İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HİRREYT
BİN RAŞİD VE NACİYE OĞULLARI OLAYI
Anlatıldığına
göre bu yıl içinde Hırreyt bin Raşid en-Naci Hz. Ali'ye muhalefet edip O'na karşı
çıkmıştı. (Oysa daha önce) Naciyeoğulları'ndan üç yüz kişi ile birlikte Hz.
Ali'ye varıp O'na katılmış, Cemel Olayı'nda ve Sıffin Savaşı'nda yanında
çarpıştıktan sonra o güne kadar Küfe'de ikamet etmişti. Bir gün otuz süvari ile
birlikte Hz. Ali'nin yanına varmış ve şunları söylemişti:
"Ey
Ali! Vallahi, bu günden sonra senin emrine itaat etmeyeceğim, arkanda namaz
kılmayacağım ve yarın da seni bırakıp gideceğim." Bu olay Hakem Olayı'ndan
sonra meydana gelmişti. Hz. Ali şöyle karşılık vermişti: "Hay anası
kaybedesice! Böyle davranacak olursan Rabb'ine isyan etmiş, vermiş olduğun ahdi
bozmuş olduğun gibi, kendinden başka hiç bir kimseye de zarar vermiş olmazsın.
Fakat yine de bana söyle, neden bunu yapıyorsun?" Hırreyt, Hz. Ali'nin
sözlerine: "Sen olayı hakemlerin eline bıraktın. Hakkı savunma konusunda
zayıf düştün ve şu zulmeden kimselere de meyledip onlara dayandın. Ben seni
ayıplıyor, onları kınıyor ve hepinizden de uzaklaşıp gidiyorum." diyerek
karşılık vermiş, Hz. Ali ise cevaben şöyle demişti: "Gel seninle birlikte
Allah'ın kitabını mütalaa edelim. Sana açıklayıp anlatayım, sünneti izah edeyim
ve meydana gelen işleri açıklayayım. Ben bu konuda senden daha çok bilgiye
sahibim. Belki o zaman şu anda karşı çıkmış olduğun şeyleri daha iyi anlar ve daha
iyi idrak edersin." Hırreyt bin Raşid, Hz. Ali'nin bu sözleri üzerine:
"Evet, sana döneceğim." deyince Hz. Ali şunları eklemişti: "Seni
şeytan aldatmasın, cahiller yoldan çıkarmasınlar. Vallahi, eğer bana danışacak
ve söyleyeceklerimi kabul edecek olursan seni en güzel ve en doğru yola
iletirim."
Hırreyt
bin Raşid Hz. Ali'nin yanından çıkıp akrabalarının ve adamlarının yanına
varmış, o günün gecesinde arkadaşlarıyla birlikte çekip gitmişlerdi. Hz. Ali
onların gittiklerini haber alınca şöyle demişti: "Semud Kavmi'nin
uzaklaştığı gibi onlar da varsınlar, uzak dursunlar. Bugün şeytan onları heva
ve heveslerine uydurdu, onları dalalete düşürdü, yarın ise onlardan
uzaklaşacaktır. " Ziyad bin Hasafa el-Bekri, Hz. Ali'ye: "Ey
Müminlerin emiri! Bu adamların ayrılıp gitmelerini kayıp sayacak kadar üzülmeğe
değmez. Eğer onlar aramızda olacak olsalar bile sayıca bizim içimizde son
derece az bir kitledirler. Onlar gitmekle bizim sayımızı çokça azaltmış
olmadılar, ancak onların fıtne ve fesat çıkarmalarından ve sana itaat eden
insanlardan bir kitleyi aldatarak geri dönmelerinden korkuyoruz. Bana kalırsa
onları izleyelim ve tekrar senin yanına getirmeğe çalışalım" demiş, Hz.
Ali: "Nereye doğru yöneldiklerini biliyor musun?" diye sorunca:
"Hayır, bilmiyorum, fakat nereye doğru yöneldiklerini sorar ve izlerini
takip ederim" diye cevap vermişti. Hz. Ali bunun üzerine:
"O
halde haydi Allah yardımcın olsun; çık, git. Ebu Musa'nın kasrında konakla ve
emrim sana ulaşıncaya kadar orada bekle. Eğer bunlar isyanlarını ilan edecek
olurlarsa valiler zaten durumlarını bana bildireceklerdir." demiş ve O'nu
göndermişti.
Ziyad
bin Hasafa el-Bekri çıkıp evine gitmiş, Bekr bin Vailoğulları'na durumu
anlatmış ve onlardan yüz otuz kadar adamı toplayarak onlarla birlikte Allah'a
tevekkül edip yola çıkmış, Ebu Musa'nın kasrına varıp orada Hz. Ali'nin emrini
beklemeğe koyulmuştu. Bu arada Hz. Ali'ye Karaza bin Ka'ab elEnsari'den bir
mektup gelmiş, onların Niffer tarafına yöneldiklerini ve Müslüman olmuş bir
Dihkan'ı (İranlı kabile reisini) öldürdüklerini haber vermişti. Hz. Ali de
Ziyad bin Hasafa'ya Müslüman bir adamı öldürdüklerini bildirerek onları takip
etmesini ve bulundukları yere varıp onları geri getirmesini emretmiş ve ancak
geri gelme konusunda itiraz etmeleri halinde onlarla çarpışmasını tavsiye
etmişti. Hz. Ali, bu mektubu Abdullah bin Vail ile Ziyad'a göndermişti.
Abdullah, Hz. Ali'den Ziyad ile birlikte bunların üzerine gitmesine izin
vermesini istemiş, Hz. Ali de O'na izin vermiş ve şöyle demişti: "Bana hak
üzere yardım eden yardımcılarımdan olmanı temenni eder ve zalimlere karşı bana
arka çıkmanı umarım." Abdullah Vail Hz. Ali'nin bu sözü için şöyle
demişti:
"Vallahi,
O'nun söylemiş olduğu bu sözler benim için vadiler dolusu kırmızı develerden
çok daha sevimli ve güzel gelmişti."
Abdullah
bin Vail Hz. Ali'nin mektubunu Ziyad'a iletmiş ve hep birlikte Niffer'e
varıncaya kadar yollarına devam etmişlerdi. Diğer bir rivayette ise Cerceraya
denilen yere varıp izlerini takip ettiklerini, isyancıların ise onların
yetişmelerinden bir gün bir gece evvel Mezar denilen yere varıp gayet iyi
dinlenmiş olduklarını gördükleri kaydedilir. Ziyad oraya vardığında kendisi ve
arkadaşları yapmış oldukları bu yolculuktan dolayı son derece yorulmuş ve hayli
bitkin düşmüşlerdi. Onları gördüklerinde hemen atlarına atlamışlar, elHırreyt
onlara: "Söyleyin bakalım ne istiyorsunuz?" diye sorunca gayet
tecrubeli ve yumuşak huylu olan Ziyad şöyle cevap vermişti: "Bizim nasıl
yorgun olduğumuzu ve bitkin düştüğümüzü görüyorsun: Buraya, sana geliş
sebebimize gelince; böyle aleni olarak, herkesin gözü önünde konuşup durmakta
hiç bir yarar yoktur. Seninle bir araya gelelim ve şu durumumuzu bir müzakere
edelim. Eğer buraya geliş sebebimizi kendin için bir fırsat olarak görür ve
değer bir şey bulursan kabul edersin. Bu müzakerelerden sonra biz de senden
hayırlı bir şey duyacak olursak mutlaka sonunda iyiliği ve esenliği temenni
ederiz." el-Hırreyt O'nun bu sözleri üzerine: "O halde haydi atından
in." demiş, Ziyad ve arkadaşları orada bulunan bir su kenarına inerek yemeklerini
yemişler ve hayvanlarını yenilemişlerdi. Sonra Ziyad adamlarından ve kendi
akrabalarından beş süvarinin önünde durmuştu, onlar da atlarından inmiş
bekliyorlardı. Ziyad arkadaşlarına şöyle demişti: "Bizim sayımız aşağı
yukarı onların sayısıncadır. Bu işin sonunda çarpışmaların olacağını tahmin
ediyorum. Sizden istediğim şu iki gruptan, aciz olan taraf olmamamızdır. "
Ziyad,
el-Hırreyt'in yanına vardığında onların kendi aralarında şöyle dediklerini
işitmişti: "Bu adamlar bize geldiklerinde bir hayli yorgun ve bitkin
idiler. Biz onların dinlenmesine fırsat verdik ve onları öylece bıraktık. Bu ne
kadar kötü bir tutum oldu." Sonra Ziyad, el-Hırreyt'i çağırarak:
"Neden Müminlerin emirine ve bize karşı böyle isyan edip ayrılıp
gittin?" diye sormuş, O'nun: "Ben sizin adamınızı imam olarak
görmüyorum ve sizin de gidişinizi beğenmiyorum, bundan dolayı sizden ayrılarak
ve bizi Şuraya davet edenlerle birlikte olmayı istedim." demesi üzerine
de: "Allah'ın kitabını, Resulünün sünnetini daha iyi bilen, Resulullah'a
daha yakın olan ve İslam'a ilk girenlerden birisi olan O'ndan, daha bağlı bir
kimse üzerinde insanların ittifak edeceklerine ihtimal veriyor musun?"
diye sormuş, el-Hırreyt ise şöyle demişti: "Bu konuda sana söyleyecek
sözüm yoktur." Ziyad şöyle devam etmişti: "Peki, şu Müslüman adamı
neden öldürdün?" el-Hırreyt: "O'nu ben öldürmedim, adamlarımdan bir
grup öldürdü." diye karşılık vermiş, Ziyad da: "O halde bu Müslümanı
öldürenleri bize teslim et." deyince el-Hırreyt: "Hayır, buna hiç
imkan yoktur." diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Ziyad adamlarını
çağırmış, el-Hırreyt de adamlarını çağırarak aralarında son derece şiddetli
çarpışmalar meydana gelmişti. Mızraklarla birbirlerini öldürüp durmuşlar ve
mızraklarının uçları iyice körelinceye kadar çarpışmışlardı. Arkasından
kılıçlara davranmışlar ve kılıçlar keskinliklerini kaybedinceye kadar
çarpışmaları sürdürmüşlerdi. Sonunda bütün atlar öldürülmüş, aralarından bir
sürü kimse yaralanmış, Ziyad'ın adamlarından iki kişi ve diğerlerinden de beş
kişi ölmüştü. Nihayet gece olunca karanlık aralarına girmiş ve birbirlerini
bırakıp çarpışmaları terk etmişlerdi. Gece karanlığında el-Hırreyt çekip
gitmiş, Ziyad da Basra'ya geri dönmüştü. Daha sonra el-Hırreyt'in Ahvaz'a
gittiği ve Ahvaz yakınlarında bir yerde konaklayarak etrafında iki yüz kadar
adamın biriktiği haberi ulaşmıştı. Ziyad ise durumu Hz. Ali'ye bir mektupla
bildirmiş, Basra'da yaralıları tedavi etmekle uğraştığını ve kendisinin emrini
beklediğini yazmıştı.
Hz.
Ali Ziyad'ın mektubunu okuyunca Ma'kil bin Kays O'na şöyle der:
"Ey
Müminlerin emiri! Bu adamları alıp geri getirmek için onların her bir adamına
karşılık on adamı göndermek gerekir; ancak o şekilde onları yakalar. geri
getirir ve köklerini kazıyabilirler. Yoksa onların sayısınca adamlar
gönderildiğinde eşit sayıda olacakları için çarpışmalarda mutlaka
direneceklerdir. " Onun bu sözleri üzerine Hz. Ali: "O halde ey
Makil, hemen hazırlan." der ve O'nunla birlikte Küfe'lilerden iki bin
adamı hazırlatıp gönderir. Bunların arasında Yezid bin Muakkil el-Esedi de yer
almış bulunuyordu. Diğer taraftan Hz. Ali Basra Valisi olan Abdullah bin
Abbas'a bir mektup yazıp Basra halkından cesaretiyle ve Müslümanların işlerini
gözetmesiyle bilinip tanınan bir adamı iki bin kişilik bir kuvvetle Ma'kil'e
göndermesini emreder. Ma'kil oraya varıncaya kadar bu adam Basra'dan
göndereceği iki bin kişilik kuvvetin başında bulunacak. Ma'kil ile
karşılaştıklarında ise komutan Ma'kil olacaktır. Diğer taraftan Ziyad bin
Hasafa'ya da bir mektup yazıp yaptıklarından dolayı teşekkür eder ve Medine'ye
geri gelmesini emreder.
Hırreyt
en-Naci'nin etrafına Ahvaz halkının ayak takımından bir sürü kimse toplanmış ve
haracın kaldırılmasını istemişlerdi. Diğer taraftan bir sürü eşkıya ve hırsız ile
Araplardan O'nun görüşünde olan bazı gruplar yanında yer almıştı. Ayrıca haraç
verenlerden bazıları da haracın kaldırılmasına tama etmiş, haracı kesmiş ve
Sehl bin Huneyfi bölgeden çıkarmışlardı.
Sehl
bin Huneyf Hz. Ali'nin Fars Valisi idi. Bu görüş Sehl bin Huneyf'in 37. yılda
(M. 657-658.) vefat etmediğini zannedenlerin görüşüdür.
Abdullah
bin Abbas da Hz. Ali'ye şöyle yazar: "Ben Fars İllerini iyi idare edecek
olan Ziyad bin Ebih'in oraya gönderilmesini tavsiye ederim."
Bunun
üzerine Hz. Ali de Ziyad'ın oraya gönderilmesini ve bu hususta acele edilmesini
İbn Abbas'a emreder. Abdullah bin Abbas Ziyad bin Ebih'i büyük bir ordu ile
Fars'a gönderir. Ziyad bin Ebih Fars İllerini itaat altına alır ve tekrar
haracı ödemelerini ve itaate girmelerini sağlar. Diğer taraftan Ma'kil bin Kays
da yola çıktığında Hz. Ali O'na şöyle öğütte bulunur: "Yapabildiğin kadar
Allah'tan kork. Sakın kıble ehline karşı haksızlıkta bulunmayasın. Zimmilere de
kesinlikle zulmetmeyesin. Sakın, sakın başkalarına karşı kibirlenmeyesin; çünkü
Allah kibirli davrananları sevmez."
Ma'kil
bin Kays Ahvaz'a varıp Basra'dan gelecek yardımı beklemeğe başlamış, ancak
yardımın geciktiğini görünce Ahvaz'dan çıkıp el-Hırreyt'in üzerine yürümüştü.
Ma'kil bir günlük bir mesafe yürüdükten sonra Halid bin Ma'dan et-Tai
komutasında Basra'dan yardım ulaşmış ve hep birlikte yola devam etmişlerdi.
Ma'kil ve arkadaşları el-Hırreyt ve adamlarını Ramhürmüz dağlarından bir dağda
yakalamışlardı. Ma'kil hemen adamlarını saf haline sokmuştu. Sağ tarafına Yezid
bin Muakkil'i, sol tarafına da Basra halkından Mineab bin Raşid ed-Dabbiyyi'i
tayin etmiş bulunuyordu. Diğer taraftan el-Hırreyt de adamlarını saf haline
sokup sağ tarafına Araplardan olan taraftarlarını, sol tarafına da Ahvaz
halkından oluşan kimseleri yerleştirmişti. Ayrıca sol taraftakiler arasında
Türkler de yer almıştı. Bu iki kumandan kendi adamlarını teşvik etmiş ve savaşa
hazırlamıştı. Ma'kil iki sefer başını salladıktan sonra üçüncüsünde birden
savaşa atılmıştı. el-Hırreyt ve adamları bir saat kadar direnebildikten sonra
nihayet hezimete uğramış, Ma'kil'in adamları el-Hırreyt taraftarlarından ve
Naciyeoğulları'ndan ve onlarla birlikte bulunan Araplardan yaklaşık yetmiş
kişiyi, diğer ayak takımı ile Türklerden de yaklaşık üç yüz kişiyi öldürmüşlerdi.
Nihayet el-Hırreyt bin Raşid tamamen hezimete uğramış, kaçıp deniz kenarına
ulaşmış, adamlarından bir grup da O'na katılmıştı. O, sonuna kadar insanları
Hz. Ali'ye karşı çıkmağa davet etmiş, hakikatin ve doğru yolun Hz. Ali ile
savaşmak olduğunu anlatıp durmuş ve birçok kimse de etrafında birikmişti.
Ma'kil
Ahvaz'da ikamet edip Hz. Ali'ye elde etmiş olduğu zaferi bir mektupla
bildirmişti. Hz. Ali mektubu aldığında arkadaşlarına okumuş ve onlarla istişare
ettiğinde hepsi birden şunu söylemişlerdi: "Bize soracak olursan Ma'kil'in
bu fasık ve günahkar herifi izlemesini ve O'nu ya öldürüp, ya da tamamen
bertaraf edinceye kadar çarpışmasını emretmen yerinde olacaktır; yoksa bu
adamın Müslümanlar arasında bir sürü fıtne ve fesat çıkarmasından emin olamayız."
Hz. Ali Ma'kil'e bir mektup yazıp kendisine ve yanındakilere yaptıklarından
dolayı teşekkür etmiş ve Hırreyt'i takip ederek öldürmesini veya tamamen
bertaraf etmesini tavsiye etmişti. Bunun üzerine Ma'kil el-Hırreyt'in nerede
olduğunu sormuş ve deniz sahillerinde olduğunu, etrafındaki adamları Hz. Ali'ye
itaat etmemeğe davet ettiğini, yine etrafında bulunan Araplardan Abdi
Kaysoğulları'ndan bazı kimseleri de itaatsizliğe davet ettiğini öğrenmişti.
Adamları da Sıffin Savaşı'ndan sonra zekat vermeyi yasaklamışlardı. Bunun
üzerine Ma'kil üzerlerine yürümüş ve bütün Fars illerini hakimiyeti altına alıp
deniz sahillerine kadar varmıştı.
Hırreyt,
Ma'kil'in geldiğini işitince yanında bulunan Haricilere: "Ben sizin
görüşlerinize katılıyorum, gerçekten Ali hakeme başvurmamalıydı." şeklinde
konuşmuş, adamlarından diğerlerine de: "Ali hakeme başvurup bu hükme razı
olmuş ve razı olduğu hükme göre de kendi kendini bu görevden azletmiş
durumdadır." demişti. Küfe'den ayrılmasına sebep olan görüş de bu görüşü
idi ve bunda ısrar edip durmuştu. Ayrıca Hz. Osman'a taraftar olanlara da
gizlice şöyle demişti: "Vallahi ben sizin görüşünüzdeyim ve Osman
gerçekten mazlum olarak öldürüldü." Bu şekilde gerek Haricileri, gerek
kendi adamlarını ve gerekse Hz. Osman'ın taraftarlarını ayrı ayrı ikna edip
onları razı etmişti.
Bu
bölgede zekat vermeyenlere gelince, onlara da şöyle demişti:
"Zekat
larınızı elinizde tutunuz ve akrabalarınıza verip onlara olan bağlılığınızı
kuvvetlendiriniz. "
Bu
bölgede Hıristiyan iken Müslüman olan bir kitle vardı. Müslümanların kendi
aralarında bu kadar ihtilafa düştüklerini görünce: "Terk ettiğimiz eski
dinimiz bu adamların dininden daha hayırlıdır. Onların dinleri kendilerini kan
dökmekten alıkoymuyor." demişler, el-Hırreyt de onlara şöyle karşılık vermişti:
"Yazıklar olsun size! Bu adamlardan kurtulabilmeniz ancak onlara karşı
savaşmanızla ve bu savaşınızda ayak diretip sabretmenizle mümkün olabilir,
çünkü onlar daha evvel İslam'a girip de sonradan dönenleri mutlaka öldürür ve
onların hiç bir tövbesini ve özrünü kesinlikle kabul etmezler." Bu şekilde
onların hepsini, bütün grupları hileyle aldatmıştı. Bu arada Naciyeoğulları'yla
başka kabilelerden bir çok kimse O'nun etrafında tekrar birikmişti. Ma'kil
üzerine vardığında bir eman sancağı dikerek şöyle seslenmişti: "Daha önce,
birinci karşılaşmada bizimle çarpışan el-Hırreyt ve adamları dışında bu sancak
altında toplanacak herkes emniyet içinde olacaktır." Bu şekilde Hırreyt'in
etrafında bulunanların büyük bir kısmı O'nu terk etmiş, böylece O, sadece yakın
adamlarıyla başbaşa kalmıştı. Bunun üzerine Ma'kil derhal kendi adamlarını
toplayıp Hırreyt'in bulunduğu tarafa doğru yönelmiş, Hırreyt de yanında bulunan
Müslüman, Hıristiyan ve zekat vermeyenlerden bir grup ile birlikte kalmıştı.
Yanındakilere şöyle diyordu: "Çoluk çocuğunuz için çarpışınız. Vallahi,
eğer bunlar galip gelecek olurlarsa sizleri tamamen öldürecek veya esir
alacaklardır." Adamlarından biri: "Vallahi, bu başımıza gelen felaket
hep senin yüzünden ve senin zulmünden dolayı olmuştur." diye çıkışınca
elHırreyt: "Kılıçlar kınamaları, hatayı örtme çaba ve gayretini gerilerde
bırakmıştır artık." demişti.
Diğer
taraftan Ma'kil kendi adamlarını savaşa teşvik ederek onlara şöyle diyordu:
"Ey insanlar! Sizin için önceden yazılmış olan bu muazzam mükafattan başka
daha neler istersiniz ki, Allah zekat vermekten vazgeçen bir kavmin, İslam'dan
dönen bir cemaatin, zulmen bey'ati ihlal eden bir grubun üzerine sizleri
gönderdi, onlarla çarpıştınız. Böyle bir çarpışmada öldürülen kimsenin cennete
gireceğine şahadet ederim. Geri kalanlarınız içinse Cenab-ı Allah'ın bir zafer
ihsan edeceğini sizlere vaat ediyorum." Arkasından Ma'kil ve yanında
bulunanlar hep birlikte savaşa girişmiş, şiddetli çarpışmalar başlamış ve bu
çarpışmalar esnasında Nu'man bin Suhban el-Rasibi, el-Hırreyt'i birden görmüş,
üzerine atılarak atından yere yuvarlamış, O'nu bir darbe ile öldürmüştü.
Hırreyt ile birlikte bu çarpışmalarda yüz yetmiş adam katledilmişti. Geri
kalanlar da sağa sola dağılmış, Ma'kil de Hırreyt'in adamlarından yetişebildiği
kimselerle onların hanımlarından bazılarını esir almıştı. Bu esirler içerisinde
Müslüman olanların tekrar Hz. Ali'ye bey'atlerini yenilemelerini istemiş ve
çoluk çocuğuyla onları serbest bırakmıştı. Dönenlere gelince; onlara da aynı
şekilde Müslüman olmalarını teklif etmiş, yine İslam'a girmeleri üzerine
serbest bırakmıştı. Ancak bu Hıristiyanlar arasında er-Rumahis adında yaşlı bir
kimse Müslüman olmayı reddedince Ma'kil O'nu öldürtmüştü. Zekat vermekten
kaçınanlara gelince, Ma'kil onları bir araya toplayıp iki yıllık zekatlarını
almıştı. Hıristiyanları aileleri ile birlikte alıp götürmüş, Müslümanlar da
esir akrabalarını uğurlamışlardı. Onları uğurladıklarında erkekleri de
kadınları da birbirleri için ağlamışlardı. Ma'kil'in askerleri onların bu hallerine
bir hayli üzülmüşler ve onlara acımışlardı.
Ma'kil
elde etmiş olduğu zaferi Hz. Ali'ye bir mektupla bildirmiş, elindeki esirlerle
birlikte Hz. Ali'nin Erdeşirhurr Valisi bulunan Maskala bin Hubeyre
eş-Şeybani'ye uğramıştı. Yanındaki esirler beş yüz kişiydiler. Erdeşirhurr'e
vardıklarında kadınlar ve çocuklar ağlamış, erkekler de Maskala'ya yalvarmışlar
ve şöyle demişlerdi: "Ey Fazl'ın babası! Ey erkekleri koruyan,
kimsesizleri barındıran, esirlerin boynundaki, halkaları söken kişi! Ne olur bize
merhamet et, bizi satın al da azad ediver!" Maskala onların bu sözlerini
işitince:
"Allah'a
yemin ederim ki onlara sadakalar vereceğim. Yüce Allah sadaka verenleri
mükafatlandırıcıdır." diye konuşmuş, O'nun bu sözleri Ma'kil'e ulaşınca:
"Vallahi, eğer Maskala'nın bu sözleri onlara acıyarak ve bizi de
ayıplayarak söylemiş olduğunu bilseydim bu çatışmalar sonucunda Temim ile Bekr
Kabilesi tamamen yok olsa bile O'nun boynunu uçururdum." demişti. Sonra
Maskala onları Ma'kil'den beş yüz bin dirhem mukabilinde satın almıştı. Ma'kil
O'na: "Bu paraları müminlerin emirine vermekte acele davran." demiş,
Maskala ise: "Bir kısmını şimdi gönderirim, diğer kısmını da sonra yavaş
yavaş öderim." diye karşılık vermişti. Sonra Ma'kil Hz. Ali'nin yanına varıp
bütün olup bitenleri anlatmış ve Hz. Ali her şeyi hoş ve güzel bulmuştu.
Maskala'nın, bütün esirleri kendisine her hangi bir hususta yardım etmelerini
istemeksizin serbest bıraktığı haberini alınca şöyle demişti: "Yakında
Maskala'nın yaptığı bu işten vazgeçtiğini ve bu konuda her hangi bir yük altına
girmediğini göreceğinizi tahmin ederim." Sonra Hz. Ali Maskala'ya bir
mektup yazıp ya bu meblağı göndermesini veya bizzat kendisinin huzura gelmesini
istemişti. Maskala hem kendisi gelmiş, hem de bu meblağdan, iki yüz binlik kısmını
getirmişti.
Zuhl
bin el-Haris şöyle der:
Bir
gece Maskala beni çağırdı, beraber yemek yedik. Bana müminlerin emirinin bu
meblağı kendisinden istediğini ve buna güç yetiremediğini söyleyince O'na şöyle
dedim: "Vallahi, eğer istersen üzerinden bir tek cuma günü geçmeden bu
meblağı alıp O'na götürebilirsin." Bunun üzerine: "Vallahi, ben bu
yükü kendi akrabalarıma yükleyemem. Eğer kendi oğlum olsaydı bu meblağı benden
istemezdi ve eğer Affan'ın oğlu olsaydı onu bana hibe ederdi. Görmüyor musun,
her sene Azerbaycan haracından yüz binlik bir kısmı Eş'as bin Kays'a
yediriyor." diye karşılık verdi. Zuhl bin Haris O'nun bu sözleri üzerine
şöyle dediğini belirtir: "Fakat bu adam diğerlerinin görüşünde değildir,
bu meblağı da asla sana terk edecek değildir. "
Maskala
o gece kaçıp Muaviye'ye gider. Bu haberi alan Hz. Ali şöyle der: "O'na ne
oldu ki kendisini bir hüzne ve kedere soktu. O bir efendinin davranışı gibi
davrandı, fakat aynen bir kölenin kaçışı gibi kaçtı ve bir tacirin hıyaneti
gibi ihanet etti! Vallahi, eğer yerinde kalıp da bunu ödemekten aciz olduğunu
belirtseydi biz O'nu sadece hapsederdik ve başka hiç bir ceza vermezdik. Eğer
elinde her hangi bir mal bulacak olursak onu alır, bulamazsak kendi haline terk
ederdik. "
Sonra
Hz. Ali, evini yıktırmış ve orada bulunan esirlerin de serbest bırakılmasını
uygun görüp şöyledemişti: "Onları satın alan kişi azat etmiştir, değerleri
ise yine onları azat edene aittir."
Maskala'nın
kardeşi Nuaym bin Hübeyre Hz. Ali'nin taraftarlarından idi.
Maskala
Şam'dan yazdığı bir mektubu O'na Tağlib Hıristiyanlarından Hülvan adında
birisiyle gönderir ve mektubunda şöyle der: "Muaviye sana emirlik vermeyi
ve üstün bir mevkie getirmeyi vaat ediyor. Bu elçinin geldiği saatte buraya doğru
yola çık, gel." Malik bin Ka'ab el-Erhavi bu elçiyi yakalayıp Hz. Ali'ye
getirmiş, O da elini kestirmişti. Adam bu şekilde ölünce Nuaym kardeşi
Maskala'ya durumu bir mektupla bildirmişti. Maskala mektubu alıp da bu adamın
öldürüldüğünü öğrenince Tağlibliler gelip adamlarının diyetini Maskala'dan
istemişler ve O da bu diyeti ödemek zorunda kalmıştı.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
NEHREVAN
SAVAŞINDAN SONRA HARİCİLERİN DURUMU