışarı çıkardı. Ahmerli Bukeyr b. Humran Müslim'in ağzına bir darbe vurarak onun üst dudağını kopardı ve öndeki iki dişini düşürdü. Müslim de onun başına bir darbe indirdi, daha sonra omuzuna bir darbe daha vurarak karnına kadar varacak oldu. Etrafında bulunanlar bu durumu görünce evin damına çıktılar, üzerinde taş ve ateşe verdikleri kamışları atmaya başladılar. Durumu bu şekilde gören İbn Akil kılıcı ile onlara karşı çıktı ve yolun ortasında onlarla çarpıştı. Muhammed Eş'as O'na:

 

"Sana eman veriyoruz, kendini ölüme atma." deyince, İbn Akil çarpışmaya devam etti ve şu beyideri okuyarak cevap verdi:

 

''Hür öleceğim diye yemin ettim. İsterse ölüm alışılmamış şekilde gelsin, Yahut soğuğu sıcağa ve acıya katsın, Güneşin ışığı dönüp karar kılsın Herkes bir gün kötülük görebilir. Ben yalan söylenip aldatılmaktan korkarım.''

 

Bunun üzerine Muhammed kendisine şunları söyledi: "Kesimikle sana kimse yalan söylemez ve kimse de seni aldatmaz. Bunların hepsi senin amca çocuklarındır. Kesinlikle ne seni öldürürler, ne de sana vururlar." Müslim'e oldukça fazla taş atıldığından savaşamaz bir duruma düşmüştü. Bu bakımdan sırtını muhasara edildiği evin duvarına vermişti. İbnu'l-Eş'as ve diğerleri -Amr bin Ubeydullah es-Sülemi'nin dışında- O'na eman Verdiler. Ancak Amr bin Ubeydullah: "Benim bu konuda alıp verecek hiçbir şeyim yoktur" diyerek eman vermek konusunda ilgi göstermemişti. Daha sonra bir katır getirilip üstüne bindirildi, kılıcı alındı. Müslim artık kendisinden ümit kesmiş gibi idi. Gözleri yaşardı ve şunları söyledi: "İşte bu sözde durmamanın başlangıcıdır." Buna karşılık Muhammed şunları söyledi: "Hayır, sana herhangi bir kötülük gelmeyeceğini ümit ederim." Müslim: "Şimdi sadece ümit eder oldun, nerede sİzin vermiş olduğunuz eman?" dedikten sonra ağlamaya başladı. Amr bin Ubeydullah bin Abbas bin es-Sülemi kendisine şunları söyledi: "Senin istediğini isteyen kimseye başına gelen bu olay gibisi gelecek olursa kesinlikle ağlamaz. " Bunun üzerine Müslim şunları söyledi: "Ben kendim için ağlamıyorum, sizin yanınıza gelmek üzere olan yakınlarım için ağlıyorum. Ben Hüseyin ve Hüseyin'in ailesi için ağlıyorum." Daha sonra Muhammed bin Eş'as'a yönelerek şöyle devam etti: "Gördüğüm kadarıyla sen bana vermiş olduğun emanın gereğini yerine getiremeyeceksin. Yanından bir kişi gönderip Hüseyin'e durumumu haber verdirebilir misin? Göndereceğin bu kişi benim adıma kendisine şunları söylesin: "Ailenin yanına dön, hiç bir zaman Küfeliler seni aldatmasın. Onlar senin babanın arkadaşlarıdır, baban ölmekle ya da öldürülmekle onlardan ayrılmayı arzu ediyordu." Bunun üzerine İbnu'l Eş'as: "Allah'a yemin ederim, senin bu dediğini yerine getireceğim." dedi. Daha sonra Müslim'in bu söylediklerini Hz. Hüseyin'e yazılı olarak bildirdi. Elçi Hz. Hüseyin'le Zübale'de karşılaştı. Durumu haber verince Hüseyin şunları söyledi: "Başımıza her musibet geldiğinde bizler onun ecrini Allah'tan bekliyoruz ve fakat ümmetin daha bir fesada ermesiyle karşılaşıyoruz. "

 

Hz. Hüseyin'in Mekke'den ayrılmasının sebebi Müslim'in kendisine on sekiz bin kişinin bey'at ettiğini belirten ve Kufe'ye gelmek için teşvik eden mektubu olmuştu.

 

Müslim'e gelince, Muhammed O'nu alıp saraya getirmiş, Ubeydullah'ın huzuruna girerek durumu haber verdikten sonra kendisine eman verdiğini söylemiş, fakat Ubeydullah şu cevabı vermişti: "Sen kim, eman vermek kim? Biz seni, O'na eman vermek için göndermedik. Bizler onu dize getirmen için seni gönderdik." Bunun üzerine Muhammed susmuş ve sesini çıkarmamıştı. Müslim sarayın kapısında oturmakta iken içinde soğuk su bulunan bir testi görmüştü. Orada bulunanlara: "Bana bu sudan biraz verin içeyim." deyince Müslim bin Amr el-Bahili: "Gördüğün gibi ne kadar soğuk değil mi? Allah'a yemin ederim, Cehennemin sımsıcak suyundan tatmadığın sürece bundan bir damlasının tadına bakamayacaksın." diye karşılık vermişti. Bunun üzerine İbn Akil kendisine: "Sen kimsin?" diye sormuş, Müslim bin Amr şöyle cevap vermişti: "Ben, sen terk ettiğin zaman hakkı bilen, ümmeti ve imamı aldattığın zaman onlara samimiyetle bağlanan, imama isyan ettiğin zaman O'nu dinleyip itaat eden kimseyim; ben Müslim bin Amr'ım." Bunun üzerine Müslim bin Akil şu cevabı verdi: "Yazıklar olsun senin annene! Sen ne kadar katı, ne kadar kaba ve ne kadar haşin bir kimsesin! Ey Bahile'nin oğlu! Sen benden çok Cehennem'in sımsıcak suyuna ve orada ebediyen kalmaya layıksın." Taberi der ki: "Umare bin Ukbe soğuk su getirilmesini istemiş, bir bardağa doldurulmuş, fakat Müslim içmek üzere eline aldığında bardağın kanla dolduğunu görmüş, bunu üç defa tekrarlamış, aynı şeyle karşılaşınca şunu söylemişti: "Şayet bu taksim edilmiş rızıktan olsaydı içecektim."

 

Müslim bin Akil İbn Ziyad'ın huzuruna çıkarılınca ona: "Ey Emlr!" diyerek selam vermeyince koruma görevlisi: "Emir'e selam vermeyecek misin?" diye sordu. İbn Akil: "Beni öldürmek istiyorsa benim selamım olmasın, şayet beni öldürmek istemiyor ise çok çok selamım olsun." dedi. İbn Ziyad ise:

 

"Yemin ederim, kesinlikle öldürüleceksin." diye karşılık verdi. Bu sefer Müslim: "Demek ki öyle" diye söylendi. İbn Ziyad: "Evet" deyince İbn Akil:

 

"O halde bana müsaade et, kavmimden olan bir kişiye bir vasiyetim var, onu yapayım." diyerek izin istedi ve İbn Ziyad: "Yapabilirsin" diye cevap verdi. İbn Akil Ömer "b. Sa'ad'e dönerek: "Benimle senin aranda bir akrabalık vardır. Şu anda sana gizlice söylemem gereken bir vasiyetim var." dediği halde Ömer b. Sa'ad O'nun söylemek istediğini gizlice söylemesine imkan vermeyince, İbn Ziyad'ın, Ömer'e: "Amcanın oğlunun ihtiyacını görmekten geri kalma!" demesi üzerine Ömer İbn Akil ile birlikte kalktı. İbn Akil kendisine şunları söyledi: "Küfe'ye geldiğim zamandan beri almış olduğum yedi yüz dirhemlik bir borcum var. Onu benim yerime ödeyiver. Ayrıca benim cesedime göz kulak ol, onu sana hibe etmelerini iste. Cesedimi al, onu göm. Hüseyin'e bir haber gönder, buraya gelmeyip geri dönsün. "

 

Ömer, İbn Ziyad'a: "Şunları şunları söyledi." deyince, İbn Ziyad kendisine: "Emin olan bir kimse sana hainlik etmez, fakat bazen hain olan bir kimseye de emniyet duyulabilir. Senin malına gelince, osenindir, onunla istediğini yaparsın. Hüseyin'e gelince, o bize hücum edip bizimle savaşmak istemeyecek olursa biz de kendisiyle savaşacak değiliz. Üzerimize gelecek olursa kendimizi savunuruz. Senin adamının cesedine gelince, o konuda senin şefaatini kabul etmiyoruz." diye cevap verdi. "Senin adamının cesedine gelince, biz onu öldürdükten sonra o cesede ne yapıldığına ehemmiyet vermeyiz" dediği de söylenmiştir.

 

Daha sonra Müslim'e dönerek şunları söyledi: "Ey Akil! Sen halkın karşısına çıkıp birlik ve beraberlik içinde iken, söz birliği etmiş iken onları dağıtmak ve söz birliğini parçalamak istedin." İbn Akil kendisine şu cevabı verdi: "Hayır, fakat bu şehir halkı senin babanın kendilerinin en hayırlılarını öldürdüğünü, kanlarını akıttığını, kendi aralarında Kisra'nın ve Kayser'in davranışı gibi davrandığını ileri sürdüler. Biz de onların yanına adaletle emredip Kitabullah ile Resulullah (s.a.v.)'ın sünnetinin hükmüne davet etmek üzere geldik." deyince, İbn Ziyad şöyle çıkıştı: "Ey fasık! Sen bunları yapacak adam mısın? Sen Medine'de şarap içerken, insanlar arasında bu şekilde amel edilmiyor muydu?" Müslim şu cevabı verdi: "Ben içki içiyormuşum ha! Allah'a yemin ederim, Allah da, sen de doğru söylemediğini ve benim böyle olmadığımı biliyorsunuz. İnsanlar arasında içki içmeye ben değil, sen layıksın, senin gibi Müslümanların kanlarını içen, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir nefsi kızgınlık ve adavetle öldüren ve hiç bir şey yapmamış gibi eğlenip oynayan kimse ancak bunu yapabilir." Bunun üzerine İbn Ziyad şunları söyler:

 

"Eğer İslam tarihinde görülmemiş bir şekilde seni öldürmeyecek olursam Allah şu canımı alsın." Müslim buna şöyle karşılık verir: "Zaten İslam' da olmayan bir şeyi icat etmeye senden daha layık hiç bir kimse yoktur. Senin gibi birisi en kötü bir şekilde öldürür, öldürdüğü cesede yapmadık hakareti bırakmaz. Sen kötü yaşayışlı ve galip geldiği zaman kötü davranan bir kimsesin. O bakımdan böyle bir şeyi yapacak senden daha layık hiç bir kimse bulunamaz." Bunun üzerine İbn Ziyad hem kendisine, hem Hz. Hüseyin'e hem Hz. Ali'ye, hem de Müslim'in babası Akil'e hakaretler yağdırır. Fakat Müslim kendisine hiçbir şey söylemez. Daha sonra İbn Ziyad Müslim'in alınıp sarayın tepesine çıkartılarak boynunun vurulmasını ve kafasını, arkasından da cesedini atmalarını emreder. Müslim, İbn Eş'as'a: "Allah'a yemin ederim, senin verdiğin eman olmasaydı, teslim olacak değildim. Haydi, kalk ve kılıcınla beni koru. Senin vermiş olduğun emana riayet edilmemiş bulunuyor."

 

Müslim alınıp sarayın damına çıkartıldı. Bu arada Müslim istiğfar ediyor ve Allah'a tesbih ediyordu. Develere türkü çağıranların bulunduğu yerin kenarına getirildi, orada boynu vuruldu. Onu öldüren Müslim'in vurup yaraladığı Bukeyr bin Humran adındaki kişidir. Daha sonra da cesedini kafasının arkasından bıraktı.

 

Bukeyr, sarayın damından indikten sonra İbn Ziyad kendisine: "O'nu dama çıkartırken ne söylüyordu?" diye sordu. Bukeyr: "Tesbih edip istiğfarda bulunuyordu. Öldürmek için yaklaştığımda kendisine: "Haydi yanıma gel, seni öldürmek imkanını veren ve senden intikam almak fırsatını veren Allah'a hamd olsun" dedim. Bir darbe indirdim, hiçbir fayda vermedi. Bunun üzerine bana:

 

"Ey Köle! Sen akıttığım kanına karşılık bir yara bile açamayacak mısın?" dedi. Bunu duyan İbn Ziyad: "Yahu, ölüm esnasında da mı övünüyor?" dedi. Daha sonra Bukeyr: "Sonra vurduğum ikinci darbe ile O'nu öldürdüm." diye sözlerini tamamladı.

 

Muhammed bin Eş'as kalkıp İbn Ziyad ile Hani hakkında konuştu ve şunları söyledi: "Sen Hani'nin Mısır'daki mevkiini ve ailesini iyi biliyorsun. O'nun kavmi de benim kendisini sana getirdiğimi iyi biliyorlar. Senden Allah adına O'nu bana bağışlamanı istiyorum. Kavminin bana düşman kesilmesini arzu etmiyorum." deyince İbn Ziyad ona dediğini yapacağını vaat etti. Fakat Müslim'in bu durumları ortaya çıkınca Hani'nin de Müslim öldürüldükten sonra alınarak çarşıya götürülmesini emretmiş ve orada boynu uçurulmuştu. Onu İbn Ziyad'ın Türk olan bir kölesi öldürmüştü. Taberi'nin dediğine göre, daha sonra Muradlı Abdurrahman bin Husayn, "Hazir" denilen yerde bu köleyi İbn Ziyad'la birlikte görmüş ve öldürmüştü. Esedli Abdullah bin Zübeyr, Hani ile Müslim' in öldürülmesi ile ilgili olarak şu beyitleri söylemiştir. Bu beyitleri söyleyenin Ferezdak olduğu da söylenmiştir:

 

''Ölümün ne olduğunu bilmiyorsan Çarşıdaki Hani'ye ve İbn Akil'e bak!

Bir kahraman ki kılıç yüzünü darmadağın etmiş, Diğeri ise ölü olarak yüksekten düşüyor.''

 

Bu şiir böylece bir kaç beyit olarak uzayıp gider.

 

İbn Ziyad, Müslim ile Hani'nin kafalarını Yezid'e gönderince, Yezid kendisine teşekkür mektubu yazarak şunları söyledi: "Hüseyin'in lrak'a doğru gelmekte olduğu haberini almış bulunuyorum. Sen gerekli gözcüleri ve silahları yerlerine yerleştir. Kendini iyi koru. En basit bir itham dolayısıyla hapset ve basit bir zanla sorguya çek. Bununla birlikte seninle çarpışmayan kimseleri de öldürme."

 

Denildiğine göre İbn Akil'in Kufe'de ayaklanması, 60. yılın Zilhicce ayının sekizinde olmuştur. Aynı ayın dokuzunda olduğu da söylenmiştir. Onunla birlikte ayaklananlar arasında Muhtar bin Ebi Ubeyd, Abdullah bin Haris bin Nevfel de varmış. İbn Ziyad onların ikisini de yakalatıp hapse atmıştı. Müslim'e karşı çarpışanlar arasında ise Muhammed bin Eş'as, Temim'li Şebes bin Rib'i, Ka'ka' bin Sevr de vardı. Şebes şöyle demişti: "Onlara iyi dikkat edin, bu gece darmadağın olup gidecekler." Bunun üzerine Ka'ka' kendisine: "Sen onların kaçıp gidecekleri yönü kapatmış bulunuyorsun, onların önünü aç ki kaçıp dağılsınlar."

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HZ. HÜSEYİN’İN KUFE’YE GİTMEK ÜZERE YOLA ÇIKMASI