İBNÜ’L-ESİR

3. CİLT

HİCRİ 60. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

HZ. HÜSEYİN’İN KUFE’YE GİTMEK ÜZERE YOLA ÇIKMASI

VE 60. YIL ÇEŞİTLİ OLAYLARI

 

Denildiğine göre Hz. Hüseyin Irak halkının kendisine yazmış olduğu mektuplar üzerine Kufe'ye gitmek isterken, henüz Mekke'de bulunduğu sırada yanına Ömer bin Abdurrahman bin Haris bin Hişam ge-Ierek şunları söylemişti:

 

"Ben senin yanına senin iyiliğin için gelmiş bulunuyorum. Eğer senin görüşüne göre ben sana samimiyetle öğüt verecek birisi isem, bunu söylerim ve bu konuda üzerimde yerine getirilmesi gerekli olan bir hakkı yerine getirmiş olurum. Yok şayet sen benim samimiyetle öğüt vereceğimi sanmıyor isen yapmak istediğim bu işi yapmayıveririm." Bunun üzerine Hz. Hüseyin kendisine şöyle dedi: "Söyle; Allah'a yemin ederim, ben senin beni aldatacağını sanmıyorum ve senin kendi nefsinin hevasına her hangi bir şekilde kapılacağını da zannetmiyorum." Ömer şunları söyledi: "Senin lrak'a gitmek istediğini haber aldım. Senin için korkuyorum. Öyle bir bölgeye gidiyorsun ki o bölgede valiler, emirler vardır, Beytülmaller bunların yanındadır. İnsanlar ise dünyanın ve dirhemin kölesi olmuşlardır. Ben yardımcı olmayı sana vaat etmiş bulunan ve seni saflarında çarpışacakları kimselerden daha çok seven kişilerin sana karşı çarpışmayacaklarından emin değilim." Hz. Hüseyin kendisine şu cevabı verdi: "Ey amcaoğlu Allah iyiliğini versin! Ben senin bana samimiyetle öğüt vermek üzere gelmiş olduğunu, senin çok akıllıca sözler söylediğini biliyorum. Artık neye hüküm verilmişse, ne mukadder ise o olacaktır. Benim senin görüşünü almam veya almamam durumu değiştirmez. Sen benim nazarımda çok övülmeye değer olan bir danışman ve çok samimiyetle öğüt veren bir kimsesin."

 

Daha sonra Abdullah bin Abbas yanına gelerek O'na şunları söyledi:

 

"Herkes senin Irak'a gitmek üzere olduğundan söz ediyor. Ne yapacağını açıkça bize söyleyebilir misin?" Hz. Hüseyin O'na şu cevabı verdi: "Bu iki gün içerisinde Allah'ın izniyle yola çıkmaya karar verdim." İbn Abbas kendisine: "Bu işten seni Allah'ın korumasını dilerim. Allah sana rahmet buyursun. Bana söyle, sen mevcut emirlerini öldürmüş, ülkelerini ellerine geçirmiş ve düşmanlarını sürmüş kimselerin yanına mı gidiyorsun? Eğer bunlar gerçekten böylesini yapmışlar ise onların yanına git, yok eğer seni yanlarına çağıranlar emirleri başlarında tutuyor ve onların yüksek derecedeki memurları bunlara hakim bulunup gelirlerini, vergilerini alıyor ise, şunu bil ki, bu kimseler seni savaşa çağırmış bulunuyorlar. Ben bunların seni aldatacaklarından, sana yalan söylemiş olacaklarından, sana muhalefet edip yardımsız bırakacaklarından ve sana karşı savaşa çağırdıklarında en çetin bir şekilde karşı durmayacaklarından emin değilim." Bunun üzerine Hz. Hüseyin kendisine: "Ben Allah'tan hayırlısını isteyeceğim ve ne olacağına bir bakacağım." diye cevap verdi.

 

İbn Abbas çıktıktan sonra İbn ez-Zübeyr gelerek bir süre onunla konuştu. Zübeyr şunları söyledi: "Bizim bunların yakasını ve muhacirlerin evlatları olarak bu işe onlardan daha layık olduğumuz halde işin peşini ne diye bıraktığımızı bilemiyorum. Bana ne yapmak istediğini haber verir misin?" Bunun üzerine Hz. Hüseyin şu cevabı verdi: "Kendi kendime Kufe'ye gitmeye karar verdim. Benim orada taraftarlarım var ve ileri gelenler bana bu konuda mektuplar yazmış bulunuyor. Allah'tan hayırlısını diliyorum." İbn ez-Zübeyr kendisine: "Şayet benim senin gibi taraftarlarım olsaydı oraya gitmekten hiç bir şekilde vazgeçmezdim" diye karşılık verdi. Fakat daha sonra itham edilmekten korktuğu için şunları ekledi: "Fakat buna rağmen sen Hicaz'da kalıp da burada bu işi isteyecek olursan kesinlikle sana muhalefet etmeyiz, sana yardımcı oluruz, sana bey'at ederiz ve sana samimiyetle bağlanırız." Hz. Hüseyin ona şu cevabı verdi: "Babam bana buranın bir koçu olduğunu ve bu koçla buranın hürmetinin, itibarının ihlal edileceğini söyledi. İşte bu koç ben olmak istemiyorum." Bu sefer İbn ez-Zübeyr O'na şöyle dedi: "Arzu edersen sen burada kaL. İşi bana verirsin, kesinlikle sana itaat edilir ve asla isyan edilmez." Fakat Hz. Hüseyin: "Ben bunu da istemiyorum" diye cevap verdi. Daha sonra gizlice aralarında konuştular. Arkasından Hz. Hüseyin orada bulunanlara dönerek:

 

"Ne söylediğini biliyor musunuz?" diye sordu. Etrafında bulunanlar: "Hayır, canımız sana feda olsun, bilmiyoruz." deyince Hz. Hüseyin şöyle dedi: "Bana ''Sen bu mescitte dur, bütün ihsanları ben senin etrafında toplayayım'' diyor." Daha sonra İbn ez-Zübeyr'e şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, eğer ben buradan bir karış uzakta öldürülecek olursam, bu benim için bizzat içinde öldürülmekten daha hoştur. Onun dışında iki karış uzaklıkta öldürülecek olursam, bir karış uzakta öldürülmekten daha hoşuma gider. Allah'a yemin ederim, ben şu yılanların herhangi birisinin deliğinde bile olsam onlar beni oradan çıkarırlar ve bana yapacaklarını yaparlar. Allah'a yemin ederim, onlar Yahudilerin cumartesinin hürmetine riayet etmeyip haddi aştıkları gibi haddi aşacaklardır." Bunun üzerine İbn ez-Zübeyr yanından kalkıp çıktı.

 

Arkasından Hz. Hüseyin şunları söyledi: "Bu kişi benim Hicaz'dan çıkmamdan daha çok dünyada hiçbir şeyi sevmiyor ve arzu etmiyor. Buranın insanlarının beni kesinlikle kendisine feda etmeyeceklerini iyi bildiğinden benim çıkmamı ve buranın yalnız kendisine kalmasını çok arzu ediyor.

 

Taberi der ki: Akşam veya ertesi günü olunca İbn Abbas yanına gelerek şunları söyledi: "Ey amcamın oğlu! Sabretmek istiyorum, sabredemiyorum. Ben bu gidişinde helak olup toptan kökünüzün kazınmasından korkuyorum. Iraklılar sözlerinde durmayan insanlardır. Sakın onlara yaklaşma, sen bu beldede kaL. Sen Hicazlıların efendisisin. Şayet Irak halkı ileri sürdükleri gibi gerçekten seni istiyorlarsa onlara bir mektup yazarak: "Valilerini sürmelerini, düşmanlarını dışarı çıkartmalarını" söyle ve ondan sonra onların yanına git. Yok, mutlaka buradan gitmek istiyorsan Yemen'e git, orada oldukça fazla kaleler ve geçitler vardır. Uzun ve geniş bir bölgedir orası. Orada senin babanın da taraftarları var. Sen orada bunlardan uzakta olursun, insanlara mektuplar yazarsın, elçiler gönderirsin ve kendini sağlama alırsın. İşte o takdirde arzu ettiğini sağlıkla ele geçireceğini ümit ederim." Bunun üzerine Hz. Hüseyin kendisine şu karşılığı verdi: "Ey amcamın oğlu! Allah'a yemin ederek söylüyorum, ben senin bana samimi şekilde söylediğini ve bana karşı gerçekten şefkatle davrandığını biliyorum; bununla birlikte ben yola koyulmaya karar vermiş bulunuyorum."

 

Bu sefer İbn Abbas kendisine şunları söyledi: "Eğer yola koyulmakta kararlı isen, hanımlarınla çocuklarınla yola koyulma. Ben senin, Osman'ın hanımları ve çocuklarının gözleri önünde öldürülmesi gibi öldürülmenden korkuyorum." Daha sonra şunları ekledi: "Hicaz'dan dışarı çıkmakla sen İbn ez-Zübeyr' i ferahlatmış bulunuyorsun. Halbuki sen burada olduğun sürece kimse O'na dönüp bakmaz. Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim, şayet ben seni saçından ve alnından yakaladığım ve herkes etrafımızda toplanıncaya kadar bu şekilde tuttuğum taktirde bana itaat ederek kalacağını bilseydim bunu gerçekten yapacaktım." Daha sonra İbn Abbas O'nun yanından çıkarak İbn ez-Zübeyr'in bulunduğu yerden geçti ve O'na:

 

"Ey İbn ez-Zübeyr, gözün aydın olsun!" dedikten sonra şu mısraları okudu:

 

''Ey kalabalıktaki kuş Artık etraf boş, dilediğince yumurtla ve öt; Canın çektikçe de etrafı gagala.''

 

Arkasından: "İşte Hüseyin Irak'a gidiyor ve ey İbn ez-Zübeyr, seni Hicaz'la baş başa bırakıyor." dedi.

 

Denildiğine göre; Hz. Hüseyin şöyle diyormuş: "Allah'a yemin ederim, şu canı içimden çıkartmadıkça beni bırakmayacaklardır. Fakat bunu yaptıkları zaman da Allah onların başına kendilerini zelil edecek kimseleri musallat edecek ve aybaşı halindeki bir kadının bağladığı bezden daha zelil olacaklardır."

 

Daha sonra Hz. Hüseyin Terviye (yani Zilhicce'nin sekizinci) günü yola koyuldu. Yolda Amr bin Said bin As'ın elçileriyle karşılaştı, Amr bin Said Yezid bin Muaviye'nin Hicaz emiri idi. Amr ile birlikte kardeşi Yahya da aynı görevi paylaşıyordu. Amr'ın elçileri Hz. Hüseyin'i engellemek istedilerse de o, bu engellemeleri kabul etmeyip yoluna devam etti ve karşılıklı olarak kamçılarla vuruştular. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler kendilerini savundular, yollarına devam edip, ''Ten'im'' denilen yere kadar vardılar. Burada Yemen'den Bahir bin Reysan'ın gönderdiği bir kervan ile karşılaştılar. Bahir, Muaviye oğlu Yezid'in Yemen valisi idi. Söz konusu bu kervanın yükleri arasında Yemen safranı ve Yemen elbiseleri de vardı. Hz. Hüseyin bunları alarak develerle bulunan kervancılara şunları söyledi: "Aranızdan bizimle birlikte Irak'a gelmek isteyen kimseye biz ücretini verir ve ona güzel bir şekilde arkadaşlık ederiz. Yine şuradan bizden ayrılmak isteyen kimseye de payını verir, ayrılırız." Gerçekten ayrılan kimselere hemen haklarını verdi. Kendisiyle beraber gelen kimselere de ücretlerini verdi ve onları giydirdi. Daha sonra yoluna devam etti. ''es-Sifah'' denilen yere vardığında şair Ferezdak'la karşılaştı. Ferezdak Hz. Hüseyin'e: "Allah sana istediğini versin ve arzuladığına kavuştursun. " deyince Hz. Hüseyin kendisine: "Bana insanları ne halde bıraktığını bildir" dedi. Ferezdak ona: "Sen bu işi bilen birisine sordun. İnsanların kalbi seninle, fakat kılıçları Ümeyyeoğullarıyla birliktedir. Allah'ın hükmü ise gökten nazil olur ve Allah ne dilerse onu yapar." Hz. Hüseyin O'na şu karşılığı verdi: "Doğru söyledin. Emir ve hüküm Allah'ındır. O dilediğini yapar, bizim Şanı yüce Rabbimiz her gün ayrı bir şandadır. Eğer Allah'ın hükmü hoşumuza giden bir şekilde nazil olursa nimetleri dolayısıyla Allah'a hamd ederiz ve kendisine gereği gibi şükredebilmek için O'ndan yardım dileriz. Eğer Allah'ın hükmü ve kazası bizim dileğimizi engelleyecek olursa niyeti Hak olan ve içinde takva bulunan kimse hiç bir şekilde haksızlık etmez."

 

Taberi der ki: Yolda Abdullah bin Ca'fer'in mektubunu Abdullah'ın iki oğlu Avn ve Muhammed ulaştırdı. Mektupta şunları söylüyordu: "Benim bu mektubumu okur okumaz Allah adına senden geri dönmeni istiyorum. Ben bu yoldan gelişinden çok korkuyorum. Senin bu gelişinle helak olmandan ve aile ocağının kökünün kazınmasından çekiniyorum. Bugün sen helak olacak olursan yeryüzünün nuru sönmüş olur. Sen hidayet isteyenlerin bayrağı ve müminlerin ümidisin. Gelmekte acele etme, mektubumun arkasından ben de geliyorum. Selam."

 

Denildiğine göre Abdullah bin Ca'fer, Amr bin Said'in karşısına dikilip şunları söylemiş: "Hüseyin'e bir mektup yaz. Bu mektubunda O'na eman ver ve kendisine iyilikle ve akrabalığın gerektirdiği şekilde davranacağını vaat edip geri dönmesini iste." Amr Yezid'in Mekke valisi idi. Amr Abdullah'ın bu isteğini yerine getirmiş ve bu mektubu kardeşi Yahya bin Said ve Abdullah bin Ca'fer'le göndermişti. Mektubu götürenler yolda Hz. Hüseyin'e yetişmiş, O'na mektubu okumuş ve kendisinden geri dönmesini istemiş idilerse de Hz. Hüseyin bunu yapmamıştı. Onlara özrünü beyan ederken bu arada şunları da söylemişti: "Ben rüyamda Resulullah (S.A.V.)'ı gördüm. Bu rüyada bana bir emir verildi ve ben bu emri yerine getirmek üzere gidiyorum. Bu ister lehime olsun, isterse aleyhime." Kendisine: "Peki bu rüya nedir?" diye sorunca Hz. Hüseyin onlara şu cevabı vermişti: "Ben bu rüyayı kimseye anlatmadım. Rabbime kavuşuncaya kadar da bunu kimseye anlatmayacağım. "

 

İbn Ziyad, Hz. Hüseyin'in Mekke'den yola çıktığını haber alınca emniyet kuvvetlerinin başında bulunan Temim Kabilesi'ne mensup Husayn bin Numeyr'i gönderdi. Husayn Kadisiye'de konaklayarak, burası ile Haffan arasındaki bölgede atlıları düzenledi. Ayrıca Kadisiye'deki Kutkutana ve oradan La'la Dağı'na kadar olan bütün bölgede aynı şekilde atlılarını düzene soktu. Hz. Hüseyin ''Hacir'' denilen yere varınca Kays bin Müshir es-Seydavi ile Küfelilere kendisinin gelmekte olduğunu bildiren mektubunu gönderip, onlara işlerine ciddiyetle sarılmalarını emretti. Kays Kadisiye'ye varınca Husayn O'nu yakalayarak İbn Ziyad'ın yanına gönderdi. İbn Ziyad kendisine: "Saraya çık ve yalancı oğlu yalancı olan Ali'nin oğlu Hüseyin'e küfür ve hakaret et." dedi. Bunun üzerine Kays saraya çıkarak önce Allahü Teala'ya hamdü senada bulunduktan sonra şöyle konuştu: "Gerçek şu ki, Ali'nin oğlu Hüseyin diye bilinen kişi Allah'ın yarattıklarının en hayırlısıdır. Resulullah (S.A.V.)'ın kızı Fatıma'nın oğludur. Ben de O'nun size gönderdiği elçisiyim. Ondan ''Hacir'' denilen yerde ayrıldım. O'nun çağrısını kabul ediniz." Daha sonra İbn Ziyad'a ve babasına lanet okudu, Hz. Ali'ye de istiğfarda bulundu. İbn Ziyad O'nun sarayın en üst yerinden atılmasını emretti. Sarayın en üst yerinden atılınca yere düşüp parçalandı ve orada vefat etti.

 

Daha sonra Hz. Hüseyin Kufe'ye doğru yoluna devam etti. Araplara ait bir su kenarına varınca burada Abdullah bin Muti' ile karşılaştı. Abdullah O'nu görür görmez önünde ayağa kalktı ve: "Anam, babam sana feda olsun ey Resulullah'ın oğlu! Buralara niçin geldin?" diye sorup kendi yerinde misafir etti. Hz. Hüseyin durumu haber verince Abdullah O'na şunları söyledi: "Ey Resulullah'ın oğlu! Sana Allah'ı hatırlatırım İslam'ın haysiyetinin ayaklar altına alınmaması gerektiğini hatırlatırım. Kureyş'in itibarını Allah için koru, Arapların itibarını Allah için koru. Allah'a yemin ederim, şayet Ümeyyeoğulları'nın elinde bulunanı isteyecek olursan kesinlikle seni öldürürler. Şayet seni öldürecek olurlarsa ebediyen senden başkasından çekinmezler. Allah'a yemin ederim, İslam'ın haysiyeti, Kureyş'in itibarı, Araplar'ın itibarı ayaklar altına alınmış olacaktır. Yapma, Kufe'ye gitme ve kendini Ümeyyeoğulları'nın eline teslim etme!"

 

Fakat Hz. Hüseyin gitmekten vazgeçmedi ve hiçbir şeyi kabul etmedi. Züheyr bin el-Kayn el-Beceli haccetmiş bulunuyordu. Kendisi Hz. Osman yanlısı idi. Hacdan dönüşünde Hz. Hüseyin ile birlikte aynı yolda bir araya gelmişlerdi. Zübeyr Mekke'den itibaren Hz. Hüseyin'le birlikte aynı yoldan geliyor, ancak O'nun konakladığı yerde konaklamıyordu. Bir gün Hz. Hüseyin O'nu yanına çağırdı. Bu durum Züheyr'in ağırına gitmekle birlikte daha sonra hoşlanmaya hoşlanmaya bu daveti kabul etti. Yanından ayrılırken yüklerini Hz. Hüseyin'in yüklerinin bulunduğu yere taşıdı ve kendisiyle beraber bulunan arkadaşlarına şunları söyledi: "Aranızdan bana tabi olmak isteyen varsa gelsin. Aksi takdirde bu benim onlarla beraber son görüşmemdir. Ben size bir şey söyleyeceğim. Bizler ''Belencer'' denilen yere savaşmaya gittik. Orada zafer kazandık ve pek çok ganimet elde ettik. Bu bakımdan sevindik. Bizimle birlikte Selman-ı Farisİ vardı. Bizlere şunları söyledi: "Şayet sizler Muhammed ailesinin gençlerinin efendisine yetişecek olursanız, onunla birlikte savaşmaktan dolayı bugün elde etmiş olduğunuz ganimetlere daha çok sevininiz." Bana gelince sizlere Allah'a ısmarladık diyorum." Daha sonra hanımını boşayıp ona şunları söyledi: "Haydi sen de ailenin yanına git! Çünkü benden dolayı başına kötü bir hal gelmesini istemiyorum." Arkasından Hz. Hüseyin ile beraber oldu ve öldürülünceye kadar yanında kaldı.

 

Hz. Hüseyin ''es-Sa'lebiye'' denilen yere varınca Müslim bin Akil'in öldürüldüğü haberini aldı. Arkadaşlarından birisi kendisine şunları söyledi:

 

"Bulunduğun yerden dönmeni teklif ediyoruz, çünkü Kufe'de senin ne bir yardımcın, ne de bir taraftarın vardır. Hatta onların senin aleyhine olmalarından da korkuyoruz." Akil'in oğulları ileri atılarak şunları söylediler: "Allah'a yemin ederiz, ya intikamımızı alırız, yahut da Müslim'in tattığını tadarız." Bunun üzerine Hz. Hüseyin: "İşte bütün bunlardan sonra yaşamanın hayrı kalmamıştır." dedi. Arkadaşlarından birisi Hz. Hüseyin'e şunları söyledi:

 

"Allah'a yemin ederiz, sen Müslim bin Akil gibi değilsin. Şayet Kufe'ye varacak olursan insanlar daha bir hızla senin etrafında gelip toplanacaklardır." Daha sonra oradan ayrılıp Zübale'ye vardılar. Hz. Hüseyin ''Zübale'' denilen yere varıncaya kadar kondukları her suyun çevresinde bulunanlar kendisine tabi oluyordu. Derken Hz. Hüseyin'e sütkardeşi Abdullah bin Buktur'un ölüm haberi de geldi. Hz. Hüseyin süt kardeşini Müslim bin Akil'e, ölüm haberini almadan önce yolda haberci olarak göndermişti. Fakat Husayn'ın atlıları O'nu yakalamış ve Kadisiye'de İbn Ziyad'ın yanına göndermişlerdi. İbn Ziyad da kendisine: "Haydi sarayın tepesine çık ve yalancı oğlu yalancıya lanet et, daha sonra aşağıya in ve senin hakkında görüşümü açıklayacağım" demişti. Fakat Abdullah sarayın tepesine çıkıp insanlara Hz. Hüseyin'in gelmekte olduğunu bildirerek, İbn Ziyad'ı ve babasını lanetledi. İbn Ziyad O'nu sarayın tepesinden attırdı. Abdulah'ın kemikleri kırıldı ve ölümcül bir hale geldi. Lahm Kabilesi'ne mensup Abdülmelik bin Umeyr adındaki birisi gelerek O'nu boğazladı. Bu konuda Abdülmelik, hayıflanmağa başlayınca: "Ben onu rahatlatmak istemiştim" diye özür beyan etti.

 

Bazıları O'nu boğazlayan kimsenin Abdülmelik bin Umeyr olmayıp O'na benzeyen birisi olduğunu söylemişlerdir.

 

Hz. Hüseyin süt kardeşi Abdullah'ın ve Müslim bin Akil'in öldürüldüğünü haber alınca beraberindekilere bunu bildirerek şunları söyledi: "Taraftarlarımız bizi yardımsız bırakmış bulunuyorlar. Geri dönmek isteyen geri dönsün ve bundan dolayı kendisini kınamayacağız." Bunun üzerine onunla birlikte olanlar sağa sola dağıldılar. Yanında, yalnızca Mekke'den yola çıkan arkadaşları kaldı. Hz. Hüseyin'in bunu yapmasının sebebi, Araplardan kendisine katılan bedevilerin bütün halkı kendisine itaat etmiş bulunan bir beldeye gitmekte olduklarını zannettiklerini bilmesi idi. Bu bakımdan Hz. Hüseyin onların nasıl bir yere gitmekte olduklarını bilmelerini istemişti.

 

Daha sonra vadinin iç tarafına konaklayıncaya kadar yoluna devam etti.

Araplardan bir adam onunla karşılaştı ve ona şunları söyledi: "Allah adına senden geri dönmeni istiyoruz. Allah'a yemin ederim, sen sadece ve sadece keskin kılıçlar üzerine gidiyorsun. Sana bu haberleri gönderen kimseler şayet seni savaşmak ihtiyacında bırakmamış olsalardı, senin için her şeyi hazırlamış bulunsalardı ve bundan sonra sen onların yanına gelmiş olsaydın, işte bu isabetli bir iş olurdu. Fakat şu sözünü ettiğimiz durumda senin böyle bir işi yapmanı uygun görmüyorum."

 

Hz. Hüseyin kendisine şöyle cevap verdi: "Senin sözünü ettiğin bu durumu bilmiyor değilim, fakat aziz ve celil olan Allah'ın emrine hiç bir kimse karşı gelemez." Daha sonra oradan da ayrılıp yola koyuldu.

 

 

 

ÇEŞİTLİ OLAYLAR

 

Bu yıl Hacc emirliğini Amr bin Said bin As el-Eşdak yaptı. Amr, Medine valisi idi.

Sahabelerden Eslemli Cerhed bu yıl vefat etti. Muaviye'nin halifeliği döneminde de ensardan ve Bedir Savaşı'na katılmış bulunan Harise bin enNu'man vefat etti. Yine Muaviye döneminde Dihye bin Halife el-Kelbi vefat etti. Cebrail Aleyhisselam insan suretinde vahiy getirdiği zaman Dihye'ye benzerdi.

 

Halifeliğinin ilk dönemlerinde ensardan ve Bedir Savaşı'na katılmış olanlardan Rifa'a bin Rafi' bin Malik bin Aclan vefat etti. Rifa'a aynı zamanda Hz. Ali ile birlikte Cemel ve Sıffin olaylarına da katılmıştır.

 

Yine Muaviye döneminde Amr bin Umeyye ed-Damri Medine'de, ensardan Osman bin Huneyf, Sakifli Osman bin Ebl'l-As, ensardan ve Bedir Savaşı'na katılmış olanlardan İtban bin Malik, İbnu'l-Rabl' diye de bilinen ensardan Sehl bin Hanzaliyye Dimaşk'da vefat etmiştir.

Yine Muaviye döneminde 57. (676-677 M.) yıldan sonra Sehmli Saib bin

Ebi Veda'a, ensardan ve Bedir Savaşı'na katılmış bulunan Süraka bin Amr da vefat etmiştir. Yine Muaviye döneminde ve 57. yılın başlarında ensardan ve Bedir Savaşı'na katılmış olanlardan Ziyad bin Lebid vefat etmiştir. Müzeyneli Ma'kil bin Yesar da Muaviye döneminde vefat etmiştir. Basra'da bulunan Ma'kil nehri O'na nispet edilir. Ma'kil'in Yezid devrinde vefat ettiği de söylenmiştir.

 

Yine Muaviye döneminde Peygamber (s.a.v.)'in develerinin çobanı olan Naciye bin Cündüb bin Umeyr vefat etmiştir. Ensar'dan Nayman bin Amr bin Rifa'i bu yıl (H. 60. yılı) vefat etmiştir. Şakacı ve şakayı seven birisi idi. Bedir Savaşı'nda bulunmuş bir sahabidir. Bu yıl, O'nun değil de oğlunun vefat ettiği de söylenmiştir.

 

Muaviye'nin son dönemlerinde sahabiliği de olan Abdullah bin Malik bin

Buhayne ile bu yıl içinde Müzeyneli Abdulah bin Muğaffel bin Abd Gan adındaki kişi Basra'da vefat etmiştir.

 

Eslemli Hind bin Cariye bin Hind de Muaviye döneminde vefat etmiştir. 60. yılda Hakim bin Hizam 120 yaşında vefat etti. Hakim'in bu 120 yıllık hayatının 60 yılı Cahiliyye, 60 yılı da İslam döneminde geçmiştir. Asıl adı Malik bin Rabia olan ve Bedir Savaşı'na katılmış olanlardan Ebu Üseyd es-Saidi de bu yıl vefat etmiştir. Ebu Üseydi'nin 65. (M. 684-685) yılda vefat ettiği de söylenmiştir. Bedir Savaşı'na iştirak edenlerden en son vefat eden kişi O'dur. O'nun 30. (M. 650-651) yılda vefat ettiği söylenmiş se de bu rivayet doğru değildir.

 

Muaviye'nin ilk dönemlerinde ensarın antlaşmalısı olan Ebu Bürde Hani bin Neyyar el-Belevi vefat etmiştir. Ebu Bürde, Akabi'dir. (Akabe Beyati'nde bulunmuş ve Bedir Savaşı'na katılmıştır. Ayrıca Hz. Ali ile birlikte bütün savaşlarda bulunmuştur.)

 

Sahabiliği de bulunan Ebu Sa'ibe el-Huşeni de Muaviye döneminde vefat etmiştir. O'nun 75. (M. 694-695) yılda vefat ettiği de söylenmiştir.

 

Kureyş'li Ebu Cehm bin Huzeyfe el-Adevi Muaviye'nin son dönemlerinde vefat etmiştir. O'nun İbn ez-Zübeyr döneminde Kabe'nin inşa edilmesi olayında bulunduğu da söylenmiştir. Ebu Cehm, Kureyş'in Kabe'yi inşa ettiğini görmüş kimse idi.

 

Muaviye'nin ilk dönemlerinde Sehl'in babası ensardan Ebu Hasme de vefat etmiştir. O'nun son dönemlerinde Ebu Kays el-Cüheni vefat etmiştir. Ebu Kays Mekke'nin fethini görmüş bir kimsedir.

 

Hicretin 60. yılında Safvan bin Muattal es-Sülemi, Sumeysat'ta vefat etmiştir. O'nun bundan daha önce şehit olarak öldürüldüğü de söylenmiştir. Yine bu yıl içerisinde Peygamber (S.A.V.)'in kendisiyle evlendiği zaman Allah'a sığınarak istiazede bulunan ve bunun üzerine Peygamber Efendimizin kendisinden ayrıldığı kadın olan ''Külabiyye'' diye bilinen kadın da vefat etmiştir. Bu kadın delirmiş bulunuyordu.

 

Ayrıca künyesi ''Ebu Abdurrahman'' olan Müzeyneli Bilal bin Haris de bu yıl vefat etmiştir. Muaviye'nin son dönemlerinde Vail bin Hucr el-Hadrami ile Ebu İdris el-Havlani de vefat etmiştir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HİCRETİN ALTMIŞ BİRİNCİ YILI OLAYLARI (680-681 M.)

HZ. HÜSEYİN (R.A.)'IN ŞEHİD EDİLMESİ